KÜRESEL GÜVENLİKTEN KÜRESEL TAHAKKÜME- BM Güvenlik Sistemi ve İslam Dünyası: Berdal ARAL | İlim ve Medeniyet

Prof. Dr. Berdal Aral, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olduktan sonra (1985). “Turkey and International Society from a Critical Legal Perspective” (Eleştirel Hukuk Açısından Türkiye ve Uluslararası Toplum) baslıklı çalışmasıyla Glasgow Üniversitesi’nde doktorasını tamamladı (1994). Çalışmaları, özellikle uluslararası hukuk ve insan hakları alanında yoğunlaşan Aral’ın, Uluslararası Hukukta Meşru Müdafaa Hakkı (1999) ve Üçüncü Kuşak insan Hakları Olarak Kolektif Haklar (2010) adlı kitaplarının yanı sıra, hem yukarıda sözü edilen konularda hem de Türkiye’nin dış politikası alanında Türkçe ve İngilizce olarak yayınlanmış makaleleri vardır. Prof. Dr. Berdal ARAL, halen İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. (KÜRESEL GÜVENLİKTEN KÜRESEL TAHAKKÜME: BM Güvenlik Sistemi ve İslam Dünyası, Küre Yayınları,2016)

İkinci Dünya Savaşından sonra kurulan yeni düzenin bekçiliğini üstlenen Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyinin beş daimi üyesi günümüzde halen dünyaya adalet dağıtma peşindedir. Değişen konjonktür ve küreselleşen dünyaya aldırış etmeden yaklaşık 70 yıl öncesinin kararlarına göre hükümler vererek dünyanın geri kalan ülkelerine “efendilik” yapmaya devam ediyorlar. Ancak bu devletleri bu konuma getiren tek ortak özellik var; o da 2. Dünya savaşının galipleri olmaları.

Şu an baktığımızda beş daimi üyenin bazı ortak özellikleri daha göze çarpmaktadır. Mesela barış ve güvenliği sağlamak adına kendilerini görevlendiren bu daimi üyelerin hepsi de nükleer silah sahibi ülkeler. Bir diğer özellik ise bu ülkelerin hepsinin Kuzey ülkesi olması özelliğidir. Ne yani Güney ülkelerinden bekçi olunamaz mı? Hadi kıtasal dağılımı da geçelim. 2030’larda dünyanın en kalabalık ülkesi olması beklenen Hindistan’ın neyi eksik? Ya da mesele daha mı farklı? Eski bir sömürgeden adalet mi umulur, diye düşünenler mi var? Başka boyuttan bakalım. Daimi üyelerin dördü aynı dine mensup. Bu şekilde ne kadar adalet dağıtılabilir. Yaklaşık 1.7 milyarlık nüfusa sahip İslam ülkelerinin söz sahibi olması bu düzende yasaklanmış mı?

İşte bütün bunların hepsini içinde barındırıyor KÜRESEL GÜVENLİKTEN KÜRESEL TAHAKKÜME– BM Güvenlik Sistemi ve İslam Dünyası adlı kitap. Bu yazımda Prof. Dr. Berdal ARAL’ın kaleme almış olduğu bu kitabın bazı özelliklerine ve neden okunması gereken bir eser olduğuna değinmek istiyorum.

KÜRESEL GÜVENLİKTEN KÜRESEL TAHAKKÜME-BM Güvenlik Sistemi ve İslam Dünyası adlı kitabın ön sözünde kitabın yazılış amacı olarak iki sebep üzerinde durulmuştur. Birincisi, İslam dünyasının özellikle Güvenlik Konseyi bağlamında Birleşmiş Milletler örgütü ile Soğuk Savaş sonrasındaki ilişkisini bütüncül bir perspektifle inceleyen Türkçe bir eser mevcut değildir. Araştırıldığında birçok uluslararası örgütler kitabına rastlamak mümkün ancak BM bağlamında İslam dünyasının düştüğü pozisyon ve çektiği sıkıntıları teori ve pratik kapsamında inceleyen, örneklerle zenginleştiren bir eser yok. Dolayısıyla eseri okumaya başladığımızda eserin teorik uluslararası örgütler kitaplarından çok farklı olduğu hemen anlaşılıyor. Kitabın bu yönü aslında kitabı diğer eserlerden ayıran en önemli etkendir denilebilir. Zaten kitabı okumaya başlayınca özellikle İslam dünyası bağlamında ele alınan ve incelenen örnekler kitaba farklı bir çekicilik katıyor.

İkinci neden ise; ülkemizde verilen eserler içerisinde İslam dünyası üzerinde oynanan ‘küresel oyunlar’ sıkça şikâyet konusu yapıldığı halde bu konuda verilen eserlerin yokluğudur. Her hangi bir sorunda sesimizi duyuracak eylem ve protestolar yapmakta dünyada birinci sıradayız demekte bir abes göremiyorum ama bu konuyu bir hassasiyet yapmak dışında pek de bir şey yapılmamış. İşte bu eser bizim bu yöndeki eksikliğimizi de büyük ölçüde kapatacak niteliktedir diye düşünüyorum.

Ancak Türkiye’de salt teorik bir yaklaşım ile yazılan uluslararası örgütler kitaplarına karşı olan önyargılı yaklaşım bu tür kitapların okunma olasılığını da etkiliyor. Fakat bu kitabın salt teorik bir yaklaşımla yazılmadığını, okuyan herkesin anlaması mümkün.

Kitabın önsözünde yazar, bir serzenişte bulunarak İslam dünyasının halini şu şekilde anlatıyor. Bugün İslam dünyasının hemen her yanı maalesef ateş altındadır. Yabancı işgaller ve askerî müdahaleler, iç savaşlar, terörizm askerî darbeler, vahim düzeydeki insan hakları ihlalleri ve topraklarından göç etmek zorunda bırakılan milyonlar, Müslüman dünyada barış, huzur ve güvenlikten söz etmeyi âdeta imkânsız kılmaktadır. Oysa hem üyelik kompozisyonu hem de hedefleri itibariyle ‘evrensel’ bir örgüt olan Birleşmiş Milletler’in en önemli ve öncelikli varlık nedeni, ‘uluslararası barış ve güvenliği sağlamaktır. O halde açıktır ki hemen hemen tüm devletlerin üye olduğu bu örgüt, en azından İslam dünyası bağlamında yükümlülüklerini yerine getirmekten uzaktır.” İşte yer yer kesitler sunacağım ve okunması gerektiğinin altını çizeceğim bu kitapta, Soğuk Savaş sonrasında İslam coğrafyasında veya Müslüman azınlıkların yaşadığı bazı ülkelerde patlak veren ‘bölgesel’ ya da ‘uluslararası’ boyutlardaki kriz noktalarına odaklanarak bunların BM Güvenlik Konseyi kararları bağlamında karşılaştırmalı olarak ele alınışını özetlemeye ve aktarmaya çalışacağım.

Derin bir serzenişle başlayan kitap çalışması, İslam dünyasının küresel adaletsizlik kapanına takıldığını vurgulaması noktasında merak uyandırmaya başlıyor. Kitabın birinci bölümden itibaren BM’nin organları ve yapısı ele alınmakla birlikte, gerekli yerlerde verilen örnekler ve karşılaştırmalar konunun kavranmasına yardımcı oluyor.  Bu doğrultuda yeri geldiğinde BM’nin İslam dünyası ile ilgili kararlarını örnekleyerek Uluslararası Adalet Divanı ve Genel Kurulun, Güvenlik Konseyinin beş daimi üyesi karşısındaki sessizlik ve çaresizliğine değinmektedir.

Devam eden bölümlerde uluslararası barış ve güvenlik dışındaki küresel sorunlara değinilmekte ve çarpıcı bilgilere yer verilmektedir.  Örneğin yoksulluktan bahsederken yazar bu kitapta uluslar-arası eşitsizliğe ve bunun nedenlerine de değinmiştir.  Burada dünya nüfusunun en zengin %20’sinin küresel gelirin dörtte üçünü elde ederken, en yoksul yüzde 40’ının küresel gelirin sadece yirmide birine sahip olduğunu aktarır. Aynı yerde yazar dünyada 1.6 milyar kişinin elektrikten mahrum yaşadığını da belirtmekten geri kalmamış. İşte bu tür bilgiler kitabın okunurluluğunu ve çekiciliğini gizemli bir merak eşlinde arttırır.

BM Güvenlik Konseyi’nin Çin dışındaki 4 üyesinin nüfusunun toplamından daha çok nüfusa sahip olan bir Hindistan neden daimi üyeler arasında yer almıyor? Ya da neden Afrika kıtasına temsil hakkı tanınmamış? E, peki İslam dünyasının bu hali ne olacak? İslam dünyasının temsil hakkı elinden alınmış bir sistemden bahsediyoruz. Beş daimi üyenin 4’ü Hristiyan iken bir İslam ülkesinin daimi üyeler içinde yer almamasının nasıl bir açıklaması olabilir acaba? Batının, daha özelde ise ABD’nin sistemdeki durumunun adaletsizliğine değinirken bu ülkeye ilişkin çok güzel bir betimleme kullanılmış: ABD’nin emperyal kibri. Evet gerçekten de kitapta ele alınan veriler ışığında alınan Güvenlik Konseyi kararlarında ABD’nin emperyal kibrinin büyük rol oynadığı anlaşılıyor.

İslam dünyasının haline değinirken şöyle bir serzenişte bulunuyor yazar. İslam ülkeleri stratejik açıdan dünyanın en önemli coğrafi kuşağında yer aldıkları halde, kendilerine ilişkin alınan birçok önemli kararda, ne yazık ki Müslüman aktörlere hâkim güçlerce yeterince söz hakkı verilmemektedir. Hâal böyle olunca da alınan kararlar, daha doğrusu dikte edilen kararlar, sorunların kalıcı bir çözüme kavuşturulmasından ziyade geçici ve palyatifçözümlerle savuşturulmasına yol açıyor.

Yazarın belirttiği önemli hususlardan bir tanesi de, bugüne dek ne BM Genel Sekreterliği düzeyinde, ne de BM uzmanlık kurumlarının tepe yöneticisi konumunda hiçbir Müslüman’ın görev yapmamış olmasıdır. Bu durum dahi İslam dünyasının mevcut düzendeki acınası konumunun anlaşılması için önemli bir örnektir.

Ayrıca dünya genelinde 1,7 milyarlık bir nüfusa sahip olan İslam dünyası, BM Güvenlik Konseyi’nin ilk kurulduğu tarihten bugüne dek kabul etmiş olduğu kararların yaklaşık yarısının muhatabı olmasına rağmen, İslam ülkelerinin Güvenlik Konseyi’ndeki karar alma süreçlerinden büyük ölçüde dışlanmış olması, Konsey’in üyelik yapısının ve işleyişinin reforma tabi tutulması gerektiğinin en önemli nedenlerinden biridir.

Aslında kitabın diğer spesifik ya da teorik ders kitaplarından farkı, takip ettiği bütünleyici ve örnekleyici yöntemdir. Örneğin bir bütün olarak ele alınan İslam dünyasından bahsedilirken, adaletsizlik ve ikiyüzlülüğün simgesi olan “İslam bombası” kavramı gibi farklı hususlara da değinilmiş bu kitapta. Ayrıca Türkçe’de kendisine ilişkin yok denilecek kadar az sayıda eserin olduğu bir diğer konu da, BM ile İslam dünyası arasındaki kopuk bağlardır. Müslüman bir devletin yer almadığı Güvenlik Konseyinin, Müslüman devletlerle ilgili olaylarda kendisini mutlak söz sahibi sayması da ayrı bir mesele. Burada bir kırılmışlıktan bahseder kitap. Bu kırılmışlık, İslam dünyasının kendi içindeki dağılmışlığı. Belki de bir umursamazlık, vazgeçiş ya da sorumsuzluk. İslam dünyasının BM düzeni içerisindeki acınası halini ele alırken bir hayıflanmışlık hissi duyuluyor satır aralarından. Bir hayıflanmışlık, derin bir üzüntü…

Ve nihayet İslam dünyasını ipotek altına almış Güvenlik Konseyinin değnekli bekçisi ABD. Aldığı kararların yanında almadığı ya da almak istemediği kararlarla da İslam dünyasının hüznüne mührünü vuran ve peşine Batılı müttefiklerini de takarak İslam dünyası ile ilgili meselelerde hayal kırıklığı yaratacak kararların alınmasına öncülük eden bir devlet.

Bu hayal kırıklıklarını saymaya kalkarsak iş uzar. Irak’ın işgalinden mi bahsedeyim, yoksa Bosna müdahalesizliğinden mi? Rohingya’yı mı sayayım, yoksa yıllardır zulüm sarmalında devam eden Filistin meselesini mi? Kitapta hepsine tüm boyutlarıyla değinilmiş. Güvenlik Konseyi’nden çıkar çatışmasına dayanan meselelerde karar alınamayıp göz yumulan katliamlara kadar her şey merak uyandırıcı bir şekilde bu kitapta yer alıyor.

Ancak yazarın üzerinde durduğu, benim de özellikle değinmek istediğim konulardan biri de, “yaptırımlar” meselesidir. Bir de “akıllı yaptırım” kararları alınır olmuş. Ancak ne yazık ki verilen akıllı yaptırım kararları da, öncesinde olduğu gibi, geniş insan hakları ve insani hukuk ihlallerine yol açmaktadır.  Maalesef bunlardan asıl zararı gören yine o ülkelerde yaşayan halk olmaktadır. Yazar bu konuya şu şekilde değinmektedir: Resim görmek isteyenler için çok nettir: seçici olduğu ileri sürülen ‘akıllı’ yaptırımlar bile, sözgelimi ‘mali’ nitelikli olduğunda, bir yandan hedef ülkede yaşayan halkın en temel maddi ihtiyaçlarının teminini zorlaştırırken, bir yandan da hususiyetle ticari ve askeri yaptırımlarla eşgüdüm halinde uygulandığında, hedef ülkenin kendisini dış saldırılara karşı koruma kapasitesine ölümcül bir darbe indirmektedir.

Yazarın üzerinde durduğu ve benim de ilk kez bu kitapta karşılaştığım akıllı yaptırımlar meselesinde İran yaptırımlarının hukuksuzluğunu ya da alınan kararların çıkar çatışması kapsamında asıl amacını ortaya koymaktadır. Yazarın burada verdiği çarpıcı örneklerden birine baktığımızda, alınan kararların amaçları bir nebze ortaya çıkmaktadır: Bir Amerikalı uzmanın açıkça ifade ettiği üzere hem BM hem de (tek taraflı olarak) ABD’nin İran’a karşı uygulamakta olduğu ambargonun tek hedefi, bu ülkenin nükleer programına son verilmesini sağlamak değildir. ABD aynı zamanda İslami bir rejimle yönetilen bu ülkeyi cezalandırmak, buraya yabancı yatırımcıların gelmesini engellemek ve İran rejimini iyice zayıf düşürmek istemiştir. Anlaşıldığı üzere, ABD öncülüğünde alınan kararların asıl amacı insan hakları ya da demokrasi değildir. Görünen en büyük amaç demokrasi ve insan hakları kılıfına uydurulan “ben” ve “öteki” ayrımına dayanan ötekileştirme faaliyetidir.

Beş daimi üyenin dünyanın geri kalan devletlerine bir mesajı var: dediğimizi yapın yaptığımızı asla yapmayın! Bu durum en iyi kendini silahsızlanma anlaşmalarında gösterir. Nedense beş daimi üyenin beşi de nükleer silahlara sahipken, diğer devletlerin bu tür girişimlerde bulunmaları katiyen yasaklanmıştır. Girişimde bulunmasına da gerek yok aslında Konsey tarafından cezalandırılmak için. Mesela İran konusuna değinmiş kitap… Yazar, İran’ın nükleer silah üretmediğini, kendi tesislerini BM denetimine açtığını ancak buna rağmen yaptırımların ardı arkası kesilmediğini belirtmiştir. Ya da İslam bombası. Göze batarcasına! Nedir bu İslam bombası ya da neden İslam bombası? Baktığımızda, nükleer silah edinen Hindistan göze çarpmazken, kendini bölgede güvenlik çıkmazında hisseden Pakistan’ın nükleer silahı Batı dünyasını neden bu kadar tedirgin ediyor? Ya da nükleer silah üretmediğini söyleyen İran’ın ihtimaller dâhilinde karşılaştığı tepkilerin asıl amacı nedir? Bu kararların asıl nedeni nedir, bu kararların arkasında duran asıl meseleler nelerdir? gibi sorular da yanıt buluyor bu kitapta.

Kitap, ilerleyen bölümlerde 1990’lı yıllarda BM Güvenlik Konseyi bağlamında İslam dünyasının Yeni Dünya Düzenindeki rolünü ve konumunu ele alıyor.  George Bush’un, oluşan Yeni Dünya Düzeni’nin “dört ana ilkesi” diye bahsettiği ilkelere göz atınca aslında her şey çok anlaşılıyor ve mantıklı bir çerçevede ilerliyor gibi gözüküyor. Ancak yazarın üzerinde durduğu ve bölümü farklı kılan ise, verilen ve dikte edilen kararların büyük kısmının bu ilkelerle uyuşmadığı gerçeğidir. Burada kitabı okuyacak olanların merakını gidermemek için örneklerin sadece ismini zikretmekle yetineceğim. Zira kitap okunup örnekler incelendiğinde ne demek istediğim ortaya çıkacaktır. Bu örneklerin başında Körfez savaşı gelir. ABD’nin çıkarlarına uygun olduğu için Kuveyt’i işgal nedeniyle hemen müdahale edilen Irak’a, buna karşılık Müslümanların katline kayıtsız kalınan Bosna’ya değiniyor yazar. İşte burada BM’nin iki-yüzlülüğü de bir nevi gözler önüne serilmektedir.

Ayrıca “insani müdahale” adı altında alınan kararlar doğrultusunda müdahale edilen Somali’den, Libya’ya yönelik alınan yaptırım kararlarına; yıllardır kayıtsız kalınan Filistin meselesinden Azeri-Ermeni savaşında alınan kararlara ve bunların gerekçelerine yer vermiştir yazar. Aynı zamanda Afganistan’ın yıllardır meşru bir gerekçe olmadan işgali, Irak’ın 2003 işgali, Sudan’a yönelik alınan yaptırım kararları, İsrail’in ABD’den kuvvet bularak Lübnan’a yönelik gerçekleştirdiği saldırılar, Somali’nin göz göre göre işgali gibi meselelerde BM Güvenlik Konseyi’nin vermiş olduğu kararlar ve bu kararların meşruluğu da bu kitapta tartışılıyor.

Bütün bunların yanı sıra, ABD’nin NATO aracılığıyla Güvenlik Konseyi’ni devre dışı bıraktığı durumlara ve bu durumlarda alınan müdahale kararlarının meşruluğunu da değinilmiştir. Yazarın deyimiyle, bugün, ‘köpeksiz köyde değnekle dolaşan bir kabadayıya benzeyen NATO’nun’ birçok durumda dünya jandarmalığına soyunduğu ortadadır. ABD, Güvenlik Konseyinde karar alınamadığı takdirde kılıfımsı bir gerekçe uydurarak çıkarları doğrultusunda kendi başına buyruk hareket edebilmektedir. Örneğin Kuveyt’in işgalini çıkarları doğrultusunda bir fırsata çeviren ABD hemen sonrasında vuku bulan Bosna katliamında hassas davranmamış (1995 Ağustos’una dek) ve çok sayıda Müslüman’ın Sırp’lar tarafından katledilmesine göz yummuştur.

Ayrıca ABD’nin birçok bakımdan Güvenlik Konseyi’ne bir alternatif haline getirdiği NATO ile düzeni kontrol altına aldığı da yer almaktadır kitapta. NATO kurucu şartında belirtilen ve meşru müdafaa kapsamında yasallığı kuşkulu olan NATO operasyonlarının geriye dönük olarak yasallığını sağlamak için sonradan Güvenlik Konseyi’nde alınan kararlar çerçevesinde bunların yasallık kılıfına sokulduğu ifade edilmektedir. Aynı zamanda, çıkarına olmayan durumlarda, ABD’nin veto etmesinden dolayı müdahale edilmeyen birçok çatışmaya değinmektedir yazar.

Bütün bu kararlara bakıldığında BM Güvenlik Konseyi’nin barış adına hayal kırıklığı yarattığı ortaya çıkıyor. Yazar, bu kitabında birçok yeni öneri sunmuş ve bunların günümüz şartlarında uygunluğunu tartışmıştır. Sunulan önerilerin günümüz BM’sinden daha adaletli bir yapı vaat ettiği açıktır. Ancak gerek kitabın okunup anlaşılması gerekse okuyucuda merak uyandırması adına, burada reform önerilerine değinmeden, Venezuela eski Devlet Başkanı Hugo Chavez’in BM sistemine yönelik sözleriyle yazıyı bitirmek istiyorum.

BM Güvenlik Konseyi’ne ve BM sistemine ilişkin olarak, 2009 BM Genel kurulu’nda yaptığı konuşmada, Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez güzel bir eleştiri getirmiştir. Chavez’in konuşması şu şekildedir: Birleşmiş Milletler sistemini hemen hiç kimse savunacak durumda değil. Dürüst olalım ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan bu sistemin çöktüğünü kabul edelim. Genel Kurul dünyanın içinde bulunduğu berbat durumu düzeltme hususunda hiçbir etkiye sahip olmayan, yalnızca laf üreten bir organa dönüşmüştür.

Ayrıca bu kitap üzerine ilim ve medeniyet yazarlarının Berdal ARAL ile yapmış olduğu detaylı bir röportaja da bulunmaktadır. Bu röportaja https://www.ilimvemedeniyet.com/turkiye-sessiz-devrim-yapmistir.html  linkinden ulaşmak mümkündür.

Aydın GÜVEN

PROF. DR. BERDAL ARAL: “TÜRKİYE SESSİZ DEVRİM YAPMIŞTIR”

 

 

 

Avatar photo

Aydın GÜVEN

Güney Asya -South Asia [email protected]


Geribildirim

Mail adresiniz gizli kalacaktır.


Biz Kimiz?

Gayemiz, asırlardır mirasçısı olduğumuz medeniyetin gelişimine katkı sağlamak adına kurduğumuz ilim halkasındaki ilmî faaliyetleri geniş kitlelere ulaştırmaktır.

Cemiyetimizde, genç ve hareketli yazar kadromuz ile Siyaset, Hukuk, Ekonomi, Sosyoloji, Edebiyat ve Tarih gibi ilmî alanlarda gerek akademik gerekse de gündeme ilişkin yazılar kaleme alınmaktadır.


İletişim


Küçük Çamlıca Mahallesi, Filiz Sokak, No:3
Üsküdar/İstanbul