KAPIMIZDAKİ YABANCILAR – GÖÇMEN MESELESİNİN İSTİSMARI | İlim ve Medeniyet

Kapımızdaki Yabancılar
Göçmen Meselesinin İstismarı

 

Başlamadan önce:

“Sadece deneyimlememekle kalmayıp deneyimlemeyi dahi istemeyeceğiniz durumlar hakkında söz söylemekten daha zor hiçbir şey yoktur.”[1]

Avrupa’nın en etkili entelektüellerinden biri olan Zygmunt Bauman (1925-2017), Polonya doğumlu bir sosyologdur. Bilhassa modernite, akışkan modernite ve küreselleşme üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Bauman’ın çalışmaları birçok dile tercüme edildi. Çalışmalarında moderniteye eleştirel yaklaşımıyla bilinen Bauman; Modernitenin, toplumsal dayanışmanın azalmasına ve toplumsal eşitsizliğin artmasına yol açan bir bireyselleşme süreci olduğunu, küreselleşmenin ise bu sorunları şiddetlendiren bir etken olduğunu savundu.

Bauman’ın çalışmaları sosyoloji, felsefe ve siyaset bilimi dahil olmak üzere bir dizi alanda etkili olmuştur. Çalışmaları, modernliğin ve küreselleşmenin doğasına ilişkin kavrayışları ve bu konulara dair eleştirel bakış açısıyla dünya çapında değer görmüştür. Günümüzde hala etkisini koruyan bu çalışmalar, modernitenin ve küreselleşmenin etkilerine dair tespitleriyle 21. yüzyılda karşılaştığımız zorlukları anlamak için önemlidir.

Bu yazımızda inceleyeceğimiz Kapımızdaki Yabancılar kitabı, Bauman’ın vefatından önce yayınlanan son kitaplarından biridir. Göçmen meselesine ilişkin toplumsal ve siyasi tartışmalar üzerine kaleme aldığı bu makalesinde Bauman, günümüzde hala çokça istismar edilen göçmen meselesine dair güncel tartışmaların neden ve sonuçlarına ilişkin eleştirel bir perspektif sunmuştur.

Modernite ve göçmen krizi arasında karmaşık ve çok yönlü bir ilişki vardır. Serbest piyasaları ve bireysel sorumluluğu vurgulayan Neoliberalizm, sosyal güvenlik ağlarının azalmasına yol açarak insanların kendi ülkelerinde kalmalarını daha da zorlaştırmıştır. Son yıllarda hem ülke içinde hem de ülkeler arasında artan eşitsizlik, insanların kendi ülkelerinde iyi bir yaşam sürmelerini zorlaştırmış ve göçün artmasına neden olmuştur. Yeni teknolojilerin ve ulaşım sistemlerinin gelişmesi insanların dünya çapında hareket etmesini kolaylaştırırken, ekonominin küreselleşmesi de insanların başka ülkelerde iş bulması için yeni fırsatlar yaratmıştır.

Öte yandan modernite ve modern ulus devletin yükselişi, göçmenlerin yeni ülkelerde kabul görmesini zorlaştıran milliyetçilik ve yabancı düşmanlığının yükselmesine de yol açmıştır. Milliyetçiliğin ve yabancı düşmanlığının yükselişi, göçmenlerin yeni ülkelerde kabul görmesini zorlaştırmıştır. Geçmişte insanlar göçmenleri kendi toplumlarına kabul etmeye daha yatkınken, bugün ise pek çok ülkede milliyetçilik ve yabancı düşmanlığı giderek artmaktadır. Bu durum göçmenlerin kabul edilmesini daha da zorlaştırmış ve göçmenlere yönelik ayrımcılık ve şiddetin artmasına neden olmuştur.

Bauman, birçok insanın yabancılara karşı hissettiği korku ve endişenin doğal bir insan tepkisi olduğunu, ancak bunun politikacılar ve medya tarafından bir kriz duygusu yaratmak ve dışlama ve şiddet politikalarını haklı çıkarmak için manipüle edilebileceğini savunuyor. Bauman, popülist parti ve politikacıların giriştiği ikiyüzlü ve oportünist korku tacirliği kampanyaların maskesini düşürmek için bazı argümanlardan yararlanıyor. Mevcut durumu “göçmen krizi” yerine “insanlık krizi” olarak değerlendiren Bauman’a göre, bu krizden çıkmanın tek yolu diyalog yoluyla “ufukların kaynaşması”. Göç konusunda daha şefkatli ve insancıl bir yaklaşım çağrısında bulunan yazar, yabancıların bir tehdit değil, aksine farklı kültürleri öğrenmek ve kucaklamak için bir fırsat olduğunun kabul edilmesi gerektiğini savunuyor.

Gazetecilerin ya da politikacıların, göçmenlerle ilgili körüklediği “göç korkusu”, toplumsal kazanımlarını ve konumlarını kaybetmekten korkan bir grup insan arasında “güvenlikleştirme” gündeminin güçlenmesine ön ayak oluyor. Bu güvenlikleştirici söylem aracılığıyla, seçim kazanımları peşinde koşan pek çok siyasetçi, dikkatleri kaliteli istihdam yaratılması veya sosyal güvenliğin genişletilmesi gibi çözümü zor sosyal taleplerden, genellikle göçmenlerle ilişkilendirilen potansiyel terör tehditlerine karşı sınırların güvenliğini vaat eden katı milliyetçi tona sahip bir söyleme kaydırmayı tercih ediyor. Bu noktada Bauman, göçmenleri oportünist bir şekilde terörize eden, onlar hakkında korku yayarak, politikalarını göçmen karşıtlığı üzerine inşa eden kitlelerin ahlaki sorumluluklarını göz ardı ederek, insani drama karşı kayıtsızlığı (kendi deyimiyle adiyaforileşmeyi -ahlaki körlük-) meşru hale getirdiğini söylüyor.

Aynı zamanda Bauman, masum insanları terörize etmenin gerçek terörü besleyeceğini, gerçek teröristlerin ekmeğine yağ süreceğini belirtirken, bu tutum yerine diyalog ve entegrasyonun benimsenmesi gerektiğini söyler. Bu gençlerin maruz kaldıkları damgalanma onlarda kararsız, depresif veya intikamcı duygular yaratabilir, öyle ki bazı durumlarda onları insanlık dışı bir şekilde kendilerini haksız yere sınır dışı edenlere karşı savunacakları kolektif bir kimlik sağlayacak bir grup arayışına itebilir.

Bauman’ın sıkça bahsettiği ahlaki kayıtsızlık (adiyaforileşme) problemini daha iyi anlayabilmek adına “Ahlaki Körlük” kitabından Bauman’ın şu sözlerini paylaşmakta fayda var:

“Adiyaforileşmeyle kastettiğim şey, kasıtlı bir şekilde veya gıyaben belli insan gruplarını ilgilendiren belli başlı eylemleri ve/veya dahil edilmemiş eylemleri, ahlak-ahlaksızlık ekseninin dışına, yani “evrensel ahlaki yükümlülüklerin” ve ahlaki değerlendirmelere tabi fenomenler alanının dışına konumlandırmak için kullanılan taktiklerdir. Bu eylemleri veya eylemsizliği, örtük ya da açık bir şekilde “ahlaken tarafsız” edimler olarak tanımlamaya ve aralarında yapılacak tercihlerin ahlaki yargılara tabi olmasını engellemeye, yani ahlaki ayıplamaların önüne geçmeye yarayan taktiklerdir.

Ardı ardına yaşanan politik skandallar, insanların toplumsal ve politik hassasiyetlerini benzer şekilde azaltırlar yahut tümüyle yok ederler. Dolayısıyla kitle toplumu ve kitle kültürü kaçınılmaz bir şekilde bizi adiyaforileştirmektedir.

Görünen o ki, “sağlıklı ve normal bir insan”, bir süre için başka insanları yavaş yavaş öldüren veya işkenceye uğrayan insanların acılarına hiç anlayış göstermeyen sadist bir sosyopat olarak ahlaki bir ahmağa dönüşebilmektedir.”[2]

Göçmen krizinin politikacılar tarafından istismar edilmesi uzun yıllardır devam eden ciddi bir sorundur. Politikacılar göç konusunu genellikle oy ya da politikalarına destek kazanmak amacıyla seçmenleri arasında korku ve bölünmeyi körüklemek için kullanmaktadır. Bu durum, halihazırda savunmasız ve ötekileştirilmiş olan göçmenlerin yaşamları üzerinde yıkıcı bir etkiye sahip olabilmektedir. Göçmenleri şeytanlaştırmak için kışkırtıcı bir dil ve retorik kullanmak, insanların göçmenleri kendi hikayeleri ve deneyimleri olan bireyler olarak görmelerini zorlaştırmaktadır. Politikacıların göçmen krizini istismar etmelerinin bir başka yolu da göçmenler hakkında yanlış veya yanıltıcı iddialarda bulunmaktır. Örneğin, politikacılar göçmenlerin hepsinin suçlu olduğunu ya da ekonomiye zarar verdiklerini iddia ederler. Bu iddialar genellikle kanıtlarla desteklenmez olsa da kamuoyunun göçmenlere bakışını olumsuz yönde etkilemektedir. Katı milliyetçilerin büyüleyici ve sahte vaatleri toplumların kendi başarısızlığına karşı bir cazibe alanı oluşturur. Bu popülist söylemler toplumsal krizin gerçek sebeplerinin göz ardı edilmesine sebep olur. Böylelikle kriz içindeki toplum kendine yeni bir günah keçisi bulmuştur: göçmenler. “Güvenlik tehdidi” olarak nitelenmeye başlanan göçmenler, sosyal mevkilerin kayganlığından ve kırılganlığından kaynaklanan endişelerin yöneltileceği alternatif bir hedef oluşturur.

“Dibe vurduklarından şüphelenen toplum dışına itilmiş kişiler için, kendilerinin itildiği dibin de altı olduğunun keşfi, ruhu koruyan, onlara yeniden insan onuru kazandıran ve özsaygılarından geriye kalan ne varsa kurtaran bir olay. Sadece pratikte değil hukuk önünde de insan haklarından yoksun evsiz göçmenlerin gelişi böylesi bir olay için (ender) bir şans yaratıyor. Bu durum, yakın tarihli kitlesel göçle yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve milliyetçiliğin şoven bir türünün çakışmasını açıklamaya kadar varıyor. Aynı zamanda yabancı düşmanı, ırkçı, şoven partilerin ve hareketlerin ve onların aşırı milliyetçi liderlerinin benzersiz olduğu kadar hayret de veren başarısını da açıklıyor. Milliyetçilik onlara batmakta olan ya da çoktan mevta olmuş öz-saygıları için hayalleri süsleyen bir can simidi sağlıyor.

İşinizin kırılgan olduğunu bildiğinizi ve durumunuzun belirsiz olduğunu yolda onlarla (göçmenlerle) karşılaşmadan önce unutursunuz ancak bir kez ulaştıklarında ya da yola çıktıklarında durumun bu olduğunu pekâlâ bilirsiniz.”[3]

İnsanları bölmek için korku ve nefreti kullandılar. Siyasetçiler mültecileri ve göçmenleri tanımlamak için sık sık kışkırtıcı söylemler kullandılar ve onları ulusal güvenliğe yönelik bir tehdit ya da kamu kaynaklarını tüketen bir unsur olarak resmettiler. Bu söylem, nüfusun bazı kesimleri arasında korku ve nefretin körüklenmesinde etkili olmuş, ortak bir zemin bulmayı ve krize yönelik çözümleri desteklemeyi daha da zorlaştırmıştır. Krizi kendi gündemlerini desteklemek için kullanan politikacılar, göçmenlere dair asparagas haberleri; daha sıkı sınır kontrolleri, göçün azaltılması ve hatta tehcir gibi kendi siyasi gündemlerini desteklemek için kullandılar. Bu durum kriz hakkında yapıcı bir diyalog kurmayı zorlaştırmış ve bunun yerine sürdürülebilir olmayan kısa vadeli çözümlere odaklanılmasına yol açmıştır. Krizin temel nedenleri göz ardı edilmiştir. Göçmen krizine yol açan savaş, yoksulluk ve iklim değişikliği gibi faktörlerin birçoğu karmaşıktır ve ele alınması zordur. Ancak politikacılar çoğu zaman bu temel nedenleri göz ardı etmiş, bunun yerine sürdürülebilir olmayan kısa vadeli çözümlere odaklanmışlardır. Bu durum krize uzun vadeli çözümler bulmayı daha da zorlaştırmıştır. Krizin gerçek müsebbibi olan emperyalist güçler “dost, müttefik, ortak” olarak nitelenebilirken, krizin mağdurları olan masum göçmenler canavar olarak resmedilmiştir. Bauman, Batılı emperyalist güçlerin müdahalelerini şu sözlerle eleştirmektedir:

“Kitlesel göç hiçbir şekilde yeni bir fenomen değil; “modern yaşam şekli”miz “gereksiz insanlar”ın (ekonomik ilerlemeye bağlı olarak, yerel anlamda “lüzumsuz” -fazladan ve istihdam edilemez- ya da toplumsal/politik dönüşümler ve bunu izleyen güç mücadelelerinin sebep olduğu huzursuzluk, çatışma ve ihtilafların bir sonucu olarak reddedilen, yani yerel anlamda hoş görülemez insanların) üretimini de içerdiğinden (defalarca yön değiştirmiş ve ara sıra tersine dönmüş olsa da) modern döneme başından bu yana eşlik ediyor. Bu da yetmezmiş gibi, şu anda Batılı güçlerin yanlış hesaplanmış, ahmakça, dar kafalı ve açıkça beyhude politikaları ve askeri girişimlerinin sonrasında, Ortadoğu Bölgesi’nin derin ve görünüşe göre umutsuz istikrarsızlaşmasının sonuçlarına katlanıyoruz.”[4]

“Gezegende sömürgeleştirilecek boş bir toprak kalmadı; dahası, yerli nüfusu temizleyerek yeni gelenlere yer açmaya zorlayacak kadar gücüyle övünen, hevesli sömürgecilerin böyle göreceği ve davranacağı bir toprak kalmadı.”[5]

“Mülteciler, küresel Vahşi Batı’nın atık insanları, “dışlanmanın vücut bulmuş hali”dirler, her yerde dışlanırlar; yurt niteliğini yitirmiş, sıradan insanların seyahat haritalarında olmayan “sahipsiz topraklar” hariç her yerde yersiz yurtsuzdurlar. Bir kez dışlandıktan, dışarıda bırakıldıktan sonra yersiz yurtsuzluğun sonsuza dek sürmesi için ihtiyaç duyulan tek mekanizma gözetleme kuleleri olan sağlam bir tel örgüdür.

Bir kez mülteci olan, sonsuza dek mültecidir. Kaybettiği (ya da artık mevcut olmayan) yuvasına giden yollar kesilmiştir, yaşadığı araftan çıkan bütün yollar cehenneme gider. Kampın içinde günbegün bir şey yapmadan, bomboş yaşamak zor olabilir, ama Allah korusun, görevleri mültecileri kampın içinde tutmak ama onlara cehennem hayatı yaşatmamak olan atanmış ya da gönüllü insani yardım yetkilileri fişi de çekebilir. Kimi zaman bunu yaparlar da, kimi zaman yöneticiler bu sürgünlerin artık mülteci olmadığına, evlerine dönebileceklerine karar verirler; oysa geride ev namına bir şey kalmamıştır.”[6]

Bununla birlikte internetin göçmen meselesindeki etkilerine değinen Bauman, çevrimiçi ve çevrimdışı dünyanın giderek birbirinden ayrıldığını ve insanların iki farklı gerçeklikte yaşadığını savunuyor. Bauman’a göre bunun nedeni, çevrimiçi dünyanın insanların anonim olabildiği ve kendi imajlarını kontrol edebildiği bir yer olması, çevrimdışı dünyanın ise insanların dış görünüşleri ve sosyal statüleriyle değerlendirildiği bir yer olmasıdır. Bu ayrışmanın insanlar arasındaki empati ve anlayışın azalmasına yol açtığını savunuyor. Çevrimiçi dünyada insanlar anonim olabilir ve kendi imajlarını kontrol edebilirler. Bu bir özgürlük ve güçlenme hissine yol açabilir, ancak aynı zamanda insanların çevrimdışı dünyada söylemeyecekleri şeyleri söyleme olasılıklarının artmasına da neden olabilir.

“Offline dünyanın içinde kontrol altındayım; değişken koşulları kontrol altına almakla görevliyim; yerimi müzakere etmek, ödevlerime uymak, rolüm, ödevim ve haklarım arasında denge sağlamak zorundayım fakat online dünyada, bunun tersine kontroldeyim. Online’da durumların kontrolünü sağlıyorum, gündemi belirleyen, itaatkârı ödüllendiren, inat edenleri cezalandıran, kovma ve dışlandırma güçlü silahlarının başında olan benim. Offline dünyaya aitim, fakat online dünya bana ait. Bu iki boyut arasında geçiş sağlamak benim irademle şekillenen, isteklerime ayak uydurmaya hazır ve istekli bir dünyaya adım atmak gibi.”[7]

Bauman ayrıca çevrimiçi dünyanın, insanların benzer düşünen bireylerden oluşan topluluklar bulabilecekleri bir yer olduğunu ve bunların bir destek ve rahatlık kaynağı olabileceğini savunmaktadır. Bununla birlikte, bu toplulukların dar görüşlü olabileceğini ve insanların daha geniş dünyadan daha fazla izole olmalarına yol açabileceğini de savunmaktadır. Telefon, tablet veya laptop ekranlarının başında duran ve sadece, “viral” ötekilerle etkileşime giren insanlar ahlaklarını uykuya yatırıp, normalde kontrol altında tuttukları duygularını serbest bırakıyorlar.

“Yapılan bir araştırma, birçok internet kullanıcısının kendilerini gerçek dünyanın ses ve görüntülerinden uzaklaştırmak için internete başvurduğunu gösteriyor. Oluşturulan konfor bölgesine sadece “benzer düşünen” insanların girişine izin verilmesi, karşıt düşüncelere sahip olan insanların oluşturulan bu yapay alandan atılması ise bir başka önemli detay. Basit bir el hareketi ile sil tuşuna basmak, oluşabilecek tartışmaları ve görülmek istenmeyen detayları kullanıcının ekranından silip atıyor. İnanç duyulan şeyleri sorguya açmak, yanlışlamaya bir alan açtığı için insanlar tartışmaya girmektense tartışmadan kaçınmayı tercih ediyor ve ahlaki buyruğun önemini ve ağırlığını tartışmaktansa, ahlaki olarak kör ve sağır hale gelip, daha risksiz alternatiflere yöneliyorlar.”[8]

Genel olarak Bauman, çevrimiçi ve çevrimdışı dünyanın giderek birbirinden ayrıldığını ve bunun toplum üzerinde olumsuz bir etkisi olduğunu savunuyor. Daha kapsayıcı ve anlayışlı bir toplum yaratmak için bu iki dünya arasında köprü kurmanın yollarını bulmamız gerektiğini savunuyor.

Gerçek kişilerarası ilişkilerin çevrimdışı dünyada gerçekleştiğini açıklayan Bauman, Ayrıca ötekileri anlamak için “ufukların kaynaşmasının” sosyal psikoloji ve diyalogla sağlanması gerektiğini söylemektedir. Yazar, mevcut krizden çıkmanın ve gelecekteki krizleri etkisiz hale getirmenin tek yolunun insanlar arasındaki dayanışma ve karşılıklı saygı çerçevesinde süregelen bir diyaloğu sürdürme kararlılığı olduğuna işaret etmektedir.

“Ortaya çıkan engeller ne olursa olsun, konuşma her zaman anlaşmaya, bu şekilde de bir arada yaşayabilmeye giden en doğru ve alternatifsiz yol olacaktır.”[9]

İnternetin konforlu ve cezbedici dünyası insanları izole ederek gerçeklikten koparmakta ve böylelikle propagandaya açık hale getirmektedir. Bu noktada Atasoy Müftüoğlu’nun “Geleceği Özgürleştirmek” kitabından şu sözleri hatırlamakta fayda vardır:

“Gerçeğin peşinde koşmak insana onur kazandırırken, propagandanın peşinde sürüklenmek insanı şeyleştirir. İnsan çok yönlü, çok boyutlu düşünerek, anlamlar bulmaya çalışarak, anlam ve ahlak alanlarında yükselişe geçer. Propaganda yoluyla yönetilen hayatlar ezik hayatlardır.”[10]

Bauman’ın kitabı göç tartışmalarına zamanında ve önemli bir katkıdır. Modernite, bir yandan kadın hakları ve ifade özgürlüğü gibi söylemleri çoğaltırken diğer yandan masum insanları totaliterlerin, despot çetelerin, tekfirci örgütlerin insafına terk eden ulus devlet zehrini beslemektedir. Yazar, modernitenin bu çelişkisinin sosyolojik sebeplerini ortaya koymaktadır. Konuya ilişkin değerli bir analiz sunarken yabancılar hakkında düşünme ve onlara karşı tutumumuza ilişkin bir dizi tavsiye sunmaktadır. Popülist politikalar genellikle bir grup insanı diğeriyle karşı karşıya getirerek toplumda kutuplaşma ve bölünmenin artmasına neden olmaktadır. Bu da ortak bir zemin bulmayı ve sorunları çözmeyi zorlaştırabilir. Göçmen meselesinin değişmez bir gerçeklik olduğuna dikkat çeken yazar, okuyucuyu içinde bulunduğumuz post-modern çağın getirilerine karşı dikkatli olmaya, farklı tercihlere ve görüşlere sahip olabilecek yabancılar arasında dayanışma ve işbirliği içinde birlikte yaşamanın yeni yollarını bulmaya çağırıyor. Bauman’ın diğer kitapları gibi “Kapımızdaki Yabancılar” kitabı da göçün zorluklarını, korku ve bölünme karşısında dayanışmanın önemini anlamak isteyen herkes için mutlaka okunması gereken bir kitap niteliği taşımaktadır.

Makalemi sonlandırırken incelediğimiz kitaptan şu alıntıyı paylaşmak istiyorum:

“Esasen, yeryüzünün belli bir kısmında kimsenin bir başkasından daha fazla hakkı yoktur.”[11]

 

“Göklerin ve yerin mülkü yalnız Allah’ındır. O diriltir ve öldürür. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.”
(Tevbe Suresi, 116. Ayet)

 

 

Kaynakça

[1] Zygmunt Bauman, Ahlaki Körlük (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2020).
[2] Zygmunt Bauman, Ahlaki Körlük (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2020).
[3] Zygmunt Bauman, Kapımızdaki Yabancılar (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2021).
[4] Zygmunt Bauman, Kapımızdaki Yabancılar (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2021).
[5] Zygmunt Bauman, Iskarta Hayatlar (İstanbul: Tellekt Yayınları, 2021).
[6] Zygmunt Bauman, Iskarta Hayatlar (İstanbul: Tellekt Yayınları, 2021).
[7] Zygmunt Bauman, Kapımızdaki Yabancılar (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2021).
[8] Zygmunt Bauman, Kapımızdaki Yabancılar (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2021).
[9] Zygmunt Bauman, Kapımızdaki Yabancılar (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2021).
[10] Atasoy Müftüoğlu, Geleceği Özgürleştirmek (İstanbul: Mahya Yayıncılık, 2020).
[11] Zygmunt Bauman, Kapımızdaki Yabancılar (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2021).

 

Avatar photo

Emir Ruşen

Sivil Toplum | İşletme | Uluslararası Ticaret | Uluslararası İlişkiler - ([email protected])


2 comments

  • MUSTAFA

    27 Mayıs 2023 at 18:53

    Makaleniz açıklayıcı yararlı anlaşılır olmuş ellerinize sağlık

    Yanıt

  • Bülent Üner

    29 Mayıs 2023 at 21:20

    Ezilenlerin Pedagojisi : Bankacı Eğitim Modeli Bağlamında Kemalist Eğitim Örneği Makalenizi okudum. Sonra yazdırdım . Tekrar not alarak okuyacağım.
    Emir Ruşen Kardeşim. Başarılı çalışmalarının devamını diliyorum.
    Yolun ve Bahtın Alnın gibi açık olsun kardeşim.

    Yanıt

Geribildirim

Mail adresiniz gizli kalacaktır.


Biz Kimiz?

Gayemiz, asırlardır mirasçısı olduğumuz medeniyetin gelişimine katkı sağlamak adına kurduğumuz ilim halkasındaki ilmî faaliyetleri geniş kitlelere ulaştırmaktır.

Cemiyetimizde, genç ve hareketli yazar kadromuz ile Siyaset, Hukuk, Ekonomi, Sosyoloji, Edebiyat ve Tarih gibi ilmî alanlarda gerek akademik gerekse de gündeme ilişkin yazılar kaleme alınmaktadır.


İletişim


Küçük Çamlıca Mahallesi, Filiz Sokak, No:3
Üsküdar/İstanbul