ADALET, YASA, DÜZEN VE SİYASET KAVRAMLARI BAĞLAMINDA SOKRATES, PLATON VE ARİSTOTELESİN YAKLAŞIMLARI ÜZERİNE | İlim ve Medeniyet

ADALET, YASA, DÜZEN VE SİYASET KAVRAMLARI BAĞLAMINDA SOKRATES, PLATON VE ARİSTOTELESİN YAKLAŞIMLARI ÜZERİNE

Özet

Bu araştırma yazısı, gerek bölüm derslerinde alınan notlardan gerekse yapılan ek okumalardan müteşekkil bir makaledir. Antik Yunan düşüncesi içinde adalet, yasa, düzen, devlet ve politika gibi kavramlar bağlamında yine o dönem felsefecilerinin geliştirdikleri düşünceleri temel alarak hazırlanmıştır. Özellikle Sokrates, öğrencisi Platon (Eflatun) ve uzun bir süre batı siyasal düşüncesini domine eden ve metinlerde yine uzun bir süre “the philosopher” olarak anılan Aristoteles’in düşünceleri üzerine yoğunlaşılan bu çalışmada her üçünün de siyasal düşünceler tarihi içindeki konumları tarihsel bağlamı da içerecek şekilde ele alınmıştır.

Kavramlar: Sokrates, Platon (Eflatun), Aristoteles, adalet, yasa, düzen, siyaset, devlet

Giriş

Siyasal düşünceler için felsefenin bir anlamda açıklaması olduğu söylenebilir çünkü felsefe ilk olanı, başta olanı (first principles) anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyorsa siyasal düşünceler de iyi yönetimin (good governance) ilk ve ilkelerini bulmaya çalışmaktadır. Antik Yunan felsefesinden önce olaylar mythos ‘lar ile açıklanmaya çalışılıyordu. Olayların arkasındaki nedenler düşünülmeye ve tartışılmaya başlandığında ise logos aşamasında geçildiği söylenebilir.

Sokrates’ten önceki felsefecilerin (nature philosophers) olayları sorgulamaya ve logos ilkeleri ile tatmin edici cevaplar aramaya başladıkları görülmektedir. Dışarıdaki olaylar artık anlamlandırılmaya çalışılıyordu. Mitolojik anlatılar ise artık önemini yitirmeye başlamıştı. Siyaset düşünürleri bu dönemden sonra ortaya çıkmakla birlikte eğer hayatımızı düzenleyen yasalar-kanunlar-durumlar varsa yönetimi düzenleyen yasalar-kanunlar-durumlar olmalıdır tezini ortaya atmışlardır. Siyasetin ilk olanına/ilkelerine ulaşmanın ve iyi yönetimin ilkelerini bulabilmenin imkan dahilinde olduğunu düşünmüşlerdir. Onlar geleneksel düşünceyi, inanışı ve anlatıları aşmışlardır. “Polis’in” sınırlarını aşarak (universal) düşünmeye ve iyi yönetimin ilklerini ve ilkelerini tartışmaya başlamışlardır. (Bazı konularda universal olma noktasında fikir çatışmaları vardır, ilerleyen sayfalarda ayrıntılı değinilecektir). Tüm bunlardan hareketle siyasal düşüncenin aslında iyi yönetimin ilkelerini ve pratiklerini ortaya koymak olduğu söylenebilir.

Bu noktada politika ve siyasal düşünceler arasındaki farka da değinilmelidir: Politika gerçek dünyadaki karşılığından bağımsız şekilde düşünüldüğünde aslında normatif prensiplerin bir uygulama alanı olarak görülmektedir Antik Yunan felsefesinde. Yani ne olması gerektiğine karar verildikten sonra politikacılardan beklenen bu normları uygulamalarıdır. Siyasal düşünceler ise bu normların aslında oluşturulduğu, filozofların mevcut dünyanın ve siyasal düzenin; yasaların fotoğrafını çektikten sonra getirdikleri bazı çözümlerden müteşekkildir.

Bu inceleme yazısı aslında siyasal düşünceler tarihi içinde Antik Yunan felsefecilerinin sundukları argümanları nasıl temellendireceğini inceleyeceğiz. Nitekim modern devlet ve toplum esasları düşünüldüğünde o dönemde Aristoteles’in vatandaşlık hakkında yaptığı tanım modern bireyin (modern dünyanın zorunlu olarak beraberinde getirdiği zihinsel altyapının ürünü) zihninde yer bulması zordur.

Antik Yunan ve Şehir Görünümü

Antik Yunanda yurttaş ve şehir devletleri (city / citizen state) şeklinde tanımlanabilecek devletler vardı. Bu şehir devletleri polis olarak adlandırılmaktaydı. Antik Yunan devletlerinde agora adı verilen ve sadece ticarete konu olacak ürünlerin değil aynı zamanda fikirlerin, düşüncelerin ve iddiaların da paylaşıldığı, yine bir alışverişin gerçekleştiği pazarlar (market place) vardı. Yani agora değişimin (exchange) metaforik manası olarak eşyaların alınıp satıldığı hem de literal manası olarak fikirlerin tartışıldığı bir ortamdı. İnsanlar agorada gerçekleşen olaylara aktif olarak katılır ve fikirleri ile birbirlerine rekabet ederdi, “kazanan” fikir ise uygulanmaya başlanırdı. Şehrin diğer kısımlarında ise meclis (assembly), tiyatro (theatre), savaş alanı (battlefield) gibi vatandaşların kullanımına açık alanlar bulunmaktaydı. MÖ 7. Yüzyıldan önce Yunan Devletleri Tanrı’nın devletiydi. Bu dönemde şehrin her tarafının tanrılar ile dolu olduğundan bahsedilmiştir. Akrapolis ise tanrıların ikamet ettiği yerdi ve şehirlerin yüksek bir bölgesinde bulunurdu Antik Yunan’da.

Antik Yunan’da Vatandaşlık

Antik Yunan düşüncesinde vatandaşlık tanımı oldukça kısıtlıdır. Özgür eril yetişkinler vatandaşlık statüsü içinde değerlendirilmekteydi (free, male, adult). Teritoryal olarak ülke sınırları içinde yaşamak vatandaş olabilmenin bir diğer belirleyici faktörüydü. Dişil olma durumu ev ihtiyaçlarının karşılanması anlamına gelmekteydi. Kadınlar evin sınırları ile sınırlanmıştı ve kamusal alanda söz sahibi olağandışı görülüyordu Antik Yunan’da. Politik olarak doğrudan katılımın esas olduğu Atina Demokrasi’sinde yasalar vatandaş olarak tanıma uyan kişiler tarafından yapılmaktaydı. Herhangi bir konuda karar verilmesi gerektiği zaman açık tartışma (open debate) ilkesi gereğince herkes düşüncesini ortaya atma hakkına sahipti. Yani Antik Yunan’da vatandaş olmak aynı zamanda polisin ve yurttaş devletinin yasalarını belirleyenlerden olmak demekti.

Homer, Hesiodos, Solon ve Likurgus

Homer, Akdeniz kolonileştirildiği dönemlerde buna şahitlik etmiş ve bu dönem ile ilgili bazı metinler kaleme almıştır. Homer için polisin ayrı bir önemi vardı ona göre polisler ve medeniyeti, birlik ve adaleti temsil ediyordu. Bu polislerin dışında yaşamak ise medeniyetsiz bir ortamda yaşamaya eşdeğerdi. Hesiodos, Homer ile aynı dönemlerde yaşayan bir şairdir. Homer ve Hesiodos incelendiğinde o dönem fikirlerinde ve yazılarında “düşünme” nin değil de “aktarma” nın ön plana çıktığı görülmektedir. Düşünme süreci daha çok 100 yıl sonraki dönemin düşünürlerinde görülmektedir. Solon, Atinalı bir fikir adamıdır ve o dönemde Atina’daki zengin fakir arasındaki sıkıntıları çözüme ulaştırdığı için ilk yasa yapıcı olarak anılmaktadır. Solon ile birlikte problemlerin daha önce tanrılar tarafından yapılan yasalarla çözülebilmesine ikame olarak insan tarafından yazılan ve yapılan kurallar ile de çözüme ulaşılabildiği fark edilmiş ve “tesmos” tan “nomos” a bir geçiş olmuştur. Solon yığınlar ile zenginler arasındaki uçurumu fark edip vatandaşlık ve siyasal süreçlere katılım için zengin olma şartını ortadan kaldırmıştır. Likurgus ise Solon’un Atina’da yaptığını Sparta’da gerçekleştirmiştir ve ilk yasa yapıcılar olarak Solon ile birlikte anılır olmuştur. Homer, Hesiodos, Solon ve Likurgus dönemi aslında MÖ 750’li yıllardan 560’lı yıllara kadarki dönemi kapsamakta ve ilkel Antik Yunan dönemlendirmesini içermektedir.

Sofistler

Antik Yunan’daki yurttaş devletinde fikir alışverişi ortamı içinde akıl yürütme olayının ön plana çıktığını görülmektedir çünkü yasalarda söz sahibi olabilmek için karşıdaki kitleyi etkileyebilmek gerekmekteydi. Bu ortamdan zuhur eden bir grup olan sofistler ahlak ve siyasetle de ilgili olan insan varlığının sosyal geleceğiyle ilgili temel soruları ele almaya başladılar. Sokrates ise argümanlarını onlara karşı sunmuştur. Bu dönemde genellikle tez ve antitez şeklinde ilerleyen tartışmalar olmuştur.

Protagoras rölativist düşüncenin kurucusudur ve iddiası insanın her şeyin ölçüsü olduğu yönündedir. O, “her şey bana göredir bana göründüğü gibi, sana göredir sana göründüğü gibi” demektedir. Bu düşüncede her şey değişkenlik gösterebileceği gibi toplumların da kendi “kişisel” arka planları çerçevesince kendi kurallarını belirleyebileceği savunulmaktadır. Yani Protagoras her toplumun kendine göre kurallarını belirleyebileceğini ve bu kuralların diğer toplumları bağlamadığını söylemektedir. Bunun adı literatürde “social relativism” dir. Protagoras’ın düşüncesini açıklayan en iyi örnek ölülerin toplumdan topluma göre nasıl bir merasimle uğurlanacağıdır. Bazı toplumlar ölülerini yakarken bazıları ise onları toprağa vermektedirler. Burada tek bir doğrunun var olduğunu söylemek mümkün değildir Pratagoras’a göre çünkü bu ve bunun gibi olgular son derece görelidir.

Adalet konusunda da bu tutumunu kaybetmeyen Protagoras düşüncesini aşağıdaki şekilde formüle etmiştir:

Protagoras’ın Argümanları:

  1. İnsan her şeyin ölçüsüdür.
  2. İnsan her şeyin ölçüsü ise adaletin ölçüsü insandır. Dolayısıyla adalet kavramı bir insandan diğerine değişiklik gösterebilir.
  3. Beraber yaşanmak isteniyorsa ortak bir paydada buluşulması gerekmektedir.

Protagoras’ın Sonuçları:

  1. Adalet beraber yaşamak için en kıymetli olgulardandır.
  2. Görelilik ilkesi gereği her toplumun kendine göre yasaları vardır.
  3. Sosyal görelilik ilkesi ile birleşince adaletin kurallara uymak olduğu anlaşılmaktadır.

Trasimakos, kuralların zenginler ve güçlüler tarafından oluşturulduğunu savunmuştur. Ona göre eğer bir birey gücü elinde bulundurmuyorsa ya da zengin değilse bir şekilde kuralları aşmanın yolunu bulmalıdır, fakat zenginse ve gücü elinde bulunduruyorsa bulunduğu konumu sürdürmek için çabalamalıdır.

Adalet konusunda da bu tutumunu devam ettiren Trasimakos düşüncesini aşağıdaki şekilde formüle etmiştir:

Trasimakos’un Argümanları:

  1. Her insan doğası gereği çıkarının peşindedir.
  2. Adalet güçlünün yararı için çalışmaktadır.

Trasimakos’un Sonuçları:

  1. Eğer insan muktedirlerin kurallarına uyarsa kendi çıkarlarının aksine hareket etmiş olur.
  2. Eğer insan çıkarının peşinden gitmek istiyorsa kuralları ihlal etmek mecburiyetindedir. Dolayısıyla adalet aslında kuralları ihlal etmektir.

Her ne kadar ilerleyen sayfalarda Platon’un (Eflatun) adaletin görelilik temelinde açıklanmasına karşı tezi görülecek olsa da öncesinde hocası Sokrates’in Sofistler ile tartışması incelenmelidir. Bu noktada Sokratik metot (Elenchus Method) sofistlere cevap verirken kullanılmıştır. Öyle ki Sokrates onlardan adalet tanımı yapmalarını isteyince her biri kendi düşünsel arka planına göre birtakım tanımlamalar getirmişti. Sokrates ise bu metodu sayesinde onların yaptıkları tanımların yanlışlığını ve eksikliğini söyleyip doğru olanı dile getirmişti. Örneğin Sefalus’un evinde yemek yedikten sonra adalet üzerine konuşmaya başlanılınca Sokrates mecliste bulunanlardan adalet tanımı yapmalarını ister:

Polemarkus adalet için kişiye hakkını vermektir dedikten sonra bu düşüncesini ahlaki metin yazarı Simonides’e dayandırdı ve “adalet kişiye hakkını vermektir, dosta iyi davranmak ve düşmana zarar vermektir.” dedi. Polemarkus ahlaki metinlerden olan ve dönemin önemli edebi türlerinden olan şiire atıf yapmıştı. Sokrates, ahlaki metinlerde olmayan, geçmeyen problemlere nasıl cevap verileceğini sordu ve böylece adalet konusunda Polemarkus’un getirdiği yaklaşımı eleştirdi. Sokrates’in Polemarkos’u eleştirdiği bir diğer konu ise yine ahlaki metinler bağlamında bu otoritenin yalnızca ahlaki metinlere inananları bağlayacağıdır. Ve Sokrates Elenchus metodu ile düzelttiği kişilere karşılık olarak kendine göre en uygun adalet tanımını yapar: “Adalet, herkesin haddini bilmesi ve kendine uygun olan işi yapmasıdır.”

Platon (Eflatun)

Her şeyden önce Platon’un yaşadığı dönem onun siyasal düşüncesinin irdelenmesi bakımından dikkatlice incelenmelidir. Zira onun savunduğu, basit gibi görünen “filozof krallar olmalı, krallar filozof olmalı” düşüncesinin felsefi altyapısı bu tarihsel gerçekliklerden uzak olmayacak şekilde son derece komplekstir.

Platon’un yaşadığı dönemde siyasal olarak hem yaşadığı bölgede hem de uluslararası arenada görelilik arz eden bir siyasi yapının olduğunu gözlemlemek mümkündür. Farklı farklı yönetim biçimler, “anayasalar” ve bunların avantaj ve dezavantajları vardı. Örneğin Atina’nın hemen yakınındaki Sparta oligarşi hakimiyeti altındaydı. Sparta ve Atina arasında yaşanan savaşta Atina’nın başarısız olması Platon’un yönetimsel olarak düşüncelerini etkileyen önemli tarihi olaylardandır. Platon’un siyasal düşüncesini etkileyen bir diğer önemli olay ise Sokrates’in öldürülmesi olayıdır. Zira Platon buradan yola çıkarak yaşadığı dönemin adeta bir fotoğrafını çekmiş ve işlerin iyiye gitmediğine karar vermişti. Mevcut olan durumun iyi olmadığını iddia eden Platon, daha iyisine nasıl ulaşabiliriz sorusuna cevap aramaya başlamıştı. Platon, bunun görelilik ile olmayacağını daha sağlam bir cevap bulunması gerektiğini düşünüyordu. Nitekim göreliliği görmezden gelerek mevcut kötü yönetimlerin yerine iyi olanı evrensel olacak bir şekilde getirme çabası içine girmişti Platon. Mutlak manada evrensel iyi bir yönetim ancak filozof krallar ile mümkün olabilirdi Eflatun’a göre.

Platon adalet nedir sorusunun cevabını aramaya koyulurken hakiki manada adaletin ancak hakiki felsefede haiz olduğu sonucuna ulaşmıştı. Zira toplum için de birey için de adaletin ne olduğu sorusunun cevabı felsefede bulunabilirdi. Platon çoğunluğun (demos) bilgi ile yönetemeyeceğini sadece kendi çıkarı ile yönetebileceğini adalet ile yönetebilecek olanların ise yalnızca felsefeciler olduğunu savunmuştur.

Platon’un siyasal düşünceler tarihi içindeki yeri siyaseti oluş bozuluş dünyası (world of becoming) içine değil de “gerçek olan dünya” (world of being) nın içinde ve onun esaslarına yaklaştırabilme ve konumlandırma çabası bakımından önemlidir. Yani ilk olarak olan belirlenecek ve ideal olan açıklanacaktır. Sonrasında ise olan, ideal olana olabildiğince yaklaştırılmaya çalışılacaktır. Platon’un tüm bunları belirlerken insan doğasına vurgu yaptığına da değinilmelidir. Öyle ki insan doğası gereği bir siyasal organizasyon içinde bulunmalıdır ve en iyi siyasal organizasyon (insan doğasına en uygun olan yönetim biçimi) da adil ve evrensel olmalıdır.

İnsan doğası adalet konusunda da vurgulanmaktadır. Platon’a göre her insan fıtratının gereği olarak farklı işlere meyyaldir ve herkes bu fıtratına bakarak kendine uygun olan işi üstlendiğinde toplumsal bir adaletten söz etmek mümkün olur. Onurlu ve şan-şöhret düşkünü kişiler için (fıtraten) kolluk uğraşısı, daha çok keyfine düşkün olan kişiler için çiftçilik ve ticaret, felsefeciler için ise yöneticilik Platon’a göre biçilmiş kaftandır. Bu hiyerarşik toplum düzeni ayakların baş, başların ayak olmasının önüne geçecekti. Ayrıca bu anlayışa göre kooperatifçiliğin (hiçbir bireyin kendine yetememesi ve doğal muhtaciyetin oluşması hali) ön planda olduğu da söylenebilir.

Bu hiyerarşik, katı toplum yapısı Platon tarafından literatürde “üç metal yalanı” olarak geçen anlatı ile temellendirilmeye çalışılmıştır. Bu anlatıya göre tanrı insanı yaratırken ruhlarına farklı metaller katmıştır. Ruhunda “bronz” olan kimseler fıtratı gereği üretici olmaya uygun, ruhunda “gümüş” olan kimseler fıtratı gereği asker olmaya uygun, ruhunda “altın” olan kimseler ise fıtratı gereği yönetici olmaya uygundur. Bu toplum sınıfları arasında, hakiki olan (world of being) dünyada her şeyin sabit olduğu gerekçesiyle, geçiş oldukça sınırlıdır. Zira Platon oluş bozuluş dünyasını hakiki dünyaya olabildiğince yaklaştırmaya çalışmaktaydı ve bunu başarabilmek için de geçiş ne kadar az olursa bozulma da o kadar az olacağı düşüncesiyle sınıflar arası geçiş sınırlı tutulmuştur.

Platon toplumsal yapıyı biri beyaz diğeri siyah olmak üzere iki atın çektiği bir at arabası ile açıklamaya çalışmaktadır, buna beyaz ve siyah at metaforu denilmektedir. Beyaz olan at insanın onur ve cesaretini temsil ediyorken siyah olan at ise insanın arzu ve isteklerini temsil etmektedir. Akıl ise o at arabasını süren kişinin ta kendisidir. Yöneticiler, toplumun kaderini tayin eden kimselerdir ve bu metafordan yola çıkılarak siyah ya da beyaz atın çektiği tarafa değil filozof olarak hakiki olana erişmek için aklını kullanarak gitmek istediği tarafa arabayı ancak filozof idareciler yönlendirebilirdi. Bir başka deyişle gidilecek yönü (ki aslında gidilmesi gerekendir de) belirleyecek olan filozof yöneticilerdir Eflatun’a göre. Yani siyasal otoritenin ne güce ne de rızaya dayanması gerektiğinden bahsedilebilir. Siyasal otorite ancak bilgiye dayanmalıydı.

İnsan doğası vurgusundan hareketle Eflatun’a göre siyasal organizasyonun da üç kısımdan oluşturulduğunu söyleyebiliriz: üretim, kolluk kuvvetleri, yöneticiler. Mağara alegorisinden yola çıkılarak Platon’un bu sınıflandırma içinde neden yönetimi yeniden filozoflara verdiği rahatlıkla görülebilir. Çünkü görüngüler dünyası içinde şan, şöhret gibi dürtülerin tek motivasyonunu oluşturduğu insanlar ancak bu dünyanın içinde debelenip dururlar. Oysa hakiki dünyaya (idealar dünyası da denilmektedir) erişimi olan filozoflar bu dünyanın hakiki dünyanın bir yansıması olduğunun farkındadırlar. Yani güzellik değil güzellik formu asıl peşinden koşulması gerekendir. Bu açıklamalar ışığında Platon’a göre en iyi devlet formunun herkesin kendi işini yaptığı bir devletten başka bir şey olmadığı anlaşılmaktadır. Adalet ancak bu şekilde sağlanır ve en iyi forma bu şekilde ulaşılabilir. Çoğunluk, toplum (demos) görüngüler dünyasında yaşamaktadır. Siyaset ise bilgi gerektiren bir uğraştır ve hakikate erişimi gerekli kılmaktadır. Bilgiye erişimi olan ise azınlık olan filozoflardır ve yönetici konumunda olmalıdırlar. Elitizm, demokrasiden daha iyidir Eflatun’a göre. “Karar alma süreçleri ve siyaset çoğunluğun eline bırakılırsa Sokratesler ölür…”.

Yozlaşmanın sebebi olarak Platon tarafından varsayılan ve yine katı olarak belirli kurallara tabi tutulan mülkiyet kavramı ve aile mefhumu konularında “İdeal Devlet” adlı eserinden sonraki Platon’u yansıtan “Yasalar” kitabında biraz daha yumuşadığı gözlemlenmektedir. Yine İdeal Devlet adlı eserinde üç hiyerarşik sınıftan bahseden Platon’un Yasalar’ında bu sınıflandırma da daha esnetilmiş şekilde karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki yeni bir alegori kullanılmaya başlamıştır: ritim alegorisi.

Ritim alegorisi, müzikteki harmoni gibi toplum için de bütünlüğü oluşturma adına bireylerin ve grupların bir harmoni eşliğinde ve istikrar içinde hareket etmesini gerekli kılmaktadır. Buna göre siyasal organizasyonlarda dört unsurun varlığı önemlidir: harmoni (harmony), birlik (unity), ölçülülük (temperance), istikrar (fixity).

Aristoteles

Aristoteles yüzyıllar boyu Avrupa siyasal düşüncesini domine etmiş bir karakter olması bakımından önemlidir. Eflatun’un öğrencisi olan Aristoteles Platon ölünce akademiden ayrıldı ve Assos/Balıkesir’de 3 yıl kadar yaşamıştır. Aynı zamanda Büyük İskender’in hocası olan Aristoteles Büyük İskender ölünce dinsizlikle suçlandı ve sürgüne gitti (Aristoteles’in Sokrates ile aynı tavrı benimsememesinin birkaç nedeni zikredilmektedir, şöyle ki; Sokrates Atina’da yasa yapımına katkıda bulunduğu için kendi yaptığı yasalardan kaçmanın doğru olmadığını düşünmüştür. Aristoteles ise Atinalı bile değildi. İkinci neden ise “Retorik Sanatı’nın” babası olarak bilinen Aristoteles’in Atinalılara karşı “daha önce felsefeye karşı büyük bir suç işlediler ikinci kez aynı suçu işlemesinler” diyerek sürgünü kabul ettiği şeklindedir). Aristoteles sürgüne gittikten bir sene kadar sonra ölmüştür.

Aristoteles, yaşadığı dönemde pek çok anayasayı incelemiştir ve insan doğasına en uygun anayasanın nasıl bir anayasa olması gerektiği konusunda düşünmüştür.

Eflatun’un siyasal düşünceler içindeki elitist yaklaşımına nazaran Aristoteles siyasetin temellerinin hocası tarafından farklı bir dünyada (world of being) aranmasını eleştirmiş ve problemlerin çözümünün yine bu dünyada oluşturulacağını savunmuştur. Evet Aristoteles’e göre de bilgelik şarttır ama bu hocası Eflatun’un kastettiği manada bir bilgi arayışı değil daha çok pratik yaşama dönük bir bilgeliktir. Yani Eflatun’un bahsettiği formların bilgisi ona göre siyaset ile ilgili bir oldu değildir.

Aristoteles’e göre siyaset insanların mutlulukları ile ilgilenmesi gereken bir bilgi alanıdır. İnsan doğasından yola çıkılarak yine insanın mutluluğuna ulaştıracak şekilde siyasal organizasyon düzenlenmelidir. Bu noktada “amaçbilim” (teleology) Aristoteles tarafından formüle edilmiştir. Amaçbilime göre bir şeyin doğası sonuna sonucuna bakılarak anlaşılabilmektedir. Bir meşe palamudunu düşünelim, onun amacı ağaç olmaktır ve eğer o bir sincap tarafından yenirse o amacına ulaşmış sayılmaz yani “kemale ermiş” sayılmaz. Bu hususta siyasal organizasyonun amacı meşe palamuduna bu amacını gerçekleştirecek ortamın sağlanmasından ibarettir. İnsan da böyledir, insanın kendini gerçekleştirebilmesi için ona uygun olan ortamın sağlanması gerekmektedir. Bu Aristoteles’e göre adil bir yurt devleti ve siyasal organizasyon ile mümkün olabilmektedir.

Meşe palamudunun amacı (telos) ağaç olmaktır, insanın amacı ise mutlu olmaktır (eudaimonia) Aristoteles’e göre. Mutluluk ise iyi yaşanmış bir hayattır. İyi yaşanmış bir hayat belirli erdemler ile yaşamak gerek şarttır fakat yeter şart değildir, bunun yanında aklın da kullanılması gerekmektedir. Tüm bunlardan yola çıkılarak Aristoteles’in düşüncelerini şu şekilde formüle edebiliriz:

  1. İnsan doğasını-telosunu-amacını anlamlandırabilmek için insan doğasının anlaşılması gerekmektedir.
  2. İnsan doğasının anlaşılabilmesi için ihtiyacımız olan “Teleological Metodology” dir.
  3. İnsan doğasının bu noktadaki rolü mutlu olmak (eudaimonia) şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
  4. Mutlu olmak için ihtiyacımız olan şeyler erdemler ve akıldır (bu pratik yaşama dönük olması bakımından önemlidir).
  5. Erdem ve akıl pratik bazı hikmetli olan durumları da gerektiren orta yolu (Golden Mean) benimsemek marifetiyle en iyi şekilde kullanılabilmektedir.
  6. İnsan bu yeteneğini ancak adaletin hakim olduğu (Just City/Just Political Organization) bir siyasal organizasyonda geliştirebilir, kalıcı hale getirebilir.

Aristoteles pratik bilgeliğin kanunlar aracılığıyla ortaya çıkacağını ve yasaların misyonunun ancak doğru olanın yanlış olandan ayırt edilmesi şeklinde olduğunu savunmuştur. Nitekim yasalar, kanunlar ve kurallar baskıcı düzenin sağlanması için gerekli olan bir araç değildir ona göre.  Yasalar ahlaki erdemlerin geliştirilmesine yönelik hareket etmesi bakımından görevini yerine getirmektedir. Farklı anayasalar farklı toplumlar için uygulanabilir ve farklı erdemlerin o toplumlarda gelişmesine imkan tanıyabilir fakat burada anayasaların doğru mu bozulmuş mu olması bakımından önemli olan kriteri onların kimin amacına ve faydasına hizmet ettiğidir. Öyle ki insan hem hükmetme hem de hükmedilme süreçlerine katılmalıdır ideal yasalarda.

Aristoteles’e göre monarşi, aristokrasi ve kendi formüle ettiği “politeia” hem yönetenlerin hem de yönetilenlerin çıkarına hizmet ettiği için “iyi” bir yönetim biçimi olabilecekken bunların yozlaşmış formları olan tiranlık, oligarşi ve demokrasi ise sadece bir sınıfın (rulers) çıkarına hizmet ettiği için “kötü” bir yönetim biçimleridir.

 

Kaynaklar

The Republic

Crito and The Apology

The Laws

The Ethics of Aristotle

Political Thinkers: From Socrates to the Present, David Boucher and Paul Kelly

Avatar photo

Enes Bera Koşar

Istanbul Medeniyet Univ. Political Sciences Balkan Studies eneskosar00[at]gmail.com


Geribildirim

Mail adresiniz gizli kalacaktır.


Biz Kimiz?

Gayemiz, asırlardır mirasçısı olduğumuz medeniyetin gelişimine katkı sağlamak adına kurduğumuz ilim halkasındaki ilmî faaliyetleri geniş kitlelere ulaştırmaktır.

Cemiyetimizde, genç ve hareketli yazar kadromuz ile Siyaset, Hukuk, Ekonomi, Sosyoloji, Edebiyat ve Tarih gibi ilmî alanlarda gerek akademik gerekse de gündeme ilişkin yazılar kaleme alınmaktadır.


İletişim


Küçük Çamlıca Mahallesi, Filiz Sokak, No:3
Üsküdar/İstanbul