MODERN YURTTAŞLIK VE MİLLİYETÇİLİK BAĞLAMINDA ASABİYET KAVRAMI VE İBN HALDUN’DA DEVLETİN OLUŞUMU | İlim ve Medeniyet

MODERN YURTTAŞLIK VE MİLLİYETÇİLİK BAĞLAMINDA ASABİYET KAVRAMI VE İBN HALDUN’DA DEVLETİN OLUŞUMU

Özet

Bu makalede Abdurrahman İbn Haldun devlet, toplum, aile, fert anahtar kelimeleri bağlamında kendisine ait olan asabiyet ve umran kavramları çerçevesinde değerlendirilecektir. Ele aldığı konular bakımından aşağıdaki sorulara cevap aranacak olan bu makale online, basılı, görsel içeriklerden ilham alınarak oluşturulmuştur.

Devletlerin bazı dönemlerde yükselmesi ve bazı dönemlerde siyasi bunalımlar geçirmesinin sebepleri nedir? Bazı toplumlarda siyasi olarak daha başarılı bir yapı hakimken bazı toplumlarda neden bu böyle değildir? Siyasi organizasyon ebedi midir yoksa sonlu mudur? Umran ve asabiyet nedir? Modern vatandaşlık, milliyetçilik gibi kavramlar nedir ve ne zaman ortaya çıkmıştır? Bu iki fenomen ile asabiyetin ortak noktaları var mıdır? Devletin oluşumu teorisinde asabiyetin rolü nedir?

Anahtar Kelimeler: umran, asabiyet, bedevi-hadari asabiyet, nesep-sebep asabiyeti

Giriş

Tarih felsefesi ve sosyolojinin kurucusu olarak kabul edilen ve 14. Yüzyılın ender şahsiyetlerinden olan Abdurrahman İbn Haldun (1332-1406) Tunusludur (Mağrib / المغرب). Günümüzde Sevilla adı ile anılan İşbiliye’deki önemli kabilelerden olan Haldun soyuna mensuptur. Büyük dedesi siyasi olarak sarayın iç hizmetleri yöneticisi (hâcib / حاجب) konumuna kadar yükselmiş ve sonrasında kendisini ibadet hayatına vermiştir. Babası ise ilim, eğitim ve öğretimle meşgul olmuştur. İbn Haldun’un ilk öğretmeni babası Muhammed’dir. Dolayısıyla yetiştiği siyasi ve içtimai ortam onun kişiliğinde önemli bir faktördür.[1]

Lübâbü’l-Muḥaṣṣal fî uṣûli’d-dîn, Şifâʾü’s-sâʾil li-tehẕîbi’l-mesâʾil, Kitâbü’l-ʿİber (Kitâbü Tercemâni’l-ʿİber) adlarında üç tane eseri ile meşhurdur. İsmi yazarından meşhur olan ve genelde müstakil bir eser olarak düşünülen Mukaddime aslında el-ʿİber’in birinci kitabı ve önsözdür. Zaten mukaddime (مقدمة) kelime kökeni itibariyle arapça olup önsöz, giriş mahiyetindeki yazı, önyazı gibi anlamlara gelmektedir.

Müstesna bir kişilik olan İbn Haldun asırlarca saklı-üstü kapalı bir hazine olarak kalmıştır. Cemil Meriç Umrandan Uygarlığa kitabında İbn Haldun için “Orta çağın karanlık gecesinin öncüsü olmayan muhteşem ve münzevi yıldızı” ifadesini kullanmıştır. Yine kendisi için “5 asırdır ümmeti olamayan bir peygamber” ifadesi İsâvi tarafından kullanılmıştır. Batıda eski zaman şarkiyatçıların çalışmalarına konu olan İbn Haldun artık ait olduğu din ve kültür havzasında da bilinir olmaya başlamıştır.[2] Önceleri İbn Haldun ile ilgili oryantalist temelde yapılan okumalar ve çalışmalar olsa da günümüzde daha çok sosyal ve beşerî bilimcilerin ciddi çalışma sahalarına konu olmuştur. Nitekim; “son zamanlarda İbn Haldun’u anlamaya yönelik çabaların basit oryantalist merakı aşan bir yönü vardır.”[3]

Umran, Asabiyet ve Devletin Oluşumu Üzerine

İbn Haldun’un düşünüşünde iki önemli kavram ile karşılaşırız. Umran ve asabiyet. Ona göre umran, toplumsal yaşamı içeren imar ve bayındırlık da dahil olmak üzere sanat, ilim, kültür ve medeniyet gibi alanları kapsayan bir fenomendir. Bu bağlamda umranın insan elinin dokunabildiği her alanı kapsayan geniş bir yaşam alanı vardır.

Umran İbn Haldun’a göre iki çeşittir: bedevi umran ve hadari umran. Bedevi; göçer, kurumsallaşmamış ve insan ilişkilerinin birebir olduğu daha ilkel ancak duyguların daha belirgin ve sağlam olduğu yaşam tarzı anlamına gelmektedir. Hadari ise yerleşik hayat ile kurumsallaşmış bir hayat tarzını ifade etmektedir. Hadari olan müesses bir formda kurum-insan ilişkilerinin ortaya çıktığı ve bilim, sanat, ticaretin geliştiği; şehirlerin oluşturulduğu bir kapsamda değerlendirilebilir. İş hayatında ise uzmanlaşmayı ve profesyonelliği getiren yerleşik hayat bu konuda da bedevi tarzdan ayrılmaktadır. Bu anlamda daha çok resmiyet ve göstermelik duyguların ön plana çıktığı gözlemlenebilir. “Bedevi umran, tarıma dayalı toplumları, hadari umran ise lüks üretim ve tüketime dayanan toplumları ifade etmek amacıyla kullanılmaktadır.”[4] Bedevi-hadari insan tipi ve hayat tarzı konusu başka bir makalenin konu başlığı olabilir. Bu kadarı ile yetiniyorum ve umran bağlamında asabiyete giriş yapıyorum.

Bedevi umran daha çok kan bağı üzerinden kurulan ilişki biçimlerini ortaya koymaktadır. Modern insan arka planı ile düşündüğümüzde daha çok ilkel formların ön planda olduğunu söyleyebiliriz. İbn Haldun’a göre devleti oluşturan şey asabiyettir. Yani aslında devletin temel yapısı ve oluşumu asabiyetten gelmektedir. Ona göre asabiyet genel anlamda kan bağı etrafında bireylerin örgütlenmesi ve kuvvet kazanması demektir. Böylece fertler yaşamını devam ettirecek motivasyona sahip olurlar. Bu anlamda asabiyetin fıtri bir bağ olduğunu söylemek yanlış olmaz. Arnason ve Stauth’un ifadeleriyle asabiyet “İbn Haldun’un en tercüme edilemez terimi”[5] olsa da bu şekilde kısaca özetlemek mümkündür.

Devletin oluşumu nesep asabiyetine göre şekillenir. (bir sonraki paragrafta bu konudaki sınıflandırma incelenecektir) Asabiyette ise bedevi umranın çok güçlü olduğunu görmekteyiz. Bu tarz bir nesep asabiyetinde bireylerin son derece fedakâr, cesaret sahibi ve atılgandır. Yardımlaşma ve birebir ilişkilerde önem arz eden diğer hasletlerin ön plana çıktığı nesep asabiyetinde bireyler içinde yaşadığı toplum için canını vermekten geri durmaz.

İbn Haldun asabiyetin iki çeşit olduğunu belirtir: nesep asabiyeti ve sebep asabiyeti. Nesep asabiyeti saf insan doğasının olduğu kavme dayalı asabiyet olarak kodlanabilir. Sebep asabiyeti ise inanca dayalı olan türdür. Burada insanları bir arada tutan amaçlar ve yerine göre çıkarlar ön plandadır. Örneğin bir x ülkesi sınırları içinde yaşayan y, z, p, q milletlerinin t gibi bir ideal-hedef etrafında birleştiği gibi. (t: din, devletin ve milletin uluslararası arenadaki çıkarları, birlik ve beraberlik dürtüsü gibi…). Bu durumda nesep-kavmi asabiyetten ziyade belki de nesep asabiyetini de içinde barındıran sebeplerden müteşekkil bir asabiyete geçildiğini görürüz. Yine bu durumda toplumdaki motivasyonu ayakta tutmak için yönetici sınıfının belli başlı “vazgeçilmezler” üretmesi gerekebilir.

Ek olarak nesep asabiyeti ile temel nosyonu şekillenen devletin nihai formunu (kemale ermiş, medenileşmiş, hadari olan halini) sebep asabiyetinde bulmak mümkündür. Zira devlet “merkezi” bir örgüt yapısına sahip, kurumları olan ve bunları sürdürebilmek için (aşağıda devletin ömrü ile ilgili açıklamalar yapılacaktır) çeşitli sebepler üreten bir organizasyondur.

Asabiyetin sınırlı olup olmadığı yani hangi dereceye kadar bu bağın korunacağı sorusu gündeme gelmektedir. Bu anlamda “Mukaddimenin bütünü göz önüne alındığında asabiyet doğuracak hissiyatın oluşabileceği en geniş grupta son bulacağı”[6] söylenebilir. Nesep asabiyetinde bu daha çok sınırlıdır. Ancak sebep asabiyetinde bunun sınırları durum ve şartları göz önüne alarak genişletilebilir. Örneğin, ulus devletlerin özünde var olan millet kavramı içinde ne derecede bir asabiyetin kurulabileceği, sınırlarının genişliği ve kapsayıcılığı (hiçbir devletin tümüyle homojen bir vatandaş profiline sahip olamayacağı varsayımından hareketle)) yukarıda ele alınan sebep asabiyetinden hareketle açıklanabilir. Yani sınırların genişliği nasıl bir ülkünün belirlendiği ve bu ülkünün vatandaşları ne kadar ilgilendirdiği ile ilgilidir.

Devletin oluşumu bakımından bir değerlendirme yaptığımız zaman, asabiyetin bedavette ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Bedavet ise bir anlamda mağduriyet şartlarıdır. Bunu bu şekilde kabul edilirse nesep asabiyetinden sebep asabiyetine geçiş rahatlıkla anlaşılabilir. Zira insanları çeşitli sebeplerle bir araya toplayan, örgütlenmelerini sağlayan, şehirler kurmalarına vesile olan olgulardan belki de en önemlisi beraber olmak/beraber kalmaktır. Nitekim tarihin çeşitli dönemlerinde yapılan soykırımların, kurbanlarını sebep bakımından bir araya getirdiği görülmüştür.

“İbn Haldun’a göre asabiyetin nihai gayesi mülktür.”[7] Böyle bir değerlendirme devletin oluşumunda ön plana çıkmaktadır. Hangi tarihsel arka plana sahip olursa olsun devletlerin kurulma, yükselme ve yıkılma ilkeleri hep aynıdır. İbn Haldun devletlerin varlığını biyolojik bir perspektiften inceler. Buna göre asabilerin kurduğu devletler doğar, yaşar ve ölürler.[8] Bu süreçlerin lüks ve refaha düşkünlük ve asabiyetin azalması-yok olması gibi faktörlere göre uzayıp kısalması olasıdır. Ancak genel itibariyle devletin ömrü üç dönemdir. Birinci dönemde yer alanlar asabiyet sahipleri ve savaşçı olanlardır. İkinci dönemdeki insanlar atalarının gösterdiği kahramanlıklara şahit olanlardır. Üçüncü dönem ise refah içinde olanların yer aldığı dönemdir.

İbn Haldun’a göre devletlerin kurulmasında yaşanan coğrafyanın büyük etkisi vardır. Sıcak iklimde yaşayan insanlar devlet kuramazlar. Zira onlar mizaçları gereği gevşek bir yapıya sahiptirler. Devlet kurmak uzun vadeli planlar gerektiren bir süreç olduğundan soğuk bölge insanları bu anlamda çok daha avantajlıdırlar.

Geleneksel algıda kapsayıcı ve birlik-beraberlik gibi unsurlardan ziyade kabile örgütlenmesinin bir enstrümanı olarak anlam bulan asabiyet kavramı dışlayıcı bir mahiyettedir. Bu durum devlet organizasyonu gibi büyük çaplı girişimleri engeller. Başka bir deyişle “geleneksel anlamda asabiyet kabile içi toplumsal bütünlüğü pekiştirirken kabileler üstü bir birlikteliği imkânsız kılar”[9]. Yani devletin oluşumunda asabiyetin rolü incelendiğinde geleneksel olan değil İbn Haldun’un asabiyeti kastedilmektedir.

Özetle İbn Haldun’a göre bir devletin varlığı (devleti asabiyet kurar ancak lüks olgun bir devletin nişanesidir) için gerekli olan lüks aynı zamanda o devletin siyasi bunalımlara girmesine ve zamanla çökmesi için de en büyük sebeptir. Çünkü lüks beraberinde israf getirir. Devletin refah içinde olduğu dönemde yeni arzular ortaya çıkar. Bu, “ihtiyaç” kavramının tanımını değiştirir ve arzular ihtiyaçların kendisi gibi görünür. En nihayetinde rüşvet ve torpil gibi yolsuzluklar baş gösterir ve devlet artık yok olmaya başlar.

Modern Yurttaşlık ve Milliyetçilik Kavramları Üzerine

Siyaset ile ilgili algıların zamanla değişmesi ve dönüşmesi yeni paradigmalar ortaya çıkardı. Örneğin klasik dönem boyunca iyi toplum ideali ile var olan siyaset bilimi ahlak düşüncesinin bir alt birimi olarak düşünüldü. Modern dönemde yeni kavramların ve olguların ortaya çıkmasıyla birlikte siyaset bilimi klasik anlamını yitirdi ve iyi toplum ideali de bir “ideal” olarak görülmeye başlandı. Yani siyaset ahlaki temelden arındırıldı. “Siyaset artık gözle görünür, etkileri ve değerleri ölçülebilir maddi kurumsal mekanizmalara indirgendi.”[10]

Meşruiyetin kaynağının hükümdarın şahsı ya da din olduğu dönemde var olan devlet algısının değişmesi ve dönüşmesiyle birlikte ortaya çıkan olgulardan biri de milliyetçiliktir. Daha önce var olan metafizik unsurların yerini artık millet, demokrasi ve kurumlar fikri almıştır. Bu anlamda devletin meşruiyeti bir bakıma değişmiştir. Milliyetçilik ve modern vatandaşlık algısı da bu dönemin bir ürünüdür.

Modern Yurttaşlık, Milliyetçilik ve Asabiyet

Kolektif yaşam adına milliyetçiliğin bir anlamda devletin kendini oluşturan ulusun dışında diğer unsurlara da yer vermesi ve Türkiye örneğinde olduğu gibi birlik ve beraberlik olgusu sebep asabiyeti ile benzerlik kurulabilir. Bu konuda milliyetçiliğin türlerinin incelenmesi gerekir ve belki aşırı sağ olanların herhangi bir korelasyonu olmadığı tespit edilecektir.

İbn Haldun’un terminolojisindeki asabiyet, milliyetçilik demek değildir. Ancak ortak noktaları itibariyle milliyetçiliğin bazı formlarının asabiyete benzediği söylenebilir. Çünkü “milliyetçilik bir anlamda kalpleri ve zihinleri ortak bir amaç için birleştiren ve insanları kolektif siyasi eyleme yönelten bir dinamiktir.”[11] Ancak milliyetçiliğin modern bir söylem, asabiyetin ise siyasi tarihin ve olayların motoru olduğunu unutmamak gerekir.

Asabiyetin modern vatandaşlık ile bazı noktalarda korelasyonu vardır. Zira her ikisi de bireyi vatandaş, yığınları da amaçları olan toplumlara dönüştürmesi bakımından ortaktır. Diğer bir ortak nokta ise vatandaşlığın bir etkinlik olması bakımından “aynı haklara ve yükümlülüklere sahip olan kişiler bir araya gelerek kendi siyasi birliklerini yaratırlar. Yani vatandaşlık ortak bir kimliktir.”[12] Bu durum ortak bir birliktelik oluşturması bakımından asabiyet ile benzer olarak düşünülebilir. Farklılık olarak ise modern vatandaşların siyasi hakları adına etki altında kalabilecekleri söylenebilir. Asabiyetin yerleştiği bir toplumda ise bireyler harici faktörlerin etkisinde kalmaz.

Son Değerlendirme

Teknolojinin son dönemdeki manevrasıyla beraber küreselleşme çok hızlı bir şekilde arttı. Bu durumda birebir-yüz yüze ilişkilerin sanal gerçekliklere terk edildiği yeni bir olgu ile karşı karşıyayız. Modern yurttaşlık, milliyetçilik ve asabiyetin de bu anlamda yeniden değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Daha önce asabiyet bahsinde ele alınan ve coğrafi olarak değerlendirdiğimiz sebep asabiyeti yerini coğrafya olmadan sanal birlikteliklere bırakmıştır. Yeni ilişki tiplerinin ortaya çıktığı bu dönemde insanlar hiç tanımadığı (yani klasik anlamda sebep olarak bir bağ kuramayacağımız) bireylerle ortak bir ülkü için klavye başına geçmektedir. Bu ülkünün realitesi yani bu bireylerin gerçek anlamda bir birlikteliğe sahip olup olmadıkları elbette sorgulanabilir. Ancak sosyal medya aracılığıyla birbirine uzak coğrafyalardan propaganda yaparak kitleleri harekete geçirmek mümkün ise bu olgu yeni araştırmalara açık demektir. (Çok basit bir örnek ile pandemi döneminde İstanbul’da yaşayan biri Türkiye’de sağlık çalışanlarının belli vakitlerde alkışlanmasını sosyal medya ile Londra’da duyurup ilgili kitleyi harekete geçirebilmektedir).

Kaynakça

[1] İslam Ansiklopedisi, “İbn Haldun”, 4.16.2023, https://islamansiklopedisi.org.tr/ibn-haldun

[2] Batı’da ilk olarak 1810 yýlýnda Ibn Haldûn’un Mukaddime’sinin bazı bölümleri şarkiyatçı Silvestre de Sacy tarafından yayımlanmıştı. Bk. M. Mahmoud Rabi, The Political Theory of Ibn Khaldun (Leiden: E. J. Brill, 1967), s. 1.

[3] Akif Kayapınar, İbn Haldun’un Asabiyet Kavramı: Siyaset Teorisinde Yeni Bir Açılım, sf. 84

[4] Polat, S. & Aktaş Polat, S. (2016). BEDEVİ ÜMRANDAN HAZERİ ÜMRANA GEÇİŞ: BOŞ ZAMAN KÜLTÜRÜNE BİR BAKIŞ . Kastamonu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi , 12 (2) , 572-583 . Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/iibfdkastamonu/issue/29623/318162

[5] J. P. Arnason-G. Stauth, “Civilization and State Formation in the Islamic Context: Re-reading Ibn Khaldun”, Thesis Eleven, 76/2 (2004), s. 33.

[6] Akif Kayapınar, İbn Haldun’un Asabiyet Kavramı: Siyaset Teorisinde Yeni Bir Açılım, sf. 90

[7] İbn Haldun, Mukaddime, I, 450.

[8] Araf Suresi 34. Ayet’e referans söz konusudur.

[9] Nitekim İbn Haldun’un, bedevi Arapların ancak dinî bir inanç sayesinde kabile merkezli ayrışmayı aşarak bir araya gelebileceklerini ve ancak o zaman mülke erişebileceklerini belirtirken işaret ettiği gerçek budur. Bk. İbn Haldun, Mukaddime, s. 472.

[10] Akif Kayapınar, İbn Haldun’un Asabiyet Kavramı: Siyaset Teorisinde Yeni Bir Açılım, sf. 113

[11] Akif Kayapınar, İbn Haldun’un Asabiyet Kavramı: Siyaset Teorisinde Yeni Bir Açılım, sf. 110

[12] KOCK, Christian/ VILLADSEN, Lisa S. : Rhetorical Citizenship: Studying the Discursive Crafting and Enactment of Citizenship, Citizenship Studies (2017), Vol.21, No.5, ss. 570-586, s. 570

Enes Bera Koşar

Avatar photo

Enes Bera Koşar

Istanbul Medeniyet Univ. Political Sciences Balkan Studies eneskosar00[at]gmail.com


Geribildirim

Mail adresiniz gizli kalacaktır.


Biz Kimiz?

Gayemiz, asırlardır mirasçısı olduğumuz medeniyetin gelişimine katkı sağlamak adına kurduğumuz ilim halkasındaki ilmî faaliyetleri geniş kitlelere ulaştırmaktır.

Cemiyetimizde, genç ve hareketli yazar kadromuz ile Siyaset, Hukuk, Ekonomi, Sosyoloji, Edebiyat ve Tarih gibi ilmî alanlarda gerek akademik gerekse de gündeme ilişkin yazılar kaleme alınmaktadır.


İletişim


Küçük Çamlıca Mahallesi, Filiz Sokak, No:3
Üsküdar/İstanbul