İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Zeytûne Camii: Kuzey Afrika’nın Sessiz Kuruluşu
Bir cami düşün ki, çöl rüzgarlarıyla beslenmiş, Akdeniz’in tuzunu taşlarında taşımış, bir kıtanın kalbine kendi sessiz adımlarıyla inmiş olsun. Zeytûne Camii, yalnızca Tunus’un değil, Mağrib’in ilk büyük nefesidir. Öyle bir nefes ki, ardından medeniyet doğmuş, şehir kurulmuş, ilim yürümüş, ve bu yürüyüşte taşlar dile gelmiştir. O taşlar, yorgunluk değil, istikrar konuşur. Süs değil, ses üretir. Çünkü Zeytûne, bir gösteri değil; bir yerleşme iradesidir.
İslam dünyası Doğu’dan Batı’ya yürürken, Mısır’dan sonra ayağını ilk sabitlediği topraklar Kuzey Afrika’dır. Ve burada kurulan ilk büyük şehirlerden biri olan Tunus, merkezine camiyi yerleştirerek, aslında bir tercih değil; bir medeniyet kararı almıştır. Şehir caminin etrafında örülmüş, çarşılar onun gölgesinde büyümüş, sokaklar onun yönüne göre kıvrılmıştır. Zeytûne Camii işte böyle bir yapıdır: sadece ibadet için değil, şehri kurmak için inşa edilmiştir1.
Caminin isminin “zeytin”le anılması, boşuna değildir. Zeytin ağacı Kur’an’da barışın, sükûnun, ışığın sembolüdür. Bu cami de aynı kavramlarla örülmüştür. Taşları ağır, ama huzurludur. Avlusu geniş, ama gösterişsizdir. Yapı ilk haliyle 8. yüzyıla tarihlenir; Emevîler’in ardından gelen yerel yöneticiler tarafından genişletilir, güçlendirilir. Ama yapı ne zaman yenilense de, ilk sadeliğini korumayı bilmiştir. Çünkü bu sadelik bir yokluğun değil; bir ahlakın ürünüdür.
Zeytûne Camii yalnızca bir mimari merkez değil, aynı zamanda bir ilmî kaleydi. Kurulan medrese, yüzyıllarca Kuzey Afrika’nın entelektüel damarını besledi. Kur’an ilimleri, dil ve edebiyat, astronomi, fıkıh... Hepsi bu yapıdan yayıldı. Ve bu yayılışta mimarinin rolü büyüktü. Çünkü bina, içe kapalı değil; dışa açılan bir yapıya sahipti. Revakları halkaya benzerdi; bilgiyi saklamaz, dolaştırırdı. Cami, bilgiyi yukarıdan aşağıya değil, omuz omuza aktarırdı. Ve bu yüzden Zeytûne, sadece bir eğitim kurumu değil, bir halk üniversitesi gibiydi2.
Mimari öğelerine gelince: Kalın sütunlar Roma’dan devşirilmiştir, başlıklar Bizans’tan ilham almıştır, ama plan İslamîdir. Bu cami, başka kültürlerden taş alır ama o taşları kendi anlamına yerleştirir. Zeytûne’de her şey ödünç alınmıştır ama her şey yeni bir ruhla yoğrulmuştur. İşte bu yüzden cami, Mağrib’in ilk sentez mimarisidir. Ve bu sentez, hiçbir zaman bir melezlik değil, bir bilinçli aidiyet yaratır. İslam mimarisi, burada hem yerli hem evrensel olmayı başarır.
Bugün camiye baktığında sade bir yapı görürsün. Büyük kubbeler yoktur, dramatik yükselişler yoktur, mozaikler parlamaz. Ama bir denge hissedersin. O denge, mimaride değil; huzurda saklıdır. Zeytûne Camii sana yüksek sesle konuşmaz, ama susarak düşünmeni ister. O yapıya girince başını kaldırmak zorunda hissetmezsin; çünkü yapı seni aşağılamaz. Secde için gelen birine kibirle bakmayan, ona yer açan bir mimaridir bu.
Yüzyıllar sonra kolonyalizm geldiğinde, şehir tahrip edildi, düzen parçalandı, yollar kesildi. Ama cami yerinde kaldı. Sanki bir taş değil de, bir karakterdi. Zeytûne, sadece bir bina değil; bir duruş oldu. Sessiz ama köklü. Gösterişsiz ama kararlı. Geriye ne kaldıysa, onun etrafında yeniden şekillenmeye başladı. Çünkü merkez hâlâ oradaydı.
Ve belki de bütün erken dönem İslam camileri içinde, Zeytûne’nin en özel yeri buradan gelir: O, gücün değil; sürekliğin camisidir. Ne saray gölgesinde yükselmiştir ne saltanat buyruğuyla. Halkla birlikte büyümüş, onunla birlikte yaşlanmış, onunla birlikte direnmiştir.
Bugün o taşlara bakan biri, sadece tarihi değil, bir halkın sabrını görür. Ve o sabır, mimariden değil; secdeden doğmuştur. Çünkü bu caminin temelinde taş yoktur aslında; niyet vardır. Ve o niyet bozulmadıkça, cami hep yerinde kalır.
Alıntı
Yorum Yaz