İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Osmanlı’da Farsçanın Serüveni
Farisiden Arabi’den iki şehbal ister,
Ta ki pervaz-ı bülend eyliye enka-yı sohen
(Sünbülzade vehbi)
(Farsçadan ve Arapçadan iki kanat gerek, sözün ankasına yükselebilmek için)
Osmanlı’dan önce Anadolu’da Farsça kendisine güçlü bir konum elde edebilmişti. İranlı şairler ve ilim adamları büyük bir itibar görüyordu. Bunların önemli bir kısmıda Tebriz bölgesinden olduğu anlaşılmaktadır. Mevlana’nın türbesini yapanlar arasında ve Tac Mahal’i yapan ustalar arasında da İranlı ustalar bulunmaktaydı. İran bugün de ayrıca ince el işçiliği yapmakta ustadır ve önemli oranda el sanatları gibi ince işçiliğe sahiptir. Bunun hiç şüphesiz tarihten geldiğini düşünebiliriz. Tebriz’in de İran ve Anadolu tarihinde önemli bir görev ifa ettiğini düşünmekteyiz.
İranlılar Sasanilerden beri devlet yönetimine aşina idiler. Dilleri Farsçada halkın kolay anlayabildiği ve ilim adamlarının kolay öğrenebildiği bir dil idi. Arapça zamanla Farsçayı da tahtından edecekti. Bunda İran’ın şiiliği benimsemesinin de etkili olabileceğini düşünmekteyiz. Çünkü Osmanlı’da Farsçanın gerileme dönemi Yavuz dönemine rastlamaktadır. Bu dönemde ayrıca Arap coğrafyası fethedilmiş ve Arapça, yavaş yavaş Farsçanın yerini almaya başlamıştır. Şah İsmail’in katı mezhepçi politikaları da İran’daki Farsça konuşan ehl-i sünnetin Anadolu’ya ve Hindistan’a kaçmasına sebep olmuştur. Bu da İran’ı kısırlaştırmış ve Anadolu’yu ilmi bakımdan zenginleştirmiştir. Bu yazıda Farsçanın Osmanlı topraklarındaki serüvenine göz atılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Farsça, Anadolu, Osmanlı, Fatih Sultan Mehmet, Kanuni, Edebiyat, Tasavvuf
Selçuklular ile birlikte Farsça Anadolu’da çokca yaygınlaştı. Türkler nereye giderse Farsçayı oraya götürüyorlardı. Anadolu’ya gelince bölgeye Farsçayı da getirdiler. Hindistan’a gidince Farsçayı oraya da götürdüler. Ayrıca yine Balkanlara da Türkler sayesinde Farsça yayılmış oldu. Dolayısıyla Farsça gelişmesini ve ilerlemesini büyük oranda Türklere de borçludur. Selçuklular döneminde o kadar Farsça’ya sahip çıkılmıştı ki bu Selçukluların İranileşmesine sebep oldu. İran’da moğol dönemindeki katliamdan kaçan İranlılar Anadolu’ya geldi. Zamanla bu topraklarda tasavvuf yaygınlaştı. Şah İsmail döneminde katı mezhepçi baskılar sonucu bölgeye göç edenler yine Farsçanın revaç bulmasına sebep oldular. Arap toprakları fethedilince Arapça ivme kazandı. Balkanlarda yapılan Müslüman kıyımından sonra Anadoluya gelenler buranın Türkleşmesine ve Türkçenin yaygınlaşmasına sebep oldular. Şuan da güzel Türkçemiz inşAllah diğer dillerle beraber yaşamaya devam edecektir.
Selçuklular, Samanilerden İrani gelenekleri devralmışlardı. Ayrıca Abbasiler de Sasani geleneklerini devam ettiriyorlardı. İslam hızlı bir şekilde yayılmıştı ama buna uygun idari sistemler henüz gelişmemişti. Bu yüzden Sasani geleneklerini devam ettirdiler. Osmanlı daha sonra gelince Abbasilerin varisi olarak kendisini gördü. Hilafeti de kendisine kattı. Osmanlı döneminde Farsçanın yaygınlaşmasını temin eden güçlerden birisi de Hurufiler idi. Fatih’in de bir dönem hurufileri himaye ettiği söylenmektedir. Bu himayeyi bozan İranlı bir din adamı oldu. Fahreddin-i Acemi isimli İranlı bir fıkıhçı fetva vererek Hurufilerin baskı görmesini sağladı.
Birçok devlet adamı da Farsçayı himaye ediyordu. Bunlardan birisi 14. yüzyılın başlarında Sivas’ta hükümdarlık yapan Kadı Burhaneddin, Aziz-i Esterabadi’den dönemin olaylarını yazmasını istedi. O da eserinin başında Efendisine kitabı Arapça yazmak istediğini ancak efendisinin ona Farsça yazmasını emrettiğimi belirterek akabinde şu ifadelere yer verdi:
“...Fakat Rum ülkelerinde yaşayan halkın çoğunun Fars diline meyilli olması ve ona itibar etmesi, o belde sakinlerinin büyük bir kısmının Deri (Farsça) dilini konuşup anlaması, fermanların, menşurların, mektupların, muhasebe işlerinin, defterlerin ve diğer hükümlerin tamamının bu dilde kaleme alınması, herkesin aklının Fars nazmı ve nesriyle meşgul olması, bizi Farsça yazmaya yöneltti.
Bütün bunlara dayanarak, her halükarda geçerli olan onun fermanı, kitabın bilgilerinden sıradan ve seçkin kimselerin faydalanması, menfaatlerinden herkesin pay sahibi olması için bunun Farsça yazılması, bu güzel incinin Deri dilindeki cümlelerin ipine dizilmesi yönünde çıktı.”
Anadoluya Rum ülkeleri denilmektedir. Erzurum şehri arz-ı Rum kelimesinden türetilmiştir. Mevlana da Mesnevisini Farsça yazmış ve Farsça şiirler söylemiştir. Anadolu da beş dil konuşulmakta idi. Bunlar Türkçe, Arapça, Farsça, Ermenice ve Rumca idi.

1905 yılına ait çok dilli bir takvim
Fatih İstanbul’u binbir türlü zorluklarla fethetti. Fatih çocukken gemileri havadan uçurmayı düşünüyordu. Allah, Ona gemileri karadan yürütmeyi nasip etti. Yavuz Bahadır Hocamızın deyimiyle eğer imkansızı hayal edersek ve bunun peşinden samimi ilerlersek, Allah mümkün olanı bize verir. İstanbul’u fethettikten sonra Fatih, şu Farsça cümleyi söylemiştir.
“Bûm novbet mîzened ber tarem-i Efrasyab
Perdedâri mîkoned der kasr-i kayser ankebut”
(Baykuş, Efrasyab’ın kubbesi altında nöbet tutarken, örümcek de kayserin kasrında perdedarlık ediyor.)
Fatih Sultan Mehmet bu şiirlerini Avni mahlasıyla yazıyordu. 2. Bayezid’de Farsça şiirler yazan sultanlardandı. İran’da Câmi isimli şair ile görüşüyor ve ona hediyeler gönderiyordu. Bir diğer Farsça şiirler yazan kişi Cem Sultan idi. Cem Sultan Avrupa topraklarında sürgün bir halde şiirler yazıyordu. Farsça yazdığı divanında hatalar bulunduğu zikredilmektedir. Büyük ihtimalle eğitimi yarıda kalmışta olabilir. Farsçanın üst kültür dili olma özelliği devam ediyordu bu dönemde de. Cem Sultan şiirlerinde Hafız’ı taklit etmiştir.
|
Orijinal Beyit (Osmanlı Türkçesi) |
Günümüz Türkçesiyle Anlamı |
|
Can dimağına irüp bûy-i vatan |
Canımın beynine (ruhuma) vatan kokusu ulaştığında, |
|
Dil diler kim görine rûy-i vatan |
Gönül ister ki, vatanımın yüzü (manzarası) görünsün. |
|
Çeşmey-i Hayvan'dan iy dil hoş durur |
Ey gönül! Ab-ı Hayat (Hayat Suyu) çeşmesinden bile daha hoştur, |
|
Ben garîb üftâdeye cûy-i vatan |
Benim gibi gurbette düşmüş, zavallı birine vatanımın deresi (su yatağı, akarsuyu). |
|
N'ola can istesem çün yeg durur |
Canımı istesem ne olur ki? Çünkü daha değerlidir, |
|
Bâğ-ı cennetden bana kûy-i vatan |
Cennet bahçelerinden bile bana vatanımın sokağı (mahallesi). |
|
Gönlüm eyler da'imâ anı taleb |
Gönlüm her zaman onu (vatanı) talep eder (ister), |
|
Bend olaldan bana gîsûy-i vatan |
Bana vatanımın saçları (güzellikleri, hatıraları) bağ olduğundan beri. |
|
Hürrem olup Cân-ı Cem irdi safâ |
Cem'in ruhu sevinçle dolup huzura erdi, |
|
Dil sabâdan alalı bûy-i vatan |
Gönül, saba rüzgarından vatan kokusunu aldığı anda. |
Cem Sultan’ın vatan hasretiyle yazmış olduğu bir şiir
Cem Sultan’ın hüzün dolu şiirlerinden birisi budur. Vatan sevgisini iliklerine kadar hissetmiştir Cem Sultan. Osmanlı’nın özellikle ilk sultanları Cem Sultan gibi Arapça ve Farsça bilirlerdi.
Yavuz Sultan Selim’in de Farsça divanı vardı. Döneminde Arap toprakları ülkemize katılmıştı ve Şah İsmail ile bir savaş yapıldı. Şah İsmail, katı şiilik politikaları gütmeye başlayınca İran’dan birçok şair Anadolu’ya ve Hindistan’a kaçtılar. Yavuz Sultan Selim Farsça şiirler yazarken Şah İsmail ise Türkçe şiirler yazıyordu. Yavuz Sultan Selim’den sonra ve özellikle Arap topraklarının fethedilmesiyle Osmanlı topraklarında Arapça öğrenimi hız kazanmaya başladı.
Şah İsmail ve Safeviler döneminde Farsça ve İran’da edebiyat gerilemeye başladı. Mezhebe yönelik eserler üretiliyor ve diğer alanlar atıl kalıyordu. Şairlerin de Anadoluya göçmesi İran’ı dil ve edebiyat alanında geri bırakıyordu. İran, tarihte dört büyük göç olayı yaşamıştı. Bunlardan üç tanesinin sebebi dini idi. İlkinde Abbasiler, Sasani topraklarını ele geçirmiş ve Zerdüştler, Hindistan’a kaçmıştı. İkincisinde Moğol saldırılarından dolayı göçler olmuştu. Üçüncüsünde Şah İsmail’in baskıları sonucu Ehl-i Sünnet İran’dan ayrılmıştı. Dördüncüsü ise Humeyni ile birlikte İslam devrimi dolayısıyla göç eden sekülerler ve azınlıklar olmuştu. Bu İran tarihindeki en büyük dört göç olayı idi.
Yavuz Sultan’ın Farsça divanı 1904 yılında 2. Wilhelm’in emriyle Paul Horn tarafından yayınlandı. Osmanlı’nın en çok toprak fetheden padişahı Yavuz idi ve sadece 8 yıl iktidarda kalmıştı. Farsça yazdıkları şiirler, Türkçe yazdığı şiirlerden çok daha fazlaydı.

Paul Horn tarafından yapılan baskının bir görseli
“Şiirlerinde Kemâl’in inceliği, Hâce Hâfız’ın mana, fesâhat ve belâgatı, Hâce Hüsrev ve Hasan’ın etkileyiciliği en üst düzeyde birleşmişti.” Saray tabiplerinden Muhammed Kazvini, Yavuz hakkında böyle söylemektedir. Burada sayılan isimler ise Kemaleddin-i İsfahani, İranlı Hafız, Emir Hüsrev-i Dihlevi ve Emir Hasan-ı Dihlevi’dir. İkisi İran ile doğrudan bağlantılı iken ikisi de Hindistan’da yetişmiş önemli Farsça şairleridir. Bu isimlerle de bağlantılı olarak, Farsçadan çevrilen eserlerin çoğu tasavvuf ve ahlak ile alakalıydı. İran’ın edebiyatı da incelenirse onun kahramanlık ve tasavvuf edebiyatı olduğu anlaşılır. Tasavvuf o kadar işlemiştir ki büyük tasavvufçuları İran yetiştirebilmiştir. Dihlevi ve diğerleri bazı tarikatlara da mensuptu Hindistan’da. Çiştiyye gibi Güney Asya’nın en etkili sufi tarikatlerinden birisi Hindistan’da yayılma alanı buluyordu.
Tasavvufi eserler 15. yüzyıla kadar İran coğrafyasından yapılmaktayken, 15. yüzyıldan sonra Hindistan ve Afganistan bölgelerinden Nakşibendi tarikatinin eserlerinden tercümeler yapılmaya başlanmıştır. Necdet Tosun Hoca 15. yüzyıldan sonra İran’da yazılan eserler “yeterince yankı uyandıracak değerde bulunmamış ve tercümeye gerek görülmemiş” demektedir. Nakşibendi tarikatından yapılan tercümeler 19. yüzyıla kadar devam etmiştir. Nakşibendi tarikatine mensup olanların eserlerinin yayınlanması ise 15. yüzyıldan itibaren Nakşilerin Anadolu’da mesken tutmaya başlamış olmalarıyla alakalıdır. Bir de İran’da çok dikkat çekecek eserlerin yazılmaması sebep olarak gösterilebilir.
Yavuz’un şiirine bir örnek
یک لحظه نباشد که نگردد دل من خون
بر جان نفسی نیست که صد نیش ندارم
Gönlümün kanla dolmadığı bir lahza bile yok,
Her defasında yüz yara almadığım bir nefes bile yok.
Şu şiirlerin de Yavuz’a ait olduğu söylenmektedir.
Yavuz’un diğer bir şiiri ise aşağıdadır:
Vaktaki askerimle istanbul’dan çıkıp İran’a saldırdım,
Sufî İsmâil-i Safevî’nin tâcını melâmet kanına daldırdım.
Mısır valisi can u gönülden himmetimin kölesi oldu,
Böylece Yûsuf’un sancağını Mısır’da dalgalandırdım.
Irak mülkünden Hicaz mülküne doğru yola koyulunca,
Kazandığım başarının çengini zafer bezminde çaldırdım”
Osmanlı ve İran arasındaki gerginlikler Yavuz’un şiirlerine de yansımıştır.
Kanuni’de Farsça divan sahibi olan Osmanlı padişahlarındandır. Şiirlerinde muhibbi mahlasını kullanmıştır. Türkçe ve Farsça divan sahibidir. Kanuni’nin oğlu Bayezid de Farsça şiirler söylüyordu. Hala sarayda Farsça etkisini sürdürmeye devam ediyordu. Şiirlerinde Şahi mahlasını kullanıyordu.
Muhammed Emin Riyahi Hoca şu şiirlerini kitabına almıştır. Kendisi İran perspektifinden bu konulara bakmaktan geri durmamıştır. O dönemde Bayezid’in şiirlerini Osmanlı-İran düşmanlığı olarak niteler.
“dünya padişahlığı kılıcı bizim elimize geçerse,
Kahramanlık kılıcıyla fethederim dünyayı.
Kılıç darbesiyle Şah Tahmasb’ın başını vücudundan ayırır
Semerkand ve Buhara’yı kendi hükmüm altına sokarım.
Süleyman töresiyle talihim yaver giderse,
Kaf’dan Anka’ya kadar her yeri insücin ile emrim altına sokarım.
...”
Bayezid’in yukarıdaki satırlarından cihangirlik hedefinde olduğunu anlıyoruz.
14 ve 15. yüzyıllarda Osmanlı’da yazışma dili Farsça idi. Osmanlılara ve bölge yöneticilerine gönderilen mektuplar Farsça yazılıyordu. Mekke ve Mısır bize tabi olmadan önce mektuplar Arapça yazılıyor, tabi olduktan sonra ise Türkçe yazılıyordu.
Bugün de Farsça etkisini devam ettirmeye devam ediyor. Türker en çok şu üç şaire değer vermiştir. Sadi Şirazi, Hafız ve Câmi. Bunların eserlerine defalarca şerh yapılmış ve eserler defalarca basılmıştır. Bununla birlikte Safeviler ve Osmanlılar büyük bir rekabet içine girmişlerdi. Cumhuriyet dönemine kadar sıcak ilişkiler büyük oranda kurulamadı. Mahmud Gaznevi döneminde Şia kitapları yakılırken, Şah İsmail de Ehl-i Sünnet kitaplarını yakıyordu. Yavuz, “Kızılbaşlara” baskı uygularken, Şah İsmail de Ehl-i sünneti şiileştirmeye çalışıyor, şiileşmeyi reddedenlere eziyet ediyordu. Modern devletler öncesi dönemde en önemli şeylerden birisi toprak ve din yani mezhep idi. Her ikisi bugün de yaşamaya devam etmektedir.
Fars Edebiyatının Türk Edebiyatına Etkisi
Osmanlı şiirinde kullanılan ibareler Farsçada da kullanılıyordu: kaside, gazel, rubai, kıta, terciibend, mesnevi. Vezin çeşitleri ve kaiye kurallarına birbirinin aynısı idi.
16. Yüzyılın sonlarında vefat eden bir Osmanlı memurunun evinden şu eşyalar çıkmıştı: “Şahname, divan-ı hafız, Hülasa-i Hamse-i Nizami, Yusuf u züleyha, divan-ı sevdayi, Timurname, Hüsn ü dil, Nesayihü’l-mülük, Gazeliyat-ı selatin-i maziye...”Bunların isimleri Farsça idi. Ayrıca vefat eden kişinin elbiselerinin ismi de hep Farsça idi
Giysiler: Baranî, nimtene...
Banyo gereçleri, Destimal, peştemal...
Ev eşyaları: dulab-ı kuçek, carûb...
Binicilik gereçleri: esb, bârgir...
Bu şekilde o dönemde birçok ismin Farsça olduğunu görüyoruz.
Lakin bununla birlikte Türkçenin de Farsçayı etkilediği durumlar vardır. Osmanlı’nın son dönemlerinde İran’da da yenileşme hamleleri başlamıştı. Meşrutiyet gibi kelimeler İran’da da kullanılıyordu. Kanun-i esasi, meclis-i milli gibi ifadeleri de İran, Osmanlı’dan almıştır. Rıza Şah, Mustafa Kemal’in batılılaşma yolunda attığı adımlardan çokca etkilenmiştir. Sadece İran değil, Afganistan’da da Türkiye etkisi ilk dönemlerde görülmekte idi.
Roman, piyes ve Tiyatro yeni ilgi gören dallardı. Türkler, İranlılardan önce bu alanlarda tecrübe kazanmışlardı. İranlılar da bu alanlarda Türkleri taklit etmeye başladılar. Abdülhamit, kapanan Farsça gazetelerin yeniden açılması için maddi yardımda bulunuyordu. İran’ın Abdülhamit dönemindeki en büyük ediplerinden birisi Habib-i İsfahani’dir. Guzariş-i merdumgiriz isimli eserine, yazar Osmanlı’ya da yerleştiğinden Osmanlıca kelimeler girmiştir. En önemli ediplerini bu şekilde etkileyebilmişizdir. İranlı birçok yazar ve kalem erbabı da Osmanlıya son dönemlerde yerleşmeye başlamış ve etkilenmişlerdi. Bostan ve Gülistan gibi bazı eserlere o kadar güzel Türkçe şerhler yazılmıştı ki bu şerhler daha sonra tekrardan Farsçaya çevrildi. Necdet Tosun Hoca ayrıca Türkçeden Farsçaya çevrilen eserler 20. yüzyıla kadar “neredeyse hiç yoktur” demektedir.
Osmanlının son yıllarında Gazete gibi basın yayın ve matbaanın artışıyla birlikte yazılan eserlerde de bir çeşitlik görülmüştür. 20. yüzyıla kadar genelde Farsça şiir yazanlar (Osmanlı Sultanları da) Hafız ve Sadi gibi klasik şairlere özeniyordu. Gazete’nin çıkmasıyla Gazete’de modern tarzda yeni şiirler yazılmaya başlandı. Şiir bir de uzun bir süredir eleştiri ve siyasi amaçla da yazılıyordu. Bu yüzden zora düşen birçok kimse olmuştu.
Osmanlı’da en çok tartışılan dönemlerden birisi de “Lale Devri” idi. Lale devrinde Osmanlı’da israf had safhaya ulaşmıştı. Osmanlı sarayındaki insanlar sarayın dışına çıkmaya başlamıştı. Musiki ve sanat dallarında büyük bir sıçrama yaşanıyordu. Lale devrinde kullanılan kelimelere de gelin hep birlikte bakalım.Bu dönemde Gülâbdanlar, laledanlar ve revzenler kullanılıyordu. - dan eki, Farsça kökenli idi ve kap ve muhafaza anlamında araç-gereç bildiren ifade idi. Farsçada Kalem-dân anlamında kalemlik kelimesi kullanılır. Revzen kelimesi de Farsça idi.
Sonuç:
Osmanlı’da en son Farsça bilen padişahlardan birisi Abdülhamit idi ve Farsça gazetelerin de çıkmasını destekliyordu. Selçukluların, Samanilerden ve Abbasilerden miras aldıkları Farsça eğitimi Osmanlıda’da devam etti. Cumhuriyet döneminde bir süre İran’a dair kitaplar yasaklandı ve Farsça eğitimine ara verildi. Lakin günümüzde yoğun bir şekilde birçok üniversitede Farsça eğitimleri verilmektedir. Sadece İran üzerine çalışan İran Araştırmaları Merkezi (İRAM) dahi Ankara’da kurulmuştur. Son zamanlarda İran üzerine yazılan kitaplarda büyük bir artış gözlemlenmektedir.
Farsça, Türkçe ve Osmanlıcanın daha iyi anlaşılmasını sağlıyordu. Medreselerde, Sarayda, Enderun’da bu dil öğretiliyordu. Osmanlı 500 yıla yakın Enderun’da sadece Arapça ve Farsça öğretti. Osmanlı dağılırken de Fransızca bilim dili olarak geldi ve daha sonra İngilizce bilim dili olarak Türkçemizi etkilemeye devam etti. İngilizce karşısında güçlü durabilmek için Türkçemizi ayrıca güçlendirmemiz gerekmektedir. İngilizce, günümüzdeki Küresel Ortak Dil olarak bütün dillere nüfuz etmekte ve çoğunu çoğunlukla kendi lehine olacak şekilde etkilemektedir.
Kaynakça:
Aytaş, C. (2025, Kasım). Hristiyan Siyonizmi, Cam ve Billur Müzesi. Derin Tarih, (164).
Tokmak, A. N. (2015). Yavuz Sultan Selim’in dîvânında olmayan Farsça şiirleri. Doğu Esintileri, (3), 1–18.
Tosun, N. (2011). Osmanlı döneminde Farsçadan Türkçeye tercüme edilen bazı mühim tasavvufî eserler. Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, 12(27), 229–253.
Riyâhî, M. E. (2005). Osmanlı topraklarında Fars dili ve edebiyatı (M. Kanar, Çev.). İnsan Yayınları.
Yüksel, M. (2021). Sunuş: Osmanlı İmparatorluğu’nda Farsça süreli yayınlar. Kebikeç, 52.
Ozan Dur
Yorum Yaz