ORTA DOĞU VE DİLLER SERÜVENİM: FARSÇA 2

YABANCI DİL

Farsçayı nasıl öğrendim ve ne şekilde gayretler gösterdim. İşte benim hikâyem

Ortadoğu ve Diller Serüvenim Farsça 2

İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi’nin yabancı dil alanında bana çok katkısı oldu. Sınıfta ablalarımız ile birlikte Farsça bütün dersleri aldık. 2 yıl boyunca birlikte Farsça dersleri aldık ablalarımızla. Ablalarımdan birisi ile de İran’ı da beraber gezdik. Haftada çok az Farsça dersi olurdu. Ben dersten sonra gramerin oturması için bol bol okuma yapardım. Şehir Üniversitesi’nde arkadaşımın Farsça Hocası Farsça baya bir materyal toparlamıştı. Onu benimle paylaştı ve öğrenmem inanılmaz hızlandı. Rabbim, Farsça öğrenmemin yollarını yavaş yavaş açıyordu. Orada Yedullah Semere’nin kitapları ile tanıştım. Orada şu ifadeler yer buluyordu:

“Günde iki (2) saat çalışan bir öğrenci: 9 ay
Günde üç (3) saat çalışan bir öğrenci: 6 ay
Günde dört (4) saat çalışan bir öğrenci: 4,5 ay
Günde beş (5) saat çalışan bir öğrenci: 3,5 ay
Günde altı (6) saat çalışan bir öğrenci: 3 ay”

Bu cümleler oldukça teşvik edici idi. Bunları okuyan bir öğrenci mutlaka öğrenmek istemiştir diye düşünüyorum. İlk Farsça sınavından düşük almıştım ve sonrasında neredeyse bütün Farsça sınavlarından 100 alarak geçtim. Hocam bir süre sonra bana sen de Hoca oldun dedi. Galiba Hocam bu sözleri bana söylemeden önce şu cümleyi kurmuştum.

کبوتران با خوشحالی در آسمان پرواز میکنند.

Güvercinler mutlulukla gökyüzünde uçuyorlar

Hafızam beni yanıltmıyorsa bu cümleyi kurduktan sonra Hocam bana sen de Hoca oldun demişti. Bu aziz hatırayı hafızamda saklarım ve mesut eder beni bunu düşünmek. Derslerde kısa sürede birinci oldum. Diğer öğrenciler beni geçmeye ve aradaki farkı kapatmaya çalıştılarsa da muvaffak olamadılar. Çünkü deliler gibi Farsça çalışıyordum. Şöyle bir hedef ben de hasıl olmuştu. Orta Doğu’nun en iyi uzmanı ve tarihçisi olayım diyordum. Bu minvalde Orta Doğu’nun dillerini çalışmaya başladım. İngilizce, Farsça, İbranice, Arapça ve Rusça öğrendim. Türkçe zaten ana dilim idi.

Farsça öğrenirken Hocamız bizi sınav yapardı. Sınavda arkadaşlarımdan birisi Hocaya bazı kelimeleri sordu. Ben de düşünüyorum bu kelimeleri nasıl bilmez diye. Ben hiç kelime sormamıştım Farsça derslerinde ve Türkçeden Farsçaya da bir çeviri metni vermişti Hocamız. Hemencecik çevirdim ve soruları işaretledim çıkmıştım. Zannediyorum 100 aldım o sınavdan. Derste okuduğumuz bir şiiri paylaşayım.

 

Bu şiiri derste okumuştuk. Zannediyorum ilk zamanlarda olması lazım. Çünkü şiir gerçekten basit. Bir de şiirlere karşı normalde hep ön yargım vardı. Bunun da sebebi Hocamızın veya başka birilerinin şiirlerin dili biraz farklı oluyor, o dili öğrenmek lazım demesiydi. O şiir dilini öğrenmeye çabalamadım ve öğrenmedikçe de kendime güvenim azaldı.

Tarih kitabından da bu tarz güzel bilgiler öğreniyordum. Rıza Şah, Türkiye’den görerek şapka devrimi yapmaya çalıştı. Halkı o da batılılaştırmak istiyordu. Bugün Türkiye ve İran’ın yüzleri çokta Batı’ya dönük değil. Türkçede Arapça ve Farsça kelimeler atılırken, Farsçada da Arapça ve Türkçe kelimeler atılmaya çalışıldı. Bugün her iki ülkede de Arapçaya büyük önem verilmeye başlandı. Dolayısıyla İran’da veya Türkiye’de olan bir gelişme mutlaka diğerini de etkilemektedir. Meşrutiyet hareketleri de benzer bir döneme rastlamaktadır.

 

Pehlevi Külahı adı verilen İranlıların giymesinin zorunlu olduğu şapkalar.

Hocamız dilbilgisini Mürsel Öztürk’ün kitabından anlatıyordu. Ben de sonrasında bir grup öğrenciye giriş seviyesinde Farsça dersi verirken bu kitaptan yararlandım. Hocamızdan kalma notlar duruyordu. Sınıfta değerli bir ablam çok güzel notlar tutmuştu. Sonra o notları kendisinden istedim. İlk sene aşağıdaki konuları işledik ve güzel şiirler öğrendik.

 

Ümran Hocam ile Farsça derslerinde Ablamızın aldığı not

Mürsel Öztürk haricinde ben Yedullah Semerenin kitaplarından da çalıştım. Dört ciltlik kitabı vardı Yedullah Semere’nin ve bu kitaplardan üçünü bitirmiştim ve adeta bütün kelimeleri de ezberlemiştim. İran’da Farsça eğitimi bahsinde anlatacağım bir hatıra şunları söylemek istiyordum. Yedullah Semere’nin kitabında eş anlamlılar vardı ve ben bu eş anlamlıları ezberlemiştim. Farsça Hocamız derste felan kelimenin eş anlamlısını veya zıt anlamlısını sorardı. Derste benim dışımda bilen olmazdı. Hoca çokca ben cevap verince “tamam anladık, sen biliyorsun, onlar cevap versin!” demişti.

İran’dan döndükten sonra Farsça YDS’ye girdim. YDS’yi paylaşayım Şöyle bir şey dedim bilmediğim hiçbir kelime olmayacak ve hiçbir yanlış yapmayacağım. Gerçekten de sınavdan çıktığımda dedim ki bilmediğim hiçbir kelime yoktu.

 

YDS sınavında bilmediğim belki hiçbir kelime yoktu ama sınavdan 77 alabilmiştim. İngilizce girdiğim sınavdan ise 70 almıştım. Farsça sınavında İngilizce aldığım notu da geçtim. Daha sonra İbranice sınavlarında Farsçayı da geçecektim.

İran’da dersler güzeldi. İlk gittiğimde oradaki görevli şuan ders haftası değil, İran’ı biraz gez, sonra da memleketine git dedi bana. Ben de hemen aşırı tepki verdim. “Farsça öğreneceğim, hiçbir yere gitmiyorum” dedim. Ondan sonra hoca benim kararlı olduğumu görünce, sınavdan kalan öğrenciler tekrar dersi işleyecekler dedi. İstersen ona dahil ol dediler ve ben de kabul ettim. Hoca bana Farsça birkaç soru sordu ve cevaplamamı istedi. Ben de Farsça sorduklarına cevap verdim ve beni kabul etti derse. Neden Farsça öğrenmek istediğimi yazmamı istemişti ve ben de Farsçayı sevdiğimi yazdığımı hatırlıyorum. Ondan sonra Hoca bana, Sen bizim öğrencilerle aynı seviyedesin, gel derslere katıl dedi.

İran’da güzel bir profil çizdim. Öğrenciler beni odalarına davet ederlerdi ama pek gitmezdim. Birisiyle arkadaş olmuştuk ama o da uzun sürmedi. Sınıf arkadaşlarımla aramda bir mesafe oluşmuştu. Lakin Hüccet isminde bir arkadaşım ile aram çok iyiydi. Bir kez onunla Tahran’a gitmiştik. Bir kez de parkta kavun alıp, yemiştik. Ben de sonra Ablalarımız gelince kavuncuya gittim. Kavunu aldım ve bıçak da vermesini istedim. O da veremem dedi ve ben de vermezsen kavun almam dedim. Ondan sonra bıçağı verdi ve ben de kavunu kestikten sonra bıçağı geri getirip teslim ettim. Bak işte bıçağını getirdim dedim.

Farsça sınıfında dersteki öğrenciler Lübnanlı şiiler idi. İran, onlara Farsça dersi veriyordu ve üniversitelerinde okutuyordu. Bir arkadaşla gezerken ben çok dil öğrenmek istiyorum dedim. Neden diye sorunca, “Ortadoğu uzmanı olmak istiyorum” dedim. Derste performansım çok iyi idi.

Ders kitabını bana vermek istemediler. Ders kitabını Türkiye’ye getirebilmeyi çok isterdim. Şuan okulun tatil olduğunu ve ellerinde fazla ders kitabı bulunmadığını söylediler. Derste öğrencilere kim ders kitabını paylaşmak ister dediler ve ben sinirli bir şekilde hocaya “benim param var, satın almak istiyorum” dedim. Sonrasında dersin hocalarından biri kitabını bana verdi. Ben de Hocadan sinirli konuştuğum için özür diledim. Özür dilemek kelimesinin Farsçasını öğrenmemiştim. Arkadaşıma sordum ve Hocaya söyledim, sonra bugün de o kelime aklımdadır.

Derste İranlı öğrencilere cevabı olmayan bir soru sordum. Bunu bize lisede veya ortaokulda bir hocamız sormuştu. Cevabı yoktu sorunun. Çözene güzel bir şey vereceğim demişti. Ben de sordum ve kimse çözemedi. Sonra dedim ki bu sorunun cevabı yok, şaka yaptım dedim. Böyle günler geçiyordu ve ülkemi yani Türkiyemizi güzel temsil ediyordum. Dersler bitti ve sertifika alacağımız zaman geldi. Ben de “sertifika istemiyorum” amacım öğrenmekti dedim ve okula gitmedim. Sertifika almadım o zaman. Tarihler 2015’i gösteriyordu. Sonraki senelerde İran’da Farsça eğitimi aldım ve Farsça biliyorum dediğim de belge ve sertifika soruyorlardı. Baktım sertifikasız olmuyor, sertifikalarımı geçtiğimiz yıllarda bir araya getirmeye çalıştım. İran’dan belgemi istedimse de ulaşamadım belgeme. Tarihe bir not olarak düşmek isterim.

 

İran’dan aldığım kitaplar bu şekildedir.Çok güzel iki dilli Farsça ve İngilizce hikâye kitapları vardı. Mutlaka İran’a gidenlerin almasını tavsiye ederim.

İran’dan döndükten sonra İran üzerine çok yazılar yazdım. Farsça öğrenmeye ve İran’daki Farsça öğrenimine dair yazdığım yazılar yüzbinlerce okundu Hamdolsun. Benden sonra baya da bir Farsça öğrenen olmuş zannediyorum. 2017’ye geldiğimde de İranlı bir şahsiyeti araştırdım. Muhammed Ali Furuği isminde bir şahsiyeti araştırdım. Eseri Osmanlıcaya da öncesinde çevrilmişti ve sonrasında da bir Hocamız günümüz Türkçesine çevirdi. O Profesör benim lisans tezime de atıf verdi. Rabbime şükürler olsun, başarılar nasip ediyordu. Lisans tezim tamamen İngilizce, Farsça ve Osmanlıca kaynaklardan oluşuyordu. Tezimi Hocalarımdan biri görünce okulumuzun en meşhur profesörlerinden birisi ile çalışmak ister misin diye sormuştu. Tabii kader daha sonrasında farklı yönlendirdi. Nasibuke yusibuk meselesinde olduğu gibi nasibimiz bize isabet ediyordu.

Farsça öğrenirken çok hikâye okuyordum. Konuşmayı da hikâye okuyarak öğrendim. Çok dinleme materyalleri yoktu. Hep okuyarak ilerledim. Öğrenmek için şuan olan kitapların çoğu da yoktu. Zor usüllerle ilerliyorduk. İran’a gittiğimde kelimeleri kısaltmadan konuşuyordum. Bana kitaptaki gibi konuşuyorsun dediler. Düşündüm ki herhalde bunlar dili bozmuşlar. İlk yurt dışı tecrübemdi ve goftâri denilen şeyi bilmiyordum. Kitabi olan ile konuşulan farklıydı. Türkiye’de nasıl İstanbul Türkçesi esas Türkçe ilan edildiyse, İran’da da Tahran farsçası resmi lehçe yani dil ilan edilmişti. Resmi dil ordusu olan lehçedir denilir. Devletlerin seçtiği lehçe resmi dil olur. Farsçayı da öğrendikten sonra gramerine döndüm baktım “bu kadar basit miymiş ya bu gramer” dedim. Gerçekten grameri basitti ve 40-50 sayfa bile tutmazdı Grameri yazsak.

 

Bu hikayeyi okuduğumu hatırlıyorum ve bu tarz çokca hikayeler okuyordum.

Ümran Hocam bize çok güzel şiirler öğretti

بازآ بازآ هر آن‌چه هستی بازآ

گر کافر و گبر و بت‌پرستی بازآ

این درگه ما درگه نومیدی نیست

صد بار اگر توبه شکستی بازآ

Gel, gel! Her neysen yine gel! İster kâfir, ister mecusî, ister puta tapan ol, yine gel! Bu kapı bizim kapımızdır, ümitsizlik kapısı değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel!

Bâzâ, bâzâ, har ân çi hestî bâzâ

Ger kâfir o gebr o but-perestî bâzâ 

In dergah-i mâ, dergah-i no-umîdî nîst 

Sed bâr agar tövbe şikestî bâzâ

Hafız’ın Şiraz Güzeli Şiiri

اگر آن تُرکِ شیرازی به دست آرد دلِ ما را
به خالِ هندویَش بخشم سمرقند و بخارا را

Timur’un Hafız’a

““Ey Hâfız! Ben yıllar içinde Semerkand ve Buhara’yı fethetmek için ömrümü verdim.
Sen nasıl olur da bir Türk güzelinin yanağındaki bene bu iki şehri bağışlarsın?!” demiştir. Hafız’da

“Hünkârım, işte bu cömertlik yüzünden hâlâ bu fakir hâlde yaşıyorum.” diyerek cevap vermiştir. Timur’da Hafız’ın bu cevabını beğenmiş ve affetmiştir onu. Şiraz’a dönmesine izin vermiştir. Hocamız derste bu kıssayı da bize anlatmıştı.

Ozan Dur

Ozan DUR
Ozan DUR

Ozan Dur, İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Tarih Bölümü’nden mezun olup, İngilizce, Osmanlıca, Farsça, Arapça ve İbranice öğrenerek dil alanında uzmanlaştı. Humboldt Üniversitesi, İmam Humeyni Üniversit ...

Yorum Yaz