PUTİN'İN DELHİ ZİYARETİ: HİNDİSTAN'IN DENGE SİYASETİNDEN DERSLER

DİPLOMASİ ASYA

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 5–6 Aralık’taki Hindistan ziyareti, Yeni Delhi’nin büyük güçler arasındaki konumlanışını anlamak açısından önemli bir örnek teşkil ediyor. Ukrayna Savaşı, yaptırımlar ve Çin’in yükselişiyle sertleşen küresel ortamda Hindistan, tıpkı Türkiye gibi, Washington, Brüksel, Moskova ve Pekin arasında nazik bir denge siyaseti yürütüyor.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 5–6 Aralık’taki Hindistan ziyareti, Yeni Delhi’nin büyük güçler arasındaki konumlanışını anlamak açısından önemli bir örnek teşkil ediyor. Ukrayna Savaşı, yaptırımlar ve Çin’in yükselişiyle sertleşen küresel ortamda Hindistan, tıpkı Türkiye gibi, Washington, Brüksel, Moskova ve Pekin arasında nazik bir denge siyaseti yürütüyor. Moskova ile diyalog kanallarını açık tutarken Batılı aktörlerle ekonomik, teknolojik ve güvenlik temelli işbirliğini derinleştirmesi, uluslararası ilişkiler literatüründe “stratejik özerklik” ve “esnek hizalanma” diye anılan yaklaşımın güncel bir uygulaması olarak öne çıkıyor. 

Hindistan’ın izlediği çizgi, “multi-alignment” (çoklu hizalanma) ile “hedging” (risk dağıtıcı dengeleme) kavramlarının kesişiminde yer alıyor. Hintliler, Bağlantısızlık mirasını tümüyle bırakmadan, klasik ittifak mantığının ötesine geçen çok vektörlü bir dış politika pratiği geliştiriyor; ne ittifak sistemine tam eklemleniyor ne de pasif tarafsızlığa çekiliyor. ABD, AB, Rusya ve Çin’le ilişkilerini konu başlıklarına göre ayrıştırarak yönetiyor, farklı dosyalarda “seçici işbirliği” ve “yumuşak dengeleme” araçlarından yararlanıyor. Dış politika söyleminde giderek daha fazla kullanılan “Vishwamitra” (dünyanın dostu) ifadesi, herkese nispeten eşit mesafede duran, farklı güç merkezleriyle yapıcı ilişki kuran ve hiçbir blokta erimek istemeyen bir aktör iddiasını özetliyor. Bu çerçeve, orta ölçekli ülkelerin büyük güç rekabeti karşısında karar alma özerkliğini korumak için başvurduğu esnek hizalanma stratejilerinin rafine bir örneği olarak görülebilir. Bu yönüyle Türkiye’nin çok boyutlu dış politikasıyla da açık bir paralellik taşıyor. 

Esasen bu yaklaşımın kökleri Soğuk Savaş’a dek uzanıyor. 1971 Antlaşması ile somutlaşan Sovyet–Hint yakınlaşması, bağımsızlık sonrası dönemde kalkınma rotasını arayan Yeni Delhi için güvenlik ve ekonomi bakımından güçlü bir dayanak sundu. Sovyetler’in dağılması ve güç dağılımının değişmesi ilişkiyi dönüştürdü ancak buna rağmen Yeni Delhi, Rusya ile kurumsal diyalog kanallarını korumaya önem verdi ve bu hat, bugünkü tercihleri anlamak için hâlâ açıklayıcı bir arka plan sunuyor. 

Bugün Hindistan, bir yandan Rusya ile “Özel ve Ayrıcalıklı Stratejik Ortaklık” çerçevesini canlı tutup enerjide arz güvenliğini sağlarken diğer yandan ABD, AB ve Hint-Pasifik’teki ortaklarıyla savunma, teknoloji ve ticaret eksenli ağlarını genişletiyor. Hint ordusunun envanterinde Rus yapımı platformların payı yüksekliğini korusa da Yeni Delhi, tedarik yapısını çeşitlendirirken askeri-teknik ortaklığı kökten terk etmek yerine ihtiyaçları ve bölgesel dengeleri gözeten kademeli bir uyarlama stratejisi benimsiyor. Nitekim Rusya ile süren projeler, yerli savunma sanayine dönük hamleler ve Batılı tedarikçilerle geliştirilen ortaklıklar, birbirini dışlayan seçenekler değil; çok vektörlü bir güvenlik mimarisinin tamamlayıcı unsurları olarak tasarlanıyor. Türkiye’nin de Rusya ile yürüttüğü nükleer işbirliğini ve enerji projelerini NATO üyeliği ve Avrupa ile entegrasyonla eşgüdüm içinde sürdürme çabası düşünüldüğünde, iki ülkenin benzer bir stratejik akılla hareket ettiği görülüyor. 

Öte yandan, ekonomik ilişkilerdeki tablo da Hindistan’ın tercihinin bilinçli bir çerçeveye oturduğunu gösteriyor. Rusya ile enerji merkezli hacim, büyüme hedeflerini desteklerken küresel Güney’in önde gelen aktörlerinden biri olarak Hindistan’a fiyat ve tedarik müzakerelerinde kayda değer bir pazarlık gücü sağlıyor. Buna paralel biçimde Yeni Delhi, küresel tedarik zincirlerine eklemlenmek için ABD, Avrupa ve Asya’nın farklı merkezleriyle serbest ticaret, teknoloji ve hizmet odaklı anlaşmalar geliştiriyor. Böylece tek yönlü bağımlılık yerine çok kaynaklı, esnek ve pazarlık kapasitesini artıran bir ağ inşa etmeye çalışıyor. Türkiye’nin AB ile gümrük birliği, Karadeniz ve Doğu Akdeniz enerji hatları, Yeniden Asya açılımı gibi başlıkları bu çerçeveyle birlikte okunduğunda, iki ülkenin de bölgesel konumlarını çeşitlendirilmiş ekonomik bağlar üzerinden tahkim etmeye çalıştığı anlaşılıyor. 

Putin’in Delhi ziyareti bu nedenle iki başkent arasındaki rutin temasların ötesinde, çok kutuplu uluslararası düzende orta ölçekli güçlerin nasıl konum alabildiğini göstermesi bakımından anlamlı. Hindistan, Moskova ile kesintisiz diyalog sayesinde Rusya–Batı hattındaki gerilim yükselirken iletişim kanallarını açık tutuyor; enerji arzını güvenceye alırken yaptırım rejimlerinin doğurabileceği baskıları dikkatle kalibre edilmiş ekonomik ve diplomatik araçlarla yönetiyor. Aynı dönemde ABD ve Avrupa ile savunma, ticaret ve yüksek teknoloji dosyalarını ilerletmesi, literatürde “çoklu hizalanma” ve “stratejik özerklik” kavramlarıyla anılan yaklaşımın sahada uygulanabildiğini gösteriyor.  

Türkiye açısından bakıldığında Hindistan deneyimi, büyük güç rekabetinin sertleştiği bir konjonktürde bağımsız hareket etme iradesinin somut politika tercihleriyle nasıl hayata geçirilebileceğini gösteren önemli bir örnek oluşturuyor. Ankara da tıpkı Yeni Delhi gibi, Rusya ile geliştirdiği işbirliği kanallarını açık tutarken Atlantik ittifakı içindeki konumunu tahkim etmeye, bölgesel krizlerde arabulucu ve kolaylaştırıcı bir aktör olarak öne çıkmaya çalışıyor. Hindistan’ın özenle kalibre ettiği bu çok vektörlü denge siyaseti dikkatle takip edildiğinde, Türkiye’nin benimsediği çok eksenli dış politika çizgisini değerlendirmek ve olası risk ile maliyetleri daha sağlıklı tartmak için değerli bir karşılaştırma imkânı sunuyor. 

Abdulkadir Aksöz 

Abdulkadir AKSÖZ
Abdulkadir AKSÖZ

Political Science Indian Subcontinent Studies [email protected]

Yorum Yaz