İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Tarihsel Anlatılar
Uluslararası ilişkiler öncesi dönem "kopuk-çok merkezli dünya" olarak isimlendirilmiştir. Bu kopuk-çok merkezli dünyada siyasal sistemler ve siyasal kurumlar birbirinden farklı ve habersiz bir biçimde varlıklarını sürdürüyorlardı. Site devletleri, kabileler, imparatorluklar, krallıklar, feodal yapılar, şehir devletleri gibi birbirinden farklı yapıda birçok siyasal sistem bu dönemin anlaşılabilmesi için bize ipucu vermektedir.
Çin, Hint, Mısır, Pers, Mezopotamya, Roma, Yunan, Avrupa medeniyetlerinin aynı dönemde varlık göstermelerine rağmen farklı siyasal sistemlere sahip olduğunu ve bu dönemin sonraki dönemlere nazaran daha içe kapalı bir yapı sergilediğini söyleyebiliriz. Daha sonraları Ortaçağ Avrupa'sında meydana gelen bir takım yeniliklerin uluslararası ilişkilerinin ilk aşaması olduğunu görüyoruz. 1648 Vestfalya Barış Antlaşması ve daha sonraları 1789'da Fransız İhtilali'nin bir sonucu olarak farklı fikir akımlarının dünyayı kasıp kavurmasıyla ulus devletler varlık gösterdi. Yeni siyasal düzen emperyalizm aracılığıyla tüm dünyaya yayıldı. 1914'te I. Dünya Savaşı'nın çıkması ile klasik anlamda uluslararası ilişkiler dönemini sona ermiş, modern uluslararası ilişkiler dönemi başlamıştır. Bu dönemde kurulan Milletler Cemiyeti devletler arasındaki ilişkileri düzenleyen bir kurum olması bakımından mühimdir.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra siyasal sistemin oturmasıyla birlikte uluslararası ilişkilerde yeni bir döneme girilmiş oldu. Birleşmiş Milletler örgütü kurularak kalıcı barışın sağlanması ve ülkeler arası ilişkilerin güçlendirilmesi amaçlandı.
II. Dünya Savaşı'nın ardından dünya iki kutuplu bir yer haline geldi. Birinci kutup; varlığını sol sosyalist liderler ve ülkeler aracılığıyla devam ettiren, SSCB'nin başına çektiği gruptu. İkinci kutup ise liberal değerlere önem veren, serbest ekonomiyi ve siyasal düzeni benimsemiş ABD'nin ve Batı dünyasının içerisinde bulunduğu gruptu. Bu iki kutup arasında yaşanan mücadele Soğuk Savaş olarak isimlendirildi.
Soğuk Savaş II. Dünya Savaşı'nın bitiminden sonra başlamış ve 1991'de SSCB'nin dağılması ile sona ermiştir. Bu dönemden sonra ABD'nin merkezde olduğu ve hegemonyasını tüm dünyaya hissettirdiği bir döneme girilmiş oldu.
1940'larda ilk adımı atılan Avrupa bütünleşmesinin 1990'lara gelince en ciddi ve kurumsal meyvesini Avrupa Birliği'nin kurulması ile verdiğini görüyoruz. ABD ve AB'nin 1990 sonrası dönemi etkisi altına alarak uluslararası sistemde tek süper güç olarak sahneye çıktığı bir döneme girilmiş oldu. Batı Modeli dediğimiz bu iki yapı çerçevesinde küreselleşmenin de başladığını görüyoruz.
Uluslararası bütünleşmenin bir aşaması da diyebileceğimiz küreselleşme; ürünlerin, fikirlerin, ve kültürlerin, dünya coğrafyasındaki alışverişinin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Küreselleşme toplumların sosyal, kültürel ve siyasi hayatlarına etki etmekle kalmamış, sistemleri kendi eliyle şekillendirmiştir. Bunun yanında devlet dışı organizasyonların, örgütlerin, STK'ların, çevre hareketlerinin, çok uluslu şirketlerin varlığı küreselleşme sürecinin bir parçası olarak karşımıza çıkmaktadır.
Uluslararası İlişkiler ve Sosyal Bilimler
Klasik uluslararası ilişkiler Vestfalya Barışı ile başlamıştır. Modern anlamda uluslararası ilişkiler ise I. Dünya Savaşı'ndan sonra meydana gelmiştir. Bir disiplin olarak da aynı yıllarda kabul gördüğünü söylemek mümkün.
Uluslararası ilişkilerde dört büyük tartışma yaşanmıştır. Bu tartışmaların ilki Realizm ve İdealizm arasındadır. Bu iki fikir akımının tartışma sebebi ise uluslararası ilişkilerin temel yapısı ve niteliği hususundadır. Realistler, siyasette devletlerin bireysel hareket etmesi gerektiğini savunup temellendirmelerini güce ve çıkara dayandırırlar. İdealistler ise kolektif aklı ön plana çıkararak ahlaki yargıları savunurlar.
İkinci büyük tartışma Gelenekselciler ile Davranışçılar arasında yaşamıştır. Gelenekselciler; tarihsel çalışmalara ağırlık vererek olgu, olay, mekan ve norm odaklı bir uluslararası ilişkiler disiplini kurgularken davranışçılar; uluslararası ilişkilerin sayısal ve niceliksel yönlerini vurgu yaparak aktör davranışlarını ve dış politikayı önceleyen bir profil çizmiştir.
Üçüncü büyük tartışma ise Neo-realizm, Neo-liberalizm ve Neo-marksizm arasında yaşanmıştır. Neo-realistler güç dengesini, Neo-liberalistler devlet dışı aktörleri ve küreselleşmeyi, Neo-marksistler ise dünya sistemi ve küresel kapital eşitsizliği tartışmalarına taşımıştır.
Dördüncü büyük tartışma ise Pozitivizm ile Pos-pozitivizm arasında cereyan etmiştir. Gözleme dayalı ampirik yapıdaki Pozitivizme karşı yeni varsayımların varlığını dillendiren Post-pozitivistlere örnek olarak İnşacılar, Habermascı eleştirel teori, feminizm gibi eleştirel fikir akımları örnek verilebilir.
Realizm
I. Dünya Savaşı'nın ardından varlık gösteren İdealizm'e karşıt bir düşünce olarak doğmuştur. İdealizm'in iyimser havasının aksine insan doğasının kötü olduğunu, insanın karakteri gereği çevresine hakim olmak istediğini savunur. Devletler de aynı insanlar gibi gücü ve hakimiyeti eline almak ister.
Uluslararası sistemin anarşik olduğunu savunan realistler, insan doğasını sınırlandıracak bir üst aklın yokluğuna vurgu yaparak devletler arası güç mücadelesinin haklı yönlerini ön plana çıkarırlar. Devletler bu anarşik ortamda yalnız başlarına hayatta kalma mücadelesi vermek zorundadır. Yoksa yok olmaya mahkumdur. Bu mücadeleyi verirken ittifak içerisine de girebilirler. Bunların bir sonucu olarak devletler, sürekli olarak gücünü arttırma eğilimi içerisinde olmuşlardır.
Tarihte realizmin ilk örneklerine Tukidides'in yazmış olduğu Peloponez savaşlarında rastlanmaktadır. Fakat bir uluslararası ilişkiler yaklaşımı olarak I. Dünya Savaşı ile II. Dünya Savaşı arasında varlık göstermiştir. Machiavelli'nin yazmış olduğu prens adlı kitapta devletlerin temel amacının "var olmak" olduğu gerçeğine vurgu yapılarak bencil bir portföy çizilmiştir.
Thomas Hobbes Realizm denince akla gelen ilk isimlerdendir. Leviathan adlı eseri ile herkesin birbirine karşı savaş içerisinde olduğunu iddia etmiştir. Daha sonraları Clausewitz realizm, savaş ve güç kavramları üzerinde durmuş "Savaş Üzerine" kitabını kaleme almıştır. Bismarck ise gücün sadece silah ve savaş temelli olmadığını vurgulayarak "Güç Dengesi" kavramını realizme kazandırmıştır.
Liberalizm
Doktrin olarak John Lock'ta varlık bulan liberalizmin üç temel sac ayağı vardır. Bunlar temel hak ve özgürlükler, özel mülkiyet ve serbest piyasadır. Ana minvalde idealist karakter gösteren liberalizm, 19. yüzyılda her türlü hükümet müdahalesine karşı serbestiyetçi bir ekonomik modelle karşımıza çıkmaktadır. Bireyciliği önemseyen, özgürlük temelli bir yaklaşım olan, kanunu, anayasayı ve meşruiyeti şart koşan, akıl ve mantık odaklı bir yapı görünümünde olan liberalizm; eşitliği savunarak, kişi hak ve hürriyetlerinin sorgulanabilirliğine karşı çıkmaktadır.
Klasik ve modern olmak üzere iki şekilde ele alınır. Klasik liberalizm insanı yüceltir ve dokunulmaz yapar. İnsanı kendi kendine yeten bir varlık olarak görür. Birey üzerinde herhangi bir kısıtlama ve sınırlama yoktur. Modern liberalizm ise devleti bir "gece bekçisi" gibi tanımlar ve devlet müdahalesine daha sempatiyle yaklaşır. Devlet bu sistemde düzeni sağlayan ve ortamı hazırlayan bir profil çizmektedir. Büyüme ve gelişme devletin sorumluluk alanına aittir.
Liberalizm devletlerin birbirine bağımlı olduğunu iddia eder. "Karşılıklı Bağımlılık" ilkesi gereği devletler kurdukları ekonomik bağlarla birbirlerine muhtaçtır. Bu minvalde dış politikada "kazan - kazan" mantığı mevcuttur. Devletlerin bireysel çıkarları değil, ortak çıkarları ön plana çıkmaktadır.
Liberalizm'de bütünleşme kaçınılmaz bir sondur. İşbirliği temelli bu yaklaşım devletler arası ekonomik, kültürel, sosyal bir bütünleşmeyi de yanında getirir. Devletler arası politikada "yaşa - yaşat" mantığı hakimdir. Realizmde ise sadece "yaşa" mantığı vardır. Bu bakımdan liberalizm daha kolektif bir yaklaşım sergiler.
M. Fatih Özmen
Ozan Dur
17.04.2025 / 16:45Ellerine sağlık, böyle devam inş. Tüketim toplumundan maddi ve manevi üretim toplumuna geçebilmemiz dileğiyle... Yazarak var olmak ve üreterek değer katmak çok güzel bir yol. Allah emek zaylığı vermesin.