İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Çin’in ev sahipliğinde 31 Ağustos-1 Eylül tarihlerinde toplanan Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) Zirvesi’ne Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın şeref konuğu olarak katılması, Ankara’nın dış politika pusulasındaki denge mimarisini teyit etti. NATO çerçevesi ve Avrupa ile kurumsal ilişkiler baki iken, Asya merkezli platformlarla kurulan temaslar Türkiye’ye geniş bir manevra alanı açıyor. Bu fotoğraf, konjonktürün dayattığı geçici bir salınım değil; uzun süredir olgunlaşan çok yönlü bir stratejinin halkası olarak okunabilir.
Her şeyden evvel ŞİÖ’nün, güvenlikten ulaştırmaya, enerji tedarikinden finansal bağlantılara kadar uzanan geniş bir iş birliği zeminine sahip olduğunu vurgulamamız gerekir. Kuruluş felsefesinde yer alan karşılıklı saygı ve egemen eşitliği vurgulayan ilkeler, üyeler kadar diyalog ortaklarını da masaya dahil etme iddiası taşıyor. Türkiye’nin bu çatıyla kurduğu temas, bölgemizdeki fay hatlarının sıklaştığı, küresel rekabetin keskinleştiği bir dönemde stratejik çeşitlendirme niteliği taşıyor. Nitekim Ankara, coğrafyanın merkezinde olmanın gereğini yerine getirerek hem riskleri dağıtıyor hem de fırsat kümelerini büyütüyor.
Bu yaklaşımı değerli kılan, Türkiye’nin esnek diplomasi pratiğinin kurumsallaşmış olması. Ankara, bir dosyada rekabet ettiği aktörle başka bir başlıkta iş birliği geliştirebiliyor; krizleri yönetirken ticareti, diplomasiyi ve kültürel etkileşimi eş zamanlı yürütebiliyor. Böylesi bir esnekliği, kısa vadeli taktiklerden ibaret bir zikzak değil; orta güçlerin yeni küresel düzende etkinliğini artıran akılcı bir yöntem olarak ifade edebiliriz. Üstelik bu anlayış, Ankara’yı tek bir eksene mahkûm etmiyor; aksine, farklı merkezlerden beslenen dengeli bir konum sağlıyor.
Öyle ki zirvenin ev sahibi Çin ile ekonomik bağların derinleşmesi, tedarik zincirlerinin yeniden kurgulandığı çağda Türkiye için kritik bir kaldıraç işlevi görebilir. Keza Rusya ve Orta Asya hattıyla enerji güvenliğine ilişkin kanalların çeşitlenmesi, arz şokları karşısında dayanıklılığı artırıyor. İran ve Hindistan üzerinden Güney Asya’ya açılan kapı ise, ihracatçı firmaların pazar yelpazesini genişletme potansiyeli taşıyor.
Özellikle Hindistan’ın bu denklemdeki rolü ayrı bir önem arz ediyor. ŞİÖ’nün kurucu üyelerinden biri olan ve örgüt içinde ekonomik ağırlığı giderek artan Hindistan, Türkiye için unutulmuş bir ortak olarak görünüyor. Bu nedenle Yeni Delhi ile siyasi ve ekonomik iş birliğini yeniden ele alıp geliştirmek şart. İki ülke arasında son dönemde yaşanan diplomatik sorunlar, ticari ilişkilerin derinleştirilmesine engel gözükse de her iki ülke de potansiyelin farkında ve bu durumu çok kolay pozitif yönde tersine çevirebilir. Hindistan’ın genç ve dinamik nüfusu, hızla büyüyen dijital ekonomisi ve enerji ihtiyacı, Türk iş dünyası için yepyeni yatırım ve pazar fırsatları sunabilir. Bu çerçevede, ŞİÖ platformu Türkiye ile Hindistan arasındaki ikili diyaloğu stratejik bir boyuta taşıyacak bir zemin işlevi görebilir.
Elbette ŞİÖ bir güvenlik paktı değil; ortak tehdit algılarının yanında ekonomik ve kültürel boyutları bulunan bir platform. Bu nedenle Türkiye’nin bu zemindeki varlığı, mevcut ittifaklarına alternatif bir rota oluşturmak yerine onları tamamlayan bir omurga yaratıyor. Anlamlı olan, kavşak niteliğindeki bu konumdan en yüksek faydayı elde etmek olmalı. Dolayısıyla Ankara, çeşitli uluslararası platformlarda görünürlüğünü artırırken bir yandan karar alma süreçlerinde şeffaflığı koruyor, diğer yandan çıkar odaklı ve sonuç üretmeye dönük bir dış politikayı merkeze almış görünüyor.
Yeni dünya düzeni tartışmaları, güç dağılımının tek merkezden yönetilemeyeceğini, bölgesel örgütlerin karar süreçlerinde daha görünür hale geleceğini gösteriyor. Türkiye’nin ŞİÖ ile temasları bu gerçekliğe uyumun ifadesi. Atlantik’ten Pasifik’e uzanan hattın ortasında yer alan bir ülke için çok taraflılık lüks değil, bir zorunluluk olarak değerlendirilmelidir. Bu zorunluluğu başarıya dönüştürecek anahtar ise kurumsal kapasite, dış politikadaki koordinasyon, özel sektörün bölge bilgisi, akademinin analitik birikimi ve kamu diplomasisinin destekleyici dili olacaktır.
Bu çerçevede Ankara’nın önünde somut çıktılara dönüştürebileceği pek çok alan bulunuyor. İlk olarak, ulaştırma ve enerji koridorlarında somut projeler üretmek; yatırımcıyı ikna eden regülasyonlar ve finansman araçlarıyla saha etkisini artırmak olabilir. İkincisi, teknoloji ve sürdürülebilirlik alanlarında ortak Ar-Ge programları kurmak orta-uzun vadeli bağları güçlendirebilir. Üçüncüsü, kültürel diplomasi ve eğitim değişimlerinin ölçeğini büyütmek olabilir çünkü kalıcı etkileşim, rakamlardan önce güven inşa ediyor. Dördüncüsü, kurumlararası eşgüdümü artırıp bürokraside öğrenen bir yapı inşa ederek dış temaslardan elde edilen bilgiyi kalıcı politikaya dönüştürmek büyük fayda sağlayabilir.
Riskler yok mu? Elbette, her platform kendi iç gerilimlerini barındırır. Büyük aktörler arasında rekabetin sertleşmesi, ilişkilerin zaman zaman kilitlenmesine yol açabilir. Fakat Türkiye’nin denge kurucu rolü, bu tür kırılganlıkları fırsata çevirebilecek esnekliğe sahip. Sahada itidal, masada kararlılık, iletişimde öngörülebilirlik; üçü birlikte yürütüldüğünde riskler yönetilebilir hale gelir. Son tahlilde Tianjin’de verilen fotoğrafı, stratejik özerklik arayışının anlık bir vitrini değil; uzun süredir yazılan bir hikâyenin yeni sayfası olarak değerlendirmek lazım. Türkiye, Avrupa-Atlantik bağlarını korurken Asya’daki dinamik merkezlerle ortaklıklarını derinleştirerek küresel tedarik, finans ve teknoloji akımlarını daha sıkı takip ediyor.
Bugün atılan adımlar, yarınki düzenin parametrelerini etkileyecek. Türkiye, kavşak ülke kimliğini akıllı ortaklıklar ve çok katmanlı diplomasi ile tahkim ettikçe ne coğrafyanın yükü ağır gelir ne de rekabetin hızı ürkütebilir. ŞİÖ platformu işte bu nedenle önemli; kapıları aralıyor, seçenekleri çoğaltıyor ve karar vericilere esneklik sağlıyor. Eğer bu alan doğru tasarlanırsa, Tianjin’de kurulan temaslar bir ziyaretin ötesine geçer ve sürdürülebilir bir stratejinin taşıyıcı kolonlarına dönüşür.
Abdulkadir Aksöz
Yorum Yaz