KENDİ ARZ-I MEV’UDUNU BULMAK 1: FİLİSTİN MODASI

TOPLUM VE GÜNDEM

6 milyon Yahudinin öldürüldüğü Holokost’un eşsizliği ve benzersizliğini kaldıran bir olaya varlığımızla şahit oluyoruz bugün. Üstelik, Holokost Yahudilerinden farklı olarak, bizlerin birden fazla sayıda “kendi” devletlerimiz var.

Sonsuz bir döngüde süzülüp durmaktayız. Sonsuz dönüşlerin içerisindeyiz. Yeryüzündeki her şey gibi, atomdan evrene, zerreden kürreye; tarih de dönüp durmakta. Siyasetler dönüp durmakta, fikirler oluşmakta, erimekte ve yeniden doğmakta. Fakat aynı yerinde değil, daima ileriye doğru giderek ve bir dönüşü tamamen ardında bırakarak.

 “Eğer size (Uhud'da) bir yara isabet etti ise, Bedir savaşında da kâfirler kavmine o kadar yara isabet etmişti. O sevinçli ve kederli günleri insanlar arasında evirip çeviririz. Allah, savaş meydanında ihlâslı ve azimkâr müminleri diğerlerinden ayırd etmek ve sizden şehitler edinmek içindir (bu). Allah zâlimleri sevmez.” Buyuruyor Rabbimiz Âl-i İmran Suresi 140. Ayette.

6 milyon Yahudinin öldürüldüğü Holokost’un eşsizliği ve benzersizliğini kaldıran bir olaya varlığımızla şahit oluyoruz bugün. Üstelik, Holokost Yahudilerinden farklı olarak, bizlerin birden fazla sayıda “kendi” devletlerimiz var. Kendi toprağımız ve vatanımız var. Tarihi döngülerdeki benzerliği doğru okuyup içselleştirmemiz gerektiği kanaatindeyim. Bu sebeple bu yazıda, benzerlikleri fark ettirmeye yönelik kelam edeceğim.

Kendi toprağımız ve vatanımızda, gaz odalarının içerisinde ölümü bekliyoruz. Nihayetinde uyuşturulmuş beyinler, işlevini yitirmiş olmakla birlikte krematoryumlara gönderiliyor. Geri dönülemez bir zihin katliamının şahidi oluyoruz. Savaş araçlarının halen farkına varabilmiş değiliz. Gönüllü bir şekilde tüm verilerimizi sunduğumuz gaz odalarında, uyuşturulmuş bir şekilde krematoryumlara götürülmeyi bekliyoruz. Gözünüzde canlandırmanızı istiyorum. Hepimiz, etkileşim dopamininin gönüllü köleleri haline dönüştük. Zihnimizi girdiği çukurdan çıkarmayı istemiyoruz, “niyet”lerimizi sorgulamayı ve aynada kendimizi cesurca izlemeyi bıraktığımızdan ve yüzümüzdeki gözümüzdeki çamurların sorumluluğunu başkalarına bırakmaya başladığımızdan beri bu çukurlar bizim saadet evimiz oldu. Ne yazık ki kör bir saadet, körlük saadeti. Saatlerce kaydırdığımız reellerin dünyasından başımızı kaldırdığımızda artık işlerimizi değil zihnimizi erteliyoruz. Düşünmeyi, üretmeyi, insanca yaşamayı. Bizler, insanca yaşamayı erteliyoruz. Katliam videolarının hemen altındaki komik anlarla dolu reel, duygularımızı presliyor. Ekranı kapatıp “Ne yapmalıyım”ı düşünmüyoruz, kalbimize üzülmesi için bir süre bile vermiyoruz. Dokununca tepki vermeyen, komutsuz çalışmayan mekanik organizmalara dönüştük. Kimden komut alıyoruz? Zihnimiz ne çeşit bir kirada? Günler aramızda dönerken, sıcak kahvemizi içebildiğimiz koltuklarımızda yarın neleri düşünüyor olabileceğimizin garantisini bulamıyoruz. İşte bunun bir kaygı oluşturması gerekirken zihinsel bir boşalım yaratıyor olması, hiç de normal değil.

Henüz yine tepkiselliğimizin sokaklarla sınırlı olduğu dönemlerde “Unutursak kalbimiz kurusun” sloganını çok duyardım. Kurudu da. Öyle ya, mesut körlüğümüzün yastığı tatlıydı. Her başımızı koyuşumuzda bir sonraki acıya kadar hiçbir şey duymadık. Biz senelerdir kesintili bir şekilde, üstelik bir de hakkında malumata sahip olmadan “moda” olduğu için Filistin davasını sırtlanırken; kardeşlerimizin ailelerini toplu bir şekilde kaybedişleri karşısında “La havle vela kuvvete illa billah” ile ayakta durabiliyor oluşlarını idrak edemezdik. “İman” mefhumunun ve diğer tüm bağlantılı mefhumların içini öyle boşalttık ki, artık kavramlara ait örnekler bizde bir şok etkisi yaratmakta. Yahya Sinvar’ın (Allah ona rahmet etsin) şehadeti, bir koltuk, bir çubuk, dua kitabı, biraz şekel ve nane şekeri. Filistin bilekliği yok ne yazık ki. Karpuzlu rozeti yok. Yahya Sinvar’ın kefiyeyle verdiği “öfkeli bakışlı” siyah beyaz, profesyonel bir fotoğrafı yok. Yahya Sinvar’ın, ölesiye koruduğu bir ruh var, kalbinde. Bizimse, yeminimize sadık kalamayışımızla kurumuş olan kalplerimiz ve rozetlerimiz var. Kudüs baskılı ajandalarımız, kefiyelerimiz, anahtarlıklarımız var.

Bugün, “bugünü doğru okumanın” gerekliliği mecburidir. Sokaklara dökülmeden önce İsrail’in savaş yollarına karşı bir savaş yolu geliştirmeyi düşündük mü, bu hususta ne ortaya koyduk; bunu düşünme zamanıdır. Bugün İsrail gizli servisine lise talebelerinin hizmet ettiğini biliyoruz. Basit açık istihbarat bilgileriyle dünyada Filistin lehine hareketlere karşı kamuoyu oluşturmaya çalıştığını biliyoruz. Biz bunlarla gerçekten, yürüyüşlerle mi karşı çıkıyoruz? Yaptığımız işleri küçümsemiyorum, aksine yapmadığımız işlerin küçüklüğünü gösteriyor ve neden yapmıyoruz, diyorum. Rabbimiz Enfal Suresi 60. ayetinde bizlere şöyle buyuruyor: “Siz de onlara karşı gücünüzün yettiği kadar güç ve savaş atları (savaş vasıtaları) hazırlayın ki, bununla Allah'ın ve sizin düşmanınızı ve onların dışındaki sizin bilmeyip, Allah'ın bildiği düşmanları korkutasınız”. Haydi, hep beraber bugünün savaş atlarının ne olduğunu tespit edelim. Ve kuruyan kalplerimize rağmen, hemen bugün bir yemin verelim. Kalan son gücümüzle, “aldığımız nefesin üzerine” yemin edelim: Bu davayı hakkıyla sırtlananlar olabilmek için, eylem planı geliştirmeye!

Bilge Ece TOKTAŞ

Bilge Ece TOKTAŞ
Bilge Ece TOKTAŞ

Bilge Ece Toktaş, İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. Yapay zekâ hukuku, siber güvenlik hukuku ve savunma sanayii hukuku başta olmak üzere yeni nesil teknolojilerin hukuki düzenle ...

Yorum Yaz