KÜRESEL SALGININ AYNASINDA: KALKINMA, EŞİTSİZLİK VE YOKSULLUK

ULUSLARARASI İLİŞKİLER

Dünya, yoksullukla mücadelede belirli bir ivme yakalamışken Covid-19 salgını, küresel sistemin tüm kırılganlıklarını gün yüzüne çıkardı. Salgın, yalnızca bir sağlık krizi değil; ekonomik, toplumsal ve ahlaki bir sınav niteliği taşıyordu. Küresel ölçekte hızla yayılan virüs, ülkelerin sağlık sistemlerini test etmekle kalmadı; kalkınma, gelir dağılımı ve sosyal adalet konularındaki yapısal eşitsizlikleri de derinleştirdi.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya, iki süper gücün etkisi altında yeniden şekillenmiştir: Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği. Savaşın yarattığı büyük yıkımın ardından ortaya çıkan bu yeni uluslararası düzen, ekonomiyi kalkınmanın temel ölçütü haline getirmiştir. ABD dolarının rezerv para birimi olarak kabul edilmesiyle kurulan Bretton Woods sistemi, küresel ekonomik yapının ana eksenini oluşturmuştur. Bu süreçte kalkınma, üretim kapasitesi ve büyüme oranları üzerinden değerlendirilen niceliksel bir kavrama dönüşmüştür.

Bu dönemde birçok ülke kalkınma yarışına girmiş, ancak bazıları içsel ve dışsal dinamikler nedeniyle geride kalmıştır. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki farkın giderek artması, gelir eşitsizliğini derinleştirmiştir. Kaynakların adaletsiz paylaşımı, toplumlarda ortak bir yaşam standardının oluşmasını engellemiş; yoksulluk, sağlık ve eğitim gibi temel alanlarda kalıcı tahribatlar meydana getirmiştir.

Oysa yoksulluk yalnızca “gelir eksikliği” olarak tanımlanamaz. Yoksulluk, bireylerin gıdaya, temiz suya, barınmaya, eğitime ve fırsat eşitliğine erişememesi; dolayısıyla kendi imkânlarıyla yaşamını sürdürememesi durumudur. Bu olgu, yalnızca bireyleri değil, toplumların bütününü kırılgan hale getirir. Çünkü yoksulluğun arttığı bir ortamda suç oranları, toplumsal şiddet ve ahlaki çözülme de artış gösterir.

Pandeminin Derinleştirdiği Uçurum

Dünya, yoksullukla mücadelede belirli bir ivme yakalamışken, 2019 yılının sonunda Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan Covid-19 salgını, küresel sistemin tüm kırılganlıklarını gün yüzüne çıkardı. Salgın, yalnızca bir sağlık krizi değil; ekonomik, toplumsal ve ahlaki bir sınav niteliği taşıyordu. Küresel ölçekte hızla yayılan virüs, ülkelerin sağlık sistemlerini test etmekle kalmadı; kalkınma, gelir dağılımı ve sosyal adalet konularındaki yapısal eşitsizlikleri de derinleştirdi.

Pandeminin ilk evrelerinde yaşanan panik hali, devletlerin kriz karşısındaki dayanıklılık düzeylerini açık biçimde gösterdi. Test kitleri, maskeler ve tıbbi ekipmanlar konusunda yaşanan tedarik sıkıntısı, küresel ekonominin ne kadar merkezileşmiş ve birbirine bağımlı hale geldiğini kanıtladı. Ancak asıl eşitsizlik, aşının bulunmasıyla ortaya çıktı. Bu kez mesele, “yaşam hakkına erişim” anlamına gelen aşıya erişim sorunu haline geldi.

Kapitalist sistemin güçlü aktörleri, küresel adalet ilkelerini bir kenara bırakarak kendi ulusal çıkarlarını önceledi. Gelişmiş ülkeler, nüfuslarının birkaç katı kadar aşı siparişi verirken; düşük ve orta gelirli ülkeler, nüfuslarının küçük bir kısmını bile aşılayacak doza ulaşamadı. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, üretilen Covid-19 aşılarının yaklaşık %76’sı yalnızca on ülkeye gönderilmiştir. Kanada, nüfusunun beş katı kadar; İngiltere, iki katı kadar; Avrupa Birliği ise 2,6 milyar doz aşı siparişi vermiştir. Bu durum literatüre “aşı milliyetçiliği” (vaccine nationalism) olarak geçmiştir.

Fakat pandemiyle derinleşen uçurum sadece aşıya erişimle sınırlı kalmadı. Ekonomik kapanmalar ve üretim zincirlerindeki kesintiler, özellikle kayıt dışı istihdamın yaygın olduğu gelişmekte olan ülkelerde ciddi gelir kayıplarına yol açtı. Milyonlarca insan işini kaybederken, kadınlar ve gençler bu süreçten orantısız biçimde etkilendi. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), 2020 yılında dünya genelinde toplam iş gücü kaybının 255 milyon tam zamanlı işe eşdeğer olduğunu raporlamıştır.

Ayrıca dijital dönüşümün hızlanması, “dijital uçurum” olarak adlandırılan yeni bir eşitsizlik alanını da görünür kıldı. Uzaktan eğitim ve çevrim içi çalışma modelleri, internet erişimi ve teknolojik altyapısı zayıf ülkelerde büyük bir kesimin eğitimden ve iş piyasasından dışlanmasına neden oldu. Böylece var olan sosyoekonomik eşitsizlikler dijital boyutta da yeniden üretildi.

Küresel ölçekte zengin ile yoksul arasındaki fark, pandemiyle birlikte tarihte eşi görülmemiş biçimde açıldı. Zengin ülkelerde devlet destekleriyle ekonomik toparlanma hızla başlarken, düşük gelirli ülkeler borç yükü ve enflasyon sarmalına sürüklendi. Bu tablo, küresel adaletin sadece ekonomik değil, aynı zamanda etik bir sorun olduğunu bir kez daha hatırlattı.

Yoksulluğun Geri Dönüşü

Dünya Bankası’nın Yoksulluk ve Refah Paylaşımı (2020) raporu, 1990’lardan bu yana azalma eğiliminde olan yoksulluğun pandemiyle birlikte yeniden yükselişe geçtiğini göstermektedir. Rapora göre yalnızca 2020 yılında 115 milyon kişi “aşırı yoksul” kategorisine eklenmiştir. 2021 yılı itibarıyla bu sayıya 150 milyon kişinin daha katıldığı tahmin edilmektedir. Böylece dünya genelinde aşırı yoksul sayısının 750 milyonu aşabileceği öngörülmektedir.

Bu veriler, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda insani bir krizin göstergesidir. Yoksulluğun artışı, kalkınma çabalarını sekteye uğrattığı gibi, toplumsal huzuru ve küresel istikrarı da tehdit etmektedir.

Sonuç Yerine

I. Dünya Savaşı sonrası kurulan dünya düzeni ABD ve SSCB ekseninde şekillenmiş olsa da, insani dayanışma her dönemde kalkınmanın en önemli unsuru olmuştur. Ne var ki Covid-19 pandemisi, bu dayanışmanın ne kadar zayıf temeller üzerine kurulu olduğunu açık biçimde ortaya koymuştur.

Aşıya erişimdeki adaletsizlik, yoksul ülkeleri kaderine terk etmiş; zengin ülkelerin “önce ben” anlayışı, küresel dayanışmanın en çok ihtiyaç duyulduğu dönemde büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır.

Bugün artık mesele yalnızca bir virüsü yenmek değil, insanlığın vicdanını yeniden inşa edebilmektir. Çünkü Covid-19’un hatırlattığı en temel gerçek şudur: Eğer bir kişi bile korunmasızsa, aslında hiçbirimiz güvende değiliz, demektir.

25.05.2021
M. Fatih Özmen

M. Fatih ÖZMEN
M. Fatih ÖZMEN

Üniversite eğitimini İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde tamamlayan M. Fatih Özmen yüksek lisans eğitimine Artuklu Üniversitesi’nde Ulusla ...

Yorum Yaz