İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Ülkemizin finansal tarihi, ardışık krizlerle doludur. Bu krizlerin çözümü için geçmişten günümüze kimi zaman devalüasyon yöntemine başvurulmuştur. Öyle ki, 1946 ile 2001 yılları arasında yaklaşık on yılda bir devalüasyon gerçekleşmiştir. 2001 yılında sabit kur sisteminden serbest dalgalı kur sistemine geçilmesiyle birlikte, yerel paranın döviz karşısındaki değer kaybı piyasanın doğal işleyişinin bir parçası haline gelmiştir. Ancak, serbest dalgalı kura geçişin üzerinden 24 yıl geçmiş olmasına rağmen, devalüasyon kavramı yeniden gündeme gelmeye başlamıştır. Bu yazıda, devalüasyonun tanımını, diğer ülkelerdeki örneklerini, Türkiye'deki tarihsel sürecini ve günümüzde devalüasyona ihtiyaç duyulup duyulmadığına dair görüşlerimi aktaracağım.
Devalüasyon, bir ülkenin merkez bankası veya hükümeti tarafından resmi olarak para biriminin diğer ülkelerin para birimleri karşısındaki değerinin bilinçli olarak düşürülmesi anlamına gelir. Bu işlem genellikle sabit veya yarı sabit kur rejimi uygulayan ülkelerde gerçekleşir ve ekonomik dengeleri yeniden kurmak, ihracatı teşvik etmek gibi amaçlarla yapılır. Devalüasyon sayesinde yerli mallar uluslararası piyasalarda daha rekabetçi hale gelirken, ithalat daha pahalı olur ve bu durum iç piyasada talep dengesini etkileyebilir.
Özetle, bir para politikası aracı olan devalüasyon ile para biriminin değerinin bilinçli olarak düşürülmesi ile ihracat artırılmaya çalışılır, ancak bunun enflasyon gibi olumsuz etkileri de olabilir [1] [2] [3].
İspanya'da yaşanan gümüş bolluğu krizi, Amerika kıtasındaki İspanyol sömürgelerinden büyük miktarda gümüşün Avrupa'ya gelmesi ile ortaya çıktı. Bu dönemde, özellikle Latin Amerika'dan (özellikle Meksika ve Peru) çıkarılan gümüş madenleri Avrupa ekonomisine akmaya başladı. Bu gümüş bolluğu kısa vadede İspanya'yı zenginleştirse de uzun vadede ekonomide önemli sorunlara yol açtı. Paranın değeri azalırken (devalüasyon) insanlar bu değer kaybından etkilenmemek için satın alımlarını hızlandırdı, böylelikle enflasyon kaçınılmaz oldu.
Bu yüzyıllarda İspanya her ne kadar hızlıca askeri ve mali anlamda kuvvetlense de özellikle finansal kaosun önlenememesinden ötürü bu inisiyatiflerini zamanla kaybettiler [4] [5] [6].
İspanya'nın finansal alandaki yönetim eksikliği, bu fırsatı değerlendirememesinde kritik bir rol oynamıştır. Hatta bu fırsatı yakalasalardı, dünya dili "İngilizce" değil belki de "İspanyolca" olacaktı.
Weimar Cumhuriyeti Almanyası, I. Dünya Savaşı sonrası Versay Antlaşması kapsamında ağır savaş tazminatları yükümlülüğüne girmesinin ardından, tazminatları karşılamak için büyük miktarda para basmaya başlamıştı. Zaman içinde bu durum Alman para birimi Papiermark'ın hızla değer kaybetmesine yol açmıştır. 1921-1923 arasında Alman Markı dolar karşısında aşırı devalüe olmuş, 1923'te hiperenflasyon zirve yapmıştır. Örneğin, 19 Kasım 1923'te 1 Amerikan Doları yaklaşık 4.2 trilyon Alman Markı seviyesine ulaşmıştır.
Bu dönemde ülkede ekonomik kaos yaşanmış, fiyatlar inanılmaz hızda artmış, halk maaşlarını aldıktan sonra hemen harcama yoluna gitmiş; çünkü paranın değeri kısa süre içinde erimektedir. Market alışverişleri için paralar el arabalarıyla taşınmış ve bazı bölgelerde trampa yani takas sistemi yaygınlaşmıştır.
Hiperenflasyonun temel nedenleri arasında savaş tazminatlarının yarattığı baskı, Ruhr bölgesinin Fransız ve Belçika güçleri tarafından işgali ve hükümetin işgale karşı desteklediği grev politikası yer alır. Para basımının artmasıyla birlikte enflasyon kontrolden çıkmış ve Alman Markı işlemez hale gelmiştir. 1924'te Rentenmark adlı yeni bir para birimi ile hiperenflasyon kontrol altına alınmıştır [7] [8] [9].
Ancak parlamenter sistem uzunca yıllar boyunca ekonomik problemleri çözemeyecek duruma gelecek ve tarih sahnesinde Adolf Hitler için bir fırsat doğmuş olacaktı.
II. Dünya Savaşı sonrası İngiltere'nin ekonomik zorlukları nedeniyle sterlinin ABD doları karşısında değeri düşürüldü. Savaş sonrasında İngiltere ağır savaş borçları ve azalan dolar rezervleri nedeniyle ekonomik sıkıntı yaşamıştı. Ancak İngiltere savaş sonrası özellikle mali anlamda gelir getirecek bir durumda değildi. Diplomatik masada belini doğrultabilecek kadar "tazminat" alamamıştı. Yani ülkenin savaş ekonomisi sırasında uğradığı hasar, kısa sürede toparlanamazdı.
Artık İngiltere eski gücünde ve etki alanında değildi. Batının yeni temsilcisi ABD, savaş sonrasında askeri, mali, diplomatik anlamda dünyanın en güçlü ülkesi durumundaydı. Başardığı askeri zaferlerin verdiği güç kazanımı, sterlinin dolar karşısında mağlubiyetiyle sonuçlandı.
1947'de sterlinin serbest dolaşımı yeniden sağlanmış ancak dolar rezervleri hızla tükenmişti. 1949'da İngiliz sterlini (pound) dolar karşısında yaklaşık %30 oranında devalüe edildi; dolar kuru 4,03 dolardan 2,80 dolara geriledi.
Bunlar yaşanırken tüm dünya kendisini dolara endeksliyordu. İngiltere'nin "Milletler Topluluğu" üyesi ülkeler bile her ne kadar sterlinle alışveriş yapsalarda onlarda artık dolarla alışveriş yapmak istiyorlardı.
Bu devalüasyonun amacı, İngiltere'nin ihracatını artırmak ve dış ticaret dengesini sağlamak oldu. Ayrıca, savaş sonrası borçların ödenmesini ve ekonomik iyileşmeyi kolaylaştırmak için gerekiyordu. Devalüasyon, İngiliz-Amerikan kredi anlaşması gibi finansal desteklerle de ilişkilidir. Bu karar, İngiltere ekonomisinde önemli bir dönüm noktasıdır ve savaş sonrası dönemin ekonomik yeniden yapılanmasının bir parçası olarak değerlendirilir [10] [11].
Böylelikle İngiltere, küresel imparatorluk prestijini büyük ölçüde zedelemişti. Ülke belki bu hamleyle beraber mali anlamda kaosa sürüklenmekten kurtulmuştu ancak dünyanın en güvenilir parası olarak kabul edilen sterlin artık sarsılmıştı.
15 Ağustos 1971'de ABD Başkanı Richard Nixon'un açıkladığı ekonomik kararlar dizisi "Nixon Şoku" denilen, etkisinin günümüzde bile halen geçerli olduğu bir etki yaratmıştı. Bu kararların en önemlisi, ABD dolarının altına sabitlenmiş değerden serbest piyasa koşullarında dalgalanmaya geçmesini sağlayarak Bretton Woods sistemini fiilen sona erdirmesidir.
O dönemde ABD, Vietnam Savaşı, yüksek sosyal harcamalar, Marshall Planı yardımları ve ticaret açıkları nedeniyle büyük bütçe açıkları ve enflasyonla karşı karşıyaydı. Dolar arzı artarken, ABD'nin altın rezervleri bu artışı karşılamaya yetmiyordu. Avrupa ve Japonya gibi ülkeler ellerindeki dolarları altına çevirmeye başlayınca ABD'nin altın rezervleri hızlıca azaldı. Nixon, doların altınla değiştirilebilirliğini askıya alarak bu duruma son verdi.
Ayrıca, fiyat ve ücretlerin 90 gün süreyle dondurulması, ithalata %10 ek vergi getirilmesi gibi önlemler ekonomik istikrarı sağlamaya yönelikti. Bu olay dünya para sisteminde köklü bir değişime yol açtı; Bretton Woods sabit kur sistemi sona erdi ve döviz kurları serbestçe dalgalanmaya başladı. Nixon Şoku, günümüzde de içinde bulunduğumuz, modern uluslararası finans sisteminin doğuşunu başlatmıştı [12] [13].
Doların artık gerçek bir karşılığa (altın) sahip olmaması yani serbest bir biçimde dalgalanması ve ardından altına karşı doların zamanla değerinin düşürülmesi ABD dolarının günümüze kadar değerinin düşmesine neden oldu. Nominal anlamda gelirler artsa bile gerçek anlamda gelir, gider fiyatlarının artmasından ötürü aslında büyük ölçüde değer kaybetmişti. Günümüzde bile bu kararın etkileri eleştirilmekte ve her an dünya çapında buhrana yol açabileceği tartışılmaktadır.
Arjantin'deki son dönemdeki "şok terapi" uygulamasının aktörü, Aralık 2023'te göreve başlayan Devlet Başkanı Javier Milei'dir. Milei, ekonomik krize karşı radikal ve kapsamlı reformları içeren "şok terapi" politikalarını hayata geçirdi. Bu yaklaşımda, devlet harcamalarını önemli ölçüde kısma, kamu sektörünü küçültme, fiyat kontrollerini kaldırma ve mali disiplin sağlama gibi önlemler vardır. Kamu sektöründe on binlerce işçi çıkarılmış, kamu harcamalarında büyük kesintiler yapılmış, enflasyonla mücadele amacıyla para basımı sınırlandırılmış, döviz kuru serbest bırakılmıştır [14].
Devalüasyon açısından bakıldığında, peso uzun süredir yapay olarak değerli tutulmaya çalışılmış ancak dolar karşısında piyasa baskısıyla önemli değer kayıpları yaşanmıştır. Şok terapi kapsamında döviz kontrolleri kaldırılmış, peso serbest dalgalanmaya bırakılmıştır. Bu süreçte peso dolar karşısında ciddi oranda devalüe (değer kaybı) yaşamış ve piyasa kuru ile resmi kur arasındaki fark kapanmaya başlamıştır.
Milei'nin uygulamaları pasonun değerini hızlıca düşürse bile zaman içinde pasonun değerleneceği öngörülüyor. Elbette onyılların bozuk yapısını birkaç yılda düzeltmek doğal olarak zordur. Ayrıca süreç boyunca çözülen problemler kadar yeni problemlerin çıkması pek mümkündür.
II. Dünya savaşı sonrası Türkiye, bozulan iç ve dış ekonomik dinamikleri, yeni dünya düzeninde dengeye oturtulması gerektiğini düşünerek ilk devalüasyonunu 1946 yılında gerçekleştirdi. Türk parası yapay olarak değerli tutulmasından ötürü ihracat yapamıyorduk. Zira yurtdışı ürünlerimiz "Dolarla" alışveriş yapanlar için dahi pahalıydı. Bundan ötürü ülkede döviz kıtlığı yaşandı. Bu da ihracat edemediğimiz mal olduğu kadar ithal edemediğimiz ürünlerinde olmasına yol açtı. Gerekli makine ve hammaddeleri ülkeye getirmek mali anlamda gün geçtikçe zorlanmıştı.
Ancak devalüasyon sonrasında her ne kadar ihracat açığı kapanmaya eğilimi yaşasada daha büyük sorunlar baş gösterdi. İthalatın pahalanması, tüketim mallarının ihraç edilmesi iç piyasada malların fiyatlarının yükselmesi demekti. Buna ilaveten enflasyon yüküde oluştu. İşin en kötü tarafıysa ülkemiz yeterince sanayileşmiş olmadığı için ihracat kalemimiz daha çok tarımsal şeylerdi. Düşünün ki bir torna için bir kamyon patates vermeniz gerekiyor. Bu süreç halen günümüzde tartışılan girişimlerin gerçekleşmesi için yapılmıştı [15] [16].
Dönemin Sovyetler Birliği, Stalin önderliğindeyken komşu ulusların taşına toprağına göz diktiği gibi bizim cennetimize de göz dikmişti. 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi sonrasında Stalin boğazların bizim aleyhimizde silahlanmasına tepkisini koymuştu. 1945 yılında ise Kars, Ardahan ve Artvin yörelerini talep etmişti. Bizde toprak bütünlüğümüzü korumak için ABD'nin etkisi altındaki Batı Bloğu'na yanaştık.
Milli egemenliğimizi korumak için batı şemsiyesinin altına girmemize gerek var mıydı? Diye bir soru sorabilirsiniz. İşin esasında milyonlarca askere sahip, en son teknoloji tanklar, uçaklar ve silahlarla donatılmış Sovyet tümenlerine karşılık Türk ordusunda bunlara karşı koyabilecek kuvvet bulunmamaktaydı. Eldeki ekipmanın çoğunluğu iki savaş arası dönemden kalma modası geçmiş unsurlardan oluşmaktaydı...
1958 yılında ise ikinci devalüasyon gerçekleşti. Bunun sebebi 1950’li yılların ikinci yarısında Türkiye ekonomisi, hızlı kalkınma hedefiyle artan ithalat, büyüyen dış ticaret açığı, yükselen enflasyon, Kore Savaşı giderleri ve dışarıdan gelen sıcak paraya güvenmemiz nedeniyle ciddi bir krize sürüklendi. Demokrat Parti hükümeti döneminde uygulanan ithalata dayalı büyüme politikaları, döviz rezervlerinin hızla tükenmesine yol açtı. Sabit döviz kuru sistemi nedeniyle Türk lirası yıllar içinde aşırı değerli hâle gelmiş, bu da ihracatı zayıflatıp dış ticaret dengesini bozmuştu. Devletin artan harcamaları ve para arzının kontrolsüz genişlemesi enflasyonu körüklerken, dış borçların çevrilmesi de giderek zorlaştı. Tüm bu ekonomik sorunların üzerine ABD, IMF ve OECD gibi dış aktörler, yeni kredi ve yardım paketlerini Türkiye’nin para birimini devalüe etmesi şartına bağladı.
Bu koşullar altında hükümet, 4 Ağustos 1958’de “İstikrar Programı” olarak bilinen kapsamlı bir ekonomik düzenlemeyi yürürlüğe koydu [17]. Bu programın merkezinde Türk lirasının büyük oranda değer kaybettiği bir devalüasyon vardı. 1946’dan beri 1 dolar 2,80 TL iken bu oran bir gecede 9 TL’ye çıkarıldı. Böylece lira %221 oranında değer kaybetti. Amaç; ihracatı teşvik ederek dış ticaret açığını azaltmak, ithalatı pahalılaştırarak döviz çıkışını sınırlamak ve dış borçların çevrilmesini kolaylaştırmaktı. Devalüasyonun hemen ardından Türkiye’ye yaklaşık 359 milyon dolarlık dış kredi sağlandı ve ekonomiye geçici bir nefes aldırıldı [18].
Ancak bu gelişme halkın alım gücünü ciddi biçimde azalttı ve kısa vadede enflasyonu tırmandırdı. Her ne kadar dış denge kısmen sağlanmış olsa da yapısal sorunlar tam olarak çözülemedi. 1958 devalüasyonu, Cumhuriyet tarihinin en sert parasal ayarlamalarından biri olarak, sadece ekonomik değil siyasi sonuçlar da doğurdu; Demokrat Parti’nin prestijini zedeleyerek 1960 müdahalesine giden sürecin zeminini hazırladı, belki de hızlandırdı.
1960’lı yılların sonuna gelindiğinde Türkiye ekonomisi yeniden ciddi bir darboğazla karşı karşıya kaldı. 1958’de yapılan büyük devalüasyona rağmen ekonomik yapıda kalıcı reformlar gerçekleştirilememiş, sanayileşme hâlâ ithalata bağımlı şekilde sürdürülmüştü. 1960’ların planlı kalkınma politikaları çerçevesinde üretim artmış olsa da ihracat aynı hızda gelişmemiş, buna karşılık ithalat hızla büyüyerek dış ticaret açığını derinleştirmişti. Sabit kur politikası nedeniyle Türk lirası yeniden aşırı değerli hâle gelmiş, bu da Türk mallarının dış pazarlarda rekabet gücünü azaltmıştı. Döviz kıtlığı kronik hâle gelirken, dış borçların çevrilmesi zorlaşmış, Merkez Bankası rezervleri tehlikeli biçimde azalmıştı. Tüm bu gelişmeler, ekonomide yeni bir istikrar programını ve kaçınılmaz olarak bir devalüasyonu zorunlu kıldı.
Bu koşullar altında hükümet, 10 Ağustos 1970’te Türk lirasının değerini bir kez daha önemli ölçüde düşürdü. 1 ABD doları 9 TL’den 15 TL’ye çıkarıldı; bu da yaklaşık %66’lık bir devalüasyon anlamına geliyordu. Bu adım, “10 Ağustos İstikrar Kararları” çerçevesinde alınan daha geniş kapsamlı bir ekonomik programın parçasıydı. Amaç; ihracatı artırarak döviz gelirlerini yükseltmek, ithalatı pahalılaştırarak dış açığı azaltmak ve dış kredilere erişimi kolaylaştırmaktı. Devalüasyonun ardından Türkiye, IMF ve Batı ülkelerinden yeni finansman kaynaklarına ulaşmayı başardı ve kısa vadeli bir rahatlama sağlandı [19] [20] [21].
Ancak bu gelişmelerin halk üzerindeki etkisi ağır oldu. Türk lirasının değer kaybı ithal mallarını pahalılaştırarak fiyatların hızla artmasına neden oldu, enflasyon oranı yükseldi ve alım gücü azaldı. Buna rağmen 1970 devalüasyonu, Türkiye ekonomisinin dış dengesini yeniden kurmak ve uluslararası finans çevreleriyle ilişkilerini güçlendirmek açısından önemli bir adım oldu. Yine de yapısal sorunların tam olarak çözülememesi ve Kıbrı Barış Harekatı etkileri sonraki yıllarda ekonominin yeni krizlerle karşılaşmasına zemin hazırladı ve 1970’lerin ikinci yarısında yaşanacak ekonomik istikrarsızlıkların habercisi oldu.
1973 petrol kriziyle başlayan süreçte enerji maliyetleri hızla artarken, ithalata olan bağımlılık dış ticaret açığını büyüttü. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında Batı ülkelerinin uyguladığı ambargolar döviz kaynaklarını daraltırken, artan kamu harcamaları ve kontrolsüz para basımı enflasyonu çift haneli seviyelere taşıdı. 1970 devalüasyonuyla hedeflenen ihracat artışı sağlanamamış, buna karşılık ithalat artışı ve döviz yetersizliği kronik hâle gelmişti. 1977’den itibaren Türkiye dış borçlarını ödeyemez duruma geldi, ithalat yapılamadığı için sanayi üretimi düştü ve karaborsa ile kuyruklar günlük hayatın bir parçası hâline geldi. Ekonomik çöküş, siyasi istikrarsızlık ve toplumsal huzursuzlukla birleşerek 1970’lerin sonunda büyük bir kriz ortamı yarattı.
Bu şartlar altında, 24 Ocak 1980’de “24 Ocak Kararları” adı verilen kapsamlı bir ekonomik istikrar programı yürürlüğe kondu. Bu programın en önemli adımlarından biri yine devalüasyondu: 1 ABD doları 47 TL’den 70 TL’ye çıkarıldı ve Türk lirası yaklaşık %48 oranında değer kaybetti. Ancak 1980’deki düzenlemeler yalnızca bir kur ayarlamasıyla sınırlı değildi; ekonominin yönünü kökten değiştiren yapısal reformlar da içeriyordu. Devletin ekonomideki rolü azaltıldı, ithalat ve ihracat serbestleştirildi, döviz işlemleri üzerindeki kısıtlamalar gevşetildi ve dışa açık, ihracata dayalı büyüme modeli benimsendi. IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların desteğiyle yeni krediler sağlandı ve dış borçların çevrilebilirliği yeniden kazanıldı.
Kısa vadede bu adımlar yüksek enflasyon, alım gücü kaybı ve işsizlik gibi olumsuz sonuçlara yol açtı. Ancak uzun vadede 24 Ocak Kararları ve 1980 devalüasyonu, Türkiye ekonomisinin dışa açılmasını sağlayarak ihracatın artmasına ve sanayinin yeniden canlanmasına zemin hazırladı. Bu dönüşüm süreci, 12 Eylül 1980 askeri müdahalesiyle birlikte daha kararlı şekilde uygulanmaya devam etti. 1980 devalüasyonu bu yönüyle, yalnızca bir para birimi ayarlaması değil, Türkiye’nin ekonomik modelinde (kumanda ekonomisinden serbest piyasaya geçiş) köklü bir paradigma değişiminin başlangıcıydı [22] [23] [24].
Türkiye’nin 1980 sonrası benimsenen serbest piyasa ekonomisi zaman içinde krizlere neden oldu. 1990’lı yılların başında artan kamu harcamaları, popülist politikalar ve seçim öncesi verilen ekonomik tavizler bütçe dengesini bozdu. Açıklar iç borçlanma ve para basımıyla kapatıldığı için enflasyon hızla yükseldi, ekonomi kırılganlaştı. 1993’te Tansu Çiller hükümetinin iç borç faizlerini düşük tutmak amacıyla piyasaya fazla para sürmesi yatırımcı güvenini sarstı ve sermaye çıkışını tetikledi. Döviz talebinin artmasıyla Türk lirası üzerindeki baskı büyüdü ve Merkez Bankası rezervleri hızla azaldı.
Bu gelişmeler sonucunda 5 Nisan 1994’te “5 Nisan Kararları” adıyla bir istikrar programı açıklandı ve TL ciddi biçimde devalüe edildi. Kısa sürede dolar kuru yaklaşık %70 artarak 14.500 TL’den 24.000 TL’ye çıktı. Kamu harcamaları kısıldı, vergiler artırıldı ve fiyat politikaları yeniden düzenlendi. Devalüasyon kısa vadede enflasyonun %100’lere yaklaşmasına, işsizliğin artmasına ve alım gücünün düşmesine yol açtı; ancak dış dengenin yeniden sağlanması ve uluslararası güvenin kısmen toparlanmasını mümkün kıldı. 1994 krizi, Türkiye’ye mali disiplinden sapmanın ve yapısal sorunların sürdürüldüğü bir ekonomide ne kadar hızlı çöküş yaşanabileceğini gösteren önemli bir ders oldu [25] [26].
Ancak ne yazık ki ders alınmayan onlarca kriz gibi 1994 senesindede bir şey alınmamıştı. 1990’lı yıllar boyunca uygulanan yanlış mali politikalar, yüksek kamu açıkları, kronik enflasyon ve siyasi istikrarsızlık ekonomiyi kırılgan hale getirmişti. 1999’da IMF ile yapılan stand-by (finansal destek) anlaşması çerçevesinde enflasyonu düşürmeye yönelik bir “döviz kuru çıpası (kur sabitleme)” programı başlatıldı ve Türk lirası belirli bir kur aralığına sabitlendi. Ancak kamu açıklarının sürmesi, bankacılık sektöründeki zaafiyetler ve siyasi gerilimler yatırımcı güvenini sarstı. 2001 Şubat’ında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Başbakan Bülent Ecevit arasında yaşanan sert tartışma (Anayasa Kitapçığı Krizi), piyasalar tarafından siyasi kriz sinyali olarak algılandı ve büyük bir sermaye çıkışını tetikledi. Dövize talep aniden arttı, Merkez Bankası rezervleri hızla eridi ve sabit kur rejimi sürdürülemez hale geldi.
Bu gelişmeler sonucunda 22 Şubat 2001’de sabit kur sistemi terk edilerek dalgalı kur rejimine geçildi ve Türk lirası hızla değer kaybetti. belki de sadece gerçek değer noktasında dengelenmişti. Kısa sürede dolar kuru yaklaşık %50 artarak 680.000 TL’den 1.000.000 TL seviyesine çıktı. Devalüasyonun ardından bankacılık sistemi çöktü, onlarca banka iflas etti, enflasyon ve işsizlik fırladı ve ekonomi yaklaşık %9,5 oranında daraldı. Kriz sonrası IMF destekli “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” yürürlüğe kondu; kamu maliyesinde disiplin sağlanması, bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılması ve yapısal reformlar hedeflendi. 2001 devalüasyonu kısa vadede büyük bir yıkım yaratsa da uzun vadede Türkiye ekonomisinin yeniden yapılanmasına ve 2000’li yıllarda istikrarın sağlanmasına zemin hazırladı [27] [28] [29] [30].
belki de 2001 krizi farklı bir tarihte veya farklı şekillerde yaşansaydı Ak Parti'nin siyasal arenada öne çıkması pek mümkün olmayacaktı.
Ülkemizin tarihine finansal anlamda baktığımızda bizi belki yanıltabilecek bir detay gözümüze çarpabilir; "Osmanlının yıkılış döneminde bile bizim birim paramız dolardan değerliydi! (1910 yılında 1 Osmanlı Lirası yaklaşık 3,7 dolar ediyordu) [31] [32] [33]". Esasında günümüzde Türk Lirasının bu kadar değer kaybettiği bir dönemle yüz yıl önceyi kıyas ederek biraz da duygusal bir ölçüm yapıyoruz. Ancak bir ülkenin mali faciada olup olmaması tek bir değeri esas alarak ölçülmesi büyük hatalar doğurabilir. Bahsedilen dönemin Osmanlı İmparatorluğu, bir çok Avrupa devletine sayısız kapitülasyon sağlamıştı. İngilterede seri üretilen, ucuz maliyetli maldan vergi alınmazken, bizim esnaflarımızın belki de üretimi için saatler harcadığı, pahalı mallardan yüksek vergiler alınıyordu. Buna ilaveten paramız (yapay veya doğal olarak) değerli tutuluyordu. Peki bu bize ne gibi zararlar vermişti?
Yapay olarak değerli tutulan para, devletin sürekli dış borçla yaşamaya mahkûm olması anlamına geldi. 1881’de kurulan Düyûn-ı Umûmiye İdaresi, Osmanlı maliyesini fiilen Avrupalı alacaklıların kontrolüne soktu. Devlet gelirlerinin çoğu borç giderleri için harcanıyor ve kamu için kaynak kalmıyordu. Günün sonunda ekonomik egemenliğini kaybeden bir ülke söz konusuydu.
Görünüşte "Güçlü Para" gerçekteyse "Çökmüş Ekonomi" Osmanlı'nın son dönem mali durumunu belki özetleyebilir. Osmanlı’nın yıkılış dönemindeki “değerli para” gerçekte bir güç göstergesi değildi, ekonomik yapının ne kadar kırılgan olduğunu gizleyen bir perdeydi. Dışa bağımlılık, rekabet gücünün zayıflaması, yerli sanayinin çökmesi ve mali egemenliğin kaybı bu yapay dengenin doğrudan sonuçları oldu.
Aslında yukarıda yazılan maddeleri okurken belki günümüzle kıyas ettiyseniz benzerliklerin olduğunu düşünebilirsiniz. Bu düşüncenizde haklı olduğunuz söylenebilir. Aslında paramız zaten "serbest piyasa" tarafından devalüasyona uğruyordu. Halbuki ihracat kapasitemiz artmıyordu. Zira ülkemizde (150 yılı aşkın süredir olduğu gibi) fikirsel veya üretimsel çaba gösteren kimselerin önüne engeli yine biz koyuyoruz.
Sadece bununla da sınırlı değil. Uluslararası arenada unutulmaması gereken bir rakip söz konusu: Çin. Esasında Çin, biz de dahil olmak üzere, küresel çaptaki tüm üreticiler için baş edilmesi zor bir rakip konumunda. Ucuz iş gücü, ticaret kapasitesi, değersiz (devlet tarafından günden günde devalüe edilen para birimi) para birimleri, kaynak yelpazesinin geniş olması gibi nitelikleri bu aktörün ekonomik anlamda karşı konulması zor bir rakip kılıyor. Geçenlerde bir videoda pazarcının bir sarımsak filesinin "Made In China" etiketini söküp tezgahına koyduğunu izlemiştim. Bir gönderideyse Çin yapımı pillerin Alman yapımı pillerden çok daha ucuz olmasından bahsediyordu.
Lise tarih derslerimizden aklımızdan çıkmayan birkaç kelimeden birisi "Kapitülasyon"dur. Yüzyıllar boyunca Osmanlı ekonomisi verilen kapitülasyonlarla zayıflamıştır. Tarihin tekerrürü (belki de aynı hatanın tekrarı) olarak geçtiğimiz günlerde ABD ürünlerine olan gümrük vergisini kaldırdık. Bu durum yüzyıl sonraki tarih derslerinde "Kapitülasyonlar" başlığıyla işlenilecek midir? Bunu zaman gösterecektir.
Son dönemde dolar kurunun -siyasi giderlerin karşılanması gibi nedenlerle- yapay olarak sabit tutulmaya çalışılması, ihracat yapan birçok firmanın iflas veya konkordato ilan etmesine yol açtı. Bu yıl neredeyse her gün 10'a yakın tekstil firmasının konkordato ilan ettiği göz önüne alındığında, bu durumun sürdürülebilir olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla, bu yönde bir düzeltmeye ihtiyaç duyulduğu anlaşılıyor.
Ancak unutulmamalıdır ki, gerçek anlamda üretimi destekleyen ekonomik reformlarla desteklenmeyen olası bir devalüasyon, rekabet gücümüzü arttırsa bile, büyük oranda ithalata bağımlı bir ülke olmamız nedeniyle, kısa ve orta vadede ciddi ekonomik sıkıntılara yol açması kaçınılmazdır.
Kamil Berkcan BALTAY
[1] https://gedik.com/yatirimci-sozlugu/d/devaluasyon
[2] https://www.dia.com.tr/blog/devaluasyon-nedir-devaluasyon-olursa-ne-olur/
[3] https://www.qnbinvest.com.tr/forex/forex-terimler-sozlugu/devaluasyon-nedir
[4] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/70092
[6] https://www.polletika.com/post/bi-r-i-mparatorlu%C4%9Fun-yikili%C5%9Fi-i-spanya
[7] https://tr.wikipedia.org/wiki/Weimar_Cumhuriyeti'nde_hiperenflasyon
[8] https://marksist.org/19-kasim-1923-almanyada-yasanan-sosyal-ve-ekonomik-kriz-hiperenflasyona-neden-oldu/
[9] https://www.dw.com/tr/alman-ekonomisi-hiperenflasyondan-y%C3%BCzde-10-enflasyona/a-64270997
[10] Banka Mesleki ve Fikir Dergisi. (1968). Banka Mesleki ve Fikir Dergisi, 5(1).
[13] https://www.bedriyilmaz.com/bilgi/nixon-shock/
[14] https://www.ilimvemedeniyet.com/toplum-ve-gundem/golgeler-icinde-aydin-turkiye
[15] Özsaraç, Y. (2023). Türkiye’nin Ekonomi Tercihi Bağlamında 1946 Devalüasyonu. Külliye, 4(2), 292-305. https://doi.org/10.48139/aybukulliye.1262667
[16] https://on.com.tr/sozluk/devaluasyon-nedir
[17] https://www.mevzuatdergisi.com/2004/04a/02.htm
[18] https://www.yenisafak.com/infografik/ekonomi/1958-devaluasyonu-12860
[19] Karavar, H. (2018). Türkiye Cumhuriyeti’nin Üçüncü Büyük Devalüasyonu 10 Ağustos 1970 Kararları ve Etkileri. Akdeniz İnsani Bilimler Dergisi, 8(2), 379-391.
[20] https://www.dogrulukpayi.com/bulten/turkiye-nin-tarihsel-olarak-kur-degisimleri
[21] https://www.doviz.com/makale/devaluasyon-nedir-nasil-yapilir-nedenleri-ve-sonuclari/72
[22] https://sarkac.org/2018/08/reel-doviz-kuru-ekonomi-politikalarinin-surdurulebilirligi/
[23] Çelebi, E. (2001). TÜRKİYE’DE DEVALÜASYON UYGULAMALARI 1923-2000. Doğuş Üniversitesi Dergisi, 2(1), 55-66.
[24] https://www.mevzuatdergisi.com/2005/10a/01.htm
[25] https://www.venturagumruk.com/haberdetay.php?haberID=1410
[26] https://www3.tcmb.gov.tr/kutuphane/TURKCE/tezler/hulyaardic.pdf
[27] https://paratic.com/2001-krizi/
[28] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-45226072
[29] Turan, Z. (2011). Dünyadaki ve Türkiye’deki Krizlerin Ortaya Çıkış Nedenleri ve Ekonomik Kalkınmaya Etkisi. Niğde Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 4(1), 56-80.
[30] https://www.tuhis.org.tr/upload/dergi/1348753648.pdf
[31] https://teyit.org/analiz/1914-yilinda-1-osmanli-lirasinin-3-7-dolar-oldugu-iddiasi
[32] https://tarihkurdu.net/osmanli-doneminde-dolar-ne-kadardi.html#
[33] https://www.webtekno.com/1916-da-1-osmanli-lirasi-nasil-4-37-dolardi-h149927.html
Yorum Yaz