Giriş
Ülkemizin gündemini sıkıca takip ediyorsanız, her geçen gün "Daha da kötüsü olamaz!" dediğiniz haberlerin daha kötüsüyle bir sonraki gün karşılaşmanız sıradanlaşmıştır. Belkide bu durumu son senelerde daha sık yaşamaktasınızdır. O halde karşımızda bir problem olduğunu söyleyebiliriz: Ülkemizde içten bir çürüme söz konusudur.
Bu içten çürümenin bir çok adı vardır; toplumsal çürüme, siyaset yozlaşması, kurumsal bozulma. Bu kavramları gündelik hayatımızda sık sık duymaktayızdır. O halde bu kavramların gerçek hayata uygun tanımlamalarını yaparak bir çıkış noktası bulalım.
Toplum, Kurum ve Hükümet Sütunları
Toplumsal çürüme, bir toplumun temel değerlerinin, ahlaki normlarının, sosyal kurumlarının ve ilişkilerinin zayıflaması, bozulması veya işlevsiz hale gelmesi sürecidir [1]. Dayanışmamızın körelmesi, birbirimize nefret oluşması, kutuplaşmamız, tahammülsüzlüğümüz, hoşgörüsüzlüğümüz ve dahasının sebebi bu kavramla bağlantılıdır.
Toplumumuz müphemliğe karşı tepkisel tutum sergilemektedir. Belirsizlikten kaçınma olasılığımız yüksektir kısaca. Bu durumda olasılıksal olaylarda veya çok boyutlu yorumlanabilecek durumlarda bir çeşit sinir stres yaratmaktadır. Sinirin ve stresin verdiği özgüvensizlik ise hatayı kabullenmeme ve başkalarını suçlama eğilimi doğurmaktadır. Yani her şeyin tek boyutta içtihat edildiği, otoriteye karşı biat kültürünün oluşması, belkide "Müphemliğe Tahammülsüzlükle" anlaşılabilir.
Türk toplumunda bu müphemliğe karşı tepkinin, toplumsal korkularla (devlet korkusu, düşman korkusu vb.), hiyerarşik değer sistemleriyle ve sosyal karakter özellikleriyle bağlantılı olduğu, bireylerin genellikle karamsar ve tepkisel yaklaştığı sosyolojik çalışmalarla da desteklenmektedir [2] [3].
Burada varsayımsal olarak toplumsal ayağın diğer ayaklar olan kurum(lar) ve hükümet(ler)i oluşturmada ana kaynak olduğunu kabul edersek belki de diğer ayakların düzelmesi için ilk toplumsal bir dönüşümün gerçekleşmesi gerekiyordur.
Unutmayalım ki bir ülkedeki kurumlar toplumların iktidarına, ritüellerine, teknolojisine, kültürüne göre şekillenir. Bir toplumun insan olmayı kendisine nasıl layık görüyorsa bir bakıma onu referans alarak kurumlar inşa etmektedir. Kurumlar kendi içinde yasalara, belirli amaca sahip,bir hedef uğruna temas halinde olan insanlardan oluşmaktadır. Dolayısıyla kurumlar genelde binaların içinde ofisleri bulunan memurlarla sınırlı tutulmamalıdır. Ailede bir kurumdur hatta; dostluk kurumuda vardır, eğitim kurumuda vardır, camii kurumuda, savunma kurumuda, tıp kurumuda vardır.
Genelde haberlerin en şok edici olanları toplumun hayatına kolaylık sağladığı kurumların aslında bozulduğu durumları ortaya çıkartanlardır.
Kurumları sağlam toplumlarda en ufacık rüşvet, nepotizm, şiddet, görevi kötü kullanma, ahlaksızlık büyük tepkilere yol açmaktadır. Zira unutulmamalıdır ki kurumdan çalınan yüz lira ila yüz bin lira arasında fark yoktur. Birisi veya birileri sadece gücü yettiği kadar çalmıştır. Aynı şekilde kurumda bir pozisyona yiğenini atayan kişiyle tüm ailesini kadrolara atayan kişi arasında da aynı sebepten fark yoktur.
Kurumsal sosyal sorumluluk ve sürdürülebilirlik de kurumların çürümeden korunmasında önemli unsurlardır. Kurumların toplum ve çevre ile sağlıklı ilişkiler kurmaları; paydaşlara karşı sorumluluklarını yerine getirmeleri, etik ve sosyal değerlere duyarlı olmaları çürümeyi önler. Ayrıca, kurumların toplumsal sorunlara çözüm üretmeye odaklanması ve şeffaf yönetim anlayışını benimsemesi itibarlarını ve sürdürülebilirliklerini artırır. Özetle, kurumlar çürümekten ancak ahlaki değerlere bağlılık, toplumsal sorumluluk, şeffaflık, hesap verebilirlik ve sürdürülebilirlik ilkeleri doğrultusunda hareket ederek kurtulabilmektedir [4]. Bunlar hukuki zeminde ve toplum talebiyle gerçekleşebilir gibi duruyor.
Burada şeffaflık anlayışının oldukça önemli olduğu kanaatindeyim. Zira kurumlarda açık olmayan "örtülü" kalan bir çok şey yozlaşmaya müsaittir.
Toplumların ve kurumların ortaya çıkardığı gücün yönetilmesi için hükümet(ler) ortaya çıkmaktadır. Çeşitli hükümet çeşitleri vardır. Genelde hükümet denildiğinde meclis içinden seçilmiş veyahut halk tarafından seçilmiş adayların oluşturduğu erkler akıllara gelsede bununla sınırlı değildir. Monarşiler, oligarşiler, tiranlıklar, diktatörlükler aklınıza gelebilecek her yönetim biçiminden hükümetler ortaya çıkabilir.
Yaşadığımız çağın "en iyi ikinci yönetim sistemi" olarak karşımıza demokrasi çıkmaktadır [5]. Demokrasi dünya çapında sayılı ülkeler dışında temsili demokrasidir. Ayrıca modern totaliter ideolojilerle yönetilen bazı ülkeler dahi kendi meşruiyetlerini demokrasiye dayandırmaktadırlar [6] [7]. Ülkemizde 2018'den beri temsili demokrasinin "Başkanlık" sistemi uygulanmaktadır. Başkanlık sistemi esasında parlamenter sistemden kağıt üzerinde "daha hızlı" işlediğinden ötürü ülkemizde uzun seneler boyunca geçilmesi tartışılmıştır. Parlamenter sistemde başkan ve cumhurbaşkanı meclisin içinden çıkarken başkanlık sisteminde cumhurbaşkanı, başkan yetkileriyle beraber siyasi kimliğiylede ünvan kazanmaktadır. Bir çok meseleyi parlamento onayı olmadan cumhurbaşkanı kararnameleriyle yürürlüğe sokabilmektedir. Kısacası gücün tek bir merkezde toplandığı bir sistemdir.
Başkanlık sistemine geçilmesi için gidilen referandumunda "Evet-Hayır"cılar olduğunu hatırlıyorum vardı. "Evet"çiler parlamenter sistemin yavaş ve meseleleri çözmektense daha fazla mesele üretmekte olduğunu iddia etmekteydiler. Bazıları bu yetki verme işini sanırım az gördüklerinden "Yetmesede evet!" dahi diyorlardı. "Hayır"cılar ise gücün tek bir insanda toplanmasının yozlaşmaya ve halkı çift kutuplu bir sisteme hapsetme olasılığının olduğunu iddia etmektedirler.
Referandumu "Evet"çiler kazanmıştı. Başkanlık sistemini kabul etmemizden daha on yıl geçmeden ülkemizde istikrarsızlığın arttığını söylemek mümkündür [8] [9] [10].
Türkiye'de başkanlık sisteminin istikrarsızlığa yol açmasının başlıca nedenleri, yürütme ve yasama organlarının ayrı seçilmesinden kaynaklanan "katılık sorunu (yürütme ve yasamanın uyum sağlayamaması)", iktidar ve muhalefet arasında sıkışan siyasi rekabetin tıkanıklık yaratması, ve başkanın doğrudan halk tarafından seçilip görev süresi boyunca görevden alınamaması gibi yapısal faktörlerdir. Bu sistemde başkan ve parlamento farklı siyasi çizgilerde olursa işbirliği zorlaşır, siyasi süreç donuklaşır ve tıkanmalar yaşanır. Ayrıca başkanlık sisteminde yürütme gücünün tek elde toplanması, azınlıkların sistem dışına itilme riski ve toplumsal kutuplaşmaya yol açar. Türkiye'de sivil toplum kültürünün zayıflığı, siyasi bilinç eksikliği ve yargı bağımsızlığındaki zafiyetler gibi faktörler de bu sistemi daha istikrarsız hale getirir. Özetle, sistemin doğasındaki katılık ve güç paylaşımındaki zorluklar ile siyasi ve toplumsal altyapı eksiklikleri birleştiğinde istikrar sağlanması zorlaşmaktadır [11].
Hükümet ayağınında diğer ayaklar gibi bu yüzden değişmesi lazımdır. Başkanlık sistemini ülkemiz için bir deney süreci olarak düşünmeliyiz. Deney süreci ne yazık ki milyonlarca insanın ruh sağlını bozacak seviyeye ulaşmıştır. Hiçbir deneyin katılımcılarda hasar bırakmaması gerekmektedir. Aksi takdirde insanlık şahsiyeti ayak altına sürüklenmeye devam edecektir.
Peki bir ülkenin bu üç sütunu nasıl oluşmaktadır?
Toplum kendini oluştururken aslında kendisinden önce bir suni yapıyı esas alarak oluşmamaktadır. Yaşanılan coğrafyayla uyumlu kendince özgür ve özgün olarak çıkmaktadır. Yani doğal bir süreçtir.
Toplumların oluşmasıyla paralel olarak kurumlarda ortaya çıkmaktadır. Toplumsuz kurumlar, uygulan(a)mayan yasalara benzemektedir.
Toplumların ve kurumların inşasıyla artık insanın en temel içgüdüsü olan iktidara sıra gelmiştir. İktidar sahipleri hakimiyet alanlarını sahip oldukları güçle tasarruflarına alırlar.
Ahlak katili: Enflasyon
Makro İktisada Giriş hocam bir dersinde falanca büyük bir ekonomi kurumunun dünya devletlerine şunu öğütlediğini söylemişti; Ülkenizde döviz fırlayabilir, faizler yükselebilir ancak enflasyonu asla ama asla kontrolünüzden bırakmayın!
Elbette hocamız belkide sayfalar boyu raporu bize bir cümlede aklımıza kazımak için bu kadar basit bir dille anlatmıştı. Peki yukarıda aktardığım sözün hikmeti nedir? Esasında dövizin ve faizlerin yükselmesi elbette ekonomik ve sosyal problemlere yol açmaktadır. Bunda bir beis yoktur. Ancak unutulmamalıdır ki genelde faiz ve dövizin fırlaması KRİZ anlamına gelmektedir. Krizler geçici ve kısa süreli buhranları işaret etmektedir.
Enflasyonun en ideal oranı bir çok kaynak tarafından ortalama %2 olarak kabul edilmektedir [12] [13] [14] [15]. Ancak ülkemizde özellikle 2017 yılından (başkanlık sisteminin kabul yılı) 2025 yılına kadar enflasyon çift haneli rakamlardan oluşmaktadır [16]. Üç haneye bu kadar yaklaşan enflasyon oranları ülkemizde daha çok yapısal problemlerin olduğunu işaret etmektedir. Ne yazıktır ki aktif çatışmada olan ülkeler dahi bizim enflasyon seviyemizden kat ve kat aşağıdadır; Ukrayna'nın 2023 enflasyon oranı yaklaşık %13 iken [17] Rusya'nın 2023 enflasyon oranı yaklaşık %9,50'dir [18] ayrıca Myanmar 2023 enflasyon oranı yaklaşık %30 civarındadır [19] bunlara ilaveten İsrail'in 2024 enflasyon oranı yaklaşık %3 civarındadır [20]
Enflasyon oranlarını yazdığım ülkeler aktif olarak savaşmakta olan ülkelerin verileridir. Bizim aktif bir savaşımız olmamasına rağmen ekonomik anlamda problemlerimiz en üst noktadadır. Döviz yüksek, faiz yüksek, enflasyon yüksektir. Üçüde belkide geleneksel reçelerle çözülemeyecek mertebede nüksetmektedir.
Enflasyonun neden olduğu problemlerden bazıları;
-
Satın alma gücünün azalması: Enflasyon, halkın parasının değer kaybetmesine ve yaşam maliyetlerinin artmasına yol açar. Bu da özellikle sabit gelirli kesimlerin yaşam standartlarının düşmesine neden olur. Gelir adaletsizliği yaygınlaşır.
-
Ekonomik belirsizlik: Yüksek enflasyon fiyatlarda hızlı değişiklikler yaratır, bu da işletmelerin ve tüketicilerin sağlıklı ekonomik kararlar almasını zorlaştırır.
-
Tasarrufların erimesi: Enflasyon, paranın değerini düşürdüğü için halk tasarruf yapmaktan kaçınır, bu da yatırım ve ekonomik büyümeyi olumsuz etkiler. Yalancı bir ekonomik büyüme gerçekleşir.
-
Yatırımların azalması: Yatırımcılar enflasyonun yüksek olduğu ortamlarda geleceği öngöremediğinden yatırım yapmaktan çekinir, üretim ve istihdam azalır.
-
Faiz oranlarının yükselmesi: Enflasyonun kontrol altına alınması için merkez bankaları faiz oranlarını yükseltir, bu da kredi maliyetlerini artırır ve ekonomik aktiviteyi yavaşlatır. Kısa süreli krizler görülebilir ancak enflasyonun yıkıcılığına karşı alınması gereken bir önlemdir.
-
Dış rekabet gücünün zayıflaması: Enflasyonun yüksek olduğu ülkelerde üretim maliyetleri artar, ihracat maliyetleri yükselir, bu da uluslararası rekabet gücünü düşürür. İthalat yaygınlaşır.
-
Sosyal ve politik istikrarsızlık: Ekonomik zorluklar halkın yaşamını olumsuz etkiler, sosyal huzursuzluklara ve siyasi istikrarsızlıklara yol açabilir.
-
Döviz talebinde artış: Enflasyon yüksek olduğunda halk ve işletmeler değer kaybeden yerel paradan kaçınır, döviz talebi artar, bu da döviz kuru üzerinde baskı oluşturur [21] [22].
Enflasyonun yarattığı problemlerin gerçek hayattaki karşılıkları aslında yazımın başında bahsettiğim korkunç gündem başlıklarımızdır. Enflasyonun en yanıltıcı yönüyse ekonomide bir büyüme yaratmasıdır. Bunun sebebiyse halkın (tabiaten) sürekli harcama yapması dolayısıyla paralarını sermaye sahiplerine aktarmasıdır. Günün sonunda artan işlem hacmi ekonominin çok hızlı bir şekilde büyüdüğünü gösterir. Esasında bu denli yüksek enflasyon orta sınıfın (genelde aşağı sınıfa kayarak) günden güne incelmesi ve toplumun üst sınıfı ile alt sınıfı arasındaki uçurumun artmasına yani kısaca gelir adaletsizliğine yol açmasına neden olur.
Dünya çapında en aşağılık ahlaksızlıkları yapanlar genelde ekonomisi zayıf ülkelerdir. Ne üzücüdür ki sadece bir kaç bin lira için yeni doğan bebeklerin yaşamlarını çalan hırsızlıkların (ve listelerce kaynak gösterilebilecek diğer hırsızlıklar) sadece bizim ülkemizde belkide tek emsal olarak yaşanması ekonomik alanında başarılı olamadığımızı göstermektedir.
Bu denli yapısal probleme elbette geleneksel "sosyal devlete" güvenerek çözmemiz mümkün olduğu pek söylenemez. Zira genelde zaten bu problemlerin sebebi "elinin kolunun uzun olduğu, koca, büyük, ulaşılmaz devletin" varlığıdır. Bizim ülkemizden belkide daha şiddetli buhranlar geçiren Arjantin, yeni seçilen Cumhurbaşkanı Javier Milei'nin "ekonomide şok tedavisi" uygulamalarıyla mali disiplini ve enflasyonda düşüşü sağlayabildi. Bu süreçte halktan tepkiler ilk yılda asla esirgenmedi. Özellikle devletin sübvansiyonlarına bağlı olan sınıflar bu sürece en sert protesto edenlerdi.
Vücudunuzda baştan ayağa yoğun bir ağrının olduğunu hayal edin. Ayağa kalkıp yürümeniz halinde bu ağrı misliyle artmaktadır. Ancak doktorunuzun verdiği reçeteyi ayağa kalkıp uygularsanız kısa sürede olağanüstü acılar çekseniz dahi hayatınızın geri kalanında bu acıdan kurtulacaksınızdır. Siz olsanız hangisini tercih ederdiniz? Büyük ihtimalle kısa sürede olsa yoğun bir acı çekmeyi seçmişsinizdir. İşte Milei'nin seçimide buydu.
Milei'nin ekonomi stratejisinde öne çıkan uygulamalar şunlardır:
-
Kamu harcamalarının ciddi şekilde kısılması, kamu kurumlarının sayısının yarıya indirilmesi ve kamuda 70 bin işçinin işten çıkarılması.
-
Kamu ihalelerinin ve çeşitli sübvansiyonların askıya alınması.
-
Arjantin Merkez Bankası dahil olmak üzere kamu kurumlarının yeniden yapılandırılması, kontrolsüz para basımının durdurulması.
-
Peso'nun dolar karşısında değer kaybetmesi yönünde politikalar (devalüasyon) ve dolarizasyon sürecine hazırlanılması.
-
Faiz oranlarının önemli ölçüde düşürülmesi (örneğin, politika faizinin %133'ten %40'a indirilmesi).
-
Mali disiplini sağlamak için uzun yıllardır süren bütçe açıklarının kapatılması.
Başlattığı çalışmaların bir çoğu ekonomiyi "popülist" vaatlerle sömüren uygulamaların ortadan kaldırılması veya sağlanamayan dengenin sağlanması yönündedir. Ayrıca devletin küçülmesi halkın kısa sürede kendi girişimlerinin artmasına yol açacaktır. Girişimin olduğu yerde ise kölelikten pek söz edilmez.
Bizimde sosyal yardımları arttırmak yerine vergi indirimlerine (özellikle dolaylı vergilerde) yönelmemiz ülke için en sağlıklı olacaktır. Devletin küçülmesi aslında büyümesi anlamına gelmektedir, bunun tam terside söz konusudur. Kamuda sadece söylemle değil sahidende tasarrufa gidilmesi gerekmektedir. Devlet yöneticilerinin sıradanlaşması her ne kadar kulağa delice gelsede başarmamız gereken bir hedef olmalıdır. Unutmayalım ki bu fikir bize delice geliyorsa J.J. Rousseau, Descartes, İbn Haldun, Machiavelli ve nice isimleride deli ilan etmemiz gerekmez mi? Bu birbirlerine zıt fikirlerede sahip olabilen insanlar geleneksel siyaset ve tarih anlayışına muhalefet ederek fikirlerini inşa etmiş ve ders kitaplarımızda dahi kendilerine yer edinmişlerdir.
Dış Müdahale mi İç Mücadele mi?
Tarihte bir ülkenin çöküşü hem iç mücadelelerden hem dış müdahalelerden kaynaklanabilir; ancak genel olarak iç mücadelelerin ve iç yapısal sorunların daha belirleyici olduğu söylenebilir.
Ülkelerin çöküş nedenleri arasında merkezi yönetimin zayıflaması, kötü yönetim, ekonomik sorunlar, sosyal ve politik iç çatışmalar gibi iç faktörler sıkça ön plana çıkar. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünde,askeri yapının bozulması, merkezi otoritenin zayıflaması, ekonomik krizler, yozlaşmış yöneticiler ve sosyal sorunlar (milliyetçilik ve kültür çatışmaları gibi), çöküş sürecini hızlandıran başlıca etkenler olmuştur. Aynı şekilde Antik Yunan'ın çöküşünde şehir devletleri arasındaki siyasi çekişmeler ve iç savaşlar önemli rol oynamıştır.
Dış müdahaleler ise genellikle bu zayıf iç yapılar nedeniyle ülke üzerindeki etkisini artırır ve çöküşü hızlandırır. Örneğin dış müdahaleler, işgaller veya sömürgeleştirme gibi durumlar ancak iç zayıflıkların olduğu ülkelerde başarılı olabilmiştir. Bazı teorilere göre dış müdahaleler, iç toplumsal ve siyasi çözülmelerin tetikleyicisi veya hızlandırıcısıdır.
Özetle, tarihsel süreçler incelendiğinde ülkelerin çöküşlerinde doğrudan iç mücadelelerin ve yapısal sorunların daha temel ve belirleyici bir rol oynadığı; dış müdahalelerin ise bu süreçleri derinleştirip hızlandırdığı söylenebilir [23] [24] [25].
Ülkemizin siyasi tarihinde dış müdahale söz konusu olsada her zaman iç mücadelenin bir çok ilerleme sürecini baltaladığını biliyoruzdur. Geçmişteki hatalar belki düzeltilemez ancak "aynı delikten iki defa ısırılmak" hatadır. 2025 yılı itibarıyla geçmişte denenen ancak büyük hüsranla biten "Çözüm Süreci"nin ikinci denemesi söz konusu. Ne ilginçtir ki seçim öncesinde terör örgütü ile bağlantıları olduğu söylenen parti ile seçim sonrasında barış yapmak için el pençe davet edilenin aynı parti olduğu bir süreç devam ediyor. Oysa Süleyman Soylu 2021 yılında şunları söylemişti:
"Terör örgütünden ahlak bekleyen ahmaktır. Terör örgütünden hukuk bekleyen ve terör örgütünden 'acaba bir şey olur mu' diye ona yaslanan hain oğlu haindir [26]"
Buna ilaveten Cumhurbaşkanı Erdoğan 2016 senesinde şunları demişti:
"Terörün karşısında dimdik durmaya devam edeceğiz asla teröre taviz veremeyiz ve teröristler kadar bizler gururlu olmazsak, onurlu olmazsak onların karşısına dikilmezsek, bilesiniz ki bu ülkede büyük bir kırılma olur [27]"
Süleyman Soylu'nun ve Erdoğan'ın bu sözlerine itiraz etmek mümkün değildir.
Üzerinde durulması gereken başka bir konunun hukukun üstünlüğü endeksinde 1800'lerden bile (yani anayasal bir düzenin olmasından bile önce) daha geride olmamızdır [28].

Hukukun üstünlüğünün olmadığı yerdeyse yargı bağımsızlığını yitirir bir çeşit güç aparatı olur, yolsuzluk artar, temel hak ve özgürlükler günden güne kısıtlanır, demokratik denetim zayıflar, toplumsal ve ekonomik çalkantılar yaşanır, kanunlar herkese eşit uygulanmadığından şiddet artar.
Yukarıdaki endekste ilgi çekici bir detay daha olduğunu düşünüyorum. Şöyle ki hukukun üstünlüğü endeksinin ani düşüşler yaşadığı darbe dönemlerinden dahi daha düşük bir seviyedeyiz.
Hukukun üstünlüğünün olmadığı iki çeşit durum olduğu kanaatindeyim: Özgürlüksüz kanunların olduğu Tiranlık ve kanunsuz özgürlüğün olduğu Anarşi.
Dış müdahale ve iç müdahale hangisine karşı olmak istiyorsak öncelikli hedefimiz hukuk yolu olmalıdır. Ancak dikkat etmeliyiz, ilk yürürlüğünden geçen on yıllar sonrasında değişmedik pek az maddesi kalan "yamalı" anayasayı "bakın darbe anayasası işlemiyor! Değiştirip sivil anayasa kurmamız lazım!" fikriyle değiştirmekten önce mevcut anayasanın uygulanması gerekmektedir. Zira dünyanın en iyi anayasası bile olsa uygulan(a)madığı sürece asla millete fayda etmeyecektir.
Sonuç
Eğer bir değişim istiyorsak bu devrimle veya söylemle gerçekleşmeyecek. Biz devrimimizi zaten gerçekleştirdik. Soğuk savaş sonrasında ise söylemlerimiz icraatlerin çoğu zaman ötesindeydi zira ideolojiden arındırılan bir toplum olduk. Bir değişim bekleniyorsa hükümet(ler)in tepeden aşağıya reformlar havale ederek gerçekleşmesini beklemek mümkün değildir. Üst sınıfın alt sınıfları düşünerek hareket etmesi tarihin akışında oldukça nadir görülmüştür. Ayrıca işlevlerini büyük ölçüde yitirmiş kurumlarında bu değişime katkı sunması gerçekleşmeyecektir. Elimizde seçenek olarak bin yılı aşkın sürede yaratılan toplumumuz kalmıştır. Toplumun bu denli bir değişimi yaratması için genelde halkın yarısı velev ki yarısından fazlasının harekete geçirilmesi gerekiyor sanılmaktadır.
Aksine bir çok araştırmada belkide çok daha az hareketlilik ve toplum katılımı ile değişimlerin mümkün olduğu işaret edilmiştir.
Mark Granovetter, Eşik Modeli ile her bireyin "eşik" seviyesine sahip olduğunu teorileştirmiştir. Bu eşik, kaç kişinin harekete geçtiğini gördüğünde kendisinin de harekete geçeceğini belirler. A kişisi için eşik 0 ise ilk kıvılcımı başlatır, B kişisi için eşik bir kıvılcımın doğmasıdır, C kişisi için eşik kıvılcımların giderek çoğalması olabilir. Yani: Küçük bir grup harekete geçtiğinde, zincirleme etki oluşur toplumsal hareket büyür.
Malcolm Gladwell, Tipping Point kitabında aslında küçük bir azınlığın, doğru bağlantılar ve mesajlarla insanların seferber edilebileceğinden bahseder. Moda trendleri, teknolojik yeniliklerin yayılması, politik hareketler bu iddia ile örtüşmektedir. Gladwell burada üç tip insanın bu seferberliğe faktör olabileceğinden bahseder; Bağlantı Kurucular (connectors) yani network ağı geniş olanlar, Bilgi Uzmanları (mavens) yani bilgiyi aktaranlar ve Satıcılar (salesmen) yani insanları ikna edenler.
Çeşitli kaynaklarda, toplumda %10–25 arasındaki bir azınlık harekete geçtiğinde büyük dönüşümlerin başladığını gösteriyor:
-
Damon Centola ve ekibi (2011): Sosyal ağlarda yeni bir normun benimsenmesi için yaklaşık %25’lik bir azınlık yeterli olduğunu iddia etmiş
-
Cornell Üniversitesi (2018): %10’luk kararlı bir azınlığın, zamanla çoğunluğun fikrine temayüz edebileceği görüşünü bildirmiş.
Toplumun ferdi olarak ortada yanlış giden bir sistem varsa ona karşı tepkimizi koymak ve bütünleştirici yaklaşmak vatanseverliktir. Haksızlığa ve toplumu bölenlere karşı olmak ahlakımızla neden örtüşmesin ki? Bu bizim hakkımız değil mi? Aksi düşünülüyorsa "Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklal" dizesine kayıtsızız demektir. Dizeyi "Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım" dizesiyle okumaya devam edersek Hakk'a tapan bir milletin istiklali hak etmesi, bu uğurda fedakarlıkta bulunması, üzerine çökmüş gölgeyi yırtarak aydınlığa yaklaşması gerekiyor [29]. Her şey kaybedilse dahi umut her zaman olacaktır. Doğru zamandaki doğru insan tüm gerçekliği değiştirebilir.
[1]https://www.tutunamayanlar.org/post/sosyal-%C3%A7%C3%BCr%C3%BCme-nedir-toplumlar-nas%C4%B1l-ve-neden-%C3%A7%C3%BCr%C3%BCr-sosyal-%C3%A7%C3%BCr%C3%BCme-nelere-sebep-olur
[2] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/964888
[3] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/257918
[4] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/177737
[5] https://www.mirathaber.com/en-iyi-ikinci-yonetim-sekli-demokrasi-1/
[6] https://www.asiapacific.ca/publication/north-koreas-updated-local-elections-little-more-democratic
[7]https://theconversation.com/how-china-combined-authoritarianism-with-capitalism-to-create-a-new-communism-167586
[8]https://www.sosyalarastirmalar.com/articles/the-leaders-who-revive-the-presidential-system-in-the-turkish-political-scenetrke-demrel-zal-and-erdoan.pdf
[9] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/394691
[10] Kaymal, C. (2017). Başkanlık Sistemi ve Siyasi İstikrar Arasındaki İlişki. Strategic Public Management Journal, 3(6), 150-167. https://doi.org/10.25069/spmj.342234
[11] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/394691
[12] https://www.mahfiegilmez.com/2024/01/enflasyon-rehberi.html
[13] https://www.mahfiegilmez.com/2023/01/ekonomi-101-enflasyon.html
[14]https://www.bde.es/wbe/en/areas-actuacion/politica-monetaria/politica-monetaria-area-euro/bce-estrategia-politica-monetaria/por-que-2-en-lugar-del-0.html
[15] https://www.w1m.com/insights/why-is-2-the-central-bank-inflation-target/
[16] https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TR/TCMB+TR/Main+Menu/Temel+Faaliyetler/Para+Politikasi/Fiyat+Istikrari+ve+Enflasyon/Enflasyonun+Hedefleri
[17] https://www.aso.org.tr/uploads/ortam/Ukrayna%20%C3%9Clke%20Profili-2024.pdf
[18] https://haberrus.ru/economics/2025/01/16/rusyada-2024-yili-enflasyonu-aciklandi-952.html
[19] https://tr.tradingeconomics.com/myanmar/inflation-cpi
[20] https://tr.tradingeconomics.com/israel/inflation-cpi
[21] https://nek.istanbul.edu.tr/ekos/TEZ/ET004029.pdf
[22]https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/b62e1fb7-ebc1-4922-99dc-b3ba23320b9f/enflasyon.pdf?MOD=AJPERES&CACHEID=ROO
[23] https://karsem.karatay.edu.tr/osmanli-imparatorlugunun-cokus-nedenleri
[24] https://evrenatlasi.com.tr/kultur/antik-yunanin-cokusu-tarihsel-surec-ve-nedenleri/
[25] https://tr.wikipedia.org/wiki/Devlet_%C3%A7%C3%B6k%C3%BC%C5%9F%C3%BC
[26] https://www.youtube.com/watch?v=b2_raTk1Gjc
[27] https://www.dailymotion.com/video/x9j6bnm
[28]https://ourworldindata.org/grapher/rule-of-law-index?tab=line&time=earliest..2024&country=~TUR&mapSelect=~TUR
[29] https://kku.edu.tr/Anasayfa/Haber/Index/2076AspxAutoDetectCookieSupport=1#:~:text='Hakk%C4%B1d%C4%B1r%20Hakk'a%20tapan%20milletimin,u%C4%9Fruna%20kendini%20feda%20etmesi%20demektir.
Yorum Yaz