İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Günlük hayatta pek çok sorunla karşılaşıyoruz. Bu sorunlar işimizle, mesleğimizle, ailemizle yahut arkadaşlarımızla alakalı daha müşahhas olabileceği gibi aynı şekilde siyaset, felsefe gibi daha mücerred alanlarla ilişkili de olabilir. Peki ya bu sorunları nasıl çözeceğiz?
Şahsi olarak bir soruna çözüm bulmaya çalışmadan evvel ilgili sorunun evvela gerçek bir sorun olup olmadığını anlamaya çalışmamız gerektiği kanaatindeyim. Aksi halde hayatta bir karşılığı olmayacak bir sorunu çözmek için zaman ve emek harcayacağız ki böyle bir amel tam manasıyla israf olacaktır. Sorunun gerçekliği düşünülüp araştırıldıktan sonra da yapılması gereken şeyin sorunun tanımlanması ve nedenleri üzerine imalı fikredilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bütün bu çabalardan sonra sorunun çözümüne dair yapılacak ameliyenin daha faydalı ve verimli olacağını düşünmekteyiz.
Gelelim başlığımızda sorduğumuz soruya: Türkiye siyasetinde neden bu kadar kavga var?
Öncelikle şunu sormak lazım ki bu sorun gerçek bir sorun mudur?
El cevap: Bizce gerçek bir sorundur.
Siyaset tabiatı gereği kavgaya sebebiyet verir. Bir kimsenin siyasi bir mesele hakkında konuşması tabii olarak ilgiliyi kişiye bir taraf olmayı zorunlu kılar. Herhangi bir yazar, gazeteci ve akademisyenin siyasi bir konu konuşup da kendisinin tarafsız olduğunu iddia etmesini biz, sahtekarlık olarak görüyoruz. Böyle bir tavrın mümkün olduğunu düşünmüyoruz. Mamafih, siyaset bünyesinde kavgayı barındıran bir olgudur. Fakat bizim sorumuzda bahsettiğimiz “kavga” siyasette tabii karşılanması gereken bu kavga çeşidi değildir.
Ülkeyi ilgilendiren X meselesi hakkında siyasiler A ve B fikirlerini sahip olabilirler. Kendi fikirlerinin haklılığını ispat etmek ve muhataplarının fikirlerini haksız çıkarmak için programlar, konferanslar tertip edebilir gazete ve kitaplar çıkartabilirler. X meselesi üzerindeki bu kavga gayet normal hatta olması gerekendir.
Peki ya A ve B fikrine sahip olan siyasilerin bir kahve markası üzerinden kavga etmeleri normal midir? Yahut bir insanın giymiş olduğu kıyafetler üzerinden kavga etmeleri siyasi bir kavga olarak nitelenebilir mi? Bir futbolcunun bir takım şahsi hassasiyetlerini kamuoyu önünde tartışmaları ve insanları kutuplara ayrılmaları sağlamaları olması gereken midir?
El cevap: Hayır.
Zira hayattaki her siyasi ayrışma kavgadır fakat her kavganın siyasi ayrışmaya sebebiyet vermemesi gerekir. Fakat ülkemizdeki her kavganın siyasi ayrışmada bir karşılığı, tezahürü vardır. Süper Ligi kimin kazandığından bir belediyenin vermiş olduğu imar iznine kadar; ülkenin geleceğini ilgilendiren askeri ve stratejik doktrinlerden, park ve bulvar isimlerine kadar pek çok mesele Türkiye’de siyaset kavga sahasının içindedir.
Bu normal değildir.
Peki ya ülkemizde bu durumun biteviye ve inkıtasız bir şekilde yaşanmasının sebebi nedir?
Bizim yazımızda cevaplamayı asıl murat ettiğimiz nokta işte budur.
Bizce Türkiye’deki bütün kavgaların, ayrışmaların, çatışmaların, kutuplaşmaların tek bir sebebi vardır. O da: Batıcı seçkin azınlık ile Müslüman halk arasındaki gücü kim elinde tutacak/devleti kim yönetecek/iktidar kim olacak kavgası.
Biz, günümüzde, büyük küçük, siyasi kavga olarak nitelediğimiz bütün kavgaların bu ana kavgadan neş’et ettiğini düşünüyoruz.
Biz tarihimize baktığımızda şunu görüyoruz:
Tanzimat ve akabinde Islahat fermanlarına kadar Müslüman halk ülkenin mutlak hakimiydi. Bu fermanların ilanı ve yapılan inkılap hareketleriyle birlikte Batıcı seçkin azınlık devlet yönetiminde güç kazanmaya, gücün unsurlarına hâkim olmaya başladı. 13 Nisan 1909 darbesine (31 Mart Vakası olarak meşhurdur, bizce bu yanlış bir isimlendirmedir zira o gün yaşananlar bir darbedir) kadar Batıcı seçkin azınlık, gücü ele geçirmeye ve iktidara gelmeye çalıştı. Nitekim 13 Nisan darbesiyle birlikte buna muvaffak oldular. Bizce 13 Nisan 1909’dan 14 Mayıs 1950’ye kadar Türkiye’de Batıcı seçkin azınlığın, zaman zaman şiddeti değişmekle birlikte, mutlak iktidar ve hakimiyetini gördük. Demokrat Partinin iktidara gelmesiyle birlikte Müslüman Halkın derin ve yavaş bir şekilde kendine ait olan güç ve iktidarı geri almak için mücadele etmeye başladı görüyoruz. Bugün takvimler 2025 yılı gösteriyor ve aynı mücadele, artan bir şiddetle, devam ediyor.
Tek bir paragrafla özetleyemeye çalıştığımız Türkiye’mizin 200 yıllık serencamının nedenin ve yazımızın başlığında sormuş olduğumuz sorunun cevabının işaret ettiğimiz nokta olduğunu düşünüyoruz: Batıcı seçkin azınlık ve Müslüman halk arasındaki iktidar mücadelesi.
Türkiye’deki siyasi kavgayı bu şekilde tanımladıktan ve izah ettikten sonra sorulması gereken soru şudur: Peki ya biz hangi tarafın kavgasını veriyoruz?
Ancak bu sorular cevaplandırıldıktan sonra kavganın nasıl verileceğini konuşulabilir.
Minallahi’t-tevfîk
Ahmet Furkan Usta
Yorum Yaz