İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Fuat Sezgin: Çalışma Azmi ve Bilim Tasavvuru
Fuat Sezgin, 24 Ekim 1924’te Bitlis’te dünyaya gelmiştir. Alman Şarkiyatçı Helmut Ritter’in öğrencisi olarak bu alanda çalışmalarına başlamıştır. Ritter Hoca, öğrencileri tarafından çok zor olduğu düşünülen biriydi ve gerçekten de onun öğrencisi olmak çok zordu. Günde 20 saate yakın yaptığı çalışmalarıyla Ritter, öğrencilerinin de kendisi gibi çalışmalarını istiyordu büyük ihtimalle. Ritter, Sezgin’e, "Benim Hocam Brockelmann günde 24 saat çalışıyordu ve eğer günde daha fazla saat olsaydı o kadar da çalışırdı" diyor. Bunun üzerine Sezgin Hoca, "O söz bana öyle çok tesir etti ki hakikaten 70 yaşıma kadar devam edecek bir tempo yakaladım. O konuşmadan sonra bu yaşıma kadar günde hep 17 saat çalıştım. O söz beni çok etkilemişti" demiştir (Turan, 2018, s. 70).
Fuat Sezgin’in meşhur bir “nehir tasavvuru” vardır. Bu nehir tasavvurunun bir kolunun da gençliğimiz olmasını ve gençlerin "kreatif" (yaratıcı) olmalarını ister. Üretken bir gençlik hayal eden Sezgin, insanlığın ortak mirası olduğunu düşündüğü bilimin Türkiye’de de gelişerek devam etmesini arzu eder. Kendisi yazmaları çok sevmiştir ve Türkiye ile İran’daki yazmalar onu adeta büyülemiştir. Nehir tasavvurunu Hocamız şöyle anlatıyor:
"Ben bilimlerin tekâmül kanununu, bir nehre benzetiyorum. Çok uzun zamandır kafamda böyle bir tasavvur var. Nehir küçük kaynaklardan çıkıyor, yavaş yavaş çoğalıyor, bir eğimden aşağı süratle akıyor. Ovaya doğru hızlı akıyor ve ovada hem genişliyor hem de sürati azalıyor. Sonra bir daha toplanıyor ve yeniden hız kazanıyor ve bu şekilde sürüp gidiyor. Bilimler, farklı insanların elinden geçerek, farklı kültür dünyalarından geçerek yavaş yavaş gelişiyor. Ve bugünkü hâline geliyor. Ben böyle tahayyül ediyorum."
Gençlerin Batı karşısında aşağılık duygusuna kapılmamasını ister. İslam’ın Müslümanları geri bıraktığı tezine karşı çıkar. Müslümanların bilim ile yoğun bir şekilde uğraştıklarını belirtir. Müslümanların 10. yüzyılda ulaştıkları bilgi birikimine Batılıların 800 ve 900 yıl sonra ulaştıklarını söyler. Sezgin Hoca şu ifadeleri kullanır:
"17. yüzyılın başlarından itibaren Müslümanlar bakıyorlar ki Avrupalılar teknolojide bizden ileri. Mesela Avrupalıların ellerindeki topu görüyorlar ama Avrupalıların o topu bizden aldıklarını bilmiyorlar. Pusulayı görüyorlar ama onların pusulayı bizden aldıklarını bilmiyorlar. Bunları gördükçe aşağılık duygusu gelişiyor. Osmanlı İmparatorluğu küçük çarelerle yenilikler yapmaya çalışıyor ama sebepler bilinmiyor. Bizim sebepler üzerinde durmamız lazım..." (Turan, 2018, s. 70).
Sezgin Hoca gençlerin aşağılık duygusundan kurtulması gerektiğini savunur ve gerçekten de bu, çok doğru bir söylemdir.
Oryantalistlerin önyargılı olduklarını, hatta İslam’dan hiç hazzetmeyenler olduğunu söyler ama bununla birlikte onlara saygı duyduğunu ve onlardan çok şey öğrendiğini de belirtir. Biruni’nin bir ülke tanıtımındaki objektifliğine büyük vurgu yapar. Hintlilere dair araştırma yaparken Biruni şu ifadeleri kullanır:
"Ben bunları (Hintlileri) tamamen objektif bir gözle, hissiyatımı bir kenara bırakarak, bütün hakikatlere dayanarak göstermek istiyorum, bütün gayretim budur."
Öyle bir kitap yazıyor ki bugün bile Biruni’nin objektivitesi tarzında yabancı medeniyetlere dair yazılmış hiçbir kitap bulamazsınız, ta ki 21. yüzyılın başına kadar. "İslam dünyasında Biruni gibi çok muazzam insanlar var" (Turan, 2018, s. 74).
Turan Hoca şu soruyu soruyor: Gençlere, üniversitede okuyanlara, bilim çalışanlara neler söylemek istersiniz?
Sezgin: "Bundan 20-25 sene evvel Kuveyt Üniversitesinde bir konferans vermiştim. O zaman kitabımın 6. cildi çıkmıştı. Bir genç kalktı, bana dedi ki: 'Siz bu zor kitabı yazıyorsunuz, bize neler tavsiye ediyorsunuz?'. Ben de ona Arapça dedim ki: Gerçek bir züht. Yani dünyanın nimetlerinden feragat edebilmek. Ben belki daha iyi şartlarda yaşayabilirdim ama otuz yıldan beri evden çıkarken çantama sadece küçük bir ekmek parçası koyarak gidiyorum enstitüme. Enstitüye geldiğimde dolabımdan ufak bir peynir parçası veya yağsız bir reçel çıkarır, onunla öğle yemeğini hallederim. Yani 10 dakikayı geçmiyor benim öğle yemeğim. İkincisi ise 'sabrun cemil' (tatlı sabır). Bunu hatırlarım daima. Ondan birkaç sene sonra Riyad’a gittim. Televizyoncular geldi, benimle konuşurken 'Bize ne tavsiye edersiniz?' diye sordular. Onlara Arapça dedim ki: Allah korkusunu... Allah’ın bütün hareketlerimizi kontrol altında tuttuğunu bilme şuurunu tavsiye ederim."
"Bir de masa başına oturmanızı ve okumanızı tavsiye ediyorum. Ancak masa başında otururken de aklınız Oxford Caddesi’nde, Champs-Élysées'de veyahut Kahire’nin Süleyman Paşa Caddesi’nde dolaşmakta olmasın! Aklınızla, bedeninizle masanın başında oturup okumanızı tavsiye ediyorum, dedim. Müslümanlar bugün hayatlarını uçaklarda, trenlerde, otomobillerde gezmekle geçiriyorlar. Oysa onların, düşünmeleri ve düşünüp fikirlerini geliştirmeleri gerekir. Biraz feragat etmesini bilmek lazım, buna ek olarak bir şey daha söyleyeyim: Ben bu kitapları yazarken bazen yorulduğum oluyor masa başında. Ara sıra biraz dinlenmek istiyorum. Sonra hemen aklıma şu geliyor: Vakit geçiyor, vakit! Zaman geçiyor! 'Kendine nasıl zaman tanıyabilirsin!' diye kendime kızarım. Sonra hemen dinlenmeyi bırakır, kendimi yazmaya zorlarım. Yani okuyan, yazan, düşünen bir millet olmalıyız. Bu işlerde asla dilsiz olmaz. Bizim Türklerde dile karşı bir korku var, bu korkuyu yıkmak lazım. O da tabii dil bilgisi bilmemekten kaynaklanıyor. Çünkü bütün milyonlarca insan yazıyor, okuyor; onların ulaştıkları neticeleri ancak dil bilgisiyle kavrayabiliriz. Ben dilleri, yazılanları okumak için öğreniyorum. Bir dili, o dille yazılan kitabı okuyabilecek seviyeye getirdiğim zaman onu öğrenmeyi bırakıyorum. Yani ben linguist değilim. Ben, dilleri sadece bir vasıta olarak kabul ediyorum. Türklere sesleniyorum: Dil korkusundan kendilerini kurtarsınlar ve hemen gramere sarılsınlar!” (Turan, 2018, s. 105).
Fuat Sezgin bunları bize tavsiye ettikten sonra ayrıca şunları söylemektedir:
"... Ben 55 yıldan beri İslami bilimler tarihiyle uğraşıyorum ve sürekli bir şeyler öğreniyorum. İnsan hayatında sürekli öğrenmek çok mühimdir. Mesela bir işe başladıktan bir hafta sonra insanın kendi kendisine sorması lazım, 'Bu hafta ben bir şey öğrendim mi?' diye. Bazen seyahatlerde olduğum zaman 'o hafta hiçbir şey öğrenemedim' gibi gelir bana! Evet... aşağı yukarı her gün bu soruyu kendime soruyorum. Her gün alıştığım için her gün soruyorum. Zaten çalışmadığım zaman, sormama lüzum yok. Bazen müspet bir cevap gelmiyor. Çünkü yeni bir şey öğrenmek de kolay değil. Ama buna rağmen zaman birikimi de mühim. Zira bir ay sonra bakıyorsunuz ve önceye göre bir fark var. Bu mühim bir şey... Şimdi düşününüz; Siz bir dinin mensubusunuz ve o dinin Peygamberi ne diyor: 'İki günü birbirine eşit olan insan zarardadır.' Bunu Müslümanlar kâfi derecede göz önüne almadılar. İnsanların dikkatini buna çekmediler. Demek ki İslam dini sizden her gün yeni bir şey istiyor. Yani bu soruyu her Müslüman’ın kendisine sorması lazım... Nasıl ki bir tüccar, 'Bugün kazancım ne oldu?' diye her gün kendisine sorarsa bizim gibi bilimle uğraşanlar, hayır yapmak isteyen insanlar da kendine her zaman 'Bugün ne öğrendin, bugün yeni bir hayır işledin mi?' diye sormalılar" (Turan, 2018, s. 105).
Sefer Turan Hocanın Fuat Sezgin Hoca ile yapmış olduğu bu eseri herkes mutlaka okumalıdır. Müslümanların da bilim yaptığı ve yapabildiğini Sezgin Hoca hem kendisi kanıtladı hem de tarihten örneklerle anlattı. Kendisinin gençlik vizyonunu ise sizlerle paylaşmak istedim. Ülkemiz için gençliğin kutsal addedilmesini yüce Rabbimden niyaz ederim. Gençliğin kutsal addedildikten sonra onların meleklerle yarışacak hâle gelebilmeleri için öncülerimizin harekete geçmeleri ise harika olacaktır. Yükseklerin de yükseklerine inşallah gençlerimiz çıkacaklardır.
Ozan Dur
Turan, S. (2018). Fuat Sezgin ile bilim tarihi sohbetleri. Pınar Yayınları.
Yorum Yaz