İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Türkiye ve Endonezya arasında binlerce kilometre olmasına rağmen, tarihi serüvenleri açısından bir çok benzerlikler taşımaktadırlar. İki ulusta kendi kimliklerini 20. yüzyılda, emperyalizm karşısında bağımsızlık mücadeleleri sayesinde inşa etmişlerdir. Türkiye, Mondros sonrası Anadolu'nun sömürgeleştirilmesine karşı Kurtuluş Savaşı zaferi ardından cumhuriyet, Kemalizm(veya Atatürkçülük) ile şekillenmişken, benzer bir şekilde Endonezya'da Hollanda kolonyalizmi ve Japon işgali ardından Pancasila (Beş İlke) ideolojisi ile cumhuriyetlerini ilan etmişlerdir. Esasında iki devletinde kurulmalarından itibaren benzer problemleri benzer yöntemlerle çözmeye çalıştıkları söylenilebilir. İki devlettede benzer bir kurucu baba figürü vardır; Atatürk ve Sukarno. Bu konumda Atatürk'ün sadece Endonezya değil bir çok mazlum ülkede bağımsızlık için bir umut ve önder olduğu söylenilebilir.
Cumhuriyetin doğuşundan günümüze gelmesinde hiç kuşkusuz en çok etkisi olan ideoloji Kemalizmdir. Kemalizm'in doğuşunda ise Osmanlı'nın son dönemlerinde gelişen fikirler etkili olmuştur. Buna ilaveten Osmanlı hanedanı, dönemindeki Romanov ve Hohenzollern hanedanlarıyla aynı kaderi paylaşmıştır; bu hanedanlar ülkelerini altyapı, sanayileşme, kültür-sanat, siyasal katılım gibi konularda tarihlerinin zirve noktasında ülkelerinin yönetimlerinden çekilmek durumunda bırakılmışlardır. Bundan ötürü bir bakıma Cumhuriyet'in, Osmanlı devletinin devamı olmasını söylenilebilir. Zira toprak, insan ve sancak aynıdır. Y. Hakan Erdem'in belirttiği gibi belkide Osmanlı'dan tek farkı saltanatın ortadan kaldırılmasıydı.
Kemalizm'in zaten dönemin "kurtarıcı" bir çok fikrinden en büyük farkı buydu; İnkilapçılık (Devrimcilik). Yani Türkiye belli bir saltanata (Osmanlı Hanedanı), zümreye (dini ve feodal aktörler) veya sömürgeci devlete bağımlı olmayacaktı. Bunu kurmak için toplumsal birlik sağlanmalıydı. Türk, Kürt, Çerkez, Laz, Arap, Rum, Çingene gibi unsurlar modern yurttaşlık fikriyle hareket etmelilerdi. Parlamenter-Üniter yapılanma bu yurttaşlığın sürdürülmesi için tercih edilen sistemdi. Buna ilaveten günümüzdede sayısız tartışmayı doğuran Laiklik ilkesi Cumhuriyetin erken dönemlerinde uygulanmaya başlanmıştır. Ancak laiklik her ne kadar Fransız usulünden yani devletin dine karşı kayıtsız ve alakasız kalması olarak alınmış olsada, Türkiye'de laiklik dinin devlet denetiminde kontrol edilmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira Kurtuluş Savaşı ve bağımsızlığın ilk yıllarında din görevlileri ve tarikatlarının çoğu, saltanat çevresinde bağımsızlık isteyenlere ya düşman yada tarafsız (ölüm kalım savaşında tarafsız kalmak en büyük taraf tutmaktır) kalması büyük kayıplara yol açmıştı. Atatürk bir çok kaynakta belirtildiği gibi; öncelikli amacının ülkeyi çevreleyen "İslam görünümlü başka bir dinin", hassasiyetlerini kullanarak toplumu sömürgeleştirdiğini, bundan ötürü gerçek dinin insanlara öğretilmesi gerektiğini söyleyebiliriz.
Bundan ötürü Türk devrimi jakobendir yani "Halk için halka rağmen" esasıyla gerçekleştirilmiştir. Altı Ok'da bulunan Halkçılık ve İnkilapçılık (birisinin Fransız, diğerininse Rus devriminden esinlenildiği söylenilebilir) toplumun devrim sonrasında şekillenmesi için uygulanan toplum mühendisliğinin esaslarıydı. Halkçılığın amacı, geleneksel toplumların özelliği olan ünvanların yasal ve günlük hayattaki hükmünün kaldırılıp, çağdaş toplumlarda gözüken vatandaşın devletin egemeni olduğu bir mevkiye yükseltmekti. Burada akıllara özellikle Atatürk'ün yaşadığı dönemde çok partili seçimlerin başarılı yürütülmediğini, halkın Otoriter Tek Parti rejiminde yönetildiği akıllara gelebilir. Bu eleştiri esasında nispeten haklı sayılsada günümüzden geçmişe merceklerimizi büyüttüldüğünde, Linz ve Stepan'ın belirttiği gibi, herhangi bir toplumun demokratik değerlere geçiş yapması konusunda en başarılı yönetim biçiminin Otoriter Tek Parti rejimleri olduğunu görüyoruz. Hatta aynı yüzyıl içerisinde Portekiz ve İspanya'nında Türkiye'nin deneyimindeki tek parti rejimlere sahip olduğu söylenilebilir. 1970'lere kadar bu iki "Avrupalı" devletin demokratik değerlere kavuşamayacağı, asla merkez Avrupa ülkelerindeki o çağdaşlığı yakalayamacakları düşünülüyordu. Ancak demokrasiye geçiş süreçlerinden geçen yarım asırdan sonra devlet kurumlarının ve toplumun kesinlikle değiştiği gözden kaçmayan bir detaydır. Belkide Türkiye'de batının ve Stalin'in baskıları olmasaydı daha uzun yıllar boyunca tek partili rejimini ısrarlı olarak savunacaktı. Belkide bu süreçte Adnan Menderes CHP'den hiç ayrılmayarak başbakan olacaktı.
İzmir İktisat Kongresi'nde liberal ekonomi modeli benimsenmesine karşılık ülke halkının sermayeye sahip olmamasından ötürü "Devletçilik (etatism)" ortaya çıkmıştı. Yani devlet, milli ekonomiyi oluştururken kendi burjuvasınıda beraberinde yaratacaktı. Bu durum devlet öncülüğünde, sınırlı büyük girişimleri engelleyen bir uygulamaydı. SSCB'nin ideolojik anlamda "metasal üstünlüğe" kavuşacağını iddia etmesinden ötürü Türkiye'de benzer ekonomik politikalar izlemişti. Hızlı sanayileşme, ekonomik bağımsızlıkla beraber ana gündemde olacaktı. Bu düşüncenin uygulamaları; ülkenin dört bir yanında kurulan fabrikalar, beş yıllık planlar, halka fon sağlaması için kurulan bankalar (İş Bankası ve Ziraat Bankası vb.) gibi atılımlardı. Bu atılımların sağladığı nemalanmadan halen istifade ettiğimiz söylenilebilir. Ancak bu uygulamalar komünizm ve sosyalizmdeki gibi bir devlet müdahaleciliği değildi. Aksine halk toprak reformlarıyla ve yapılan altyapı çalışmalarıyla mülk sahibi edilmeye çalışılmıştı.
Endonezya'nın bağımsızlığının tarihi arka planına girişte değinmiştim, defaate düşmek istemiyorum. Endonezya halkı her yıl 1 Haziran'da Pancasila'nın doğum gününü kutlar. Bu tarih Endonezya'nın ilk cumhurbaşkanı ve kurucu önderlerinden olan Sukarno'nun 1 Haziran 1945'te bağımsızlık üzerine konuşmasını, dolayısıyla devletin temellerinin atıldığı günü de temsil etmektedir. Panca beş anlamına gelir (Farsçada penc beş demektir, Sankritçedede benzer şekilde panç beş demektir), sila ise prensip veya ilke anlamına gelir. Endonezya devleti o dönemde Sukarno önderliğinde şu 5 ilkeyi benimsemiştir: Tek tanrıya inanç, adil ve medeni insanlık, demokrasi, ulusal birlik ve sosyal adalet. Bu beş sayısı, İslam'ın beş şartı, eldeki beş parmak, beş duyu organının benimsenmesi gibi Pancasila ilkelerininde benimsenmesini işaret etmekteydi. Aslında bu atıf hem rasyonel bir temeli olmasından ötürü laik kesimi, İslami temelinden ötürü ise muhafazakar kesimi tatmin etmek içindi.
Bu ilkeler esasında 6 okta yer alan maddeler gibi bir ulus inşasının taslağıydı. Zira her ideoloji varolanı betimlemekten ziyade varolanı ulaşılmaz tahayyül edilen ideal mevkiye, taşımaya çalışır. Eğer gerçeklikte o ideale ulaşıldığı düşünülürse aslında o idealin bir ideal olmadığı söylenilebilir. Bundan yola çıkarak aslında Endonezya'nın o dönemde "Tek tanrıdan kopmuş, adaletten ve medeniyetten kopmuş bir insanlık, tiranlıkla yönetilen, ulus olamamış, toplumsal çürümeye sahip" bir gerçeklik yaşadığı söylenilebilir. Türkiye Cumhuriyet'inin başlarında mücadele edilen yozlaşmışlıklara yukarıda değinmiştim, daha fazla teferruata gerek olduğunu düşünmüyorum.
Endonezya'da din konusu 1940'larda karmaşık bir boyuttaydı: İslam çoğunluk (%80-90) konumunda olmasına rağmen Hollanda İslamın varlığını resmiyette kabul etmedi. Japonya resmi olarak İslamı siyasal olarak tanımasada dini olarak tanındı. Savaş gayretleri içinde müslüman halkın inançlarının "batı emperyalizmine" karşı, cihad çağrısına kalkılarak kulanılması söz konusu olsada yerli halk arasında rağbet görmedi. Misyonerlik faaliyetleri (her iki sömürge dönemi içindede) yaygındı. Hollanda yönetiminde İslami yaşantının içinde Hint-Budizm, Konfüçyüsçülük, Hristiyanlık etkisi yer almaktaydı. Dini bölünme, adaların kendi içinde ve başka adalarla olan parçalanmışlığını arttırmıştı. Japon işgali sırasında İslamiyete belli ölçüde tahammül göstermesi, sonraki dönemlerde İslam ve milliyetçiliğin harmanlanılmasına yol açtı. Bu harmanlanma İslamiyetin önde gelen (toplumun çoğunluğundan ötürü) din olmasına ilaveten başka inançlarada saygı gösterilmesi ve belli ölçüde dinin kamusal alandan çekilmesini, daha özel alanda yaşanmasını savunuyordu. Buna ilaveten "Tek tanrıya inanç" ateistleri veya çok tanrılı dinleri hedeflemek amacında değildir. Bu fikrin karşısında olan İslamcılar "Şeriat"ın hükümlerinin her alanda temel alınmasını savunacaktı. Pancasila karşısında Şeriat çatışması günümüzde halen Endonezya'da bulunmaktadır. Aynı tartışmalar ülkemizde de yaşanmaktadır: Kemalizm (laiklik ilkesi) karşısında Şeriat tartışmaları...
Endonezya'da toplum yapısı etnik kökenler, dini inanışlar, coğrafi farklılıklar nedeniyle uzun yıllar bir bütün olamamıştı. Sukarno'nun ulus inşa etmesi konusunda yaşayacağı bir diğer zorlukta bu olacaktı. Pancasila'nın doğum gününde bu birliği sağlama konusunda Mahatma Gandi'den şu sözü alıntılamıştır: "Ben milliyetçiyim, ama benim milliyetçiliğim insanlıktır". Burada aslında Endonezya'nın ulusal sloganı olan "Çokluğun içinde birlik" kavramının temelleri atılmıştır. Unutmayalım ki 1940'ların Endonezya'sında 17.000'den fazla adada 300'den fazla etnik grup, 700'den fazla dil, birden fazla dini inanış, bu dini inanışların arasındaki farklılıklar oldukça belirgindi. Dolayısıyla Sukarno'nun her inanca aynı mesafede yaklaşarak bir denge bulması ulusal birliğin (Cumhuriyetçilik gibi), sosyal adaletin (eşit yurttaşlık yani Halkçılık gibi) ilke olarak benimsenmesine yol açtı. Kuruluş döneminde halkın zemin seviyesinde olduğu düşünüldüğünden ötürü, demokrasi ve adil-medeni insan ilkeleri benimsenmiştir. Demokrasilerde medeniyet yukarıdan aşağıya inmez, aşağıdan yukarıya doğru yükselir teorisinin burada etkili olacağı belki de düşünülmüştür.
Bu ilkelerin sağlanması ekonomik amaçların tamamlanmasıyla büyük ölçüde gerçekleşebilirdi. Bu yönden ekonomik hedefler hem araç hemde amaç hükmündeydi. Zira ekonomi yukarıda yazıldığı üzere sosyal adalet üzerine inşa edilmeliydi. Bundan ötürü kooperatifçilik bu dönemde kullanılmıştı. Özel mülkiyetin yerine ortak mülkiyet önemliydi. Eğer ekonomik bir fayda ortaya çıkacaksa bu tüm toplumda refah olarak zühur etmeliydi. Bundan ötürü biraz daha sosyalist bir ekonomi modeline benzer bir model esas alındığı söylenilebilir. Buradan Kemalist ekonomi modeliyle ayrıştığı söylenilebilir. Zira Kemalizm'in öne sürdüğü modelde ana amaç ekonomik bağımsızlıkken, Pancasila daha toplumsal refah (Welfare State-Refah Devleti) esasıyla hareket etmekteydi. Endonezya, kooperatiflerin yanında aile şirketlerinde olduğu, tarım ve küçük sanayi odaklı bir kalkınmayı hedefliyordu. Bu yönüyle yukarıda devletin bu kadar çeşitlilik içinde birliğe sahip olması gibi, ekonomik anlamdada çeşitlilik içinde bir birlik (ortak fayda) sağlanmaya çalışıldığı yorumu yapılabilir.
Aslında iki ideolojiye yapılan eleştirilerden bir bakıma ortak özelliklerini yakalayabileceğimizi düşünüyorum. Her ne kadar Endonezya'da, Türk devriminde olduğu gibi bir devrim yaşanmadığını (saltanatın ve feodal örgütlenmenin ilgası) kabul ediyorum. Ancak farklı coğrafya ve gerçekliklere sahip olsalarda benzer dinamiklerinin bulunduğu iki ülkenin kıyas edilmesi belkide bulunduğumuz siyasi konjenktürü içselleştirmeden ele almamıza yol açar.
I) Tepeden İnmeci Otoriterlik: Kemalizm özellikle Atatürk ve İnönü döneminde diktatörlük biçiminde ülkenin yönetilmesine yol açtı. İnkilaplar halkın onayının gözetilmesinden ziyade halkın onaylaması gerekmesi düşüncesiyle gerçekleşti. Esasında günümüzde olduğu gibi Türk tarihinde zeminden yukarıya bir talep bulunması pek nadirdir. Bundan ötürü tarih boyunca Türk hükümdarlarının halklarına yukarıdan aşağıya haklar tanıdığı söylenilebilir, bu Osmanlı'nın son dönemleri içinde geçerliydi. Bundan ötürü Cumhuriyet öncesinde halkın isteklerinin olduğunu, hatta bu isteklerin yukarıya doğru taşınıp bir etki yarattığını düşünmek büyük bir hatadır.
Sukarno yönetiminde ise demokrasinin sık sık yön verilmesinden ötürü muhalefet (çoğunlukla İslamcı kesim) çoğu zaman bastırılmıştır. Buna karşın Milliyetçi ve Komünist siyasi oluşumlar ülke içinde daha rahat hareket edebilmişti. Aynı yıllarda ise ülke çapında İslam devleti kurulması için devlete karşı olan örgütlenmelerde ortaya çıkmıştı. Örgütlerin bir çoğu devlet tarafından ortadan kaldırıldı ve 1990'lı yıllara kadar dini örgütlenmeler devletle konsolidasyon kurmakta geri kalmıştı. Buna ilaveten Sukarno'nun "çapkın" hareketlerinden oluşan skandallar çoğu zaman batı emperyalizminin bir ikamesi olarak yeni bir "yerli" düzenin ortaya çıktığı düşüncelerini doğurdu.
II) Pozitivist Dünya Görüşü: Kemalizmin, laikliği katı bir şekilde uygulayarak (ezanın türkçeleşmesi, tekkelerin kapatılması gibi) kamusal alanda dinin öneminin yapay olarak azaltıldığı ileri sürülmüştür. Aynı dönemlerde din ve tarih kitaplarında, inançla alakalı bölümlerde geçen isim ve olayların kayıtsızlıkla ele alınmasıda söz konusudur.
Pancasila ideolojisininse ilkeleri itibariyle "tek tanrı inancı"nı kabul etmesi ülkedeki İslamcıları tamamen tatmin etmemiştir. Çoğu zaman ülkenin çoğunluk inancında olsalar bile yönetimde yeterince yer alamadıklarını iddia ederler. Ayrıca Pancasila ideolojisinin İslamiyet öncesi Endonezya inanışlarınada sık sık atıfta bulunması başka bir kızışma noktasıdır.
III) Kültürel Asimilasyon: Kemalizmin ülkedeki azınlığı "Türkleştirerek", Pancasila'nın ise Cava adasındaki azınlıklara (Dayak, Papuan) baskı uygulayarak aslında iddia ettiklerinin aksine çeşitliliği değil homojenleşmeye yol açtıkları ileri sürülmüştür.
IV) İdeolojik Belirsizlik: Kemalizmin ideolojik pusulada bir tarafa konulması oldukça zordur. Zira her ne kadar devrimler gerçekleşse dahi, bu devrim bir noktada durmuş ve toplumun değiştirilmesinden ziyade varolana uyum sağlaması hedeflenmişti. Bu yönüyle Kemalizm kimi zaman sol, kimi zamansa sağ ideoloji olarak karşımıza çıkmaktadır.
Pancasila ideolojisinin ilkeleri ise yorumlamaya oldukça açıktır. Toplum, Adalet, demokrasi, insanlık, medeniyet, tek tanrı, ulus, birlik gibi kavramların ideal düzeyde bir çok farklı anlamları çıkabilir. Heleki bu ideallere ulaşma yolundaki uygulamaların nasıl olacağına dair kesin bir reçete ortaya atılamamıştır.
https://atamdergi.gov.tr/tam-metin/209/tur
Yılmaz, İ. (2017). Atatürk’ün İslam inancı. Elhamra Yayınları.
https://en.wikipedia.org/wiki/Pancasila_(politics)
Atalay, L. (2023). Post-Kemalist Bir Tezin Kritiği: Korporatizm-Kemalizm Tartışması. Tarih Araştırmaları Dergisi, 42(75), 23-42. https://doi.org/10.35239/tariharastirmalari.1360293
Yurttaş, F. (2008). Kemalizm ve Demokrasi Üzerine Bir Değerlendirme. Bilgi Sosyal Bilimler Dergisi(2), 70-84.,
https://rumiforum.org/a-comparison-of-democratic-consolidation-in-indonesia-and-turkey-2/
https://iics.sch.id/history-of-the-birth-of-pancasila/
https://www.ebsco.com/research-starters/history/pancasila
https://islamansiklopedisi.org.tr/endonezya
https://tr.wikipedia.org/wiki/Anti-Kemalizm
Kakışım, C. (2016). Nihal Atsız’ın Kemalizm Eleştirisi ve Bu Eleştirinin Nedensel Çözümlemesi. İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, 5(8), 2624-2639. https://doi.org/10.15869/itobiad.281842
https://birikimdergisi.com/haftalik/8395/kemalizm-ve-elestirinin-elestirisi
Tayhani, İhsan. “İçeride – Dışarıda Kemalizm Tartışmaları ve Dış Dünyanın Kemalizm Çözümlemesi”. Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi 6, sy. 15 (Aralık 2007): 325-46.
Yorum Yaz