İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Sidi Ukba Camii: Mağrib’in Mimari Hafızası
Bazı camiler sadece ibadet için yapılmaz; bir yolda kalmışlığın, bir dönüp bakışın, bir medeniyet çizgisinin sabitlendiği mekânlardır. Sidi Ukba Camii, tam da böyledir: taşla yazılmış bir yürüyüş, çölün sessizliğine atılmış bir secde, Mağrib’in kalbine kazınmış bir hatıra. Burada mimari, sadece bir biçim değil; bir hafıza eylemidir. Ve bu eylem, Kuzey Afrika’nın hem kurak hem bereketli toprağında, tarih boyunca hep yeniden okunmuştur.
Bugün Tunus’un Kayrevan şehrinde yükselen bu cami, 670 yılında, büyük komutan Ukbe bin Nafi tarafından inşa edilmiştir1. Bu yapının taşları, sadece bir kentin değil; İslam’ın Batı’ya uzanan ilk büyük adımının sessiz tanıklarıdır. O yüzden burada taş sessiz değildir; konuşur. Her duvar, bir fethi değil; bir inşa niyetini anlatır. Çünkü bu cami, bir zafer değil; bir kök salma biçimidir.
Sidi Ukba Camii, İslam mimarisinin en eski yapılarından biri olarak kabul edilir. Ancak onun değeri yaşından değil; taşıdığı hafızadan gelir. Kuzey Afrika’nın Roma, Bizans ve Berberi katmanları arasında yükselen bu cami, her şeyden önce bir istikrar mimarisidir. Taşlar büyük, sütunlar kalın, kemerler geniştir. Burada süsleme azdır; çünkü burada amaç gösteriş değil; kalıcılıktır.
Ana avlusu geniştir, zemin taş döşelidir, rüzgâr hep içeri işler. Bu rüzgâr, çölden gelir, dağları aşar, tarihin arasından geçer. Ve her taşın köşesine bir toz bırakır. Bu caminin duvarları zamanla kararmaz; zamana gömülür. Mihrap sade ama derindir. Minber, ahşabın zarafetini taşır. Kubbesi yoktur; ama gökyüzü onun yerine geçmiştir. Çünkü burada mimarî göğe değil; toprağa yakındır. Secde, yere yöneliktir. Ve bu yöneliş, mimaride bir tevazuya dönüşür.
Caminin avlusundaki sütunlar, antik Roma yapılarından devşirilmiştir. Bu devşirme, bir yoksunluk değil; bir bilinçtir. İslam, geldiği her coğrafyada geçmişin taşlarını dönüştürerek bir inşa dili kurar. Ve bu dil, Kayrevan’da öylesine doğal, öylesine kendinden emin bir biçimde kurulmuştur ki; camiye giren biri ne geçmişi ne bugünü düşünür. Yalnızca var olma biçimi üzerine eğilir.
Sidi Ukba Camii sadece ilklerden biri değil; İslam’ın Afrika’daki ilk köküdür. Bu kök, yalnızca dinî bir yöneliş değil; kültürel bir etki alanıdır. Bu yapı etrafında zamanla medreseler, çarşılar, çeşmeler kurulur. Camii bir merkez olur; ama siyasi değil, hafızasal bir merkez. Çünkü bu cami, Kuzey Afrika İslam mimarisinin aklını da kalbini de taşır.
Bugün hâlâ ayaktadır. Rüzgârla, güneşle, kumla birlikte yaşar. Ne tam korunmuştur ne de tamamen aşınmıştır. Ama her sabah yeniden görünür. Her gölge yeniden oluşur. Çünkü bu cami, bir “eser” değil; bir varlık hâlidir. Onunla yaşanır, onunla düşünülür. Ve her Müslüman, onun taşlarında medeniyetin en erken nabzını duyar.
Ve belki de bu yüzden Sidi Ukba Camii yalnızca bir yapı değil; Mağrib’in mimarî hafızasıdır. Taşla değil; rüzgârla, kumla, yürüyüşle yazılmıştır. Her kemeri bir yön, her sütunu bir hatıra, her gölgesi bir dua taşır. Onu gören, sadece bakmaz. Ona bakan, bir yola çıkar.
Alıntı
Davut Ufuk Erdoğan
Yorum Yaz