İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Bazı şehirler zamanın kendisiyle yarışmaz; onu sindirmiş ve yavaşlatmıştır. Buhara, işte böyle bir şehirdir. Kumun, tuğlanın ve gölgenin üzerinde yükselen bu kadim İslam beldesi, yalnızca ticaret yollarının değil, ruhî ve entelektüel damarların da kesişme noktasıdır. Bu şehirde yükselen her minare, aynı zamanda bir hatırayı, her kubbe bir düşünceyi taşır. Ve bu düşüncenin taşla buluştuğu en kadim yerlerden biri Buhara Ulu Camiidir. Bu yapı, yalnızca bir mabet değil; Orta Asya İslam mimarisinin en güçlü köklerinden biri, zamanla boy vermiş bir ilmî sabırdır.
İslamiyet’in Orta Asya’da yayılış sürecinde, camiler yalnızca ibadet mekânları değil; bir kimlik inşa aracıdır. 9. yüzyılın sonlarına doğru Sâmânîler döneminde temelleri atılan Buhara Ulu Camii, ilk yapıldığında sade ve fonksiyoneldi. Ancak esas mimarî olgunluğuna, 1121 yılında Karahanlı hükümdarı Arslan Han döneminde yeniden inşa edilerek kavuştu. Bu cami, özellikle Karahanlı-Selçuklu mimari geçişinin somut ifadesidir1.
Caminin planı, Arap tipi hipostil plana uygun biçimde, çok sayıda sütunla taşınan düz bir çatıyı temel alır. Bu sütunlu plan tipolojisi, Sasani ve Abbâsî etkileriyle Orta Asya’ya taşınmış ve burada yerel malzemeyle, özellikle pişmiş tuğla ile yeniden şekillenmiştir. Tuğlanın bu kadar incelikle işlendiği mimarî üslup, Buhara Ulu Camii’nde yalnızca yapıyı taşımaz; bir estetik dil kurar. Çünkü burada taşın dili yoktur; tuğla konuşur. Her bir tuğla bir kelime, her kemer bir cümle gibidir.
Caminin mihrap duvarı ve üzerindeki mukarnas bezemeler, Orta Asya İslam sanatında mimarî süslemeyle anlam derinliğinin ilk örneklerindendir. Hat sanatının henüz mimariye tam yerleşmediği bu dönemde, yazı yerine geometrik tekrarlar ve ritmik yüzey hareketleri ön plandadır. Mimarî, sessizdir ama düzenlidir. Bu düzen, Buhara’nın ilmî yapısına da işaret eder. Çünkü şehir, İmam Buharî, İbn Sina ve daha niceleriyle sadece yapı değil, zihin inşa etmiştir.
Buhara Ulu Camii'nin hemen yanında yükselen meşhur Kalan Minaresi, bu yapıyı yalnız bırakmaz. 47 metre yüksekliğindeki bu minare, yalnızca ezan için değil; şehir için bir yön duygusu, bir ufuk çizgisi oluşturur. Marco Polo, bu minareyi “İslam dünyasının gözleri” olarak tarif eder; çünkü şehir ne yöne dönerse dönsün, minare hep oradadır2. Bu eşlik, cami-minare ilişkisinin Buhara’da mekânsal değil; metafizik bir bağa dönüştüğünü gösterir.
Mimarîde kullanılan tuğla teknikleri, Buhara’yı sadece estetikte değil, inşa teknolojisinde de öncü kılmıştır. Bernard O’Kane, bu dönemde kullanılan “kutulu tuğla yerleşimi”ni, mimari matematiğin erken örneği olarak niteler3. Bu teknik, özellikle kubbe geçişlerinde, düz yüzeyle yuvarlağın arasındaki ilişkinin nasıl taşla çözüldüğünü gösterir. Her detay, yalnızca fiziksel değil; zihinsel bir buluştur.
Caminin avlusu, sade ama geniştir. Çevresi revaklarla çevrilidir. Bu revaklar, yalnızca gölgelik değil; ilmî halkaların yeridir. Buhara, medreseleriyle meşhurdur ama cami, bu medreselerin de anasıdır. Burada ilim susarak öğrenilir, taşların arasında yürürken zihinde yankılanır. Çünkü bu şehirde yüksek ses yoktur; yüksek zihin vardır.
Buhara Ulu Camii, zamanla birçok kez tamir görmüştür. Moğol istilası sırasında zarar görse de, Timurîler ve Özbek hanedanları döneminde cami korunmuş, yeniden işlevsel hâle getirilmiştir. Sovyet döneminde ise ibadete kapatılmış, müze olarak kullanılmıştır. Ancak bu yapı, ibadeti kesilmiş olsa da, hiçbir zaman hafızasını yitirmemiştir. Çünkü bazı yapılar kullanılarak değil, hatırlanarak yaşar.
Bugün hâlâ ayakta olan cami, sadece bir tarihsel yapı değil; bir zihniyet yapısıdır. Onu ziyaret eden biri, tuğlalarda yalnızca eski ustaların izini değil; düşüncenin taşla kurduğu sadeliği hisseder. Ve bu sadelik, gösterişsiz ama yerindedir. Çünkü Buhara Ulu Camii, yalnızca büyük değildir; derindir.
Ve belki de bu yüzden Buhara Ulu Camii yalnızca bir cami değil; Orta Asya İslam mimarisinin ilmî kalbidir. Sesi yüksek çıkmaz ama içi doludur. Gölgesi gösterişli değil ama sabittir. Zamanla yarışmaz; zamanı eğitir. Çünkü taşla yazılan her düşünce, nihayetinde zihinde yankılanır.
Alıntı
Davut Ufuk Erdoğan
Yorum Yaz