İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Önceden Haber Verilmiş Bir Ölümün Kroniği
Gabriel García Márquez’in Kırmızı Pazartesi (Crónica de una muerte anunciada, 1981) adlı romanı, Latin Amerika’nın küçük bir kasabasında işlenen bir cinayetin öyküsünü anlatır. Ancak bu roman, bir suçun değil, o suçu durdurmayanların, sessiz kalanların ve toplumsal duyarsızlığın hikâyesidir. Márquez, daha ilk sayfada ana karakterimiz Santiago Nasar’ın öldürüleceğini açıklar ve okuru “neden” sorusuna odaklar. Beş bölümden oluşan ve 107 sayfa olan romanın adının tam çevirisi "Önceden Haber Verilmiş Bir Ölümün Kroniği" şeklindedir.
I. Bölüm: Haber Verilmiş Bir Ölümün Başlangıcı
Roman, Santiago Nasar’ın öldürüleceğinin sabahında açılır. Genç adam, piskoposun kasabaya gelişini görmek için erkenden uyanır. Beyaz gömleğini giyer ve olacak olanlardan habersizdir. Aynı sabah, Angela Vicario’nun evliliği utanç içinde sona ermiştir. Evlendiği gece kocası Bayardo San Román’a bakire çıkmadığını itiraf eder ve bu sebeple ailesine geri gönderilmiştir. Ailesi onu sorguya çeker ve sonunda Angela bekaretini bozan ismin Santiago Nasar olduğunu söyler.
Angela’nın ikiz kardeşleri Pedro ve Pablo Vicario, namuslarını temizlemek için Santiago’yu öldürmeye karar verir. Ve bunu herkese açıkça ilan ederler. Ne var ki kasaba halkı bu sözleri ciddiye almayacaktır. Kimisi şaka zanneder, kimisi başkasının engelleyeceğini düşünür. Böylece elim bir son kaçınılmaz olur.
Bu bölümde yazarımız Márquez, daha baştan suçlunun kim olduğu üzerinde değil, açıkça ilan edilecek bir suça rağmen kasabanın sessizliği üzerine yoğunlaşır. Santiago masumiyetin, Angela baskının, ikizler ise toplumun dayattığı namus bekçiliğinin simgesidir. Herkesin sustuğu bu küçük kasabada, cinayet çoktan kararlaştırılmıştır.
II. Bölüm: Sessizliğin Yayılması
İkinci bölüm, cinayet sabahını farklı kişilerin gözünden anlatır. Márquez zamanı parçalara böler. Anılar, tanık ifadeleri, dedikodular birbirine karışmıştır bu bölümde. Santiago evinde hizmetçilik yapan Victoria Guzmán ve onun kızı Divina Flor’la konuşur. Onların gözünde Santiago, hem iyi bir insan hem de rahatsız edici bir figürdür. Tıpkı toplumun geri kalanının onu algıladığı gibi.
İkiz kardeşler, ellerinde bıçaklarla sokak sokak dolaşır. Herkese planlarını anlatırlar ama kimse inanmaz. Belediye başkanı bıçaklarına el koyar, onlar yenisini alır. Hiçbir engel kalıcı olmaz. Piskopos kasabaya uğramadan geçip gider; kasaba halkı manevi otoritesini bile yitirmiştir. Boşlukta sadece söylentiler yankılanır.
Bu bölüm, bireysel hatanın değil toplu sessizliğin, kolektif ilgisizliğin ayyuka çıktığı bölümdür. Herkes bilir, ama kimse harekete geçmez. Márquez’in kaderi burada insan eliyle yazılmış bir senaryoya dönüşür.
III. Bölüm: Göz Göre Göre Yaklaşan Ölüm
Cinayetin en gerilimli kısmı bu bölümde anlatılır. İkiz kardeşler sabırla bekler. Aslında öldürmek istemezler; kasabadan biri onları durdursun isterler. Ama hiç kimse durdurmaz.
Clotilde Armenta, sabah dükkânını açtığında ikizleri bıçaklarıyla beklerken görür ve papaza engellemesi için haber gönderir. Fakat papaz Carmen Amador, piskoposun kasaba ziyaretinden ötürü hazırlıklarla meşguldür. Kasabada bilgi bir noktadan diğerine ulaşamaz, herkes bir başkasının buna engel olacağını sanır. Bu arada Santiago arkadaşlarıyla sohbet eder, olup bitenden habersizdir. Cinayet artık kaçınılmaz olmuştur. Yazarımız Márquez burada bize insanlığın en karanlık yanlarından birini gözler önüne sermeye çalışır: “Biliyorum, ama bana ne.”
IV. Bölüm: Cinayet
O sabah Santiago eve dönerken beklenen son gerçekleşir. Annesi Plácida Linero, dışarıdan bir tehlike geleceğini duyar ve evde olduğunu düşündüğü oğlunu korumak için evin kapısını kilitler. Ancak Santiago tam o sırada dışarı çıkmıştır. Anne, farkında olmadan oğlunun ölümünü mühürler.
Pablo ve Pedro kardeşler Santiago’ya yetişir. O esnada kasabalılar balkonlardan, pencerelerden olan biteni izlemektedir. Kimse araya girmez. İkiz kardeşler ellerindeki bıçaklarla Santiago’yu delik deşik ederler. Santiago ağır yaralı hâlde yürür, evine kadar gider, kapıya yaslanır ve orada düşekalır. Üstü başı kan olmuştur, beyaz gömleği kırmızılara bürünmüştür.
Bu sahne, Márquez’in bütün simgesel gücünü taşır. Bu cinayet, bir nefret patlaması değil, toplumsal sessizliğin ceremesidir. Santiago’nun ölümü sadece onun değil ayrıca kasabanın da vicdanının ölümüdür.
V. Bölüm: Pişmanlık ve Zamanın Sessizliği
Cinayetten sonra kasaba sessizliğe bürünür. İkiz kardeşler olayın ardından hemen teslim olur. Onlar için namus temizlenmiş, onur kurtarılmış olsa da içlerinde ister istemez bir pişmanlık vardır. Kasaba halkı ise kısa süreli bir şaşkınlığın ardından hiçbir şey olmamış gibi, her şeyi unutmaya başlar. Hiç kimse Santiago’nun gerçekten suçlu olup olmadığını bilmez. Bu olayın müsebbibi Angela Vicario bile yıllar sonra neden onun adını söylediğini açıklamaz.
Yıllar geçtikçe zaman, her şeyi silinip gider. Bu zaman zarfında Angela, evleneceği gece bakire olmadığını söylediği eşi Bayardo San Román’a tam on yedi yıl boyunca mektup yazar. Bir gün Bayardo, elinde bu mektuplarla geri döner, hiçbir şey söylemeden. Roman bu ikilinin tekrar kavuşmasıyla sona erer.
Sonuç: Bir Ölümün Kroniği
Kırmızı Pazartesi, önceden haber verilmiş bir ölümün değil, bu ölüm karşısında üç maymunu oynayan insanların vurdumduymazlığının hikâyesidir. Yazarımız Márquez, büyülü gerçekçiliğini bu kitabında belgesel bir üslupla birleştirerek kaleme alır. Her tanık, her detay, bu belgesel dili destekler niteliktedir.
Romanın anlatım tekniği, doğrusal olmayan bir zaman örgüsüne dayanır. Olaylar, farklı tanıkların perspektifleri ve geriye dönüşlerle aktarıldığı için kronolojik değil, tematik bir bilinçle okunmalıdır.
Sonuç olarak denebilir ki kitapta toplumsal eleştiri ve etik bir sorgulama vardır. Santiago Nasar’ın ölümü bireysel bir trajedi değil, kolektif suçun sembolüdür. Kasabanın her bireyi, sessizliğe bürünerek bu suça ortak olur.
M. Fatih Özmen
Özgür Muncuğ
03.11.2025 / 15:38Kalemine sağlık Fatih hocam. Benim en çok etkilendiğim nokta suçun yalnızca iki kardeşe değil, bütün kasabaya aitmiş gibi hissettirilmesiydi. Herkes biliyor, herkes görüyor ama kimse de dur demiyor. Bu da romanı salt bir cinayet hikayesi olmaktan çıkarıp toplumsal bir sorgulamaya dönüştürüyor.
Burak Fatih
03.11.2025 / 13:13Tahlili okurkan "Santiago masumiyetin, Angela baskının, ikizler ise toplumun dayattığı namus bekçiliğinin simgesidir." cümlesinden sonra kafamda bir soru belirdi. Angela doğru mu söylemişti? Toplumun bunca duyarsızlığı bir yana Santiago gerçekten suçlu muydu? Yoksa suçsuz yere, arkasında kimse olmadan mı ölüme terk edilmişti? Gerçi suçlu ya da suçsuz olup olmadığını bile düşünmemişti insanlar. Ne acı...