İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
"Coğrafya kaderdir."
İbn Haldun
[caption id="attachment_11769" align="alignright" width="280"] Mukaddime/Süleyman ULUDAĞ Çevirisi-Dergah Yayınları[/caption]
İbn Haldun, umran ilmini kurmaya götüren sebebi yer, zaman, kişi, mekan, olay örgüsüyle değerlendirip genelgeçer savlar üreterek ilimlere, insanlığa kaynaklık etmiştir. Umumi ve beşerî konulara şu ana kadar kimsenin değinmediği ölçüde değinerek, fikirlerini toplumsal olaylar ışığında dile getirmiştir. Asabiyet, umran, bedevilik, iktisat kavramlarını titizlikle inceleyip eserini temellendiren Haldun, birçok ayet, hadise, kişiyle örnekleme yapmıştır. Sosyoloji, İktisat, Siyaset, İslâm Felsefesi, Coğrafya, Tarih, Hukuk, Siyaset Sosyolojisi ve daha nice bilim dalını içinde barındıran, ayrıca bu bilimlere öncülük etmenin yanı sıra kaynaklık da eden Mukaddime birçok bilim insanı tarafından da incelenmiştir. Son olarak İslâm devlet adamı, alim, İbn Haldun'un 1377'de yazdığı başyapıt, 1982 yılında Süleyman Uludağ'ın kalemiyle şekillenmiştir. Dergâh yayınlarının sunduğu Mukaddime'nin çevirisi tüm okuyucu kitlesinin anlayabileceği ölçüde sade ve akıcı bir üslupla yazılmış olup gerektiği yerlerde okuyucuya açıklama yapmaktan kaçınılmamıştır. Ayrıca iki ciltlik eserin tek ciltte düzenlenmesi okuyucuya kolaylık sağlarken, aynı zamanda insanın siyasi ve toplumsal örgütlenmesinin modelini anlamasına yardımcı olmuştur.
Bu çerçevede araştırmada Süleyman Uludağ'ın Mukaddime çevirisi üzerinde çalışılmıştır.
What took İbn Haldun to create Umran Science was to make a weld for sciences, humanity by considering the place, time, person, space, event pattern and creating universal thesis. By touching on public and human topics as nobody before, he gave voice to his opinions in the light of social events. Haldun who grounded his work by investigating meticulously on irritability, Umran, nomad life and economy concepts illustrated many versicle, case and people. Inholding Sociology, Economy, Politics, Islamic Philosophy, Geography, History, Law, Political Sociology and many other sciences, Mukaddime leaded but also was a weld for them has been examinated by many scholars as well. Finally, the masterpiece written in 1377 by the Islamic statesman, scientist İbn Haldun took shape with Süleyman Uludag’s pen in 1982. Presented bu Dergah publishing house, the Mukaddime’s translation has been written with a simple and fluent style so that all the audience can understand it and spared no explanation where necessary to the reader. Moreover, as arranging the two-volume work in one provided convenience to the reader, it also helped people to understand the political and social organization. In this context, the exploration is about Süleyman Uludag’s translation.
Key concepts: Umran, Irritability, Nomad life-Modern civilisation, Genealogy.
Kısaca Kitabu'l-İber olarak anılan İbn Haldun'un Kitabu'l İber ve divanu'l-mübtedei ve divanu'l-mübtedi ve haber fi eyyami'l-Arabi ve'l-haber fi eyyami'l-Arabi ve'l Acemi ve'l Berber ve men aserehum min zevi's-sultani'l-ekber isimli yedi büyük ciltlik kitabı bir Mukaddime ve üç kitap şeklinde oluşmuştur. Süleyman Uludağ hazırladığı Mukkaddime tercümesine eklediği gibi aslında Mukaddime Mukaddime'nin Mukaddimesidir. Mukkaddime'nin kelime anlamı giriş, önsöz olup kitap, tarihin iç yüzünü aydınlatmada daha ileri bir seviyeye yükselmiştir.
Mukadime'nin tercümesini yapan Süleyman Uludağ, esere bir önsözle başlayıp daha sonra giriş kısmında Haldun'un hayatına, edebi ve ilmi şahsiyetine değinmekle birlikte Mukaddime'de kullanılan temel kavramları anlatıp daha sonra, İbn Haldun'un düşüncelerini Montesquieu, Machiavelli gibi düşünürlerle mukayese etmiştir. Ayrıca Uludağ, Machiavelli'nin Prens kitabı ile Mukaddime arasında benzerlik olduğundan tutun da Marx'ın emek teorisini Ibn Haldun’un da benimsediğine kadar birçok fikri tercümesinde belirtmiştir. Dergah yayınlarınca yayınlanan tercüme eserin giriş bölümünün beşinci kısmına gelindiğinde Mukaddime'nin yazmaları, neşirleri ve tercümelerinden detaylı bir şekilde bahsedilip Ahmet Cevdet Paşa'nın Haldun'un tarzını takip ettiği aynı zamanda Mukaddime'nin çevirisini yaptığından da bahsedilmiştir. Mukkadime'nin birçok dile çevrilmesinden de anlaşılacağı üzere Mukaddime sınırları aşan bir üne sahiptir.
İbn Haldun,14.yüzyılda yaşamış Müslüman düşünür olma vasfına sahip olmakla birlikte İslam dünyasının ilk sosyolojik eserini de yazmıştır. Önemli olan tarihin iç yüzüdür diyen İbn Haldun, hakiki tarih vakalarına bakmak ve bu vakaların gerçekliğini araştırmak düşüncesindedir. Olayların iç yüzüne bakıldığında olayların birbirleriyle ilişkili olduğunu, bir olayla daha sonra süregelen olay arasında illiyet bağı olduğunu düşünen Haldun'un determinist olduğunu görmekteyiz. Determinist düşüncede olmakla birlikte fatalist (kaderci) olduğu da gözlemlenmektedir.
Geçmişten günümüze İbn Haldun ve eserleri üzerine birçok kişi araştırma ve çeviri yapıp yayın dünyasına sunmuştur. Öyle ki İbn Haldun üzerine araştırma yapıldığında yüzlerce veri karşımıza çıkar. Bunlardan biri de Süleyman Uludağ'dır. Uludağ da İbn Haldun üzerine çalışmalar yapmış ayrıca Mukaddime'nin Türkçe çevirisini de yayın dünyasına katmıştır.
Bu çalışmaya konu olan Süleyman Uludağ'ın İbn Haldun'un Mukaddime çevirisi literatüründe Dr. Mehmed Hayri Kırbaşoğlu'nun 1986 senesinde Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi'nde yayınladığı "İbn Haldun'un Mukaddimesi'nin Yeni Bir Çevirisi Üzerine" adlı çalışmaya rastlanmıştır. Bu çalışmada Kırbaşoğlu Süleyman Uludağ'ın çevirisinin eleştirisini neşretmiştir.
Kırbaşoğlu, Süleyman Uludağ'ın çevirisini beş başlık altında incelemiştir. Tercüme yanlışlıkları, ifade yanlışlıkları, atlamalar ve ilaveler, yanlış ve lüzumsuz açıklamalar-dipnotlar, İngilizce açıklamalar ve son olarak baskı yanlışlıklarını inceleyen M. Hayri Kırbaşoğlu, tercümenin aslını yansıtmadığını ifade etmiş, çeviride olan yanlışlıkları başlıklar altında incelemiştir. Bu çalışma ise çevirinin daha çok hangi konulara değindiğini ve bu konularla ilgili kavramların açıklanmasına yöneliktir. Ayrıca araştırmayı okuyan kişinin İbn Haldun ve Mukaddime fikrinin anlaşılmasını sağlamak amaçlanmıştır.
Mukadime'de biri esas diğeri tali olmak üzere iki türden konular yer almaktadır. Tali konuları dışta bırakacak olursak, esas konuları şu şekilde özetleyebiliriz:
Umumi konular:
İçtimai müesseseler ve değerler:
b) Şiir,
c) Musuki,
d) Mimari, büyük heykeller, muazzam binalar camiler, kiliseler, hisarlar, saraylar.
İbn Haldun, Mukaddime'de bütün bu konuları ilmi bir zihniyetle incelemiştir. Bugün de sosyolojide incelen konular bunlardır. Ancak Mukaddime'de bugünkü sosyolojiye nazaran bazı konular eksiktir. Mesela aile müessesinden bahsedilirken evlenme-boşanma konusuna, hukuktan bahsedilirken şahıs ve hususi hukuka değinmemiştir. Ayrıca Mukaddime'de bütün bu konular dağınık olarak ele alındığını, bunların aralarına teferruat kabilinden mesele ve mevzuların eklendiğini söyleyen Süleyman Uludağ Haldun'un kanuniyet esasına bağlı olduğunu da belirtmiştir. (Uludağ, 2016: 83-84).
Herakleitos’un “Değişmeyen tek şeyin değişimin kendisidir.” düşüncesini benimseyen Haldun, olaylara realist bir bakış açısıyla bakar. Ayrıca eserde İbn Haldun'un organizmacı görüşe sahip olduğu belirtilmiş olup, Haldun’un istisnaları kabul ettiği apaçık delillerle vurgulanmıştır. Organizmacı görüş; devlet ve benzeri oluşumları insan organizmasına benzetme yolunu seçerek açıklamaya çalışan görüştür.
Eserin tercümesine geçilmeden okuyucuya eseri daha iyi anlamdırılabilmesi için Mukaddime'de kullanılan dört kavram açıklanmıştır. (Uludağ, 2016: 94-117).
Bu fikir Arap şiirinde şöyle ifade edilmiştir:
"İster zalim olsun ister mazlum, kandaşın ve soydaşın olan kişinin yardımına ve savunmasına koş."
“Bir kabile fertlerinin birleşmesin, yardımlaşmasını, dayanışmasını birbirlerini ve kabilelerini müdafa etmelerini ve öbür kabilelere birlikte tecavüz ve taarruzda bulunmalarını temin eden histir." diye asabiyet fikrini açıklamıştır." cümlesini kurarak fikrini beyan eden Uludağ,’ın haklılığını bu gün aynı kan ve soydan olanların birbirine bağlılığından anlayabiliriz.
İbn Haldun'a göre iki tür asabiyet vardır:
Asabiyetin Gayesi: "Mülktür, iktidar olmaktır, hakimiyeti tesis etmek ve devlet kurmaktır." düşüncesinde olan İbn Haldun, asabiyet fikrinin önemsenmesini vurgulamıştır.
"Bir ülkede mevcut olan çeşitli siyasi partiler etrafında muhtelif dernek, sendika, blok ve kulüpler çevresinde toplanmak ve birleşmek, asabiyet ruhu ile mümkün olmaktadır. Şia, Haricilik ve Mutezile gibi mezheplerde, Nakşilik, Mevlevilik, Bektaşilik, Alevilik, Ahilik ve Fütüvvet ehli gibi tasavvufi tarikatlarda görülen birlik, dayanışma ve fedakarlık ruhu da asabiyet kaynağı ile izah edilebilir. Fakat bu asabiyet nesep asebiyeti değil, sebep asabiyetidir." diyen Uludağ'ın görüşü de son derece önemlidir. Çünkü günümüzde soya bağlı asabiyet gün geçtikçe önemi artan bir olgudur.
İbn Haldun, Mukaddeme'de yani eserinin önsözünde tarih ilminin fazileti, tarihte takip edilen usullerin tarihçilerin hata ettikleri noktalara temas ettiğini söyler. Mukaddeme tarih nedir, nasıl olmalıdır gibi sorulara cevap verirken kimi zaman olaylar üzerinden bunu yapar. Olaylarda Allah inancının varlığını da Mukaddimede geçirir.
Birinci kitabı için "Umran ve mülk, hükümdarlık, kazanma, geçinme, sanatlar, ilimler, bunların illetleri ve sebepleri türünden olmak üzere umrana arız olan "avarız-ı zatiye" hakkındadır." cümlesini kullanan Haldun için, Süleyman Uludağ "İbn Haldun cemiyetin ve tarihin bir tabiatı olduğuna, fiziki tabiat gibi ictimai ve tarihi tabiata da bir takım sabit kanunların hakim olduğuna, tıpkı fiziki tabiat gibi ictimai tabiatın da tetkik edilip kanunlarının keşfedilmesi gerektiğine inanmakta ve bundan onun determinizm anlayışı doğmaktadır." demiştir.
Haldun, umran olayları hemen kabul etmemeyi araştırmayı savunur, realisttir. İbn Haldun'a göre tarihin ve umranın konusu haber hükümleridir. Tarihi hadiselerde haber cümleleri ile anlatılır. Bize düşen olayların ardındaki gerçekliği araştırmak, sorgulamaktır.
Haldun Mukaddime'de "Aristo'ya nisbet edilen ve öteden beri halk arasında elden ele dolaşan siyaset hakkındaki kitapta (Politika) umran ilmine elverişli bir parça bilgi vardır. Ama bu da tam değildir, delillere dayandırılması meselesinde konuya hakkı olan şey de verilmemiştir. Üstelik başka şeylerle karıştırılmıştır... Aristo'nun, garip bir daireye yerleştirdiği bu cümlelerin en önemlisi şu sözüdür: 'Dünya bir bahçedir, bunun duvarı da devlettir. Devlet bir sultan (authority, iktidar), sünnet (töre) bununla yaşar. Sünnet siyasettir, bu siyaseti hükümdar yürütür. Hükümdar bir nizamdır (nazımdır). Ordu onu takviye eder. Ordu bir yardımcı ve destektir, mal ve para onun teminatıdır. Mal rızıktır, onu raiyye derler ve toplar. Raiyye kuldur onu adalet korur. Adalet, kendisiyle ülfet edilen ve sayesinde dünyanın kaim olduğu bir şeydir ve dünya bir bahçedir.' Bundan sonra (görüldüğü gibi Aristo'ya ait) sözler, tekrar baş tarafa dönmektedir. Sekiz cümleden meydana gelen bu hikemi ve siyasi sözler yekdiğeri ile irtibatlıdır. Son tarafları baş taraflara dönüşmektedir. Bu suretle baş tarafı belli olmayan bir daire biçiminde birbirine bitişmektedir. Bu sözlere vakıf olduğu için Aristo iftihar etmiş ve bunların faydasının büyük olduğunu belirtmiştir." der.
İbn Haldun insanların birlikte yaşadıklarını düzenin hakim olması için de bir başkanın olması gerektiğini belirtirken bir ihtiyacın da umran olduğunu söylemiştir. “Umran, toplumla kaynaşmak ve ihtiyaçları gidermek maksadıyla şehre veya bir konaklama yerine inmek ve orada birlikte ikamet etmekten ibarettir.” diyen Haldun, umranın bedevi olanı ve hadari olanı da vardır demiştir. Bedevi olanlar yaylalarda, ovalarda, bozkırlarda iken hadariler şehirlerde, kasabalardadır.
Ayrıca Haldun kitaptaki sözleri altı bölümde ele almıştır:
Bu bölümde genel beşeri umrandan söz eden Haldun yine insanların toplu halde yaşamalarının zaruri olduğu düşüncesiyle birinci Mukaddemeye giriş yapmıştır. Daha sonra bu bölümde şeriatın lüzümsuz olmadığını fakat içtimai hayat ve devlet müessesi için şeriatın varlığını şart olmadığını anlatır. Bugün şeriat olmadan yönetilen laik devletlerin varlığı İbn Haldun’u destekler niteliktedir.
İkinci mukaddeme için "Yeryüzünün umran bulunan kısımları ve dünyadaki başlıca ormanlara, denizlere, nehir ve iklimlere işaret edilmesi hakkındadır." diyen Haldun, bu kısımda coğrafik bilgilere yer vermiş. İbn Haldun, yeri gelmiş ekvator, atlas, yer çekimi, paraleller gibi kavramlardan bahsetmiş; yeri gelmiş Nil, Fırat, Dicle, Ceyhun gibi büyük nehirleri anlatmıştır.
Nehirleri anlattıktan sonra Şerif İdrisi'nin Roger (Rucar) kitabında dağları, denizleri, vadileri uzun uzadıya anlattığını söyleyip sözü uzatmanın hacet olmadığını, Berberlerin vatanı olan Kuzey Afrika ile Arapların doğudaki yurtları üzerinde duracağını söyleyen Haldun bu düşüncesinden vazgeçip coğrafya konusunda geniş çaplı yer veriyor.
İbn Haldun ekvatorun dünyayı ikiye böldüğünü, asıl umranın kuzey yarım kürede olduğunu söylemiştir. Ekvatordan kutuplara doğru arzı yedi iklim bölgesine bölmüş, her iklim bölgesini de on kısma ve cüze taksim etmiştir. Yedi iklim bölgesinden yetmiş tali iklim çıkartan Haldun her birinin ayrı umran şartlarına sahip olduğu için farklı kültür ve medeniyetlerin oluştuğunu öne sürmüştür.
Yedi iklim bölgesini kısaca özetlemek gerekirse;
Bu kısımda da sık sık iklim ve coğrafya koşularının insan davranışlarının üzerine etkisinden bahsedilmiştir. Ayrıca Haldun, iklimler arasında aşılmaz duvarların varlığını da kabul etmez:
"Güneyde Habeş, Yemen ve Sudan; kuzeyde Slav, Frenk ve Türk kavimleri arasında Hristiyanlığın ve İslamiyet’in yayılması, bu ülke ve kavimlerin mutedil iklimlere bitişik komşu olmalarındandır. Demek ki iklim şartları, sadece umranın ve büyük dinlerin zuhurunu hazırlamakla kalmamakta, yayılmaları ve yaşamaları üzerinde de tesirini göstermektedir."
Üçüncüyü Mukaddeme'yi "Mutedil olan ve olmayan iklimler, havanın insanlar renklerine ve daha başka birçok hallerine olan tesiri." diye temellendiren İbn Haldun, iklim ve coğrafi koşulların ırk ve genetik oluşumunda etken olduğunu savunmuş beyazlık ve siyahlığın da bundan kaynaklandığını söylemiştir. Düşüncelerini İbn Sina'nın sözleri ile de pekiştirir:
"Sıcaklık zencilerin bedenlerini değiştirmiş, hatta derilerine siyahlığı bir elbise olarak giydirmiştir. Slavlar ise beyaz renk kazanmışlardır. Hatta bu yüzden derileri yumuşamış ve incelmiştir."
Bu mukaddemede havanın ve iklimin insan ahlakı üzerinde etkisinden bahsedilir. Sudanlıların yapılarına hararet işlemiştir bunun nedeni sıcak havadır; deniz kenarlarında da yaşayanların daha ferah olduğunu söyleyen Haldun sözlerine birçok kez yaptığı gibi ayetlerle devam etmiştir:
"Bunu çeşitli iklimlerde ve ülkelerde araştır, havaya ait keyfiyetlerin ahlak üzerinde etkili olduğunu göreceksin. 'Her şeyi yaratan ve bilen Allah'tır.' " (Yasin36/81).
Beşincici Mukaddime'yi İbn Haldun,"Bolluk ve kıtlık itibariyle umranın ahvalinde görülen farklılık ve bunun insanların beden ve ahlakı üzerinde meydana getirdiği tesirler" çerçevesinde temellendirir. Haldun'a göre kurak, verimsiz topraklarda yaşayan halk gıda için fazla mücadele etmek zorundadır. Sürekli çalışan beden zinde, çevik olur; renkleri daha parlak, yakışıklı, karakterleri daha düzgün olur fakat verimli topraklarda yaşayan halk ise topraklar verimli olduğu için az çalışır; vücut yapıları daha şekilsiz, çirkin olurlar. Şehir ve kasabalarda yaşayanlar içinse gıdaya daha çabuk ulaşmalarından dolayı kibar ve zariftirler diyen Haldun beslenmenin de ruh ve beden yapısında etkili olduğunu da belirtmiştir.Ona göre, az yiyen insanın cildi parlak, güzel ve çevikken çok yiyen insanda tam tersi olur.
Haldun bu mukaddemede ayrıca deve sütü içen insanların sağlıklı olduğu gibi devenin huylarını da alıp sabırlı olduklarını dile getirir.
Altıncı bölümde din konusu üzerinde duran Haldun, birçok bölümde yaptığı gibi hadis örneklerinden, rivayetlerden bolca yararlanmıştır. Bu bölüm din, doğru, gayb, rüya, vahiy gibi konulara ışık tutmaktadır.
[caption id="attachment_11777" align="alignleft" width="266"] İbn Haldun[/caption]
Bu bölümde Bedevi, Hadari ve Arap kabilelerin var olmalarının tabi olduğunu anlatan Haldun, bedeviliğin hadarilikten daha eski olduğunu; umran ve şehirlerin kökünün badiye (çöl) olduğunu söyler. Hadarilerden daha çok bedevilerin hayra daha yakın olduğunu, bedevilerin yaşadıkları coğrafya ve koşullar gereği daha cesur olduklarını buna karşın Hadarilerin, kanunlu hükümlerinin baskısının mukavemat kabiliyetlerini yok ettiklerini belirten Haldun, sadece asabiyet sahibi kabilelerin badiyede ikamet ettiğini belirtir. Asabiyet sadece nesep birliğinden hasıl olur, Sarih nesep (soyları başka soyla karışmayan) sadece çöllerdeki vahşi Araplarda ve ona benzer toplumlarda bulunur fakat nesepten nesebe geçişte mümkündür dolayısıyla nesepler karışabilir düşüncesini savunan Haldun, Riyaset’in yani liderliğin asabiyet sahiplerinde bulunduğunu fakat asabiyet sahibi olanlara reis olmak, onların nesebinden olmayanları için mümkün olmayacağını anlatır.
Aile, şeref, esas ve hakikat itibariyle asabiyet sahiplerine mahsustur. Başkalarında ise bu hususlar mecaz ve benzeme itibariyle oluşur. Azatlıların (kölelerin) nesebleri ise efendileri itibariyle olur diyen Haldun, hasebin dört cedden oluştuğunu fakat zorunlu olmadığını ailenin asaletinin aralıksız olarak beşinci ve altıncı cedde de olabileceğini belirtirken haseb (şan, şeref, asalet ve itibar) da insanoğluna ait olan gelip geçici hallerden olduğunu da aktarmıştır.
İbn Haldun asabiyetin, giderek ulaştığı gayenin mülk olduğunu söyler. Nitekim refahın husulü ve kabile mensuplarının nimetlere dalmaları, asabiyetin mülk haline gelmesine mani olan hususlardandır. Ayrıca bir kabilenin mezellenin ve başkalarına inkiyad etmesi, mülke mani olan unsurlarındandır diyen Haldun, vahşi milletlerin mülkünün daha geniş olduğunu ve vahşi kavimlerin diğerlerinden daha çok hakimiyet kurmaya becerikli olduğunu belirtir.
Mülk ve güçlü hanedanlık sadece kabileler ve asabiyetle olur düşüncesinde olan Ibn Haldun, devletin güçlü duruma geçtikten sonra asabiyete ihtiyaç duymayacağını da belirtmiştir. Devletin tabii sınırları mevcuttur düşüncesini detaylı bir şekilde inceleyen Haldun, sahası geniş olan hanedanlıkların din esasına dayalı olduğu düşüncesini geniş bir şekilde incelemiştir. Çok sayıda cemaatlerin olduğu topraklarda sağlıklı bir devlet kurulması az vakidir fikrini dile getiren Ibn Haldun refah-devlet ilişkisini de detaylı bir şekilde incelemiştir. Devlet, mülk, saltanat kavramlarını derine inerek inceleyen Haldun aynı zamanda hilafet, halife, mezhep, biat, veliahtlık, haciplik, mehdilik, Patrik, Kohen kavramlarını da açıklamıştır.
Yeni kurulan hanedanlıklar eski hanedanlığı kolay yıkamaz fikri bu bölümde hükümdarlık ve hanedan kavramları aktarıldıktan sonra anlatılmıştır. Ayrıca azatlı-hükümdar ilişkisine de bu bölümde yer verilmiştir. Görüşleri’nin bugün bile geçerliliğini ve haklılığını koruması İbn Haldun’un ileri görüşlülüğünü gözler önüne serer.
Mülkün birinci kısmını hanedanlıklar ve devletler oluştururken ikinci kısmını ise şehir ve kasabalar oluşturur. Büyük şehirleri ise ancak büyük hükümdarlar inşa edebilir düşüncesini savunan Ibn Haldun, dördüncü bölümde şehir ve şehir hayatını geniş perspektifle anlatmıştır. Ayrıca bu bölümde dünyadaki en ulu mabetleri, camileri (Mekke, Medine ve Beytu’l Makdis), bina ve meskenleri anlatmıştır. Ayrıca bu bölümde şehir hayatı bedevi ve hadariler açısından incelenmiştir.
İnsanın emek vererek ihtiyaçlarını giderebileceği konusunu anlatan Haldun, geçim kaynaklarının hangisinin hayırlı olduğunu, nasıl davranılması gerektiğine de değinmiştir. Ayrıca ticaretin nasıl olması gerektiğini de belirten İbn Haldun sanat ve usta konusuna da sanat için usta önemlidir diyerek başlamıştır.
İnsanların, sanatlardan en uzak olanı Araplardır düşüncesini anlatan Haldun daha sonra temel sanatları kısa bir şekilde anlatmıştır.
Mukaddemeye insan düşüncesi ile giriş yapan Haldun, insanın zatı itibariyle cahil, kazandığı bilgi itibariyle alimdir diyerek insan, bilgi, akıl konularını açıklamıştır.
İlimler, ancak büyük bir umranın olduğu yerde gelişir düşüncesinde olan Ibn Haldun, bu bölümde aşağıdaki ilimlerden bahsetmiştir.
Felsefenin, kimyanın iksiri gibi konuların aslında olmadığını düşünen Haldun, ilimlerin nasıl olması gerektiğine genişçe yer vermiştir (Telif, talim ve takrir usulü vb.). Çocukların, talebelerin eğitiminde olması gerekenlere kadar anlatmıştır.
Bir kimsenin ana dilinin Arapça olmaması, ilimleri tahsil hususunda dili Arapça olanlardan onu geri durumda bırakır düşüncesinde olan Haldun,aynı durumun İranlı, Türk kavimler içinde yaşanabileceğini aktarmıştır. Aslında burada bahsedilen Arapça bir eseri yorumlanmasında Arap birinin başarılı daha başarılı olacağıdır.
Süleyman Uludağ, Mukaddime tercümesine son verirken “ İbn Haldun ve Mukaddime Kitabiyatı ” adını verdiği kısımda Rosenthal tercümesinde yer almayan Arapça, Türkçe ve Farsça kitap, tez ve makalelere yer vermiştir. Karma dizinler kısmında ise kitabın giriş kısmı ile Mukaddime metninin dizini yapılmıştır. Süleyman Uludağ Mukaddime’nin yazma basma tercümelerinden örnekler ile eseri sonlandırmıştır. Mukaddime çevirisi tek kitapta toplanan Uludağ, araştırmasında çeviri dışında kendi fikirlerini de paylaşarak okuyucunun Mukaddimeyi daha iyi anlamasını sağlamıştır. Bu çalışmada ise Süleyman Uludağ’ın Mukaddime çevirisi temel alınarak İbn Haldun’un görüşleri, hakkında söylenenler ve Mukaddime’nin bölümleri, konuları, kavramları açıklanmıştır.
Giderek İbn Haldun ve Mukaddime hak ettiği değeri alırken bu alandaki çalışmalar her geçen gün artmaktadır. Yazın hayatına geniş perspektifli, özgün araştırmaların artmasını ve katkı sağlamasını temenni ederim.
Dilan BÜYÜKDENİZ
https://www.youtube.com/watch?v=0k5sVKWqxG0
Yorum Yaz