İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Giriş
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), siyasi yapısı itibariyle hem Türkiye’ye bağlı hem de kendine özgü bir yarı-egemenlik modeline sahip gözükse de sonuçta bağımsız bir devlettir. Ancak bu modelin içinde öne çıkan aktörlerden biri, neredeyse devletten bağımsız bir güç gibi davranan sendikal yapılardır. KKTC'deki sendikalar yalnızca çalışma hayatının değil, eğitim politikalarının, kültürel değerlerin ve hatta dış politikanın şekillenmesinde etkili olabilmektedir. Bu durum yalnızca yüksek sendikalaşma oranı veya yasal haklarla açıklanamaz. Arka planda ideolojik motivasyonlar, uluslararası destek ağları ve Türkiye'nin kendi iç çelişkileri yer alır. Bu çalışmada, sendikaların etkisi çok boyutlu olarak incelenecek; güç kaynakları, ideolojik konumları, dış bağlantıları ve Türkiye’nin bu denkleme nasıl konumlandığı analiz edilecektir.
Sendikal Gücün Sosyopolitik Kaynakları
KKTC'deki sendikaların gücünün ilk kaynağı, ülke yapısına özgü kamu çalışanı oranıdır. Yaklaşık 480 bin kişilik bir nüfusa sahip olan KKTC’de çalışan nüfusun önemli bir bölümü devlet memurudur. 2023 itibariyle toplam çalışanların yaklaşık %30’u doğrudan kamu sektöründe istihdam edilmekte ve bu kişilerin %90’ından fazlası sendikalıdır. Bu oranlar, sendikalara yalnızca örgütlü bir topluluk değil, aynı zamanda kamu yönetimi üzerinde etkili bir baskı gücü kazandırır.
Ancak güç yalnızca nicelikten ibaret değildir. Sendikalar, yıllar içinde eğitime, medyaya ve sivil toplum alanına nüfuz ederek kültürel bir hegemonya kurmayı başarmıştır. Özellikle öğretmen sendikaları (KTÖS, KTOEÖS) müfredat içerikleri, din dersleri, Türkiye’den gelen öğretmen atamaları gibi konularda belirleyici pozisyondadır. Bu noktada, eğitim üzerinden gelecek neslin ideolojik formasyonu da bu yapıların etkisi altına girmiştir. Sendikaların düzenlediği seminerler, yayınladığı bildiriler ve yönlendirdiği akademik söylemler, yalnızca üyelerine değil, tüm topluma ulaşan bir “bilinç aktarımı” işlevi görmektedir. Sendikaların gücü yalnızca kamu çalışanlarının örgütlülüğünden değil, toplumsal meşruiyetlerinden de kaynaklanmaktadır. KTÖS ve KTOEÖS gibi yapılar, sadece üyelerine değil, geniş bir toplumsal tabana hitap eden söylem üretme yetisine sahiptir. Eğitim üzerinden elde edilen ideolojik hegemonya, aileler, öğrenciler ve hatta öğretim üyeleri üzerinde de doğrudan bir etki yaratmaktadır. Özellikle eğitim reformları, din dersleri, kültürel programlar gibi tartışmalarda sendikaların açıklamaları, çoğu zaman medyada referans olarak kullanılmakta ve kamuoyunda ciddi yankı bulmaktadır. Bu durum, sendikaların yalnızca kurumsal değil, aynı zamanda kültürel sermayeye de sahip olduğunu göstermektedir. Sendikal yapılar, 2000’li yıllarla birlikte geleneksel basının yanında dijital medya araçlarını da etkin şekilde kullanmaya başlamıştır. Özellikle sosyal medya platformları, protesto çağrılarından eğitim politikalarına kadar pek çok konuda kamuoyu oluşturmak için kullanılmaktadır. KTÖS, Dev-İş ve KTAMS gibi kurumlar düzenli olarak basın açıklamaları, çevrim içi seminerler ve görsel kampanyalarla geniş bir izleyici kitlesine ulaşmaktadır. Bu alanın stratejik kullanımı, sendikalara yalnızca ulusal düzeyde değil, uluslararası düzlemde de görünürlük sağlamaktadır. Algı yönetimi açısından bu durum, Türkiye’nin bölgedeki yumuşak gücünün törpülenmesine neden olan başlıca unsurlardan biridir.
İdeolojik Konum: Laiklikten Kıbrıslılığa
KKTC sendikalarının çoğu, klasik anlamda sol eğilimlidir. Ancak bu solculuk, sadece ekonomik adalet ya da işçi hakları gibi temalarla sınırlı değildir. “Kıbrıslılık kimliği” etrafında şekillenen bu çizgi, yer yer etnik ayrımcılığa da evrilebilmektedir. Sendikalar sıklıkla Türkiye’den gelen kamu görevlilerini “yabancı” olarak tanımlamakta; Türkiye’yi ise müdahaleci, kültürel asimilasyon uygulayan bir güç olarak görmektedir.
Bu yaklaşım, 2021 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kıbrıs ziyaretinde açılan “Bu memleket bizim, siz kimsiniz?” yazılı pankartlarla somutlaşmıştı. Bu pankartları taşıyan yapıların başında KTÖS ve KTOEÖS gibi sendikalar gelmekteydi. Olay yalnızca siyasi bir kriz yaratmadı; aynı zamanda sendikaların ideolojik pozisyonunu daha net ortaya koydu. Sekülerlik, anti-militarizm ve “Kıbrıslı yurttaş” vurgusu, Türkiye ile duygusal bağı zayıflatmayı hedefleyen bir bilinç inşasının temel taşları hâline gelmiştir. Sendikal söylemlerin özellikle “Kıbrıslılık” ve “Türkiye karşıtlığı” üzerinden şekillenmesi, yüzeyde olumsuz bir algı yaratsa da bu durumun ardında toplumun belli kesimlerinin kaygılarına cevap veren bir gerçeklik bulunmaktadır. Türkiye’nin KKTC’deki kültürel, ekonomik ya da bürokratik varlığına dair şeffaflık eksikliği, bu tür eleştirel söylemleri meşrulaştırmakta; sendikaların temsil ettiği seküler ve yerelci çizgiye duyulan ilgiyi artırmaktadır. Bu nedenle, söz konusu ideolojik yönelimleri yalnızca “asimetrik” etki olarak değil, aynı zamanda toplumsal bir karşılık olarak da analiz etmek gerekir. Türkiye'nin bu söylemleri tamamen dışlayıcı bir dille değil, yapıcı bir söylem rekabetiyle dengelemesi uzun vadede daha etkili olacaktır.
Yargı ve Meclis Üzerindeki Etki
Sendikaların etkisi yalnızca sokakta protesto yapmakla sınırlı değildir. KTÖS ve KTOEÖS gibi sendikalar, sık sık Anayasa Mahkemesi’ne başvurmakta ve eğitimle ilgili yasaların yürürlüğünü durdurabilmektedir. 2023’te Öğretmenler Yasası’nın bazı maddeleri, sendikaların açtığı dava sonucu iptal edilmişti. Bu gelişme, yargı alanında da etkili bir baskı mekanizması kurduklarını gösteriyor. Ayrıca Meclis’teki bazı muhalefet partileriyle (özellikle CTP ve TDP) organik bağları olan bu yapılar, dolaylı yoldan yasa yapım süreçlerine de etki edebilmektedir. KTÖS ve KTOEÖS gibi sendikalar, yalnızca seçim dönemlerinde destek açıklamaları yapmakla kalmamakta; aday belirleme süreçlerinde, yasa tekliflerinin hazırlanmasında ve kamuoyu oluşturulmasında da dolaylı fakat güçlü bir etki göstermektedir. Özellikle seçim öncelerinde yapılan anketler, kamuoyuna sunulan bildiriler ve siyasi nutuklarla sendikalar, toplumun oy verme davranışlarını yönlendirme potansiyeline sahiptir. Bu durum, sendikaların yalnızca sivil aktörler değil, aynı zamanda siyasal aktörler olduğunu ortaya koymaktadır.
Uluslararası Fonlar ve Stratejik İttifaklar
Sendikaların kurumsal sürdürülebilirliği yalnızca aidat gelirlerine dayanmamaktadır. AB’nin Kıbrıslı Türk toplumuna yönelik sivil toplum programları, her yıl milyonlarca Euro’yu çeşitli dernek ve sendikalara aktarmaktadır. 2022’de sadece AB kaynaklı 1,2 milyon Euro’nun KTÖS, Dev-İş ve KTAMS gibi yapılara “demokrasi eğitimi”, “insan hakları savunuculuğu” ve “toplumsal cinsiyet eşitliği” gibi projeler kapsamında aktarıldığı bilinmektedir.
Bu destekler yalnızca mali yardım değil, aynı zamanda ideolojik yönlendirme işlevi de görür. Eğitim materyalleri, söylem biçimleri, sosyal medya kampanyaları büyük ölçüde bu fonlar tarafından yönlendirilir. Uluslararası sendika ağları da bu mekanizmanın parçasıdır. KTÖS, Avrupa Eğitim Sendikaları Konfederasyonu (ETUCE) ve Eğitim Enternasyonali (EI) ile, Dev-İş ise ITUC ile ortak projeler yürütmektedir. Bu projelerde Türkiye’nin bölgedeki etkisi genellikle “otoriterleşme”, “dini muhafazakârlık” ya da “müdahale” olarak tanımlanır. Böylece uluslararası arenada Türkiye’nin yumuşak gücü zayıflatılırken, sendikaların söylemleri meşrulaştırılmış olur. Türkiye’ye ideolojik olarak daha yakın duran yapılar –örneğin bazı sivil toplum kuruluşları, üniversiteler ya da dini vakıflar– Kıbrıs Türk toplumunda sendikalar kadar görünür ve etkili olamamaktadır. Bunun temel nedenlerinden biri, bu yapıların uzun vadeli strateji ve kurumsallaşma eksikliğidir. Türkiye kökenli üniversiteler çoğunlukla akademik nicelik üretmeye odaklanmış; sivil toplum alanında fikir liderliği üretememiştir. Benzer şekilde, Yunus Emre Enstitüsü gibi kültürel diplomasi kurumlarının KKTC’deki görünürlüğü sınırlı kalmış, yerli aktörlerle kalıcı iş birlikleri geliştirilememiştir. Bu boşluk, seküler ve sol eğilimli sendikalara geniş bir ideolojik manevra alanı tanımıştır.
Türkiye’nin Müdahale Sınırları: Egemenlik-Paradoksu
Türkiye, KKTC'nin en büyük ekonomik destekçisidir. 2024 bütçesinde Türkiye’den KKTC’ye yapılan doğrudan yardım 16,5 milyar TL’ye yaklaşmıştır. Bu destekle kamu maaşları ödenmekte, altyapı projeleri yürütülmekte, sağlık ve eğitim gibi temel hizmetler sürdürülmektedir. Ancak bu ekonomik bağımlılık, siyasal müdahale alanını genişletmemiştir. Bunun birkaç temel nedeni bulunmaktadır:
Kıbrıs Türk toplumundaki sendikal hareket, 20. yüzyılın ortalarında işçi hakları ve ekonomik eşitsizliklere karşı bir mücadele aracı olarak ortaya çıkmıştır. 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kuruluşu ile Türk toplumunun siyasal olarak özerk yapılar kurması, sendikaların da daha organize bir hâle gelmesine zemin hazırlamıştır. 1974 sonrası Türk Silahlı Kuvvetleri’nin müdahalesi ve KKTC’nin 1983’te ilanıyla birlikte, sendikalar yalnızca ekonomik alanda değil, siyasi kimliğin inşasında da etkili olmaya başlamıştır. Özellikle 1990’lardan itibaren yükselen Avrupa Birliği perspektifi, sendikal yapılarda “Kıbrıslılık” kimliğini öne çıkaran yeni bir ideolojik dönüşümü beraberinde getirmiştir. Bu dönüşüm, işçi hakları mücadelesini aşarak kültürel kimlik savunusuna evrilmiş ve sendikaları yalnızca emekçi temsilcisi değil, aynı zamanda kimlik mücadelesi yürüten sivil aktörler hâline getirmiştir.
Alternatif Politikalar ve Öneriler
Türkiye’nin bu denklemde daha etkili olabilmesi için sert müdahalelerden ziyade yumuşak güç stratejilerine yönelmesi gereklidir. Bunlar arasında:
Sonuç
KKTC’deki sendikal yapılar, yalnızca emek piyasasında değil, kültürel ve siyasal düzlemde de etkili aktörler olarak varlık göstermektedir. Tarihsel süreç içinde ideolojik bir dönüşüm geçiren bu yapılar, bugün artık toplumsal kimlik, eğitim politikaları ve hatta dış politika tartışmalarında belirleyici roller üstlenmektedir. Medya stratejileri, uluslararası fon kaynakları ve toplumsal meşruiyetleri, sendikalara sıradan birer işçi örgütü olmaktan çok daha fazlasını kazandırmıştır.
Türkiye açısından bu yapıların yalnızca eleştirisini yapmak yeterli değildir. Aynı zamanda ideolojik, kültürel ve kurumsal düzlemde alternatif yapıların geliştirilmesi elzemdir. Uzun vadeli ve çok katmanlı bir strateji ile Türkiye, hem kendi yumuşak gücünü inşa edebilir hem de KKTC toplumunda daha dengeli bir ideolojik çeşitliliğin önünü açabilir. Aksi takdirde, mevcut sendikal hegemonya yalnızca korunmakla kalmayacak, daha da güçlenecektir.
Kaynakça
Ozan Dur
30.05.2025 / 21:02Yumuşak gücün önemi burada görülmüş, Kıbrıs'ın askeri gücü yok bildiğim kadarıyla ve Ülkemiz ile iyi geçinseler ilişkilerimiz açısından fena olmaz. Kültürü eksik bırakınca ve sadece Hard power'a önem verince, zihinler hâkim söylemden uzaklaşabilir. Ortadoğu gibi bir coğrafyada olmamız, kültüre yeterince yatırım yapamamıza neden oluyor bence. Âcizane eklemelerim bunlar. Ellerine sağlık, güzel yazı.
Yahya Özdemir
30.05.2025 / 16:37Sanki gidip görmüş gibi eline sağlık,😉😅
Alperen
30.05.2025 / 16:19Eline emeğine sağlık kardeşim, ilgili konuyu derinleştirmeni ve KTCC deki diğer sosyal, siyasi yahut toplumsal yapıyı inceleyen bir yazı kaleme almanı da temenni ederim. Çok akıcı ve anlaşılır bir yazı, tekrar teşekkür ederiz.