VAKTİN ÇOCUKLARI; DENGBÊJLER | İlim ve Medeniyet

 Ji bo bîranîna Şahê Dengbêjân Evdalê Zeynikê*        

Dengê pîroz ji Evdalê Zeynikê re got “ BİBÊJE”!! Li zozanên serhedê Evdal xwe berda nav dengê bilbilû qulingan. Bi wan dengan kilamên xwe hûna. Û di dile mirovan de neqş kir. Evdal heta dawîya emrê xwe denge xwe yê ezîz parast, bi gotinan dewlemend kir û dewrî dengbêjan. Û ev kevneşopî bi xêra hêza peyvan heta roja me hat. Hercî kesê dixwazin kilaman bispêrên xwe! Goh bidin vêderê! Û, haydê bistrên!
( İlahi ses, Evdalê Zeynikê’ye SÖYLE! Dedi. Evdal, Serhad’ın yaylalarında bülbüllere, turnalara koştu. Onlardan aldığı sesi kılamlara dönüştürdü. Ve insanların gönlüne nakşetti. Evdal ömrünün sonuna kadar bu ulvi sesi sakladı, söz ile yüceltti. Ve onu dengbêjlere aktardı. Bu gelenek yüzlerce senedir sözün gücü sayesinde günümüze kadar ulaştı. Söz ve ses, kılamlar eşliğinde kuşaktan kuşağa işte böyle aktarıldı. Kılamları almaya aday olanlar! Kulak verin! Ve haydi söyleyin! )

Dengbêj, kılam ve sıtran (Bir nevi uzun süreli ve irticali okunan türküler) okuyanlara verilen isimdir. Kürt tarihinde yazılı kaynaklar sınırlıdır. Tarihi miras sözlü olarak aktarılmıştır. Kürt coğrafyasında cereyan eden birçok olay dengbejlerin eliyle bu güne kadar aktarılmıştır. Burada dikkat etmemiz gereken bir husus şudur; yıllarca söylenenin aksine dengbêjler sadece aşiret savaşlarından bahsetmemiştir. Eğer bahsi geçen dengbêjler olmasaydı, biz ne aşiretlerin tarihini, ne de anlaşmazlıkların sebebini bilirdik. Bu gün dengbêjlerin kılamlarını incelediğimiz zaman yapılan ihanetler, isyanlar, aşkları uğruna öldürülen gençler, birbirini sevip kurtulanlar, bütün bunları dengbêjlerin hikâyelerinde görüyoruz. Şayet dengbêjliğin içindeki gizli kodları bulmazsak ve sadece kötü şeyleri ararsak ne kültürümüzü ne de sanatımız tam manasıyla anlayamayız. Bunun yanı sıra, dengbêj olmak sadece bunlardan ibaret değildi.

Yaşar Kemal, Dengbêjlerin Şahı Evdalê Zeynikê’den ‘Kürtlerin Homeros’u’ diye bahsediyordu. Evdal, Serhad coğrafyasını adım adım gezen bir şair misyonunu yüklenmişti. Dengbêjlere üstatlık yapmış olan Evdal her dengbêj gibi hayata güçlü bağlarla bağlıydı. Kendisine dost olarak yaralı bir turnayı seçmişti. Belki dengbêj olmanın şartıydı bu, hayatı çok derinden hissetmek gerekiyordu. Doğayı gezip sularla, taşlarla, çiçeklerle konuşarak sesini, derdini, hüznünü onlarla paylaşmak. Yaylalarda kuşlarla ve diğer hayvanlarla içi içe yaşamak. Nihayetinde buralardan topladığın derin aşkı diğer insanlar arasında paylaştırmak… Hayatı her yönüyle ve her zaman hissetmek. Çok temiz, çok saf ve derin bir yüreğe sahip olmak. Bütün bir hayatı çok yönlü olarak iyiliği, kötülüğü, güzelliği, doğayı, aşkı, ölümü ve yaşamayı kanadı kırık bir turna ile anlatmak…

Dengbêjlerin Şahı olarak kabul edilen Evdalê Zeynikê’nin oğlu Temo’ya söylediği son sözleri beni bu metni kaleme almaya zorladı. Aşağıda öncelikle bu sözlere yer verdikten sonra TRT Kurdi tarafından yapılan en güzel hizmetlerden biri olarak kabul ettiğim bir mülakat metnine yer vereceğim. TRT Kurdi’de moderatörlüğünü Abdurrahman Benek’in yaptığı “Wext Çawa Derbas Bû” isimli program ekibi yaşayan dengbejleri ziyaret edip onlarla bir dizi mülakatlar yapmışlar. 13/08/2016 tarihinde Malatya’da dengbêjlik geleneğinin önemli temsilcilerinden Ayzerê Bekışê ile yaptıkları mülakat beni oldukça memnun etti. Mülakatta dengbêjin yaşamında önemli görülen noktalar, dengbêjlik geleneği ve bahsi geçenecen dönemde ki sosyal yaşamla ilgili çok güzel anekdotlar ve tecrübe paylaşımları var.  Ben de bu mirasa sahip çıkmak adına bunu bir misyon olarak kabul edip metni elimden geldiği kadarıyla Türkçeye çevirdim. Mülakatın ilk bölümünü bu yazımızda göreceğiz. Mülakatın Necmettin Erbakan, Bülent Ecevit, Turgut Özal, Hamit Fendoğlu gibi önemli siyasi simalarını, Kıbrıs çıkartması gibi dönemin önemli siyasi olaylarını barındıran ikinci kısmını ise önümüzdeki yazılarda paylaşacağım. Metni çevirirken söylenen kılam ve stranları çevirmeyi çok isterdim. Gerek edebiyat bilgim ve birebir çeviri kabiliyetim yetersiz olduğu için gerek de telif meseleleri olduğu için çevirememenin derin üzüntüsünü yaşadım. İleride bir gün hem yeterli kudreti kendimde bulup hem de gerekli izinler alınabilirse çevirmeyi çok isterim. Zira bu eserlerin çok derin anlamalar barındırdığına şahitlik ederim.  Bu güzel hizmetleri yaptıkları ve yazıya kaynaklık ettikleri için TRT Kurdi’ye, Abdurrahman Benek Beyefendi’ye, Evdalê Zeynikê hakkında önemli çalışmalar yapan ve onu bize hakkıyla tanıtan Bülent Gündüz ve Delîl Dîlanar Beyefendilere teşekkürü borç bilirim. Dengbêjliğin bu gün yaşatılmasına katkıda bulunan bütün dengbêjlerden ölenlere rahmet kalanlara hayırlı ve bereketli bir ömür dilerim. Buyurun Abdurrahman Benek ve Dengbêjimiz arasında geçen bu güzel söyleşiye kulak verelim…


Vay bana Temo oğlum vay bana…

Benim sözlerim zamane cahillerinin sözlerine uymuyor.

Sabrım Yok, ruhum daralıyor.

İlk dördün gibi giden ömrüm

Bir daha geri gelmez bilirim.

Dinle; baban öyle sözler bırakacak ki arkasında

Reşat altın gibi tarih olacak

Ve İsrafil sura üfleyene kadar herkes babana dua edecek.

Ve ben yeryüzünde o gün çatana kadar baki kalacağım.

         Evdalê Zeynikê


 Muhterem dinleyiciler, bugün Malatya’dayız. Malatya’ya bu coğrafyanın yetiştirdiği önemli Dengbêjlerden Abuzer Aşkınses ile –halk içinde bilinen ismi ile Ayzere Remi Bekışe-   mülakat yapmaya geldik. Sanatçımıza çocukluğundan bugüne 76 yıllık ömrünü nasıl geçirdiğini, özellikle de dengbêjliğe nasıl başladığını, hangi önemli hadiseler için eserler yazdığını soracağız. Şimdi buyrun ona misaifir olalım.

Bizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Abuzer Aşkınses veya bilinen isminizle Ayzere Remi Bekışe kimdir? Nerede doğmuştur? Ailesi? Yaşantısı? Aşireti? Lütfen anlatır mısınız?

Abdurrahman Bey, 1940 yılında Adıyaman İli, Kâhta İlçesine bağlı Sincik’te doğdum. Anne, baba, 2 erkek kardeş, 3 kız kardeşim var. 3 kızım 5 oğlum var. 32 tane de torunum var.  Eskiden bizim memleketlerde aşiretler vardı. Benim çocukluğumda ailem hayvancılık ve tarım ile uğraşıyordu. Çok şükür halimiz de yerindeydi. Ama Allah’ın takdiridir,1956’da kısmetimiz Malatya’ya taşındı. Ailem ile buraya yerleştik. Bugün ki Topsöğüt civarlarında babam arazi aldı. Uzun bir zaman arazi işleri uğraştım. Sonrasında 1960 yılında askere gittim. Babam benden sonra arazisini satarak, Taştepe’ye taşınarak arsa alıp ev yaptı. 1962 yılında terhis olup eve döndükten sonra bu sazı alarak dengbêjliğe başlamış buldum kendimi.  Şimdilerde 192 tane bestesi bana ait olan eserim var. Büyüğü ile küçüğü ile bana ait eserler bunlar. Bu besteler aşk, sevgi, aşiret olayları, yiğitlikler, sosyal olaylar ve daha birçok konu hakkında yazılmış.

Peki efendim, bu eserlerin çoğunluğu sosyal ve beşeri olaylarla mı alakalı, yoksa aşk ve sevgi temelli mi?

Yani bazı vakitler aşk ve sevgi üzerine kurulu olsa da çoğunlukla. Yiğitlik ve aşiret olayları temelli eserler yazdım. Sizde bilirsiniz, eskiden aşiretler vardı. Bu aşiretlerin beyleri, ağaları olurdu. Genellikle aşiretler arasında çatışmalar yaşanırdı. İnsanlar öldürülürdü. Bu olayları da dengbêjler bir tarih yazıcısı misyonunu yüklenerek dile getirip tarihe şerh düşmüş olurlardı. Dewreşe Evdi, Meme Alan, Siyabend U Xece, Ferza Çolbege, Heme Musake, Cembeli u Bınevş… gibi birçok destan bunun örneğidir.

 Dediniz ki askerden döndükten sonra evlendiğinizi söylediniz. Askerden önce de dengbêjlik namına bir şey yapmadığınızı söylediniz. Doğru mu?

Evet doğrudur.20 yaşında asker oldum. 22 yaşımda da terhis belgemi aldım. 23 yaşıma geldiğimde evliydim. Döndükten sonra bağlama çalmaya başladım ve dengbêjliğim de öylece başlamış oldu. İrticali bir şekilde söylemeye başladım.

 Peki, merak ediyoruz. Hiçbir şekilde bağlama çalıp, dengbêjlik yapmadığınızı söylediniz. Nasıl oldu bu? Yani bir ilham mı geldi? Rüyanızda mı gördünüz? Veya nasıl?

Yok, rüyada falan görmedim veya ilham diyemeyiz? Bizi dinleyenlerden özür dilerim. Kusurumuzu affedeceklerini umuyorum. Ben askerliğimi Karadeniz Ereğli’sinde yaptım. Rebap çalmayı bildiğim için bazen beni askeri gazinoya çağırırlardı. Türkçe bilmediğim için bir şey söylemezdim ama rebap çalardım. Şevket Özkaya isimli bir komutanımız vardı. Kıdemli yüzbaşıydı. Rebap çalardım ona, bu yüzden beni çok severdi. Beni asla nöbete göndermezdi. Tabi her şey Allah’ın takdiri ile olur. Yüzbaşının bir kızı vardı, benimle evlendirmek istedi. Binbaşımız vardı, dedi ki ben Abuzer’in babası sayılırım gitti ve kızı istedi benim için. Askerdeyken yüzbaşımızın kızıyla nişanlandım. Tezkereme az bir zaman kala izin için baba ocağına döndüm. Eve döndüğüm de annem ve babam bu nişan olayına çok kızdılar. Babam bana seni evlatlıktan reddederim dedi. Sana amcanın kızını istedik, şayet kabul etmezsen buralarda durma, bizim senin gibi bir evladımız yok, gibi laflar söyleyerek bana çok kızdı babam. Sana hakkımı helal etmem dedi annem. Tabi anne baba sözü olduğu için, törelerimiz ve geleneklerimiz buna müsaade etmediği için çaresiz kaldım. Dönüp tekrar asker ocağına vardım. Gözüm yaşlı, kalbim kırık bir şekilde nişanı bozmak zorunda kaldım. Kısa bir süre sonra da tezkeremi alıp eve döndüm. O gün başladım söylemeye ve hala söylüyorum. Böyle başladım işte Abdurrahman Bey.

Yani ilk eserinizi o kız için söylediniz. O kıza sevdalandınız yani? Çok mu sevdiniz?

Sevmez miyim hiç. Kıdemli yüzbaşının kızıydı. Bursalıydı. Bursa’da dönümlerce arazileri vardı. Oldukça zengindi. Fakat zamane kızlarına hiç benzemiyordu.  O kadar edepli ve terbiyeliydi ki sanki aşiret geleneği içinde yetişmiş gibi. Pırlanta timsaliydi.

Onun için söylediğiniz eserinizi hatırlıyor musunuz? Bizim için söyleyebilir misiniz?

Sesinize, yüreğinize sağlık. Nasıl bir sevdadır ki bu kadar acı dolu sözleri size kaleme aldırmış?

Abdurrahman Bey, hiç sormayın. Ne siz sorun ne de ben anlatayım.

Hala hatırınızda mı? Hala seviyor musunuz?

Elbette. Annemin ve babamın esiri oldum. İnsan unutur mu hiç? Elbette, şimdi ki eşim Elif Hanım derdimize derman oldu. Eskiden sürekli misafirlerimiz olurdu. Elif onların hizmetlerini görürdü. Başım hep dik durdu. Hiç gelen misafirime karşı beni mahcup etmedi. Ancak gelin görün ki; İnsanın gönlünde bir yara açılmaya görsün, doktorlar istediği kadar ameliyat etsin. O yara bir kere açıldığı için etkisini hep hissedersiniz. Hem benim yaram da oldukça derin açıldı.

 Abuzer Amca, senin gibi meşhur olan başka dengbêjler de var. Kawis Axa’dan tutun da Reso’ya kadar, Şakiro’dan tutun Nuri Agıri’ye kadar… Onların içinden kendine örnek aldığın, onun yolundan yürüdüğün, önemsediğin kimse var mı?

Abddurrahman Bey, bizim bu diyarlarda çok dengbêj gelip geçti. Elbette hepsi de önemli işler yaptı. Hepsi değerlidir. Ancak benim tanıdıklarım arasında Kawis Axa’dan üstün olan hiçbirisini görmedim diyebilirim. Evet, Hesen Cizîrî, Mihemed Arif Cizrawî, Baqi Xıdo gibi daha çokça dengbêj vardı. Ancak Kawis Axa bir kutuptu. Ama ufak bir eleştiri mahiyetinde şunu belirtmem gerekiyor; onların söylediği sözler bazen eksik kalabiliyorum. Hikâyeleri ortadan başlatıyorlar. Tarihinden, geçmişinden bahsetmeden destanlara ve hikâyelere başlıyorlar. Ses ve çalgı gerçekten güzel ama mana yitirilmiş oluyor.  Yani özellikle yiğitlik barındıran aşiret eserleri söylenecekse bu husus önem arz ediyor. Şimdi söylenen bazı şeyleri geçin. Eskiden öyle ustalar vardı ki söylemeye başladılar mı eserleri günlerce anlatırlardı yine bitmezdi.

Çok doğru söylediniz. Elbette her dengbêji eserin bir arka planı olmalı. Tarihsel bir olaya, bir yaşanmışlığa dayanmalıdır. Bir aşiret kavgası, doğal bir afet, sevda ve aşk dengbêjliğin olmazsa olmazıdır. Bir başka hususu müsaadenizle hatırlatmak istiyorum. Efendim söylediğiniz üzere, 25 yaşına yaklaştığınız bir dönemde dengbêjliğe başladınız. Aslında birçok dengbêj sizin gibi ileri yaşlarda bu işe başlamışalar. Mesela, dengbêjlerin üstadı kabul edilen Evdalê Zeynike’de 30 yaşına kadar hiçbir şey dillendirmemiştir. Konuştuğunu bile gören çok az olmuştur. Bir gece bir rüya görür. Rüyasının etkisiyle uzun süre hasta yatar. Sonrasında da dengbêjliğe başlar. Ki zannediyorum ondan daha iyi bir dengbêj yoktur dersek belki hakkını kısmen öderiz. Peki, efendim tekrar gençliğinize dönecek olursak; nasıl bir gençlik dönemi geçirdiniz? Neler yaptınız gençliğinizde?

Vallahi, Abdurrahman Bey, daha önce de belirttiğim üzere ben köylü bir ailenin çocuğuyum. Tabi ben ve kardeşlerim büyüyüp babama tarım ve hayvancılık döneminde yardım edebilecek çağa geldiğimiz zaman, hele de ben tam gençlik dönemine eriştiğim zaman babama pek bir yardım etmedim. Bu vazifeyi daha çok abilerim ve ablalarım gördüler. Ben daha çok memleketi keşfetme arzusuna kapılıp i şalvarımı, iskarpin ayakkabımı, kırk düğme yeleğimi giyer, köşeli kasketimi takıp dünya demi içinde dolaşırdım. O vakitler böyleydi. Bir diğer hususta şu; bazen bir yerlere gidecek olursam o zamanlar otomatik tabancalar yoktu. Rus yapımı Nagant Rovelver’ler vardı. Hani, altıpatlar silahlardan olan. O zaten hep kuşağımdan içerideydi. Uzak bir yere gidecek olursam Alman filinta tüfeğim –mauser98- kemer fişekliğimle beraber boynumdan göğsüme doğru hep asılıydı. O vakitler öyleydi, tek başına tedbirsiz dolaşılmazdı. Hani seni seven kadar, sevmeyende vardı. Veya olur ya yolda başına başka bir hal gelir. Şimdiki gibi araba falan yoktu uzun süreli yolculuklar vardı dolayısıyla. Yani böyleydim işte Abdurrahman Kardeş. Allah senin ömrüne hayır ve bereket versin.

 

Tabi askerlik ve evlilik sonrası Malatya’ya yerleştiniz. O döneminizde nasıl bir ömür geçirdiniz? Nelerle uğraştınız?

Askerden döndükten sonra Pütürge’den Ömer Çavuş’un oğlu Kadın Doğum Doktoru vardı sizinle adaştı Abdurrahman Bey. Bir de Ahmet Karaaslan vardı. Ecevit Hükümeti zamanında imar ve iskân bakanıydı ya. İşte onlarla arkadaşlık ederdim. Şu yan taraftaki odamızın tavanına bakarsanız hep kurşun izleri vardır. Ahmet Karaaslan, Doktor Abdurrahman Bey, Vali Muavini Necdet Gündüz, Malatya Emniyet Müdür Yardımcısı gelirlerdi. Bize misafir olurlar ben söyledikçe onlar efkârlanır ateş ederlerdi kurşun izleri hep bundandır. Dostlarımız çoktu yani. Ahmet Karaaslan koca bir bakandı. Malatya’ya geldiğinde Şekerfabrika civarında Ahmet Karaaslan için lojmanlarda yer hazırlarlardı ama gitmezdi. Derdi ki; Ben Abuzer’in yanına gideyim bana birkaç klam söylesin, akşam dönerim. Bu kadar severdi beni. Abdurrahman Bey, ben ortaokul mezunuyum, çok okuyamadım. Bir gün Ahmet Karaaslan’a dedim ki: Birader, halimizi görüyorsun. Elimde bu sazla nereye kadar devam edebilirim. Sigortam yok. Yarın öbür gün yaşlanacağım nice olur halim. Sen koca bakan olmuşsun. Beni bir yerde sigortalı bir işe koysan olmaz mı? Dedi ki; Vallahi Abuzer, çok haklısın. Sonra bir girişim ile belgelerimi hazır ettim. İmar İskân Müdürlüğünde 25 yıl 6 ay evrak memuru olarak çalıştım ve 2002’de emekli oldum. İşte şimdilerde emeklilik hayatı yaşıyorum. Onun dışında da bazen sazımı alıp çeşitli meclislerde insanlara eserlerimi seslendiriyorum. Bu yani, bu yaştan sonra ne iş yapacağım.

 Halinizden memnunsunuz yani. Günleriniz güzel geçiyor.

Çok şükür memnunum. Şu dünyada, dünya malına tamah göstermedim. Muhtaç olmadım. Allah şahittir. Duam hep şu olmuştur;  Ya Rab beni mihnette koma. Dostlara muhtacım. Yiğit insanlarla, dostlarla merhabalaştıkça bütün dünya benim olmuş gibi hissediyorum kendimi.

Abuzer Amca, Allah size en büyük zenginliği vermiş zaten.  Kocaman bir gönül vermiş size. Güzel bir ses vermiş. Eserlerinizi söylediğiniz zaman gönlüme ateş düşüyor. Ağlamamak için kendimi zor zapt ediyorum. Birde, Allah size büyük bir yetenek vermiş 200’e yakın eser ortay koymuşsunuz.

Elhamdülillah, şimdi Abdurrahman Bey siz hikâyenizi anlatın, deyin ki şurada doğdum, köyüm şurası, annem ve babam şunlardır, gençliğimde başımdan şöyle bir olay geçti falan.  Siz söyleyin ben kaleme dökeyim. Hikâyeniz bittikten sonra siz gerisine karışmayın. Ben sizin için bir beste yaparım. Öyle ki ne kaidesini ne de içeriğini daha önce bir yerde duymuş olmanız mümkün değil. Hani soğan kabuğundan ayrılması misali, üst üste katları öyle bir ustalıkla dizip çözerim. Bu da Allah’ın bir meziyeti bizlere vermiş. Çok şükür.  Yani deseniz ki, şu karşı duvar için bir şeyler söyle sabaha kadar söylesem eser yine bitmez.

Gerçekten çok ilginç. Üstadım eskiden, hani siz aşiretlerden bahsediyorsunuz ya, her aşiret beyinin, her paşanın bir dengbêji vardı. Onları sahiplenir, yanlarına alırlardı. Genellikle bu dengbêjler aşiretler adına karşı karşıya gelir günlerce atışırlardı. Ta ki birisi pes edene kadar.  Peki, siz hiç böyle bir atışmaya katıldınız mı?

Elbette. Birçok atışmaya dâhil oldum. Mesela en son Diyarbakır’da bir otelde yapıldı böyle bir tören. 28 tane dengbêj katılmıştı. 9 gün oradaydım. 9 gün boyunca atışmalar yaptık. Diğer dengbêjlerin ayakkabıların altındaki toprağım. Hepsi baş tacıdır.  Beni mazur görsünler. Ancak getirilenlerin hiçbirisini beğenmedim. Söylüyorlar fakat eksik söylüyorlar. Olayın önünü arkasını anlatmadan ortadan bir yerden giriş yapıp söylüyorlar.

 Abuzer Amca, ben bir şeyi merak ediyorum. Sizin işiniz gerçekten çok güzel, çok gönülden ve sevda üstüne bir iş. Bu tür işler de insanı dert sahibi yapar. Siz eserlerinizi dillendirdiğiniz vakit, ben gerçekten çok hüzünleniyorum. Büyük bir dert ve gönül acısı çöküyor üstüme. Siz bu işi yapıyorsunuz.  Bu iş sizin hayatınız. Yaşamınız. Bütün yaşamınızın en merkezi noktası. Nasıl oluyor da siz bu kadar acı arasında, bu kadar hüsran ve gam arasında dik durabiliyorsunuz?

Vallahi Abdurrahman Bey, gönül yaranız bir kere açıldı mı ve kanser misali yayılmaya devam etti mi siz artık ondan kurtulamazsınız. Onunla yaşamaya kendinizi alıştırmak zorundasınız.



Mülakatın ikinci bölümüne ilerleyen yazılarımızda yer vereceğiz.  Yazıyı sonlandırırken, Evdalê Zeynikê’nin yaralı turnasına yazdığı “Qulingo Dîlxırabo”  isimli dengbêji eserin bir kısmını yine büyük dengbêjler Şakiro ve Kazo’nun atışma usulü yorumladığı çok özel bir kaydı sizlerin beğenisine sunuyorum. Bir sonraki yazıda buluşmak ümidiyle…

Vesselam.


Oktay KAYMAK

*Dengbêjlerin Şahı Evdalê Zeynikê’nin Hatırasına

Avatar photo

Oktay KAYMAK

PSIR Doctrine, Practice and Theory oktaykaymak02[at]gmail.com


One comment

  • Mehmet Sait

    15 Aralık 2018 at 10:49

    Hocam elinize sağlık gerçekten muhteşem bir çalışma olmuş. Kürt coğrafyasında çok kıymetli ve aslında bir o kadarda unutulmaya yüz tutmuş bir konuya değinmeniz gerçekten beni çok memnun etti. Yazının devamını bekliyoruz… 😀

    Yanıt

Leave a Reply to Mehmet Sait Cancel Reply

Mail adresiniz gizli kalacaktır.


Biz Kimiz?

Gayemiz, asırlardır mirasçısı olduğumuz medeniyetin gelişimine katkı sağlamak adına kurduğumuz ilim halkasındaki ilmî faaliyetleri geniş kitlelere ulaştırmaktır.

Cemiyetimizde, genç ve hareketli yazar kadromuz ile Siyaset, Hukuk, Ekonomi, Sosyoloji, Edebiyat ve Tarih gibi ilmî alanlarda gerek akademik gerekse de gündeme ilişkin yazılar kaleme alınmaktadır.


İletişim


Küçük Çamlıca Mahallesi, Filiz Sokak, No:3
Üsküdar/İstanbul