ULUSLARARASI SU HUKUKUN TEMEL PRENSİPLERİ | İlim ve Medeniyet

Su, ilk canlılardan günümüze yaşamın temeli ve insanlar için vazgeçilmez bir kaynaktır. Eski medeniyetler büyük su havzalarında kurulmuş, suyollarının kontrolü güç elde etmenin yegane yollarından ve göstergelerinden olmuştur. Suyun farklı topluluklar tarafından kullanımı ise süregelen bir sorun olmuş, sınıraşan sular devletler arası savaşlara olmasa da çeşitli derecelerde birçok anlaşmazlığa sebep olmuştur. Bu yazıda sınıraşan sular hukukunun gelişim sürecine değinilecek ve uluslararası su hukukunun temel prensipleri ele alınacaktır. Uluslararası deniz-ulaşım yolları ve ulaşım amaçlı su kullanımı ise bu çalışmanın kapsamı dışındadır.

Uluslararası Su Hukukunun Gelişimi ve Kodifikasyonu

Uluslararası su hukuku, Birleşmiş Milletler tarafından 1950’li yılların sonunda ele alınmaya başlanmıştır. Birleşmiş Milletler bünyesindeki Uluslararası Hukuk Komisyonu (ILC) konu hakkında çalışmalar yapan temel kurum olmuştur. Bir diğer önemli kurum ise, kar amacı gütmeyen bir STK olan Uluslararası Hukuk Derneği’dir (ILA). Bu kurum, 1966 tarihli uluslararası su hukukun belirlenmesindeki ilk kapsamlı belge olan Helsinki Kurallarının hazırlanmasına öncülük etmiştir. Helsinki Kuralları, hem ulaşım amaçlı hem ulaşım dışı su kullanımı konusundaki prensipleri ayrıntılı şekilde ortaya koymuştur. Sınıraşan su hukukunu “hakkaniyetli ve makul kullanım” prensibi temeline oturtan bu belge, aynı zamanda hangi faktörlerin hakkaniyetli ve makul kullanıma etki ettiğini de sıralar[i]. Böylelikle, BM’nin 1997 tarihli suyollarıyla ilgili sözleşmesine kadar Helsinki Kuralları sınıraşan su hukukunun temel dayanağı olmuştur.

Tam adı “Birleşmiş Milletler Uluslararası Suyollarının Ulaşım Dışı Amaçlarla Kullanılmasına İlişkin Sözleşme” olan BM Suyolları Sözleşmesi, Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun seneler alan çalışmasıyla oluşturulmuş bu konudaki en kapsamlı belgedir. Sözleşmenin Genel Meclis’te 103 lehe karşı 3 aleyhte ve 27 çekingen oyla kabul edilmesi[ii], genel-geçer hukuk kurallarının ve yukarı ve aşağı kıyıdaşların çıkarlarının dengeli bir şekilde Sözleşmede yer aldığına işaret eder[iii]. Her ne kadar hakkaniyetli ve tarafsız bir tutum takınsa da, Sözleşmenin içerdiği bazı maddeler çeşitli ülkeler tarafından eleştirilmiş ve farklı senaryolarda hangi maddenin diğerlerine üstün olduğu tartışılmıştır. 1997’de büyük bir çoğunluğun onayıyla kabul edilmesine rağmen 17 yıl sonra minimum gereksinim olan 30 üyenin onayıyla ancak yürürlüğe girmesi, BM Suyolları Sözleşmesinin mahiyetindeki sorunları göz önüne sermektedir. Ancak yine de Sözleşme, uluslararası su hukukunun temelini oluşturma ve sorunların çözümünde ana referans kaynağı olma görevini sürdürmektedir.

Son olarak yine Uluslararası Hukuk Derneği tarafından oluşturulan Berlin Kuralları, Helsinki’de eksik kalan alanları doldurarak yeraltı ve yerüstü kaynaklarının tümünün kullanımına ve bu kaynakların çevreyle ilişkilerine değin kapsamlı bir belgedir. Kapsamı ve içeriği hakkında tartışmalar bulunsa da[iv] Berlin Kuralları, Helsinki Kuralları ve BM Suyolları Sözleşmesini destekleyen önemli bir metindir.

Uluslararası Su Hukukunun Temel Prensipleri

Uluslararası su hukukunun temel doktrini, “hakkaniyetli ve makul kullanım” prensibidir (Helsinki Kuralları Madde 4, 1966; BM Suyolları Sözleşmesi Madde 5, 1997). Bu prensibe göre kıyıdaş devletler kendi sınırlarındaki bir uluslararası suyu hakkaniyetli ve makul şekilde kendi yararlarına kullanırken diğer kıyıdaşların çıkarlarını ve su kaynağının sürdürülebilirliğini göz önünde bulundurmalıdır[v]. Hakkaniyetli ve makul kullanımı belirlemek içinse coğrafya, doğal koşullar, kıyıdaş devletlerin sosyoekonomik durumu, devletlerin mevzubahis su kaynağına bağımlılığı, nüfus, kullanımın diğer devletler üzerindeki potansiyel etkileri gibi birçok faktör dikkate alınmalıdır. Bu prensip; devletler arası anlaşmalarda, uluslararası hukuk yazımında ve adli kararlarda kendine geniş yer bulmuştur. Devletlerin sınıraşan suları yalnızca kendi çıkarları doğrultusunda kullanamayacaklarını beyan ederken aynı zamanda bu sular üzerindeki haklarını da koruması itibariyle hakkaniyetli ve makul kullanım uluslararası su hukukunun en temel ve değerli ilkesidir.

Bir diğer ana prensip ise “önemli derecede zarar vermeme” sorumluluğudur (Helsinki Kuralları Madde 5, 10, 11, 1966; BM Suyolları Sözleşmesi Madde 7, 1997). Buradan kasıt, devletlerin kendi sınırları içerisinde sulardan faydalanırken bir diğer kıyıdaş devlete verilebilecek ciddi zararları önlemek adına her türlü önlemi almak durumunda olmalarıdır[vi]. Bu ilke, su kullanımında yaşanabilecek haksızlıklara karşı önem arz etmekle beraber birtakım sorunları da beraberinde getirmektedir. Öncelikle verilen bir zararın “önemli” olup olmadığını belirleyecek kesin parametreler yoktur. Hatta bir devletin su kullanımını başka bir kıyıdaş zarar verici olarak nitelerken başkası makul kullanım olarak görebilir. Bununla beraber, BM Suyolları Sözleşmesinin 7.2’inci maddesinde eğer ki önemli derecede zarar bir şekilde verilmişse izlenecek yollara dair hükümler yer almaktadır. Sözleşmede böyle bir hükmün yer alması aslında bir miktar zarara açık kapı bırakıldığı şeklinde okunabilir. Su hukukunda bahsedilen iki ana prensipten hangisinin öncelendiği ise ayrı bir tartışma konusudur. Bir devlet kendi sınırlarındaki suları kullanma hakkına dayanarak kendi sularından faydalanırken bir şekilde başka bir devlete zarar verirse hangi ilke yürürlüğe konacaktır? Sözleşmenin ayrıntılı bir okuması yapıldığında ve daha önce bu konuda yapılan çalışmalar incelendiğinde görülecektir ki Helsinki Kurallarında olduğu gibi burada da öncelik hakkaniyetli ve makul kullanımdadır[vii]. Ayrıca konu üzerine en çok verilen örnek olan Uluslararası Adalet Divanı’nın Macaristan ve Slovakya arasındaki Gabcikovo-Naymaros Projesi ile ilgili davadaki kararı gösteriyor Adalet Divanı da hakkaniyetli ve makul kullanım ilkesini desteklemiş ve kararını bu ilkeye dayanarak vermiştir[viii].

İki temel prensip dışında uluslararası su hukuku tarafların sınıraşan suları hakkında doğru ve gerekli bilgileri birbirleriyle paylaşmalarını gerektirir. Bilgi paylaşımındaki yetersizlik ve isteksizlik, su kaynaklı birçok çatışmanın temelinde olabilmektedir. Kıyıdaşlar birbirlerine su kullanım kapasiteleri, su kirliliği, mevcut projelerin durumu, etkileri ve gelecekte planlanan projeleri hakkında bilgi vermekle yükümlüdürler[ix]. Devletlerin bilgilendirme konusunda daha istekli olması şüphesiz daha az soruna ve barışçıl ilişkilere yol açacaktır. Böylece, bir başka prensip olan işbirliği yapma ve sorunları barışçıl yollarla çözme hedeflerine daha kolay erişilebilir. Her ne kadar genel prensipler olsa da, bu gibi ilkelerin uluslararası sözleşme ve anlaşmalarda açıkça belirtilmesi özellikle bir üst çerçeve niteliğindeki bu belgeler adına değerlidir.

Milletlerarası su hukukun fiili uygulamaları genellikle devletler arası ikili veya çoklu anlaşmalarda kendine yer bulur. Bu anlaşmalar ise BM Suyolları Sözleşmesinin hükümlerini esas alarak oluşturulurken spesifik nehir havzası bazlı problemlere spesifik çözümler getirmeye çalışırlar. Ancak devletler arası anlaşmaların da hakkaniyetli ve tarafsız olduğunu belirtmek güçtür. Tarihsel olarak bakıldığında görülür ki uluslararası nehir havzaları genellikle güçlü devletlerin kontrolünde olmuş, bu devletler nehrin sularını kendi çıkarlarını üstte tutarak kullanmış ve diğer kıyıdaşlar üzerinde su eksenli bir hegemonya kurmuşlardır[x]. Bu sebeple su hukukundan bahsederken devletler arası güç ilişkileri ve çıkar çatışmaları en başta incelenmesi gereken konulardandır. Uluslararası su hukukunun bu noktada yaptırım gücünün zayıf olması ve kesin bir çatışma çözüm mekanizması sunmaması da bilhassa göz önünde bulundurulmalıdır. Böylelikle milletlerarası su hukuku daha iyi anlaşılırken su merkezli sorunlara da daha gerçekçi ve etkin çözümler sunulabilir.

İbrahim Enes BULUT

Koç Üniversitesi Ekonomi&Uluslararası İlişkiler

[i] Bkz. Helsinki Kuralları, Madde 5

[ii] Bkz. G.M. Önerge 51/229, B.M. Bel. A/RES/51/229 21 Mayıs, 1997.

[iii] McCaffrey, S. C., & Sinjela, M. (1998). The 1997 United Nations convention on international watercourses. The American Journal of International Law, 92(1), 97-107

[iv] Bogdanovic, S., Bourne, C., Burchi, S., & Wouters, P. (2004). ILA Berlin Conference 2004—Water Resources Committee Report, Dissenting Opinion. Water Resources Committee Report.

https://www. internationalwaterlaw.org/documents/intldocs/ILA/ILABerlinRulesDissent2004. pdf.

[v] Bkz. Birleşmiş Milletler Uluslararası Suyollarının Ulaşım Dışı Amaçlarla Kullanılmasına İlişkin Sözleşme, Genel Prensipler, Madde 5.1

[vi] Bkz. Birleşmiş Milletler Uluslararası Suyollarının Ulaşım Dışı Amaçlarla Kullanılmasına İlişkin Sözleşme, Genel Prensipler, Madde 7.2

[vii] Salman, S. M. (2011). The Future of International Water Law: Regional Approaches to Shared Watercourses?. In Looking to the Future (pp. 907-928). Brill Nijhoff.

[viii] Rahaman, M. M. (2009). Principles of international water law: creating effective transboundary water resources management. International Journal of Sustainable Society, 1(3), 207-223.

[ix] Bkz. Birleşmiş Milletler Uluslararası Suyollarının Ulaşım Dışı Amaçlarla Kullanılmasına İlişkin Sözleşme, Genel Prensipler, Madde 9; Planlı Tedbirler, Madde 11, 12

[x] Zeitoun, M., & Warner, J. (2006). Hydro-hegemony–a framework for analysis of trans-boundary water conflicts. Water policy, 8(5), 435-460.

İNSANİ MÜDAHALE VE SOMALİ ÖRNEĞİ

Geribildirim

Mail adresiniz gizli kalacaktır.


Biz Kimiz?

Gayemiz, asırlardır mirasçısı olduğumuz medeniyetin gelişimine katkı sağlamak adına kurduğumuz ilim halkasındaki ilmî faaliyetleri geniş kitlelere ulaştırmaktır.

Cemiyetimizde, genç ve hareketli yazar kadromuz ile Siyaset, Hukuk, Ekonomi, Sosyoloji, Edebiyat ve Tarih gibi ilmî alanlarda gerek akademik gerekse de gündeme ilişkin yazılar kaleme alınmaktadır.


İletişim


Küçük Çamlıca Mahallesi, Filiz Sokak, No:3
Üsküdar/İstanbul