PAKİSTAN DIŞ POLİTİKASI | İlim ve Medeniyet
Pakistani cricketer-turned politician and chairman of the Pakistan Tehreek-e-Insaf (PTI) political party, Imran Khan attends an anti-government rally in front of Parliament building at "Red Zone" in Islamabad on August 21, 2014.

Avatar photoKonuk Yazar28 Kasım 201848min0

Giriş:

Pakistan Asya’nın güneyinde yer alan ve İran, Afganistan, Çin ve Hindistan’ın komşusu ülkedir. Yüz ölçümü 803.000 kilometre olan bu ülke 4 eyalet, 3 özel bölgeden oluşan ve ismini kendini oluşturan eyaletlerin harflerinden (P: Pencap, A: Afgan Eyaleti-günümüzde Hayber Pakhtunhava – K: Keşmir, S: Sind, TAN: Belucistan) almaktadır. Aynı zamanda Pakistan ‘temiz insanların memleketi’ anlamına da gelmektedir. 210 milyonu aşan nüfusuyla dünyanın en kalabalık beşinci, İslam dünyasının ise Endonezya’dan sonra en kalabalık ikinci devleti olarak bilinmektedir. Kalabalık nüfusu, nükleer silahlara sahip olması ve maruz kaldığı terör olaylarının yanı sıra son yıllarda özellikle Çin ile geliştirdiği ilişkiler ve CPEC projesinin yapılacak olması Pakistan adına anahtar kelimeler teşkil etmektedir.

Sahip olduğu jeopolitik konumu sebebiyle her daim fatihlerin ve işgalcilerin iştahını açan bu topraklar Hint alt kıtasının kapısı niteliğini taşımaktadır. Pakistan’ın resmi kuruluş tarihi 1947 yılı olsa da bunun miladı olarak 1857 yılından başlatmak mümkündür. 1857 Sipahi isyanından sonra İngilizler tarafından sistematik bir şekilde ikincil plana itilen Müslümanlar, Hindistan’ın bağımsızlığını amaçlayan ancak kendi haklarını kapsayıcı olmadığı gerekçesiyle Kongre Partisi’nden de umduklarını bulamayınca 1906 yılında Müslüman Birliği adı altında bir parti kurdular. Hilafet hareketi ve İngiliz yönetimine karşı duruşları gibi kimi konularda Kongre Partisi ile birlikte hareket ettiler. Ancak bu konular dışında Hindular ile derin görüş ayrılıkları baş gösterdi. Bu ihtilafların başında Müslümanların eşit vatandaşlık taleplerine karşı Hinduların sayı üstünlüklerini ileri sürerek buna karşı çıkmaları yatmaktadır. Hindistan’ın bağımsızlığı öncesi bu temel sorun her iki ulusun arasında derin ayrılıklar meydana getirdi. Bu durum da Hint Müslümanlarını çözümler aramaya itti. Bunun sonucunda ilk olarak Muhammed İkbal’in 1930 yılında ortaya attığı ve Müslümanların yoğun olarak yaşadığı Hindistan’ın kuzeybatısı ve doğusunda ayrı bir devlet kurma ideali ortaya çıktı. Bu fikir o dönemde Müslüman topluluğun lideri konumunda bulunan Mevlana Muhammed Ali ve Muhammed Ali Cinnah tarafından da desteklendi. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Hindistan’da artan bağımsızlık talepleriyle mücadele etmekte zorlanan İngiliz yönetimi, bu sefer de müstakil bir devlet isteyen Müslüman toplulukla karşı karşıya kaldı. İngilizler başlangıçta iki topluluk arasında arabuluculuk yapmak isteseler de başarılı olamadılar. Akabinde başlayan II. Dünya Savaşı İngilizlere zaman kazandırsa da Müslümanlar amaçlarından vazgeçmediler. 23 Mart 1940’ta Lahor’da toplanan Hindistan Müslümanlar Birliği ilk defa müstakil bir İslam ülkesi olan Pakistan fikrini ortaya attı. Bu fikre başta Gandi olmak üzere Hindistan Kongre Partisi, bu durumu ülkenin parçalanması şeklinde yorumlayarak karşı çıkmış ve uzun süre muhalefet etmiştir. Ancak zamanla artan toplumsal gerilim, kaos ortamı ve İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesi gibi sebepler eklenince bölünme fikrine razı olmak zorunda kaldılar.

1945 seçimlerinde Müslüman Birliği parlamentoda kendisine ayrılan 495 sandalyenin %90’ından fazlasını alarak bağımsızlık fikrinin Müslüman toplumu tarafından benimsendiğini göstermiş oldu. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından atanan son İngiliz genel valisi Lord Mountbatten her iki toplumdan gelen bağımsızlık isteğine karşı duramayacağını anlamış, bağımsızlığı bir takvime dökmüş, ayrıca her iki toplulukla da iletişime geçerek bir taksim planı ortaya koymuştur. Belucistan, Sind ve Kuzeybatı eyaletinin tamamı, Pencap ve Bengal eyaletlerinde de dini harita göz önünde bulundurularak taksim planı ortaya kondu. Her iki toplumda bu planı onayladı bunun üzerine sayıları 13 milyonu bulan nüfus mübadelesi ve yaklaşık 100.000 insanın ölümüne sebep olan şiddet olayları meydana geldi. Nihayetinde 14 Ağustos 1947 tarihinde başkenti Karaçi olan ve doğu ve batı olmak üzere iki kısımdan oluşan Pakistan Devleti kurulmuş oldu. Bir gün sonra ise Hindistan Devleti bağımsızlığını ilan etti. Hindistan’ın başından beri bölünmesine karşı olan liderleri Gandi’nin deyimiyle bağımsızlık ‘ölü doğmuş’ oldu.

Pakistan Dış Politikasının Karakteri

“ Dış politikamız dünyanın bütün milletlerine karşı bir destek ve iyi niyet göstergesidir herhangi bir ülkeye karşı agresif bir tutum da bulunmayacağız.” Pakistan’nin kurucu lideri Muhammed Ali Cinnah bu sözleri sarf ettiğinde ne Keşmir meselesi bu denli dallanıp budaklanmış ne Afganistan savaşları ile ülke krizlere boğulmuş ne de Soğuk Savaş gibi dünyayı bloklara ayıran bir durumla Pakistan henüz karşı karşıya kalmış değildi. Cinnah ülkenin kurulmasından kısa bir süre sonra vefat ettiğinde Pakistan Devleti ciddi meydan okumalarla yüzleşmek zorunda kaldı. Bir yandan Keşmir meselesi ve Hindistan ile yapılan savaşlar diğer yandan da Soğuk Savaşın başlaması ilk karşılaşılan sorunların başında yer almaktadır. Bunlara ek olarak Afganistanla yaşanan sınır problemlerini de eklemek mümkündür. Pakistan bu problemler karşısında kimi zaman askeri güç kullanmış kimi zamanda diplomasi kanadını kullanmaya çalışarak bu problemleri aşmayı denemiştir. Hindistan’a, Keşmir meselesine karşı önce askeri yola başvurmuş ancak başarılı sonuç alamayınca konuyu Birleşmiş Milletler nezdinde taşıyarak diplomatik yollara başvurmuştur. Ancak Pakistan Keşmir meselesini Birleşmiş Milletlere taşımasına rağmen ve Birleşmiş Milletler ’in bölgede self-determinasyon kararına rağmen Hindistan bugüne kadar bölgeye bu hakkı vermediği gibi Keşmir’e olan baskılarını da günümüze değin devam ettirmiştir. Pakistan gerek ülkenin kurucu siyasi etlerinin batılı eğilimlerinden gerekse Hindistan’ın Sovyetler Birliği ile yakınlaşmasından ötürü Batı bloğu ile ilişkilerine geliştirmiş ve Soğuk Savaş sırasında bu kanatta pozisyonuna almıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nin önderliğindeki Batı bloğundan çeşitli askeri ve mali yardım alsa da Pakistan’ın Hindistan’a karşı Çin ile işbirliğine girişmesi Pakistan dış politikasının esnekliğinin göstergesidir. Afganistan sorununda ise ilk etapta ekonomik, kültürel ve sosyolojik olarak bağlantılarının bulunmasından dolayı iyi ilişkiler yürütülmeye çalışılmıştır. Fakat başta sınır anlaşmazlıkları olmak üzere günümüze değin yansıyan problemler süregelmiştir. Dış politikasını 1950’li yıllarda bu üç unsur üzerinde şekillendiren Pakistan 60’lı yıllarda ise Batı bloğunun bölgede oluşturduğu çeşitli ittifaklara katılmıştır ABD ile savunma işbirliği Anlaşmasının yanında SEATO, Bağdat Paktı gibi ittifaklarla kendine yeni hareket alanı bulduğu gibi bölgedeki müttefikleriyle de çeşitli alanlarda işbirliği sağlamış oldu. Ancak özellikle 60’ların ikinci yarısında ABD’nin Hindistan savaşlarına bahane edip ve nükleer silahlanmak karşısında ambargo koymasıyla Pakistan Batı bloğu dışındaki ülkelerle de iletişime geçmeye başladı. 70’li yıllar boyunca süren bu dönemde Çin ve Sovyetler Birliği’ne yapılan karşılıklı ziyaretler Pakistan’ın ABD ye karşı tepkisi olarak okunabilir. 80’li yıllara geldiğimizde ise yaşanan bölgesel gelişmeler Pakistan’ın önemini hızla artmasına sebep oldu 1979 İran devrimi ve hemen hemen aynı tarihe denk gelen Sovyetler Birliği’nin Afganistan işgali bir anda Pakistan’ın ABD nezdinde tekrardan yüksek bir konuma yükselmiştir. Başlangıçta Zülfikar Ali Bhutto idam etmesi ve bazı antidemokratik tutumları nedeniyle General Ziya-ül Hakk’a ama mesafeli duran Amerika Birleşik Devletleri, daha sonra meydana gelen bu iki olay sebebiyle Ziya yönetimini hem askeri hem de mali açıdan desteklemeye başladı bu yolla ABD hem Devrim sebebiyle kaybettiği İran’ın boşluğunu doldurmak hem de Afganistan’a giren Sovyet ordularının orada tutulmasını sağlayacak olan Pakistan’a yardım ederek Sovyetlerin Hint Okyanusu’na ulaşma hedefine engel olacaktı. ABD’nin bu hedeflerinin farkında olan Pakistan yönetimi ise bu durumdan-o dönem için- maksimum fayda sağlamaya çalışarak oportünist bir yaklaşım sergilemiştir. Bu durum Pakistan için kısa vadede lehine gözükse de uzun vadede savaşın yıkımı, mülteciler ve savaş sırasında kontrolsüz silahlandır lan militan grupların başı boşluğu ileride Pakistan’ın başını ağrıtacak konular olarak karşısına çıkacaktır. Yaklaşık on yıl süren savaş ile beraber soğuk savaşta bitmişti. Bundan sonra Pakistan için 90’lı yıllar izolasyon ve içe yönelik politikalar silsilesi içinde geçecekti. Bu içe dönük dönemde çok partili demokrasi denemeleri sürse de yanı başındaki Afgan İç Savaşı ve Taliban’ın iktidara gelmesi Pakistan’ı rahatsız eden konulardır. Diğer yandan 1999’daki Kargil Savaşı da Hindistan’ la bitmek bilmeyen çekişmenin bir parçası olarak yerini almıştı. 21.yy’ın ilk yıllarında ise Pakistan’ın bir kez daha dünya çapında şimşekleri üstüne çekmesine sebep olacak olay şüphesiz 11 Eylül ve ABD’nin Afganistan’ın işgali olmuştur. Ancak bu sefer birinci Afganistan Savaşı’ndan farklı olarak müdahale eden taraf ABD olmuş ve Pakistan’ın kendisine kayıtsız şartsız destek vermesini istemişti. İkinci Afgan Savaşı’nda Pakistan ilkinden farklı olarak maksimum fayda gözeten politikalar yerine savaşın etkilerini minimuma indirme şeklinde bir dış politika izlemiştir. Ancak her ne kadar sakınmaya çabalasa da savaşın bütün olumsuzluklarından birinci derecede etkilenmekten kaçın almamıştır. Savaştan kaçıp ülkesine sığınan göçmenler, terör saldırıları ve ABD’nin drone saldırıları v.b bu olumsuzlukların başında gelmekteydi. Tüm bunların yanı sıra El Kaide lideri Usame bin Ladin’in Pakistan topraklarında Amerikan operasyonu sonucu öldürülmesi Pakistan’ın dış politika imajı açısından derin izler bırakmıştır. 2013 yılında ise Pakistan dış politika yapıcıları karşılarında, kuruldukları günden beri iyi ilişkiler içinde oldukları Çin’in ‘Bir Kuşak bir Yol ’projesinin Güney Asya ayağını oluşturan CPEC (China and Pakistan Economic Corridor) ile karşılaştılar. CPEC Pakistan için sadece bir ekonomik çıkış kapısı değildi. Aynı anda Pakistan için yorucu ve yıpratıcı bir müttefik olan ABD’ne de bir alternatifti. Pakistan dış politikasının tek mesaisi elbette ABD ve Hindistan değildi. 1979’da İran’da gerçekleşen Devrim akabinde oluşan Şii yayılmacılığı ve Devrim ihraç korkusu en çok Pakistan’ın derin ilişkilerinin bulunduğu Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinde hissedilmişti. Bu durumda Pakistan sürekli olarak iki taraftan birini tercih etmek dayatmasıyla karşı karşıya kalmıştır. Ancak bugüne değin her iki tarafı da idare edecek şekilde denge politikası yürütme sürdürmeye devam etmiş ve her iki tarafta da ekonomik öncekileri gözeten tutumunu sürdürmüştür. Sonuç olarak Pakistan dış politikası Batı bloğunda yer alsa da zaman zaman müttefikleri ile buhrana düşüp, alternatifler aramaya koyulmuş Hindistan ile giriştiği mücadele dış politikasının ana eksenini belirlemiştir. Buna ek olarak soğuk savaşın getirdiği konjonktür ve değişen çıkar ilişkileri ile dış politika hedeflerini belirlemiştir. Çalışmamızın bu bölümünde ise Pakistan’ın komşuları ve yakın ilişkide olduğu ülkelerle ilişkiler tarihini inceleyeceğiz

Hindistan ile İlişkiler

Tarih boyunca çeşitli istilalara ve fetihlere maruz kalan Asya’nın bu verimli bölgesi yaklaşık 700 yıl boyunca da Müslümanların hükümdarlığında kalmıştır. İngiliz hakimiyetinin resmileştiği ve Babürlerin ortadan kaldırıldığı 1857 yılına kadar olan bu süreçte Müslümanlar yönetici elit olarak kalmıştır. Ancak 1857 Sipahi isyanından sonra İngilizler, Müslümanların isyanda ki faaliyetlerini bahane ederek Urduca ve Farsçayı resmi kullanımlarda yasaklamış ve Müslümanları ikinci plana itecek politikalar gütmeye başlamışlardı. Bu duruma ek olarak geçmişten gelen Hindu ve Müslüman toplulukları arasındaki derin ayrım da eklenince iki toplum arasındaki uçurum iyice derinleşti. 19. yüzyılın sonlarında başlayıp 20. yüzyılın ortasına kadar devam eden bağımsızlık sürecinde her iki toplumda aynı devlet çatısı altında idare olamayacaklarına karar vermiş ve Gandi, Ebu Kelam Azadi gibi isimlerin muhalefetine rağmen iki ayrı devlet olma isteklerini hüküm etmişlerdir. Bu ayrılma gerçekleşirken alt kıtadaki din esaslı nüfus durumuna bakılmıştır. Ayrıca İngiliz Hindistan’ı döneminde de bulunan ve sayıları 500 geçen prensiplere, halklarının da durumunu göz önüne alarak tercih yapması için seçenekler sunulmuştur. Bu prensliklerden özellikle Haydarabat Nizamlığı ve Keşmir prensinin durumu tartışma konusu olmuştur. Haydarabat nizamı kendi Müslüman, halkın çoğu ise Hindu idi. Pakistan’a katılmasının coğrafi olarak mümkün olmadığını bildiği için bağımsızlık istediyse de bir oldu bitti ile Hindistan’a dahil edildi. Diğer bölge olan Cammu-Keşmir bölgesi ise nüfusunun yaklaşık %90`ı Müslümandır. Bölge 1847 yılından beri İngilizler tarafından Hint Prensi’ne verilmiştir. Son Keşmir racası(prens) Hari Singh çeşitli oyunlarla tercihini tartışmalı bir şekilde Hindistan’dan yana kullandı. Hindistan’da bunu kabul ederek bölgeye asker yolladı nihayetinde Birinci Hindistan-Pakistan Savaşı adıyla bilinen savaş meydana geldi. Birleşmiş Milletler ’in devreye girmesiyle ateşkes sağlandı. Birleşmiş Milletler ’de UNCIP (United Nations Commission for India and Pakistan) adlı komisyon oluşturuldu ve Cammu-Keşmir bölgesine self-determinasyon hakkı tanınması kararlaştırıldı. Ancak Hindistan nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan bu bölgeye bugüne değin bu kararı uygulamamıştır.

Hindistan Pakistan gerginliğinde ikinci perde 1965 yılında ortaya çıkmıştır. 1962’de sınır anlaşmazlıkları ötürü meydana gelen Çin-Hindistan Savaşı’nda Hindistan’ın mağlup olması, Pakistan için umut kaynağı olmuştur. Bu dönemde ABD’ ye rağmen Çin ile ilişkiler geliştirilmiş ve ilk defa Çin başbakanı Pakistan’a ziyarete gelmiştir. Çin’in desteği ve Hindistan’ın iç problemleri ile meşgul olması Pakistan’ın Keşmir meselesine bir kez daha odaklanmasını sağlamıştır. Pakistan bu durumu değerlendirmek istemiş ve gerilim zamanla tırmanarak savaş halini almıştır. 1965 yılının Ağustos-Eylül ayları arasında vuku bulan bu savaşta şiddetli muharebeler yaşamıştır ve aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyanın gördüğü en büyük tank savaşı yaşanmıştır. Buna rağmen taraflar birbirine üstünlük sağlayamadılar Çin’in Pakistan’a desteği ABD’yi rahatsız etmiş ve savaşı durdurması için Pakistan’a baskı yapmıştır. Sovyetler Birliği de Hindistan lehinde girişimlerde bulunmuş ve böylece savaş iki süper güç tarafından durdurulmuştur. Savaş sonrası Taşkent Deklarasyonu imzalanmış Buna göre her iki tarafta işgal ettiği topraklardan çekilme taahhüdünde bulunmuştur 1965 savaşı Pakistan açısından önemli sonuçlar doğurmuştur. Bunlardan biri ABD’ye olan güvenin sarsılması olurken bir diğeri ise içeride gittikçe derinleşen Doğu Pakistan meselesi olmuştur. Ayrıca 1955’ten beri ülke yöneten Eyüp Han yerini kısa bir süre sonra Yahya Han’a bırakmıştı. Doğu

Pakistan’da 1970 seçimlerini bağımsızlık yanlısı Avami Parti’nin kazanması üzerine Pakistan ordusu buraya müdahale etmiş ve kısa sürede derinleşen krizde yaklaşık 10 milyon Bangladeşli Hindistan’a sığınmıştır. Göçleri bahane eden Hindistan’da Pakistan’a müdahale etmiş ve Pakistan ordusunu kuşatarak rehin almıştır. 1971 Üçüncü Hindistan-Pakistan Savaşı olarak da bilinen bu savaşın sonunda 15 Eylül 1971’de Bangladeş bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkmıştır. Bangladeş’in bağımsızlığı Pakistan açısından birçok olumsuz sonuç doğurmuştur. Toprak kaybının yanı sıra en büyük rakibi Hindistan karşısında stratejik pozisyonunu yitirmiş ve Hindistan için hem doğudan hem batıdan tehdit olma şansını kaybetmiştir. 1972 yılında imzalanan Şimla Anlaşması ile Pakistan ve Hindistan arasındaki bu savaşta son bulmuştur. 1971 savaşı bir diğer taraftan Yahya Han yönetimindeki askeri yönetimin düşmesi ve Zülfikar Ali Bhutto’nun iktidara gelmesine sebep olmuştur. Bhutto devri ile beraber Hindistan Pakistan rekabeti farklı bir noktaya taşınmıştır. Zülfikar Ali Bhutto bir yandan Bangladeş’in bağımsızlığını tanıyarak Hindistan’la ilişkileri yumuşatmaya çalışırken

diğer taraftan da nükleer programını başlatan Hindistan’a karşı cevap vereceğini belirtmişti. Böylece iki devletin rekabetinin bir diğer odak noktası da nükleer silahlanma yarışı olacaktı.
Ancak ABD’nin Pakistan’ın nükleer silahlanmasına karşı olduğunu bildirmesi ve bununla Pakistan’ın yaptırımlarla tehdit etmesi Pakistan’ın yeni ittifaklar aramaya itti. Bhutto’nun ise bu tehditler karşısında “aç kalacağız gerekirse ot yiyeceğiz ama nükleer silahı yapacağız” resmi ve Sovyetler ve Çin gibi ülkelere ziyaretlerde bulunması bu çerçevede ABD’ye karşı olan duruşunu göstermektedir. ABD Pakistan arasındaki bu gerilme ilişki Birinci Afganistan Savaşı’na kadar devam etti bu savaş sırasında ABD Pakistan’ı desteklemiş ve Hindistan’da rahatsızlığını belirtmek için çeşitli nükleer denemeler de bulunmuştur. Doksanlı yıllara geldiğimizde Soğuk Savaş bitmiş, Sovyetler Birliği dağılmış ve bu durumda da Hindistan geleneksel müttefikini kaybetmişti. Bu vaziyet aynı şekilde Pakistan için de geçerli olup 90`lar boyunca ABD izolasyonuna maruz kalmıştı. Bu dönem özellikle Hindistan açısından yeni dünya düzeni ile uyum sağlamak için ABD ile ilişkilerini geliştirmeye başladığı dönem olarak da adlandırılabilir. 1999 yılında gerçekleşen Kargil Savaşı 4. Hindistan-Pakistan çatışması olarak kayıtlara geçmiştir. Yine sonuçsuz kalan bu savaşta Hindistan-Pakistan ilişkilerinde bir kriz evresi olarak tarihte yerini almıştır ABD’nin Soğuk Savaş sonrası ‘Terörle Mücadele Konsepti’ ve bunun sonucu olarak 11 Eylül sonrası Afganistan’ı işgalinin bir yansıması olarak Hindistan-Pakistan ilişiklerinde kendine göstermiştir. Savaş başladıktan sonra Pakistan kendisine yönelik saldırılardan Hindistan’ın sorumlu olduğunu iddia ederek terör örgütleri üzerinden kendisine karşı vekalet savaşı yürütüldüğünü söylemiştir. Aynı şekilde Hindistan da başta 2008 Mumbai saldırıları olmak üzere, Keşmir kaynaklı örgütlerde kendisine karşı vekalet Savaşı yürütüldüğünü iddia etmiştir. Zamanla ilişkiler yumuşamış ve Müşerref yönetiminin ardından gelen Pakistan Halk Partisi ve Pakistan Müslüman Birliği döneminde ekonomik ve bölgesel işbirliği gibi konularda masaya oturmaya başlamışlardır. Bunların içerisinde en önemlisi Şangay İşbirliği Örgütüne Hindistan ve Pakistan’ın beraber girmesi gösterilebilir. Yaşanan gerginliğe rağmen her iki ülkenin de aynı anda bu örgüte girmesi iki tarafında çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini göstermektedir. Böylece Hindistan ihtiyaç duyduğu enerji kaynaklarını Orta Asya ülkelerinden temin edebilmenin yollarını aralarken, Pakistan da kıta genelindeki en önemli teşkilatta yerini almıştır. Hindistan-Pakistan ilişkilerinin bir gündem maddesi de Kaşmir havzası ve buradan çıkan nehir sularının paylaşımı konusudur. Özellikle Pakistan’ın gıda deposu Pencap ovasına hayat veren nehirlerin bu bölgeden çıkması ve Hindistan’ın da bölgedeki baraj projeleri, artan nüfusa bağlı olarak ileride büyük krizlerin habercisidir. 1960 yılında Dünya Bankası sponsorluğunda yapılan Indus Su Havzası Paylaşımı Antlaşması doğrultuda yapılmış olsa da Hindistan’ın anlaşma şartlarına uymadığı görülmektedir.

Sonuç olarak Hindistan-Pakistan ilişkileri 71 yıllık tarihinde başta Keşmir meselesi ekseninde olmak üzere gergin geçmiştir. Bu süre zarfında taraflar dört defa savaşmış, halen Keşmir ile alakalı nihai bir sonuç elde edilememiştir. Hindistan bu bölgeyi ilhak ettiğini açıklarken Pakistan ise bu kararı tanımadığını açıklamaktadır. Keşmir Meselesi sadece bir toprak mücadelesi olarak değil, içerisinde barındırdığı Hindistan’ın Pakistan’ın kuruluşuna karşı tutumu, iki topluluk arası kriz, bölgenin stratejik önemde olması ve artan su kaynakları ihtiyacı olarak okunmalıdır. Hindistan’ın Birleşmiş Milletler kararlarını yok sayması krizin gelecekte de devam edeceğini göstermektedir

Afganistan ile İlişkiler

Pakistan-Afganistan ilişkileri tarih boyunca iç içe geçmiş kültürel ekonomik ve sosyal ilişkiler yumağından oluşmaktadır. Pakistan’ın bağımsızlığından sonra her iki toplum, iki komşu devlet halini almıştır. Fakat Pakistan tıpkı diğer komşusu Hindistan’la olduğu gibi Afganistan ile de birtakım problemler ile karşı karşıya kalmıştır. Kuruluşunun hemen ardından bu iki devlet sınır problemleri ve Afgan kökenli Peştuların yoğun olarak yaşadığı Peştunistan – günümüzdeki Hayber/Pakhtunhava- eyaletinin statüsü yüzünden karşı karşıya gelmişlerdir. İngiliz sömürge yönetimi Afgan Savaşlarının ardından oluşturduğu Durand Sınırı yeni kurulan Pakistan Devleti tarafından da Afganistan-Pakistan sınırı olarak tayin edilmiştir. Ancak Afganistan hükümeti bu anlaşmanın İngilizlerle yapıldığını ve sınırın Pakistan tarafından kalan topraklarının bir kısmının İngiliz işgalcileri tarafından zorla alındığını, dolayısıyla da bu toprakların kendine ait olduğunu iddia etmiştir. Sınır anlaşmazlığının yanında o dönemde adı Peştunistan olan bölgede Afganistan’ın hak iddia etmesi diğer bir kriz başlığı olarak iki devletin karşı karşıya kaldı problem olmuştur. Bu iki madde etrafında büyüyen gerginlik Afganistan’ın Birleşmiş Milletler ’de Pakistan’ın tanınması konusunda negatif tavır almasına sebep olmuştur. Ancak daha sonra Pakistan’ın müzakere teklifi ile olumlu yönde oy kullanmıştır. İki ülke arasındaki problemlerden biri de Soğuk Savaş sırasında aldıkları pozisyondur. Pakistan Batı Bloğunda yer alırken, Afganistan ise Doğu Bloğunda kendini konumlandırılmıştır. Dolayısıyla bu iki devlet üzerinde Sovyetler Birliği-ABD çatışmasının yansıması görülmekteydi. 80’li yıllarda meydana gelen Sovyet-Afgan savaşı bir bakıma bu iki gücün kozlarını paylaştığı bir sahne olarak karşımıza çıkmaktadır. Afganistan’da Sovyetlere karşı savaşan mücahitler Pakistan üzerinden ABD ve Suudi Arabistan finanse edilmiş ve Sovyetler Birliği amacına ulaşamamıştır. Savaş bittikten sonra hem 1996-2001 arası Afgan İç Savaşı sırasında hem de sonrasında gelen İkinci Afgan Savaşı’nda Afgan hükümetleri Pakistan’a ülkede kaos körüklemek ve iç işlerine karışmak gibi suçlamalar yönlendirmişlerdir. İkinci Afgan Savaşı sonrası Pakistan ilkinden farklı olarak belirleyici rol üstlenememiş ve Batılıların düzenlediği bu sistemi mesafeli durmuştur Bu bağlamda ABD destekli Karzai hükümetine karşı durmuş ve hükümet muhalif örgütleri el altından desteklemekle suçlanmıştır. Ancak 2006’dan itibaren bu örgütlerin ülkesine de zarar vermeye başlamasıyla ve ABD baskısıyla Karzai hükümeti ile iyi ilişkiler kurma yoluna gitmiştir. Günümüzde halen sıkıntılı süreçte olan bu iki ülke terör, uyuşturucu kaçakçılığı, sınır ihlalleri, ayrılıkçı örgütleri destekleme gibi konularda hala bir birilerini suçlamaktadırlar. Ancak bu olumsuz durumların yanında ekonomik gerçekler iki ülke ilişkilerini birbirine bağlamaktadır. Bir yandan kara ülkesi olan ve dışarıdan mal temini için Pakistan’a bağlı olan Afganistan bulunurken, Pakistan açısından ise Afganistan Orta Asya’ya açılan kapı konumundadır

İran ile İlişkiler

Pakistan kurulduğundan hemen sonra Soğuk Savaşta Batı bloğundan yana safını belirlediğini, bu duruma en çok memnun olan devletlerden biri hemen Batı komşusu olan İran oldu. İran, Pakistan’ı ilk tanıyan devletlerden biri olmasının yanında CENTO, ATV gibi kuruluşlarda da aynı blokta yer almıştır. Şah dönemi İran -Pakistan ilişkileri oldukça güçlü idi. Öyle ki ABD 1965 ve 1971 savaşları sonrasında Pakistan’a silah akışını durdurduğu zaman, Şah kendi ülkesi üzerinden Pakistan’a silah aktarmıştır. Bu dönemde ayrıca Seküler Şah rejiminin Şiiliği siyasal bir araç olarak kullanmaması ilişkiler açısından pozitif yönde etki yapmıştır. Ancak 1979 İran Devrimi Pakistan’ı İran konusunda ihtiyatlı olmaya itmiştir. Şiiliği siyasal yayılma aracı olarak kullanan yeni rejime karşı nüfusunun yaklaşık %20’si Şii olan Pakistan çekince ile yaklaşmıştır. Ancak nihayetinde komşu olan bu iki ülke arasında ilişkiler dengeli bir şekilde devam etmiştir. Pakistan-İran ilişkilerinde belirleyici etmenlerden biri de Pakistan’ın Körfez ile ilişkileri olmuştur. Bir yandan sınır komşusu İran diğer taraftan ekonomik ilişkilerinin bulunduğu Körfez ile bugüne değin yatıştırıcı ve dengeli bir politika izlediğini söyleyebiliriz. Pakistan doğal kaynaklardan yoksun olması sebebiyle en yakın tedarikçisi İran’a bağlıdır. Bu nedenle ilişkisini bozmak istemektedir Ancak bu iki ülke arasında da iki ülkede bulunan Belucistan eyaletlerindeki ayrılıkçılar ve zamanla yaşanan sınır ihlalleri, İran’ın Hindistan ile kurmak istediği yakın ilişkiler, ABD ve Körfez baskısı ilişkilerin geleceği bakımından soru işaretleri barındırmaktadır

Suudi Arabistan ve Körfez Ülkeleri ile İlişkiler

Pakistan-Körfez ilişkileri 1970’li yıllara kadar oldukça sınırlıydı. Ancak 1973 petrol krizi ile başlayan Körfez’in yıldızının parlaması Pakistan’ın da ilgisini buraya yönelmiştir. Özellikle petrol, doğalgaz gibi doğal kaynakların yeni bulunduğu Katar, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelere yoğun iş gücü vermiştir Ayrıca Suudi Arabistan’dan ekonomik yardımlar ve krediler temin ederek ilişkilerini geliştirmiştir. Devrim sonrası İran ile ilişkileri gerginleşme başlayınca denge politikası gütmeye başlamıştır. Ancak son yıllarda İran tehdidini derinden hisseden Körfez güçleri ABD’nin de teşvikleriyle İran karşıtı koalisyon kurmuşlardır. Bu koalisyona Pakistan’ı da davet ederek iki taraftan birini tercih etme yönünde baskı kurmaya çalışmaktadırlar. Pakistan, Yemen operasyonunda koalisyona fiili destek vermemesi ve Katar krizinde Suudi Arabistan’ın karşısında yer alması Pakistan adına bölge ülkelerinde soru işaretleri yaratmaktadır. Suudi Arabistan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri gibi bölge ülkelerinde yaşayan binlerce vatandaşı olan ve bu ülkelerin kendisine ekonomik yardım açısından hayati öneme sahip olduğunu bilen Pakistan’ı, pozisyonunu oturtma konusunda gelecek gelecek günlerde sıkıntılı bir süreç beklemektedir

Çin

1949 yılında Mao Zedong Çin’de iktidara geldiğinde ilk tanıyan ülkelerden birisi de Pakistan’dır. Oldukça yakın geçen Çin-Pakistan ilişkilerinde en önemli faktör, bu iki ülkenin de Hindistan’da yaşadığı ihtilaflarıdır. Bu durum her iki ülkeyi de müttefik haline getirmiş ve bölgede Hindistan karşıtı bir eksen oluşturmasına sebep olmuştur. Özellikle 1962 yılında Çin’in Hindistan’a karşı savaşması ile bu eksen iyice birlik belirginleşmiştir. Bunun bir yansıması olarak günümüzde de devam Keşmir meselesinde Çin Pakistan’ı desteklerken, Tibet meselesi başta olmak üzere uluslararası toplumun Çin’in karşısında yer aldığı konularda da Pakistan müttefikine destek vermiştir. Soğuk Savaş sonrası dönemde özellikle 2000’ler ile beraber Çin’in bir küresel güç olma iddiası kendi cenahında Pakistan’ın önemini artırmıştır. Özellikle ‘Bir Kuşak bir Yol’ projesinin Güney Asya ayağını oluşturan CPEC ile Çin hem ekonomik hem askeri güç kazanmış olacak hem de ihtiyaç duyduğu doğal kaynaklara yakın bir yere konuşlanmış olacaktır. Pakistan ise içinde bulunduğu ekonomik buhrandan kurtuluş reçetesi olarak bu projeyi görmektedir. Yaklaşık 65 milyar doları bulacak proje ile ülkenin kalkınmasını sağlamaya çalışmaktadır. Çin-Pakistan ilişkilerinin diğer bir boyutu da Çin’in Ortadoğu’ya girmek istemesi ve bunu Pakistan’ın rehberliğinde yapmak istemesidir. Böylece başta Suudi Arabistan olmak üzere petrol zengini ülkelerden ülkenin artan enerji talebini karşılayabilmenin yolunu açmış olmaktadır. Böylece Çin’in nüfuz alanı genişlerken Pakistan’da kendisine ABD’ye alternatif bir müttefik elde etme şansı bulmuştur. Ancak CPEC projesinin uzun vadede Pakistan açısından büyük riskler taşıdığını görülmektedir. Özellikle tarım alanlarının Çinli şirketlere verilmesi ve limanların uzun süreli kiralanması ilerleyen süreçte Pakistan açısından doğabilecek problemlerin işareti olarak görülebilir.

Amerika Birleşik Devletleri ile İlişkiler

Soğuk savaşın ilk yıllarında Başkan Truman ile başlayıp Eisenhower ile devam eden Sovyetleri ‘çevreleme’ politikası kapsamında ABD’nin dikkatini çeken Pakistan, Hindistan’ın Soğuk Savaşta ‘üçüncü dünyada’ yer aldığını ilan etmesi, Pakistan’ın daha kontrol edilebilir olması, İngilizler ve Batılı ülkeler ile yürüttüğü iyi ilişkiler gibi sebeplerle tercih edilmiştir. Pakistan ise Sovyetler yerine esas tehdit olarak gördüğü Hindistan karşısında süper gücün desteğini arkasına almakta memnun olmuştur. Pakistan ve ABD arasında 50’li yıllarda başlayıp ABD’nin çeşitli askeri ve mali yardımlarına dayanan ilişkiler ilerleyen yıllarda konjonktüre bağlı değişimlerden dolayı inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir. Bağdat Paktı, SEATO gibi Batı bloğu ittifakların da yer alan Pakistan bu dönemde askeri gücü bakımından öne çıkmayı başardı. Ancak gerek Çin ile yürüttüğü ilişkiler gerekse 1965 Hindistan Savaşı ile maruz kaldığı ABD ambargosu Pakistan’ın bu ilişkiyi sorgulamasını sebep oldu. Buna 70’li yıllardaki Sosyalist diye tabir edilen Bhutto hükümetinin başa gelmesi, ayrıca Başkan Carter’ın Hindistan’la iyi ilişkiler kurma isteği Soğuk Savaş sırasında ABD ve Pakistan arasında ‘soğuk’ rüzgarlar esmesine sebep olmuştur. Fakat 80’li yıllarda başlayan Afganistan Savaşı bir kez daha Pakistan’ın yıldızının parlamasına sebep olmuştur. Sovyetlerin Hint Okyanusu’na inmesinden çekinen ABD hem Pakistan üzerinden Afgan mücahitlerine yardım etmiş hem de Pakistan’a gerekli askeri ve mali yardımları tekrar başlatmıştır. Seksenler boyunca devam eden bu yardımlar savaşın bitmesi ile durmuş ve Afgan Savaşı’nın bütün bilançosunu Pakistan yüklenmek zorunda kalmıştır. 90’lı yıllarda ABD müttefiki Pakistan’ı yavaş yavaş izole etme yolunda gitmiş ve alt kıtada Hindistan ile ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır Bu durum 11 Eylül’e kadar devam etmiştir. Afganistan’ın işgal eden ABD bölgede partneri olarak Pakistan ile yeniden işbirliğine gitmiştir. Başkan Bush’un İslamabad ziyareti, akabinde Müşerref’in Washington ziyareti bu çerçevede değerlendirilebilir. Ancak Pakistan bir kez daha küresel bir gücün işgal ettiği Afganistan’ın problemleri ile karşı karşıya kalmıştır. Mülteciler, terör saldırıları ve ABD’nin ülkeye yaptığı drone saldırıları ağır bir fatura olarak yüzleşmesi gereken problemlerden olmuştur. Bunun yanında Obama döneminde ABD’nin askerlerini büyük kısmı çekmesi, Pakistan tarafından güç boşluğu oluşacağı endişesiyle eleştirilmiştir. Başkan Trump döneminde ise her iki ülke ilişkileri karmaşık bir hal almıştır. Önce Pakistan’a ve o dönemdeki lideri Navaz Şerif’e terörle mücadele konusunda ‘fantastik ülke’ ve ‘fantastik lider’ gibi övgüleri layık görmüş, ancak 2018’in hemen başında ise Pakistan’a yapılan ve değeri 33 milyar doları bulan yardımlara ‘aptalca ve boş’ olarak nitelemiştir. Trump ayrıca Pakistan’ı teröre destek vermek ile itham etmiştir. Bu duruma şüphesiz yeni Afganistan stratejisi ve bu doğrultuda yeni partneri Hindistan ile ilişkileri yürütme isteği yatmaktadır. Bunun yanında Pakistan’ın Çin ile derin işbirliği, CPEC gibi bir güzergahta yer alması Trump’ın tutumunda etkili olmuştur. ABD bölgede Hindistan’la eksen oluşturma aşamasına gelmiştir. Bu doğrultuda imzaladıkları ve Hindistan’ın 2020’ye kadar Afganistan’a 1 milyar dolar yatırım sözü vermesi, ayrıca Hindistan ile imzaladığı savunma işbirliği anlaşması çerçevesinde Afganistan kapılarını Hindistan’a açmıştır. Bu vaziyet ise Pakistan’ı son derece rahatsız etmektedir. Pakistan bu eksenine karşı Çin ile işbirliğini geliştirmektedir. Bu bakımdan ilerleyen yıllarda Güney Asya’yı hareketli günler beklemektedir. Ancak Pakistan’ın tamamen ABD’nin gözünden çıkmamasını sağlayacak argümanları elinde bulundurmaktadır. Yaklaşan İran ambargosu ve Körfez de iyi ilişkiler hala ABD karşısında elinde bulundurduğu kartlar olarak sıralanabilir.

SONUÇ

Pakistan dış politikası genel manada Hindistan ilişkileri çerçevesinde şekillenmiştir. Bu doğ rultuda yeri geldiğinde savaşlar yapilmış ve müttefikler belirlenmiştir. Ayrıca İran, Afganistan gibi diğer komşularla zamanla problemler yaşanmiş, bu problemler ise belirli konjonktürel durumlarla hal yoluna gidilmiştir. Çin ile başlangıçtan beri iyi ilişkiler yürütülmüş, böylece Çin hem Hindistan’a karşı denge unsuru olurken hem de CPEC gibi projeyle ekonomik sıkıntıdaki Pakistan için tutunacak dal olarak görülmüştür. Bunun yanında küresel güç ABD ile ilişkiler So ğuk Savaş’in seyri ve sonraki gelişmeler bağlamında inişli çıkışlı bir rota izlemiş, ancak son zamanlarda giderek gerginleşmiştir. Pakistan ayni zamanda BM, ŞİO, İİT gibi farklı çaptaki uluslarası örgütlere üye olmakla beynelmilel ilişkilerini sürdürmektedir.

PAKİSTAN’IN ÜYE OLDUĞU ULUSLARASI ORGANİZASYONLAR

  • Birleşmiş Milletler (UN)
  • İslam İşbirliği Teşkilatı (OIC)
  • Şangai İşbirliği Örgütü (SCO)
  • Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA)
  • Güney Asya Bölgesel İşbirliği Teşkilatı (SAARC)
  • Dünya Bankasi (WB)
  • Dünya Ticaret Örgütü (WTO)
  • Asya Kalkınma Bankası (ADB)

Bayram ÖZMEN

KAYNAKÇA

  • Pakistan’ın Dış Politikası 1947-2016, Abdul Sattar, Oxford Universty Press, Karaçi, 2017
  • Afganistan, Pakistan, Hindistan, Dr. Shaida Muhammed Abdali, Pentagon Press, Yeni Delhi , 2016
  • Ömer Aslan,https://m.haberler.com/analiz-pakistan-abd-iliskilerinde-bir-rutin-kriz-10422705-haberi/
  • Doğuşundan Günümüze Pakistan-Afganistan İlişkileri, Gazi Üniversitesi Uluslarası İlişkiler, 2011

Geribildirim

Mail adresiniz gizli kalacaktır.


Biz Kimiz?

Gayemiz, asırlardır mirasçısı olduğumuz medeniyetin gelişimine katkı sağlamak adına kurduğumuz ilim halkasındaki ilmî faaliyetleri geniş kitlelere ulaştırmaktır.

Cemiyetimizde, genç ve hareketli yazar kadromuz ile Siyaset, Hukuk, Ekonomi, Sosyoloji, Edebiyat ve Tarih gibi ilmî alanlarda gerek akademik gerekse de gündeme ilişkin yazılar kaleme alınmaktadır.


İletişim


Küçük Çamlıca Mahallesi, Filiz Sokak, No:3
Üsküdar/İstanbul