OSMANLI’NIN MODERNLEŞME SÜRECİ | İlim ve Medeniyet

Avatar photoFurkan EMİROĞLU22 Şubat 201813min0

Modernleşme, modern olana geçişi, değişim sürecini ifade eder. Sürekli kendini yenileyerek gerçekleştirilen bu süreç; sosyal yaşantı, kültürel, siyasi ve ekonomik düzen gibi yaşamın tüm parçalarını tesiri altında bırakır.

Modernizm, bir dinamizmi, değişimi, dönüşümü, savaşımı içermektedir. Aydınlanmış bireylerin ilişki ve örgütlenmelerinin kurumlaştırdığı ussal bir dünya düzenini esas almaktadır. Böylelikle, modernizm kavramı, ‘on sekizinci yüzyılda Aydınlanma’yla birlikte Batı’da kullanılmaya başlayan, modern kapitalist-endüstriyel devletin gelişimine paralel olarak geleneksel düzenin zıddı ilerlemenin, ekonomik ve idari rasyonalizasyonun ve sosyal dünyanın farklılaşmasının vuku bulduğu bir durumu ifade etmektedir.[1]

Batılı olmayan toplumlardaki değişim sürecini açıklamak amacıyla gerçekleştirilen ‘’modernleşme’’ kuramı, her şeyden önce, ‘’geleneksel’’ ve ‘’modern’’ olarak nitelenen iki toplum tipinin karşılaştırılmasına dayanmaktadır.[2]

‘’Modern olmayan’’ olan geleneksel’in ve artık geleneksel’den farklılaşmış olanı anlayabilmek için karşılaştırma metodu kullanmak elzemdir. Bu yazıda, modern Batı ile modernleşmekte olan Osmanlı’nın modernleşmesi üzerinden süreci okumaya çalışacağız.

Batı’da zuhur eden modernizm denildiğinde aklımıza gelen öncelikli kavramlar şunlardır: ulus devlet, merkezileşme, kurumsallaşma, devrim ve endüstrileşme. Kavramları çözümlemek, onları tasnif etmek süreci daha rahat anlamlandırmamızı sağlayacaktır. Modernleşme sürecini ekonomik, siyasi/askeri ve sosyal/kültür başlıkları altında inceleyebiliriz.

‘’Bir toplum hangi evreleri geçirdiğinde ‘’modern’’ olur?’’ ya da ‘’Bugünkü Avrupa’yı ortaya çıkaran faktörler nelerdir?’’ sorularını sorduğumuzda ilk olarak ekonomik nedenleri irdelemek gerekir. Endüstrileşme, makinelerin icadı seri üretimde kullanılması, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş, bu ekonomik nedenlerdendir. Üretim tarzının değişmesiyle, tarımı üretimini bırakmak zorunda kalan nüfus, iş bulmak için kırsaldan şehirlere göçmüştür. Böylece şehirler büyümüş ve kozmopolit bir yapı haline gelmiştir. Bununla beraber, yönetim organizasyonu kompleks hale gelmiştir. Avrupa’da bu ortamın doğmasına neden olan olgu, aristokrasinin zayıflamış olması ve burjuvazinin (orta sınıf) ortaya çıkmış olmasıdır. Ekonomik alanda daha etkin olan burjuvazi, yönetimde de hak iddia etmiştir. Ayrıca, Fransız Devrimi’ne de öncülük eden, onun temeli olan yine burjuva sınıfı olmuştur. Coğrafi keşifler, buharlı makinelerin keşfi, tren ve demir yollarının yaygınlaşması; modernizasyonun sağlanmış, ekonomik temelli değişimin gerçekleşmesinde süreci hızlandırmıştır. Hızlı üretimin gerçekleşmesiyle ve artan nüfusun etkisiyle, iç pazar artık yeterli durumda olmamış, dışa açılma politikaları uygulanmıştır. Devleti güçlendirmeye yönelik dış ticaret doktrini olan merkantilizm, 16. ve 18. yy.’lar arasında Avrupalı devletler tarafından temel politika olarak belirlendi.’’ İhracata dayalı sömürgecilik’’ olarak nitelendirebileceğimiz bu sistemle amaç, ihracatın ithalattan fazla olmasını sağlamak olmuştur. Buna karşılık Osmanlı, ham maddeyi içeride tutma politikası ile dışa bağımlı olmak durumundan kaçınmak istemiştir. Merkantilist politika reddedilmiştir. Ham maddenin içeride tutulmasının yanında, içeride onu işleyecek teşkilatının bulunmaması durumu Osmanlı’nın zayıflamasına neden olmuştur.

Siyasi öncüllere değinecek olursak, bu dönemde imparatorluk düzeninden ulus-devlet düzenine geçiş, merkezileşme, otoritenin merkeze çekilmesi durumları gerçekleşti. Avrupa’da Papalığın etkisinin sonu, dağılma 1648 yılında Westphalia Antlaşması ile gerçekleşiyor. Bu antlaşma ile 30 Yıl Savaşları(1618-1648) (Mezhep Savaşları) sona ermiştir. Kilise ile devletlerin ayrılması ile beraber ‘’Sezar’ın hakkı Sezar’a, Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya’’ kalmıştır. Bu durum, sosyal alanda ‘’sekülerleşme’’ olarak tezahür etmiştir. Ayrıca, ulus-devletlerin ortaya çıkması, milliyetçiliği tetiklemiş, imparatorluklar zayıflamıştır. Bu durum, ilerleyen tarihte – 1. Dünya Savaşı’nda- kırılımına uğrayacaktır. Avrupa’da Kilise kurumunun baskı ve zorbalıklarına karşı gerçekleşen Reformasyon hareketleri sonucunda Hıristiyanlık dininde Protestan ve Kalvenist yorumlar ortaya çıkmıştır. Kilise’ye karşı bu tutum, sonralarında çok hızlı gerçekleşen din karşıtı hareketlere neden olmuştur. Protestanlık ve Kalvinizm, Kilise baskısı altından kurtulmak isteyen Alman prenslikleri tarafından kabul edilmiştir.[3]

Protestanlık, zorlayıcı bir kurum olarak Kilise’nin insan ile Tanrı arasından çıkması gerektiğini savunmuştur. Ayrıca, Weber’in ‘’Protestan Ahlakı’’ adlı eserinde belirttiği gibi, dinin buyruğu olan ‘’çalış’’ emri, daima çalışmaya yönelik bir motivasyon kaynağı olmuş, kapitalizmin güdüleyici bir faktörü haline getirilmiştir.

Sosyal/kültür alt başlığında ise, siyasi gelişmelerin etkisinin farkına kolaylıkla varılacaktır. Sekülerleşmeyi iki tür altında inceleyebiliriz: farklılaşma(dışlama) ve bağdaşma(accomodation). Farklılaşmada, din ve devlet işlerinin birbirleriyle bir arada yürütülemeyeceği anlayışı vardır. Bağdaşma’da ise, modernleşmenin etkisiyle, ikisinin beraber yürütülebileceği, birbirlerine entegre olduğu görüşü savunulur. Dinin, kültürün, insandan ve devletten yalıtılamayacağı; bağdaşma durumun zorunluluktan ötürü gerçekleştiği iddia edilir.

Modernleşmenin kullanım kılavuzu olarak nitelendirebileceğimiz modernleşme paradigması ise, liberal ekonomiyi, modernleşmek isteyen  ‘’diğer’’ toplumlar için ön koşul olarak sunmuştur. Bu paradigma, genel olarak, ancak Batı’nın geçirdiği sürecin yaşanarak modernleşmenin gerçekleştirilebileceğini vaz etmiştir. Bu anlayış, modernleşen devletler için Batı tarzı- tekli modernleşme olarak algılanmış ve adlandırılmıştır. Bununla beraber, çoklu modernleşme(multiple modernization) anlayışı, Osmanlı’da birçok aydın tarafından sıklıkla önerilen olmuştur. bu modernleşme anlayışında, Batı’nın bazı değerlerinin alınıp, diğerlerinin bırakılması yönünde teklifler sunulmuştur.

Bir diğer iddia ise günümüzden gelir. Cemil Koçak, Osmanlı yönetici elitinin,bizim bugün kullandığımız anlamda bir ”modernleşme projesi”nin olmadığına vurgu yapar. Osmanlı modernleşme projesinin bir paket halinde tasarlanmadığını, aksine, süreç içerinde, olayların şekillenmesiyle gelen önerilerin birbirleri üzerine eklemlenerek teşekkül ettiğini ifade eder. Bu yüzden proje, homojenlikten uzaktır.[4]

Modernlik, Batı’da sanat, akademi ve diğer alanlarda ‘’düzenlilik’’ durumu sağlasa da, modernleşmek isteyen Batı dışı toplumlarda durum böyle olmamıştır. Farklı kültür tabanları üzerine bina edilmesi istenen Batı’nın formları, Yrd. Doç. Dr. Veysel Kurt hocanın belirttiği üzere, bu toplumlarda ‘’keşmekeşlik’’ durumuna neden olmuştur.

1699 yılında imzalanan Karlofça Antlaşması ile Osmanlı, büyük bir toprak kaybı yaşamıştır. Orta Avrupa’daki egemenliğinin sona ermesi ve bunun sonucunda gerileme dönemine girmesi, onu türlü arayışlara sevk etmiştir. Yenilgiler üzerine klasik kurumlar ve uygulamalar sorgulandı. Değişimin, öncelikle askeri sistem üzerinde gerçekleşmesi gerektiği savunuldu. 1826 yılında, 2.Mahmud tarafından gerçekleştirilen Vaka-i Hayriye ile Yeniçeri Ocağı kaldırıldı. Bu, ordunun değişeceğine delalet bir olay olmuştur. Askeri alandaki yenilik girişimlerinde odak noktası Avrupalı ulus devletlerinin uygulamaları olmuştur. Askeri alanda yeni düzenin tesis edilmesi ve teknolojik icatların kullanımı hususunda Avrupa’dan getirilen uzman askerlerden yararlanılmıştır. Baron de Tott ve Humbaracı Ahmet Paşa bu isimlerden en bilinenleridir.

Yönetenlerin tutumları, gerçekleşen gerileme üzerinde bazen yavaşlatıcı, bazen ise hızlandırıcı etki göstermiştir. ‘’Devletin çöküşünü nasıl engelleyebiliriz?’’ sorusuna karşı, Osmanlı aydınları birçok fikrî akımlar öne sürmüşlerdir:  Batıcılık, Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük. Aslında Batıcılık akımı, bu akımların hepsinde içkin vaziyettedir. ‘’Neden yeniliyoruz?’’ sorusuna cevap olarak, kendisine yenildiğimiz Avrupalı devletlerin uygulamalarında çözüm aranıyor. Elde kalan unsurların bir arada tutulması isteği, bu unsurların temel tema olmalarını sağlamıştır. İslam, Türk kimliği, salt Osmanlı ittihadı fikri; farklı zamanlarda diğerlerinin üzerine konulup, o yönde politikalar izlenmiştir. Biz bu duruma ‘’önceliklerin devinimi’’ diyebiliriz.

Kültürel etkilenim açısından verilecek en güzel örnekler ise, Bediüzzaman Said Nursi’nin uçakları devrin ebabil kuşlarını olarak değerlendirmesi ve Said Halim Paşa’nın Fransızca dil seviyesinin Osmanlıca’dan öte olması gerçeğidir.

Furkan EMİROĞLU

 

[1] Sarıbay, Ali Yaşar (2001), Postmodernite, Sivil Toplum ve İslam, Alfa Yayınları, İstanbul.

[2] Köker, Levent (2007), Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi, İletişim Yayınları, İstanbul.

[3] Karakaya, Boran, 30 Yıl Savaşları ve Ulus Devletlerin Doğuşu, Akademik Perspektif http://akademikperspektif.com/2011/08/17/30-yil-savaslari-ve-ulus-devletin-dogusu/

[4] Koçak, Cemil, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Tanzimat ve Meşrutiyet’in Birikimi, Cilt:1,s.73, İletişim Yayınları,İstanbul.

Avatar photo

Furkan EMİROĞLU

PhD Student & Research Assistant in Political Science furkanemirrr[at]gmail.com


Geribildirim

Mail adresiniz gizli kalacaktır.


Biz Kimiz?

Gayemiz, asırlardır mirasçısı olduğumuz medeniyetin gelişimine katkı sağlamak adına kurduğumuz ilim halkasındaki ilmî faaliyetleri geniş kitlelere ulaştırmaktır.

Cemiyetimizde, genç ve hareketli yazar kadromuz ile Siyaset, Hukuk, Ekonomi, Sosyoloji, Edebiyat ve Tarih gibi ilmî alanlarda gerek akademik gerekse de gündeme ilişkin yazılar kaleme alınmaktadır.


İletişim


Küçük Çamlıca Mahallesi, Filiz Sokak, No:3
Üsküdar/İstanbul