İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Çölde bir cami kurmak, suya karşı sabırla direnmek değil, zamana karşı imanla durmaktır. Kayravan Ulu Camii, bu direnişin ve duruşun en eski tanıklarından biridir. Ne bir başkentin kalbinde, ne bir imparatorluğun gölgesinde doğmuştur. O, çöle doğru açılmış bir niyettir. Ve bu niyet, zamanla bir camiden daha fazlasına, bir şehrin vicdanına dönüşmüştür. Kayravan, bu yüzden yalnızca bir şehir değil; bir karardır. O karar, İslam’ın Kuzey Afrika’ya kök salma iradesidir. Ve bu irade, önce bir camiyle başlamıştır.
Kayravan Ulu Camii, 670 yılında, Emevî komutan Ukbe bin Nafi tarafından inşa ettirildiğinde, çevresinde yerleşim neredeyse yoktu. Bu cami, önce dua için değil, niyetin ta kendisi olarak kuruldu. O topraklarda henüz kent yoktu, pazar yoktu, su yolları yoktu. Ama kıble vardı. Kıble varsa, yön vardır. Yön varsa, düzen mümkündür. Ve bu düzenin ilk taşı, mihraptan önce konulan iman taşıdır1.
Zamanla şehir caminin etrafında şekillendi. Çarşılar onun avlusuna yaslandı, evler onun ezanına göre inşa edildi, sokaklar onun minaresine yöneldi. Çünkü İslam şehir modeli budur: En yüksek yapı camidir, en sessiz yer onun içidir. Kayravan’da bu model ilk defa bu kadar bilinçli uygulanmış, cami yalnızca mimari bir merkez değil, medeniyetin mihveri olmuştur.
Caminin kendisi, görkemli ama gösterişli değildir. Duvarları kalındır; çünkü yalnızlıkla örülmüştür. Avlusu geniştir; çünkü cemaat bekler. Sütunları, antik çağdan devşirilmiş Roma mermerleridir. Ama artık o taşlar, putlara değil, secdeye tanıklık eder. Her biri yeni bir anlamla yeniden doğmuştur. Bu dönüşüm, yalnızca maddi değil; epistemik bir dönüşümdür. Taşın anlamı değiştiğinde, şehir de değişir. Ve Kayravan, taşla anlam arasında kurulan bu ilişki sayesinde bir İslam aklı üretmiştir.
Bu caminin sadece mimarisi değil, sesi de vardır. Çünkü burada ilim yürümüştür. Kayravan medresesi, Zeytûne’den önce, Fas ve Kurtuba’dan önce, ilk İslamî düşünce merkezlerinden biri olmuştur. Hadisçiler, fıkıhçılar, dil âlimleri bu taşların arasında düşünmüş, yazmış, öğretmiştir. Cami, bu anlamda sadece secde edilen bir yer değil; sözün kurulduğu bir mekândır. Minberinden sadece hutbe değil, aynı zamanda anlam yükselmiştir2.
Bugün camiye girdiğinizde ilk hissettiren şey o sessiz büyüklüktür. Ne bir korku ne bir ihtişam. Sadece bir yer edinmişlik duygusu. Yapı hâlâ ayakta, hâlâ merkezde. Hâlâ sade ama yorgun olmayan bir vakarla. Onun taşlarına dokunan biri, yalnızca tarih değil, kök hisseder. Ve o kök, bize ait bir zamana değil, bize ait bir yön duygusuna uzanır.
Kayravan Ulu Camii, Mağrib’in kalbidir. Hem coğrafi hem sembolik. Her yıkıma rağmen, her istilaya, her kolonyal tahribata rağmen bu cami ayakta kaldıysa, bu yalnızca sağlam inşa edilmesinden değil; kararlı bir inançla kurulmasındandır. Çünkü bazı yapılar sadece taşla değil, kararla, iradeyle, şuurla inşa edilir. Ve o şuur, zamanla kent olur, halk olur, kültür olur.
Bugün hâlâ minaresinden ezan yükseliyorsa, bu çağrı sadece Allah’a değil, kendimize dönmeye de bir çağrıdır. Her ezan bir yeniden hatırlayıştır: Biz bu topraklara yalnızca geldik değil, yerleştik. Ve yerleşmek demek, sadece ev kurmak değil; değerle kök salmak demektir.
Ve belki de en çok da bu yüzden, Kayravan Ulu Camii bir yapı değil, yerin ta kendisidir. Çünkü oraya bir harita çizerseniz, şehir çıkar. Ama oraya bir yön koyarsanız, İslam doğar.
Alıntı
Yorum Yaz