MEDENİYET ÜZERİNE-3: SALT RASYONALİZMİN EGEMENLİĞİ | İlim ve Medeniyet

Avatar photoMücahit Bayram IŞIK27 Eylül 201913min0

…metafizik bir ön kabul olmadan hiçbir medeniyet olmaz…

…Metafizik bir temel olmadan siyasi düzen ve medeniyet kurmak mümkün değildir.

Nicelik(ğ)in sosyal hayata egemen olması, teknikî gelişmişlik ve ilerleme bir medeniyetin temelini oluşturan nedenler değildir. Ancak bir düşünce, davranış biçimi ve bir tavrın sonucu olarak ortaya çıkabilir. Yani arka planında söz konusu medeniyetin dayandığı sabiteleri ayakta tutacak metafiziksel kirişler ve sac ayaklarına ihtiyaç vardır. Whitehead’ın ifade ettiği gibi metafizik bir ön kabul olmadan hiçbir medeniyet olmaz ve yine İbn Sina’ya atıfla “Metafizik bir temel olmadan siyasi düzen ve medeniyet kurmak mümkün değildir.”

Metafiziksiz salt teknik ilerlemeden bahsetmek, insanı robotlaştırarak sosyal hayatında da onun tıpkı bir bilgisayar gibi; ya bir ya sıfır, ya evet ya hayır modunda düşünmeye sevk edecektir. Hayatın iki artı iki dört etmeyen yanlarını, daha oval kıvrımlı ve keskin hatlara sahip olmayan yönlerini görmezden gelmeye neden olacaktır. Öncelikle bu durum irdelenmelidir. Maddi refahı ve teknolojik gelişmeleri bir çıktı olarak düşünmek gerekir. Girdi olarak değil… Tarıma geçiş ile birlikte saban ve orak, ihtiyaca binaen neyi ifade ediyorsa, muhtelif teknik gelişmeler de aynı anlamı ifade etmekte ve onların var olmaları insanoğluna bağlıdır. Ancak tekniği temel alan medeniyet tasavvurunun getirdiği pazı gücü, ihtiyaçtan ötesine geçerek insana neler yapabileceğini gösterdi fakat nerede durması gerektiğini düşündürmedi.

Salt ratio, materyalist ve teknikalist bir medeniyetin yukarıda bahsedildiği gibi düşünsel parametrelerinin hatları keskindir. İnsanı ancak beyni ve zekâsı ile neler yapabileceğini görmek açısından merkez alan egoist bir sistemdir ve bireysellik düşüncesini pozitivizm, materyalizm, kapitalizm, serbest piyasa çerçevesinde kamçılamaktadır. Bu açıdan insanın doğa ve evren ile tam uyumlu yönünü ve birbirlerinin bir parçası, tamamlayanı, mütemmim cüzü olduğunu ıskalamasına sebep olmaktadır. Bu durum da insanoğlunun doğa üzerinde tam manası ile bir tahakküm kurma anlayışına evrilmesine sebep olmakta bununla birlikte kendinde doğa üzerine kurabileceği bir mutlak tasarruf hakkı görmektedir. Kazanırsa kaybedenin kendisi olacağı doğa ile verdiği amansız savaş da bunun neticesinde ortaya çıkmıştır. Böylesi bir medeniyet anlayışına nitelikten çok nicelik hakim konumdadır. Bu medeniyet anlayışının nesneleri anlamdan azadedir. Örneğin; Anglo-Sakson gelenekte ölçülebilir olan itibar görmektedir. Bilimsel(!) olmayan çeşitli adet ve edevatla ölçülemeyen bir kabın içine tıkıştırılamayan felsefe, din, psikoloji vs. alanlar ikinci plandadır.

Husserl 20. yüzyılın başında Avrupa’nın içine düştüğü krizin sebeplerini araştırır. Husserl, ünlü Viyana konuşmasında “Avrupa’nın manevî sureti nedir?” diye sorar. Böylesi bir medeniyetin varlık ve dünya görüşünün nasıl olduğunu sorgulamaktadır. Bu medeniyetin beşiği Husserl’in tabiri ile ‘Avrupa beşeriyeti’dir. Modern Avrupa medeniyetinin temel krizinin ekonomik yahut sosyal değil, bir “dünya görüşü” krizi olduğunda ısrar eder. Ona göre pozitivizmin ortaya koyduğu “bilimcilik” ideolojisi, sadece sosyal bilimlerde bir meşruiyet krizine yol açmamış, aynı zamanda tabiat bilimlerini de metodolojik sorunlarla karşı karşıya bırakmıştır. Varlığı ölçülebilir maddeyle özdeşleştiren pozitivizm, Avrupa’nın ufkunu “fizikalizm”e indirgemiş, bu ise medeniyetin yerini teknik-teknolojik bir sistemin almasına neden olmuştur. Husserl’in “Avrupa bilimlerinin krizi” olarak ifade ettiği buhran hâli, Avrupa’nın siyasetinde, ekonomisinde yahut eğitim sisteminde değil, öncelikle dünya görüşünde yaşanan bir krizdir.”

Husserl’in “Avrupa beşeriyeti” olarak tanımladığı medeniyete bir eleştiri de Alman filozof Heidegger’den gelmiştir. Heidegger, Batı Medeniyeti’ni “Teknikalist Medeniyet” olarak nitelendirmiştir. “Letter on Humanism” de dikkat çektiği gibi Heidegger, varlığı maddeye, “insan” ı beşere indirgemekte ve böylece hakikati ve gerçekliği, varlığın en asgarî unsurları ile tanımlanmaya çalışmaktadır. Kaçınılmaz olarak da “niceliğin egemenliği” hakim kılınmaktadır. Nitelik geri plana atılıp varlık tasavvuru ve dünya görüşü olarak kutsaldan arındırma (desacralization) materyalist medeniyetin temel prensibi haline getirilmiştir.

Descartes’e göre insan, tabiatın efendisi ve sahibidir. Egoist ve sınır tanımaz söylem tabiat ve evrende mutlak tasarruf hakkını insanoğlunun tekeline vermiş ancak bu tasarruf tüketme temelli sıfır sorumluluk içermektedir. Medeniyet yüzeyseldir. Çünkü kutsaldan arındırılmış bir haldedir. Kutsalın getirdiği transandantal meditasyon ihtiyacı ise Şair İsmet Özel’in ifadesi ile “iddiası olmayan ölü kültürler” üzerinden gerçekleştirilmektedir. Bu şekilde tüketim çarkına dahil edilmektedir. Harvey COX’un MARKET GOD (Piyasa Tanrısı) adlı makalesinde teknik materyalist medeniyetin mütemmim cüzü olan kapitalizm ve serbest piyasa ekonomisi üzerine sapan taşı niteliğinde çeşitli eleştiriler getirmektedir. O, serbest piyasayı bir dine benzetmekte ve tıpkı din gibi onun da bir amentüsü olduğunu ileri sürmektedir. Wall Street’de piyasaların açılmasındaki “gong” sesini kilise çanına benzetmektedir. Her şeye maddî bir karşılık biçilmesine şiddetle karşı çıkmaktadır. Serbest piyasa ve kapitalizmin ölü kültür ve inançları pazarlamasını Cox, doğuştan engelli ve hasta olan çocuklar üzerinden şu şekilde açıklamaktadır:

“Mesela Piyasa’nın özürlü doğan ve üretime hiçbir şekilde katkıda bulunamayacak bir çocuk için ötenazi vereceğini zannetmemeliyiz; çünkü Piyasa, onun tedavisi için kullanılacak ilâçların, koltuk değneklerinin ve tıbbî cihazların kendisine yapacağı katkıyı düşünecektir. Görüldüğü gibi Piyasa bu çocukla ilgili her türlü maliyet analizini yapacak, ama bunlar arasında hiçbir şekilde çocuğun öz değeri olmayacaktır.”

Aslında sürekli ilerleme hastalığına müptelâ olmuş bir medeniyet “öjenik ve toplam kontrol” açısından ötenaziyi istemelidir. Çünkü, çeşitli rahatsızlık ve engellerle doğmuş olan kişi üretimin sırtındaki bir yüktür. Aynı zamanda Cox’un ifade ettiği gibi “öz değer” in olmayışı kavramını tek geçer akçenin piyasaya yaptığı katkı açısından düşünülmelidir. Cox’un bu ifadeleri tıp bilimlerinin konusu olması sebebiyle meseleye ve bütün hastalıklara ehem mühim açısından yaklaşıldığında ilaç sanayinin pranga taktığı tıp bilimleri de hastalıklara iyileşme temelli yaklaşmıyor gibi görünmektedir. Aynı zamanda hasta çocuklara bakmak ve onlarla ilgileniyor olmak mantığı ile bir nevi sosyal sorumluluk projesi altında günah çıkarma faaliyetidir.

Charlie Chaplin’in “Modern Zamanlar”ında eleştirilen mekanistik medeniyet insanoğlunun mizacına tamamen aykırıdır. Onun fabrika ayarları ile oynamaktadır. Şehirleşme üzerinden örnek verilecek olursa New York ileri bir şehirdir ama daha medenî bir şehir midir? Medeniyet girdisinin merkezinde nicelik olduğu için New York günümüz dünyasının en medenî şehri sayılmaktadır. Kalabalık olmak metropol olmanın ölçütlerinden biri olabilir ama o şehrin kalabalık olması medenî olduğu anlamına gelmemektedir. Tıpkı küresellik ile evrensellik(ğ)in aynı manâya gelmediği gibi. Kısacası modern medeniyet pratiklerinin küresel yaygınlık kazanması, onun evrensel bir değer taşıdığı manâsına gelmez.

Aynı zamanda Freud’un bilinçdışı olarak bahsettiği insanların iç dünyası da küresel piyasanın malzemesi konumuna gelmiş durumdadır. Popüler karakterler üzerinden toplumun aklına değil duygularına hitaben reklamlar hazırlanmakta, böylece insanların rasyonel şekilde karar verdikleri düşündürtülmektedir. Duygu dürtüsü ve içgüdü ile hareket eden toplum tam irade halinde özgür karar vericiler olduğu onlara empoze edilmektedir.

Modernizm, medeniyet ve modernlik paradoks halini ifade etmektedir. Medenîlik bir damıtma, rafine ve gelenek ilişkisini ifade eder. Aynı vadide modernlik ise geleneği dışlamadan bir bakıma dünyalı olmayı bir bütün olarak idrak etmek ve şimdiye dair olanı ifade etmektedir. Ne geçmişi saplantı haline getirip arkaik bir bakış açısı ile aynı geçmişi tüketmektir, ne de ilerleme hastalığına müptela olarak şimdiyi ıskalamaktır. Modernlik tam manasıyla bir geniş zaman bilincini ihtiva etmektir, şimdiki zamana gömülü olmak değil. Besim F. Dellaloğlu’nun tabiri ile modernizm aynı zamanda modernlikle bir hesap görme biçimidir, yani modernliğin içine sığmayan bir şeydir. Hız ve yüzeysel olarak değişim temelli sürekli bir kademe ileri halini ifade etmektedir.

En önemlisi de “makine, plastik-sunî” olarak nitelendirilen materyalist ve teknikalist medeniyet bir diğer açıdan sürekli büyüme ve ilerleme hastalığına ram olmakla birlikte aynı zamanda bu dünya görüşünü “inanç, ideoloji” haline getirilmektedir. Daha çok bilim-kurgu filmlerinin yönetmeni olarak tanınan Christopher Nolan’ın son filmlerinden olan Interstellar filmi tam da bu konuya ışık tutmaktadır. Filmin başrol karakteri olan Joseph Cooper’in kızı Murphy’e daha dördüncü dakikada söylettirilen söz bilimin gerçekten ne olduğunu tanımlamaktadır. Mutfakta baba ile kızı arasındaki diyalogda Murphy babasına: Bilim, bilmediğimiz şeyler olduğunu kabullenmektir, şeklinde bir cümle söylemiştir. En nihayetinde bilimin ulaştığı son noktanın nihai nokta olmadığı vurgulanmaktadır.

MÜCAHİT BAYRAM IŞIK

Avatar photo

Mücahit Bayram IŞIK

ULUSLARARASI İLİŞKİLER Sanat muhibi/Asyalı [email protected]


Geribildirim

Mail adresiniz gizli kalacaktır.


Biz Kimiz?

Gayemiz, asırlardır mirasçısı olduğumuz medeniyetin gelişimine katkı sağlamak adına kurduğumuz ilim halkasındaki ilmî faaliyetleri geniş kitlelere ulaştırmaktır.

Cemiyetimizde, genç ve hareketli yazar kadromuz ile Siyaset, Hukuk, Ekonomi, Sosyoloji, Edebiyat ve Tarih gibi ilmî alanlarda gerek akademik gerekse de gündeme ilişkin yazılar kaleme alınmaktadır.


İletişim


Küçük Çamlıca Mahallesi, Filiz Sokak, No:3
Üsküdar/İstanbul