İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Şile Sahili, 22 Temmuz 2020
“Göçtü kervan, kalmak yok!”
Şile’de çadır kampı yapma fikri kimin başının altından çıktı bilmiyorum ama kadim dostlarla vakit geçirme düşüncesi epeydir aklımızdaydı. Remzi, Mehmet, Kasım ve Ubeydullah.. Allah herkese nasip etmiyor böyle dostlar. On yılı devirdik hemen hemen. Kasım’la on yedi yıl olmuş. Daha dün gibi hatıralar, ter-ü taze canlılar.
Güneşin kavurucu sıcaklığı altında gölgelik yer bulmakta güçlük çekiyoruz. Güç bela çadırları kurup gölge niyetine içine giriyoruz. Bir yandan şişme yatağın havasını üflemekten başım dönüyor, gözüm kararıyor. Bir yandan da sicim sicim ter akıyor her yerimden. Denize yakın yerde kamp yapmak iyi fikirdi ama gölgesine sığınacağımız hiçbir ağaç olmadığından dolayı güneşin hışmından nasibimizi alıyoruz.
Karadeniz’in o heybetli görüntüsü ve korkutucu, dalgalı ve köpüklü suyu, kıyıyı adeta dövüyordu. Dalgalara rağmen yüzmek istiyorduk. Kıyafetlerimizi giyindik ve deniz kıyısına geldik. İnsanlardan biraz uzakta sakin bir yerde yüzmek için sahili biraz arşınladık. Ufaktefek taşlıkların da olduğu bir yerde suya bıraktık kendimizi. Deniz tuzluydu ve soğuktu. Ve bir yosun kokusu sarmıştı tüm kıyıyı. Hevesimizi aldıktan sonra kurulanıp çıktık.
Telefon sinyali az çekiyor ve internet zayıf, hatta neredeyse kopuk. Dünyayla iletişimimiz yok oluyor birkaç günlüğüne. Kamp şartları biraz da bunu gerektiriyor değil mi. Telefonu bir kenara attım, ki zaten ihtiyacım da yoktu.
Günün kararmasıyla denizin dalga sesleri eşliğinde dostlarla bir şeyler atıştırdık. Hava yavaştan soğumaya başlamıştı ve biz de ısınmak için ateş yaktık. Ateş başında yapılan muhabbetin tadı farklıdır. Bir ara bir ihtiyaçtan dolayı telefonumu yanıma alıp ışığından yararlanarak karanlığa doğru ilerledim. Biraz ileride şebeke geldi ve bir anda birikmiş ne kadar mesaj varsa tek celsede hepsi telefonuma doldu. Bir terslik var gibiydi, bu kadar mesaj normal değildi.
Türkiye Dergiler Birliği duyuru grubumuzdan insanlar taziye mesajları yayınlıyordu. Kim ola ki acep diye düşünmeme gerek kalmadan bilmediğim bir numara tarafından telefonum çaldı:
-Abi cenaze için birazdan yola çıkacağız, gelecek misin. Ses gelmiyor abi. Alooo…
Şebeke yine gitti. Ben de mesajları inceledim. Mesajları inceledikçe acı gerçekle karşılaştım. Asım abi ölmüştü. Nasıl olur, daha birkaç gün önce konuşmuştuk! Yalova’ya gitmişti ve sesi gayet iyi geliyordu. İnanmadım ilk etapta açıkçası.
İnanmamakta da haklıydım çünkü bu Asım ağabeyin ilk ölüm haberi değildi. Yıllar önce de buna benzer bir ölüm haberini gazetede yayınlayıp dostlarına şaka yapmıştı. Yine aynı durumdur diye düşündüm ya da düşünmek istedim. Ama görünen o ki Asım ağabey bu sefer gerçekten ölmüştü.
Bir anlığına olduğum yere mıhlandığımı hissettim. Kulaklarım duymamış olmayı dilercesine boşluğu dinliyordu, gözlerim görmeseydi diyorum bu mesajları. Söyleyeceğim varsa da söyleyemiyordum, kelimeler boğazıma düğümleniyordu. Yutkunuyordum sadece. Yüzüme çöken solgunluğu hissediyor ve üşüyordum. Kanımın bir anda çekildiğini, elimin, ayaklarımın boşaldığını hissediyordum.
Zaman, bir anlığına da olsa duruvermişti. Etrafımdaki sesler gittikçe uzaklaşıyor, dünya boz bulanık bir yer haline geliyordu. Sadece o birkaç kelime çınlıyordu kulaklarımda tekrar tekrar, ölüm haberi acısının ağır yankısıyla: “Göçtü kervan, kalmak yok!”
Son 4-5 yılımın tüm süreçlerinde hep Asım ağabey vardı. Bir efsaneydi biz gençlerin gözünde. Hatta bir Dergi Fuarı ödül töreninde, onun süpermen kostümü giydirilmiş resmini çizdirip tablo şeklinde hediye etmiştim. Abilik, kahramanlık en çok ona yakışıyordu.
O hepimizin Asım Ağabeyiydi. Varlığı yeterdi. En büyük misyonu güzel insanları, güzel insanlarla tanıştırmaktı. Camianın bütünleştirici gücü, ortak sesiydi o. Çok mütevazı bir hayat yaşadı. Her zaman ve her yerde en alçakgönüllü olanımız oydu. Ama mesele İslam davası ise aslan kesilirdi.
Geçen yıl şair Bünyamin Yıldız ağabeyi Üsküdar’daki evimde misafir ederken ziyarete gelmişti. Neşe katmıştı haneme. Bilseydim bir dakika daha fazla vakit geçirmek için elimden gelen her şeyi yapardım. Keşke daha fazla yol yürüyebilseydik, demekten kendimi alamıyorum. Yapacak çok işimiz vardı daha. Bir bahardı işte, bütün güzelliklerini sergiledi ve gitti. Onulmaz derin bir yara bıraktı içimizde. Ahh..
Balkanlarda seyahat halindeyken hep bir ağızdan Akabe Vakitleri ezgisini söylemiştik. Yanımda o vardı ve gür sesiyle ezgi söyleyişini kayıt altına almıştım. Videoyu bulup, onun sesiyle karanlıkta yürüyerek teskin oluyorum:
Bize devlet, bize can, bize kol kanat olan, üşüme sen üşüme, yorulma sen yorulma,
Hüzünlenme seyyidim, ellerin incinmesin, gözlerimizin nuru, ellerin bereketisin..
M. Fatih Özmen
Suna
01.06.2025 / 13:59Gerçek bir adım önümüzde ve hep bizden önde. Biz ise yalancı bir düşte. Ama olacak olan olmaktan vazgeçmemekte. Şile yada Şili geliyor vakti saati gelince. Unutulmak bir an sadece. Batılı Hak ile yok et.