BABÜRLÜLER – ZAHİRUDDİN MUHAMMED BABÜR | İlim ve Medeniyet

 

1483 yılında Endicand’a dünyaya gelen Babür, baba tarafından Timur anne tarafından ise Cengiz Han’ın soyundandır.

Timur imparatorluğunun parçalanmaya başlaması ile birlikte, taksim edilen devletin varisleri arasında Babür’ün dedesi de vardı. Kendisine Semerkant payitaht olarak verilen dedesi Ebu Said Mirza, 1455-1469 yılları arasında yüksek otoritesiyle çevresine nam salan bir yönetici durumuna gelmişti. Ebu Said’in vefatıyla beraber iyice dağılan Timur imparatorluğunun varislerinden biri de Babür’ün babası Ömer Şeyh Mirza idi. Ömer Şeyh’e Fergana havalisi verilmiş ve Babür dünyaya geldiğinde babası Fergana Hanlığı’nın başında bulunuyordu.

Babası, Timur’un üçüncü oğlu Miran Şah’ın torunlarından Ömer Şeyh Mirza, annesi ise Cengiz Han’ın torunlarından Yunus Han’ın kızı Kutluğ Nigâr Hanım’dır. Timur’un neslinden olan babası Şeyh Ömer, sağlam ve cesur bir devlet adamıydı. Zaman zaman Semerkant’ta han olan abisi ve etraf beylikler üzerine seferler düzenlerdi. Aynı Babür’de de olacağı gibi babasında da Semerkant sevdası vardı. Ancak babası bu emellerine ulaşamadan 9 Haziran 1494 yılında vefat etti.  Yerine ise büyük oğlu Zahirüddin Muhammed Babür geçti.

Babası vefat ettiğinde henüz 12 yaşında olan Babür, o dönemde Endican’da vali olarak bulunuyordu. Babasının vefat haberi üzerine mahiyetiyle birlikte derhal yola çıkmış ve yaklaşık 90 kilometre olan Aksıya gelerek tahta geçti.

14 Şubat 1483 yılında doğan Babür 12 yaşında tahta geçerek baba mirasını koruma vazifesini üstlendi. Fergana sultanlığına geçtiğinde babasının sarayında bulunan Arap ulemadan Şeyh Nasrettin Abdullah, Zahuriddin Muhammed ismini çok uzun bularak kendisine kaplan anlamına gelen Babür adını vermişti. İşte Babür de tam bu lakabına yaraşır bir şekilde baba mirasına sahip çıkmış ve Hindistan’ın fethiyle babasını bir nevi şereflendirmiştir.

Ancak küçük yaşta tahta geçmesi onu çok büyük zorlukların beklediğinin habercisiydi. O sırada amcası Semerkant Hanı Sultan Ahmet   ve dayısı Taşkent Hanı Mehmet kendisinin küçük olmasından istifade ederek Fergana hanlığının ele geçirmek amacıyla Fergana’ya hücum etmekteydiler. Ancak Babür, babası Şeyh Ömer Mirza döneminden gelen kumandanları sayesinde bu tehlikeyi atlattı.  Babür’ü alt edemeyen amcası Sultan Ahmet Babür’le anlaşarak geri dönmek zorunda kaldı ve dönüşte Semerkant’a varmadan yolda vefat etti.

Sultan Ahmet gibi Çağatay hanı Mahmut Han da başarılı olamamış ve geri çekilmek zorunda kalmıştı. Babür daha küçük yaşında çok muktedir ve işbilen annesi İşan Devlet Begüm Sultan ve devlet beyleri sayesinde büyük başarılara imza atmıştı.

Bu seferlerde başarı elde eden Babür daha ilk zamanlarında çeşitli küçük çaplı isyanlarla karşı karşıya kaldı. Ancak bunlar karşısında özellikle annesinin yardımıyla muvaffak olmuş ve artık Fergana hanlığına kanaat edemeyecek bir seviyeye gelmişti. Ve bu kanaatin hasıl olması için ise ilk sevda ve gözbebeği denilen Semerkant üzerine yürümeyi düşündü.

Bu sevdasının hasıl olması adına henüz 13 yaşında iken Semerkant üzerine yürüyen Babür uzun bir kuşatmadan sonra şehri teslim almayı başarmıştı.

Semerkant birçok noktadan çok önemliydi. Bu dönemde devrin en güzel kağıtları burada üretilir ve o dönemde önemli olduğu söylenen kırmızı kadifede yine burada elde ediliyordu. Ancak uzun süren savaş Semerkant’ta bir nevi kıtlığa yol açmıştı. Ahalinin ekin ve mahsul bakımından büyük çekinceleri haiz olmuştu. Dolayısıyla bu durum sarayda büyük çalkantılara yol açmış ve sonucunda devlet adamlarından Uzun Hasan, Babür’ün kardeşi Cihangir Mirza’nın hükümdar olması gerektiği gerekçesiyle ordudan yanına çok sayıda adam alarak isyan etmiş ve Babür’ün Semerkant’ta bulunuşundan istifade ederek Endican’a isyan bayrağını dikmişti. Endican valisi Ali Dost Togay her ne kadar muhasaraya karşılık verdi ise de Babür’ün Semerkant’ta hastalanması ve yardıma gelememesinden dolayı Endican’ı Cihangir mirzaya teslim etmek zorunda kaldı. Bu dönemde Babür’ün etrafındakilerin büsbütün dağılmasıyla hem babasından kalan mirası hem de henüz yeni fethettiği Semerakant’ı kaybetmişti. Babür bu durumu kendi kaleme aldığı Babürname’sinde şöyle dile getirmektedir: Padişah olalı en kara günüm.

Büsbütün elindekileri kaybeden Babür yanında çok az askeri ile Taşkent’e giderek amcasında yardım alıp Endican’ı kurtarmak niyetinde oldu ise de ne amcasında ne de dayısından beklediği yardımı göremedi. Vefasızlık diye tabir ettiği bu duruma karşı da; böyle bir iki mağlubiyet karşısında elbette hadiselere seyirci kalacak değilim diyerek küçük bir köye yerleşti ve tekrar güç elde etmek için şartların olgunlaşmasını beklemeye koyuldu.

Ancak yerleştiği Paşagir köyü de Ali Mirza’nın eline geçmesiyle, Babür büsbütün çaresiz kalmış ve tek çareyi otlak dağların tepelerine sığınmakta bulmuştu. Ancak bu sırada Endican’ı Uzun Hasan’a telim eden valilerinden Ali Dost Togayı kendisine ulaşarak affını iletti ve beraber mücadele etmek adına onu Margilan’a davet etti. Her ne kadar kardeşinin komutanı Uzun Hasan buraya geldi ise de bu sefer başarılı olamadı ve geri döndüğünde Endican’a da kabul edilmedi. Bu esnada Endican’da çıkan isyanı fırsat bilerek saldırıya geçen Babür, az sayıdaki askeri ile kardeşi Cihangir Mirza’ya karşı başarılı oldu ancak amcasının müdahalesi sonucu tam muvaffak olamadı.

Bugünlerde 17 yaşına ayak basan Babür’ün cesareti gibi kalemi de kuvvetliydi. Kaybettiği baba mirası ve her daim sevdası olan Semerakant üzerine çeşitli şiirler yazarak kalbine kalemi ile tercüman olmaya çalışıyordu. Bu esnada Semerkatta Şeybani hüküm sürmekteydi. Babür ise yaklaşık 200 adamı ile Semerkant’ın yakınlarındaki dağlarda zaman geçiriyor ve  bir nevi fırsat kolluyordu.

Şeybani Semerkant’ı aldıktan sonra burada yaklaşık 500 asker bırakarak mülkünü genişletmek adına çevre beyler üzerine sefere çıktı. Tam bu esnada Babür yanındaki az sayıda adamla bir gece saldırısı ile Semerkant’ı oldu bittiye getirerek ele geçirmeyi başardı. Sabahleyin karşılarında Babür’ü gören halk, bu olayı sevinçle karşıladı. Şeybani ise Semerkan’tın düştüğü haberini alınca geri dönmek istemiş ise de mevsim şartlarından dolayı Buhara’ya sığınmak zorunda kaldı.

1501 yılına gelindiğinde bu sefer kendisi Şeybani’nin üzerine yürümüş ancak başarılı olamamış ve nihayetinde Semerkant’ı bir kez daha kaybetmişti. Bundan sonra tekrar geri dönerek Cizak denilen bir yerde (köyde) durdu. Burada su ve kavunun bol olması sırtını dağlara dayayan Babür’ün hoşuna da gitmişti ki kendi hatıratında; “hayatımda burada olduğu kadar büyük bir istirahat ve tatlı bir endişesizlik tatmadım. Müthiş bir akıbetin korkunç bir tasavvuru artık kalmamıştı” diyor.

Mevsim dağlardan çekilmeyi icap ettirdiğinde ilkbaharda amcasının yanına gidip orada muhabbet göremeyen Babür, her şeyden soğumuş bir şekilde Çin’e hicret etmeyi düşünürken dayısı Ahmet Han’dan haber aldı. Dayısı, Şeybani’ye karşı savaşmayı planlıyor ve bu durumda Babür’den istifade etmeyi planlamıştı.

Dayısı Babür’ü bir birliğin başına geçirerek Şeybani’yi püskürtmeyi planlamıştı. Ancak öncelikle Fergana’ya gidip Şeybani taraftarı Tenbel’i vurmak istediler. Başlangıçla bazı küçük zaferler elde eden Babür Endican’a saldırısında başarılı olamadı ve ancak iki yarayla kurtularak Uş’a gidebildi. Bu esnada kendisini takip eden düşmanı görünce artık tek başına kalan Babür, yapacak bir şeyinin olmadığını anlayınca abdest alıp tövbe eder ve bir nevi “ister bir gün yaşa ister yüz yıl; saati gelecek, kalpleri tutan bu saray terkedilecektir” manasındaki şiirinde de belirttiği gibi ölüme hazırlanmıştı ki adamları yetişerek onu kurtardı ve Endican’a götürdüler. Babür kışı Endican’da dayısının yanında geçirdi.

İlkbaharda dayısına karşı Şeybani ve Tenbel tarafından yapılan saldırıların büyüklüğü karşısında dayısını yalnız bırakmayan Babür, dayısıyla birlikte girdiği büyük muharebeden büyük yenilgi aldı. Yenilgiden sonra Moğolistan’a giden dayısı Ahmet Han çok geçmeden burada öldü.

Bu durum karşısında birkaç adamı, annesi ve ailesiyle dağa kaçmak zorunda kalan Babür, tam bir sene altı bin metre yüksekliğindeki dağlarda yaşadı. Ancak burada Kırgız köylüleriyle tanışan Babür, Timur’un torunu diye Kırgızlar tarafında emniyetle korunmaya alındı. Kısa bir süre önce Semerkant ve Fergana tahtında hüküm süren Babür perişan bir duruma düşmüştü.

Kısılmış kalan Babür daha fazla dayanamayarak Herat hükümdarı Hüsrev’den, baba mirasını kurtarmak için yardım istedi ise de burada umduğunu bulamadı. Ancak bu dönemde gücüne güç katan Şeybani müttefiki Tenbel üzerine yürüyerek Ferganayı da zaptetti. Tenbel’i öldürerek Ferganay’ı mülküne katan Şeybani daha sonra Herat üzerine yürümeyi hedeflemiş ve oraya da bir ordu göndererek Hüsrev’in  Herat’ı terketmesini istedi. Hüsrev’in yenilgisinin ardından dağılan ordusu Babür için bir fırsat doğuruyordu. Şeybani’nin istiladan sonra az sayıda asker bırakarak Fergana ya çekilmesi Babür’ün elini güçlendirdi.

Babür fırsattan istifade Hüsrev’in yenilen ordusundan kalanları bir araya getirerek onların başına geçti. Kalan askerleri toplayan Babür, biraz da olsa kuvvet kazanmış ve Hüsrev’in başarısızlığı karşısında bütün bey ve komutanları Babür’ün emrine girmeyi ve beraber hareket etmeyi kabul etmişlerdi.

Az çok bir ordu bir araya getiren Babür, Şeybani’nin karşısına çıkacak güce henüz ulaşmamıştı. Bu yüzden ilk seferini Kabil üzerine gerçekleştirdi. Ancak Babür’ün sefer haberini alan Kabil hükümdarı, Hindu-kuş dağlarının bazı geçitlerine asker yerleştirmekten geri kalmadı. Yoluna, bu askerleri ezerek devam eden Babür’e seferi boyunca birçok Türk ve Moğol da katılarak sayısının artmasına vesile olmuştu.

Babür Kabil’e vardığında burasının 1469 yılında dedesinin mülkü olduğunu dile getirdi ve kendisinin de bunu almaya geldiğini dolayısıyla buranın kendisine teslim edilmesini Kabil Sultanı Mukım Argun’dan istedi. Babür’ün sayı ve teçhizatça sütün olduğunu gören Mukım Argun, mal ve ailesini alarak serbest çıkıp gitmek şartıyla Kabil’i Babür’e teslim etti. Babür ise elde edilen ganimetin nerdeyse tamamını beyleri ve ahalisi arasında paylaştırmış ve kendisine ise pek bir şey bırakmamıştı.

Babür, Kabil’in ıslahı için büyük uğraşlar verdi. Kabil’in tatlı havası, dağlardan akan soğuk akarsuları, bahçelerinin gölgeliklerini ve bilhassa meyvelerini –kavun- çok severdi.

Babür, Kabil’e yerleşir yerleşmez zengin Hint ve Ganj ovalarını teveccüh etmeye başladı dolayısıyla Kabil gelecek için yani Hindistan’ı fethi için önemli bir üs konumundaydı. Ancak o dönemde büyük Hint için gelecek tasavvuru tam yoktu. Kabil’i alan Babür burada derhal teşkilatlanmaya giderek gelecek fetihler için hazırlıklara başlanması emrini verdi.

Babür, hazırlıklarını tamamlar tamamlamaz Hindistan’a birinci seferini yaptı. Ancak bu fetih daha çok maddi amaçları kapsadığı için o dönemki ihtiyaçlarını tedarik ederek geri dönmeyi planlamıştı. Dediği gibi de oldu. Ancak dönüşü başka bir yoldan yapan Babür, geniş ovaların zengin toprakların bilincine bir kez daha varmış oldu. Yanında baya çok ganimet ile 1800 kilometre dolaştıktan sonra Kabil’e geri döndü.

Kısa bir süre sonra Şeybani tekrar Herat’ı tehdit eder konuma gelmişti. Herat’ta padişah makamında olan Hüsrev Baykara ise çok kuvvetli gözüken düşmana karşı müdafaa için Timur’un neslinden olan bütün hanları ve kendi hidiv ve oğullarını yardıma çağırdı.

Bu yardım çağrısı karşısında Babür; “herkesin yürüyerek gittiği bu sefere ben başımla giderim” diyerek daha önce elinden çok çektiği Şeybani ile hesaplaşmak için can atıyordu. Ancak Mayısta Sultan Hüseyin Baykara ölünce artık Timur saltanatının son emareleri de ortadan kaybolmaya yüz tutmuştu. Bu esnada babasının yerine geçen beyler ile beraber Herat’ın savunmasını yapan Babür kış aylarında orada kalmak zorunda kaldı.

Bu sırada İran’dan hareket eden Şah İsmail, Şeybani üzerine yürürdü ve Şeybani bu savaşta öldürüldü. (İddialara göre Şah İsmail Şeybani’nin vücudunu parçalatarak etraf beylere, kafasını ise Osmanlı hükümdarı Sultan II. Bayezid’e göndermişti.) Şeybani’yi yenmesinin vesilesi ile Herat’a giren Şah İsmail burada zorla Şiiliği yapmaya çalışarak ulemaya her türlü eziyeti reva gördü. Tüm bu olanlar Babür’ün hareket imkanını kısıtlamakla kalmayıp yapacağı seferlere de bir nevi bir engel olmuştu.

Şeybani’nin tahtının dağıldığının haberi üzerine ahali, Babür’ü Kunduz’a davet ediyordu. Bu esnada Şah İsmail ölen Şeybani’nin eşini (Şeybani’nin eşi Babürün kız kardeşi idi)  kıymetli hediyelerle Babür’e gönderdi. Şah İsmail’in buradaki siyaseti, gittikçe güçlenen Osmanlı devleti karşısında bütün ordusunu buraya gönderemeyeceği için buradaki topraklarını Özbeklere karşı Babür’ün koruması ve işbirliğine vermekti. Yani Babür ile işbirliği yaparak buradaki topraklarını az zahmetle korumuş olacaktı.

Çıkan isyanlar sonucu askerlerinin büyük çoğunluğu dağılan Babür, Özbekler üzerine yürümek ve Buhara’yı almak için bunu kabul etmek zorundaydı. Kendi emrine verilen İran ordusu ile ilk seferinden başarı alamadı ise de ikincisinde Buhara’yı almayı başardı. Ancak bu fetihler sırasında Babür’ün şii zihniyetini benimseyip benimsettirmek istememesi ve buna karşı isteksizliği Şah’ın komutan ve askerlerinin Babür’ü şaha şikayet etmesine neden oldu. Ancak Babür kendi emelleri uğruna Şah İsmail’in ordusunu kullanmak adına kısa süreliğine de olsa Şiiliğin gerekçelerini yaparak hutbeleri Şah İsmail adına okutturmaya başlıyor. Ancak Babür’ün bu politikası etrafındakilerin onu terketmesine neden oluyordu.

Devam eden seferde, Özbekler karşısında büyük bozguna uğrayan Şah İsmail’in ordusunun dağılması üzerine Babür Kunduz’a giderek 1513 ve 1514 senelerini Kunduz’da geçirmek zorunda kaldı. Fakat Babür burada gerekli kuvvete eriştiyse de Özbeklere saldıracak seviyeye henüz gelmemişti. Tam da bu sırada 1514 yılında Yavuz Sultan Selim Çaldıran Savaşını Şah İsmail’e karşı kazandı. Şah İsmail’in dağıtılmasından sonra ordusunu yeni takviyelerle güçlendiren Babür, Hint seferi için siyasi ve askeri hazırlıklara başlamakta gecikmedi.

1514 yılında dört yıllık bir ayrılıktan sonra tekrar Kabil’e gelen Babür’ün zihninde artık Hint’e doğru genişlemek vardı. Bunun hazırlıkları arasında Hint’e yürüdüğünde geride kalan beylerin kendisine bağlı ve sadık kalması gerekiyordu. Aynı zamanda kendisine üs olarak belirlediği Afganistan’ın bir kısmındaki yolların sürekli emniyet halinde olması ve gerektiğinde takviye desteklerin gönderilmesi gerekmekteydi. Aynı zamanda gitmeden evvel kumandanlarını çeşitli hediye ve iltifatlarla ödüllendirerek onların sadakatini ve kalbini kazanıyordu.

Kabilde hükmünü oturttuktan sonra her ne kadar hem arkasını sağlama almak hem de sevdası konumunda olan Semerkant’ı tekrar almak için bir sefer düzenledi ise de alamadı. Kunduz’a yapılan seferin nihayetinde Kandahar’daki kaleyi zaptedemediyse de bölgede büyük hürmet görerek burada otoritesini sağlamlaştırmıştı.

Artık Hindistan seferinin hazırlıkları başlamıştı. Seferden önce devletin çeşitli beldelerinde çıkan isyanları bastırarak beyleri kendine bağlayan Babür, Afganistan’ı kendisine üs yaparak Hindistan’a saldırmayı planladı. Amacın hasıl olabilmesi içi öncelikle Delhi’ye bir elçi göndererek ecdadımın mülkü dediği yerlerin kendisine teslim edilmesini istedi.

Artık Babür’ün zihninde yer tutan en önemli amaç; Hindistan’a doğru ilerlemek ve ecdadımın mülkü dediği yerleri fethetmekti.

Hindistan seferi için hazırlıklar tamamlanmıştı.

Hazırlıklar tamamlandıktan sonra Osmanlı Devletinin Çaldıran’daki üstün başarısından haberdar olan Babür, rivayetlere göre Osmanlı ordusundan ateşli silah ve toplar tedarik ederek bunların başına Osmanlı’dan Ali Kuli ve Mustafa Rumi gibi komutanları getirtti.

Babür sefere çıkınca ilk defa bu ateşli tüfek ve topları Swat ile Kunar arasındaki sarp dağlarda bulunan Bacever kalesinde denedi. Özellikle Ali Paşa’nın topları çok etkin kullanması ile kale duvarları delinerek kaleye giren ordu, kısa zamanda Swat’a hakim oldu ve Swat sultanı Babür’e biat etmek zorunda kaldı.

Babür bu silah ve askerlere takviye yaparak kısa sürede Swat ve Pencap’ı alarak Pencap’ın beylerini de itaate getirdi. Ancak kıştan dolayı seferi yarıda kesip Kabil’e dönmek zorunda kaldı. Ancak Kabil’e varınca Pencap’a bıraktığı valinin sükûneti sağlayamadığı ve Pencap’ta isyanların çıktığı haberini aldı.  Bu sırada Babür’ün bir oğlu olmuş ve doğan oğluna Babür’ün idealinin nişanı olarak Hindal ismi verilmişti.

İlk baharda Pencap’a tekrar giren Babür Kandahar’dan Şah Şuca’nın üzerine yürüdü ve Kandahar fethedilmeden Hindistan seferinin gerçekleşmesinin imkansız olduğunun farkına vardı. 1522’de Kandahar’ı Şah Şuca’dan alan Babür, Bedahşan bölgesine oğlu Humayun’u vali olarak yerleştirdikten sonra tekrar asıl amaç olan büyük seferi düşünmeye başladı.

Babür Hindistan’a hakim olmadan önce bölgenin büyük kısmı Afgan, Farmuli, Lodi ve Sarvanı’ların arasında bölünmüştü. Dönemin özellikleri göz önüne alındığında bölgenin anarşi içerisinde olması pek mümkündü.  Küçük küçük beylikler ve sürekli meydana gelen taht ve toprak kavgaları Hindistan’ın o dönemi için gayet normaldi.

Bütün bunlar göz önüne alındığında Afganlar İbrahim Lodi liderliğinde bölgedeki en güçlü Hanlıktı. İbrahim Lodi çevresindeki beyleri birer birer itaate zorlayarak tahtını sağlama almaya çalışıyor ve bunda da başarılı oluyordu. Lodi’nin beyler üzerindeki zorba tutumları karşısında bölgenin büyük beylerinden Devlet Han, Alim Han ve diğer birçok bey, İbrahim Lodi’ye karşı Babür’ü bu zorbalığa son vermeye davet ederek kendilerinin de ona tabi olmaya hazır olduklarını ilettiler. Bunun üzerine Babür Lahor’da İbrahim Han ile karşı karşıya geldi ve İbrahim Hanı yenerek Lahor’u da kendisine bağladı. Böylece Hindistan’ın fethi adına büyük bir başarı daha sağlanmış oldu.

Artık vakit gelmişti. Panipat Savaşı için günler sayılıyordu.

Hindistan seferi için gerekli tüm hazırlıklar tamamlandıktan sonra, ordunun iaşesi de düşünülerek Lahor yolundan ve dağ eteklerinden Hindistan üzerine sefere çıkıldı. İlk olarak zamanında kendisine ihanet eden Devlet Han’ı vuran Babür, onun sarayına yerleşti. Sarayda daha çok kıymetli kitaplarla ilgilenen Babür, burada fazla kalmayarak sefere devam etmek adına ordusunun başına geçti. Büyük savaşta karşılaştığı İbrahim Han’ın ordusu Babür’ün ordusundan kat be kat fazla olup sayıları 100 binin üzerindeydi.( Kendi ordusunun ise 15 bin olduğu söylenmektedir). Düşman, 100 bin insan ve 100 bin fil.

Sayıca fazla olan düşman karşısında ilk önce saldırmayı düşünen Babür, bunda başarılı olmayacağını anlayınca savunma savaşı yapmaya karar verdi. Savunmaya geçen ve oldukça zeki hamleler yapan Babür, burada düşman askerinin sıkışmasını sağladı. Kazılan hendekler, çevrilen geçitler karşısında sıkışan ordunun merkezi otoritesi kısa sürede bozulmaya başladı.

Ve zafer!

Orduyu merkez, sağ ve sol cenahlara bölen Babür, özellikle Ali Kuli ve Mustafa Rumi paşaların kullandıkları toplar yardımıyla öğlene kadar süren çetin bir savaştan sonra düşman tam bir bozguna uğradı. Aralarında Afgan Sultanının da bulunduğu 20 bin kişi savaş meydanında öldü ve ordunun kalan kesimi ise kaçmaya başladı.

Panipat Savaşında kesin bir zafer elde eden Babür, artık Hindistan Sultanıydı. 24 Nisanda Delhi’ye giren Babür, 27 Nisan Cuma hutbesinin adına okunmasıyla Hint İmparatoru ilan edildi.

Hint imparatoru ilan edildikten sonra etrafındaki beylere ve halka büyük ikramlarda bulunan Babür, ordudaki askerlere de dereceleri mukabilinde mükafatta bulundu. Öyle ki herkese ganimetten pay vermiş ancak kendisine pek bir şey almamıştı. Bu huyundan dolayı ordusu ona Kalender adını vermişti.

Zaferden kısa süre sonra yeni güçlükler ortaya çıkmaya başladı. İlk önce kendisi ile beraber Kabil’den gelen komutanlar çeşitli nedenlerden dolayı Kabil’e geri dönmek istediler. Bu nedenlerden biri de Hindistan’ın havasıydı. Ancak Babür henüz yeni fethettiği bu verimli toprakları terketmek niyetinde değildi. Bu yüzden komutan ve beyleri toplayarak; “krallık ve memleket insan ister. Kabil, Kandahar ve Kunduz’un verimsiz kuru arazisi bana bile yetmez. Burada bu kadar geniş ve zengin yerleri fethettik. Bu kadar kahramanlıkların, ezici yorgunlukların, ölüm tehlikelerinin sonunda onun meyvelerini toplamadan tekrar fakru zarurete kavuşmak için geri dönmek münasip ve doğru değildir” gibi sözler sarfeder. Babür’ün bu konuşmasından sonra beylerin çoğu fikirlerinden vazgeçerek burada kalmayı kabul ettiyseler de Hoca Kelan kararından vazgeçmedi ve nihayetinde Gazne’ye gönderildi.

Bu sırada batıda Mahmut Lodi’nin hükümdarlığı altında bir araya gelen Afganlar, Raçputlar ve birçok bey arasında Babür’e karşı ittifak kuruldu. Bu ittifakın temel amacı henüz yeni olan imparatorluğun bölgede tutunamadan ortadan kaldırılmasıydı. Tam da bu sırada Ali Kuli mermisi 1600 adım giden büyük bir top dökmüş ve Babür’ün mükafatına nail olmuştu.

Savaş bir andan kızıştı. Ülkenin birçok yerinde isyanlar çıkartılarak devletin otoritesinin sarsılması hedeflendi. Babür’ün orduları ilk başlarda nerdeyse her tarafta geri çekilmek zorunda kalıyordu. Öyle ki; Babür ile beraber savaşmayı kabul eden yerli beyler ordularının başından ayrılıyor, yer yer kaçanlar dahi oluyordu. Tehlikeye düşerek Pencap’a kadar gerileyen ordunun maneviyatını yükseltmek amacıyla Babür; zaferle ölürsem ne kadar memnun kalacağım. Bedenim ölmüş olsa da adım şan ve şeref kazanacak diyerek sonunda şehadet olan         bir hizmeti ve şehadetinde bir bedelinin olması gerektiğini vurguluyordu. Bununla birlikte savaştan kaçmamak adına büyük küçük herkese yemin ettiren Babür, kendisi de şa’şalı gösteriler ve şarabı terketti.

Savaş merkeze yaklaşıyordu. Babür’ün taktiği Panipat’takinin aynısı idi. Gerekli tedbirleri alarak düşmanı bir kez daha bozguna uğratan Babür bu savaşta Gazi ünvanına layık görüldü.

Artık küçük çaplı seferler oldu ise de Babür imparatorluğunun son demlerine gelmişti. Hasta düşen Babür’ün içindeki asıl baba toprakları hasreti hiç eksik olmuyordu. Kendisi fethettiği toprakları bırakıp gitmek istemediği için tüm akrabalarını yanına-Hindistan’a çağırarak onlara gayet güzel evler, malikaneler vermişti. Kabil’den getirttikleri arasında eşi, kız kardeşi ve altı yaşındaki kızı da vardı.

Babür, vaktiyle İbrahim Lodi’nin annesi tarafından zehirlenmişti. Bu zehir artık iyiden iyiye tesirini göstermeye başlamıştı.  Ancak Babür’ün zihnini meşgul eden büyük bir mesele vardı. Bu mesele ise kendisinden sonra tahta kimin geçeceği düşüncesiydi. Kendisinden sonra devletin başına kim geçecek diye derin derin düşünüyordu. Büyük oğlu Hümayun çok cesur bir devlet adamıydı ancak Babür’e göre tedbirsiz ve devlet işlerinde sebatsızdı.

Diğer taraftan vezirlerinin öne çıkardığı kardeşi Hanzade’nin kocası Mahmut Mehdi Hoca vardı. Bu zat, devlet işlerinden anlar ve zaten fetihten beri de Babür’e hizmet ediyordu. Babür’ün bu kişiye sıcak baktığı söylenenler arasında var ise de bundan endişelenen Hümayun’un annesi Mahan derhal Humayun’a haber göndertti. Haberi alan Humayun vazifesini terkederek geldi ise de bu duruma hiddetlenen Babür onu geri gönderdi.

Bundan kısa bir süre sonra vefatından evvel bey ve saray ehlini toplayarak Humayun’u halef tayin etti.

Ve artık büyük imparator Babür hayatını kaybetmişti. Ölen Babür’ün naaşı, vasiyet ettiği ve hep gitmek arzusunda olduğu Kabil’e defnedildi.

 

KAYNAKÇA

  1. Konukçu, Enver – “Babürlüler” -– TDV – c.4 s. 403 http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=d040403  
  2. Bıyıktay, Ömer- Timurlular Zamanında Hindistan Türk İmparatorluğu – Türk Tarih K.3. baskı.1991       (Not: baz alınan temel kaynak budur)
  3. Bayur, Hikmet. Hindistan Tarihi.cilt II.
  4. BAYRAM, Fatih, Garip bir memleket, garip bir sultan: Bâbürnâme’deki Hindistan http://dergipark.gov.tr/download/article-file/254455
  5. Kulke, Herman-Rothermund, Dietmar; Hindistan Tarihi, çev: Günay, Müfit, İmge Kitabevi,2001
  6. KAAN, Oktay, Hindistan’da Türklük-Müslüman Türk İmparatorları 1 Zahirü’d-Din Muhammed Babür Şah Gazi -Çankırı Karatekin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 4(1): 271-28
  7. Akün, Ömer Faruk , “Bâbürnâme”, DİA, c. 4, s. 404.

Aydın GÜVEN

 

 

 

 

 

Avatar photo

Aydın GÜVEN

Güney Asya -South Asia [email protected]


Geribildirim

Mail adresiniz gizli kalacaktır.


Biz Kimiz?

Gayemiz, asırlardır mirasçısı olduğumuz medeniyetin gelişimine katkı sağlamak adına kurduğumuz ilim halkasındaki ilmî faaliyetleri geniş kitlelere ulaştırmaktır.

Cemiyetimizde, genç ve hareketli yazar kadromuz ile Siyaset, Hukuk, Ekonomi, Sosyoloji, Edebiyat ve Tarih gibi ilmî alanlarda gerek akademik gerekse de gündeme ilişkin yazılar kaleme alınmaktadır.


İletişim


Küçük Çamlıca Mahallesi, Filiz Sokak, No:3
Üsküdar/İstanbul