İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Osmanlı Devleti’nin tarihsel yönelimi büyük ölçüde doğuya, yani İslam dünyasına dönüktü. Bu yaklaşımın en somut göstergelerinden biri, devlet adamı yetiştiren meşhur Enderun Mektebi’nde sadece iki yabancı dilin—Arapça ve Farsçanın—öğretilmesiydi. Osmanlı aydınları bu iki dili öğrenmeye büyük önem verir, Arapça ve Farsçada derinleşmek için yoğun çaba gösterirdi. Nitekim Osmanlı Devleti, yaklaşık beş asır boyunca bu iki dil aracılığıyla Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı yönetti.
Osmanlı’nın Arapçaya verdiği önem, Türkçedeki Arapça kökenli kelime sayısından da anlaşılmaktadır. Bugün Türkçede 6.000’den fazla Arapça kökenli kelime yer almaktadır. Farsça kökenli kelime sayısı da hatırı sayılır düzeydedir. Ancak bu karşılıklı etkileşim, aynı ölçüde Arapçaya yansımamıştır. Günümüzde Arapçada yer alan Türkçe kelimelerin sayısı oldukça sınırlıdır ve halk arasında konuşulan ammice (yerel ağız) dahi, birkaç istisna dışında bu kelimeleri barındırmaz. Dogri Dogri kelimesi dışında çok fazla Arap dillerinde Türkçe kelime yok.
Samet Öztürk Hocam'a teşekkür ediyorum bu görseli paylaştığı için. Resimde görüldüğü üzere Türkçe, Arapçayı günlük konuşma dilinde etkilerken, Arapça Türkçeyi bütün yönleriyle adeta sihri altına almıştır. Araplar bizi sömürmüş gibi duruyor :) İngilizceyi en çok etkileyen diller sömürdüğü diller değil ve yönettiği yerler değil. Osmanlı'nın alan olarak yönettiği en büyük coğrafya dili olan Arapça, Türkleri ne kadar etkilemiş burada gözükmektedir. Bu mevzuya bir de bu açıdan bakmak lazım.
Mısır uzun süre Türk kökenli Kavalalı Hanedanı tarafından yönetilmiştir. Ancak bu yönetim hiçbir zaman bir “Türkçülük” politikası benimsememiş, sadece Türklerin ilerlemesi hedeflenip Arapların geri bırakılması yönünde bir uygulamaya gidilmemiştir. Bilakis, Osmanlı yönetimi bu coğrafyaları sömürgecilikten korumuştur. Nitekim Osmanlı idaresi altındaki topraklar, dünya genelinde sömürgeleştirilen son bölgeler arasında yer almıştır.
Günümüzde Arap dünyası 22 ayrı devlete bölünmüş durumdadır ve bu devletlerin birleşmesi sürekli olarak engellenmektedir. Oysa Osmanlı döneminde Araplar siyasi olarak tek bir bütün hâlindeydi. Hatta bazı Arap aydınları, Osmanlı sonrası yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile birleşmeyi dahi arzulamışlardı. Ne var ki İngilizler, petrolün stratejik önemini erken fark etmiş ve bölgeyi az sayıda nüfusu zengin edecek şekilde yeniden düzenlemişlerdir.
Osmanlı döneminde bugünkü gibi petrol kaynaklı bir zenginlik söz konusu değildi. Ali Ulvi Kurucu’nun hatıratında da belirtildiği üzere, Mekke’ye gelen birçok insan, yaşanan zorluklar nedeniyle geri göç etmekteydi. Aşırı sıcak, çöl iklimi ve iş olanaklarının sınırlılığı, yaşamı zorlaştırmaktaydı. O dönemlerde yalnızca dini turizmden elde edilen sınırlı bir gelir vardı. Buna karşın günümüzde bazı Arap ülkeleri büyük ekonomik zenginlik içerisindedir. Ancak bu servetlerin yönü Türkiye gibi Osmanlı bakiyesi olan ülkelere değil, büyük oranda ABD gibi ülkelere akmaktadır. Bu durum, bölgeyi geri bırakan dinamiklerin kimler olduğunu daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir.
Bugün bir Türk, “Araplar bizi geri bıraktı; dillerini bize dayattılar ve bizi sömürdüler” dese, bu anakronizm (tarihsel bağlamdan kopuk yorum) olur. Zira Osmanlı döneminde yaşayan Arapların büyük çoğunluğu yönetimden memnundu. Milliyetçiliklerin yükselmesiyle birlikte geçmiş yeniden ve farklı biçimlerde yazılmaya başlandı. Ancak Osmanlı’yı anlamak için onu bir imparatorluk mantığı çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Ne Türkler Arapları, ne de Araplar Türkleri sömürmüştür. Aksine, birlikte kardeşçe uzun bir tarih paylaşılmıştır. Herkes kendi dilini, ibadetini ve yaşam tarzını özgürce sürdürebilmiştir.
Osmanlı Devleti, yerel eşraf aracılığıyla bölgeyi yönetmiş, askeri rejimler kurmamıştır. Bu bağlamda, tarihin yanlış okunmasından kaçınmak gerektiğini hatırlatmak isterim. Osmanlı, Hz. Peygamber’in soyundan gelen Seyyid ve Şeriflere daima özel bir hürmet göstermiş, maddi yardımlarda bulunmuştur. Arap halklarıyla doğrudan bir sorunu olmamıştır. Dahası, Osmanlı’nın yıkılmasından sonra, Osmanlı geleneğinden gelen Arap elitler birçok Arap ülkesinde yönetime gelmişlerdir. Devlet yönetimi tecrübesi de bir bakıma Osmanlı’dan devralınmıştır.
Zamanla değişen koşullar, Türkler ve Araplar arasında mesafeler oluşturdu. Araplara “Osmanlı sizi geri bıraktı”, Türklere ise “Araplar sizi arkadan vurdu” gibi söylemler dayatıldı. Oysa Osmanlı’ya karşı isyan eden kesimler oldukça sınırlıydı. “Araplar bizi arkadan vurdu” şeklindeki iddialar, bu eylemlerin kimler tarafından ve ne oranda yapıldığını dikkate almaksızın genelleştirilmiştir.
Değerli Arap kardeşlerimiz, bizler ortak bir manevi, dini ve kültürel mirasa sahibiz. Bu değerleri korumak ve yüceltmek hepimizin görevidir. Yönetimler dönem dönem farklı politikalar izleyebilir. Ancak bizler halkız ve halklar olarak birbirimizle iyi ilişkiler kurmak zorundayız. Siyaset farklı düşünebilir, fakat bizler bir ümmetin parçalarıyız ve aramızdaki bağlar her türlü siyasi ayrışmanın ötesindedir.
Ozan Dur
Yorum Yaz