KÂBE VE ÇEVRESİNDEKİ İLK İSLAMÎ DÜZENLEMELER

MİMARİ

İlk Müslümanlar için Kâbe bir kıbledir, evet; ama daha fazlası, bir irade mekanıdır. Secde ettikleri yön sadece coğrafi bir istikamet değil, ahlaki bir niyetin tezahürüdür.

İnsan, yürürken yönünü gökyüzünden değil, kutsaldan alır. Ve yönün kutsala bağlandığı ilk yer, yeryüzünde bir merkeze, bir anlam noktasına muhtaçtır. Kâbe, tam da bu noktadır. Bir yapıdan çok daha fazla, bir yön, bir vecd, bir merkezdir. O, kutsal bir taş yığını değil; duanın ta kendisidir. Hz. İbrahim’in elleriyle yükselen bu yapı, aslında insanlığın en kadim secde arzusudur. Ne ki, İslam geldikten sonra bu kadim merkez yeniden tebliğe tanık olacak, yeni bir anlamla çevresini dönüştürecekti.

Kâbe, Hz. Peygamber’in hayatında yalnızca bir kıble değil; aynı zamanda bir tartışma zemini, bir kurtuluş simgesi ve bir medeniyetin başlangıç noktasıydı. O yapının çevresi, cahiliye döneminde çoktan ticarileşmişti. Putlarla kuşatılmış, hac ibadeti şirketleşmiş, tavaf gösteriye dönüşmüştü. Bir mabed değildi Kâbe; artık kutsal bir vitrin, siyasetin bir parçasıydı. İşte Hz. Muhammed'in nübüvveti, bu kutsal alanı yeniden özgürleştirme mücadelesiydi. Taşlara değil, anlamlara karşı savaştı.

Hicret öncesinde Kâbe, yönüydü. Hicret sonrasında ise gayesiydi. Ve Mekke fethedildiğinde ilk yapılan şeylerden biri, putların kırılması oldu. Çünkü İslam, mimariyi değil; anlamı kurtarırdı. Hz. Peygamber, Kâbe'nin içindeki heykelleri bir bir devirirken, aslında mimarinin içinden tahrif edilmiş manayı çıkarıyor, taşın içini arındırıyordu. Böylece yapı, şekil olmaktan çıkıp tekrar tefekkür olmaya başladı1.

İlk Müslümanlar için Kâbe bir kıbledir, evet; ama daha fazlası, bir irade mekanıdır. Secde ettikleri yön sadece coğrafi bir istikamet değil, ahlaki bir niyetin tezahürüdür. O yön, Allah’a dönmenin yönüdür. Ve çevresi buna göre şekillenmelidir. İslam şehir modeli içinde Kâbe, sadece ortada duran bir taş bina değil, her şeyin çevresinde döndüğü bir ahlak çekirdeğidir.

Bu yüzden, İslam geldikten sonra ilk değişen şey, niyettir. Niyetle birlikte alan da dönüşür. Mescid-i Haram, artık sadece tavafın mekânı değil, aynı zamanda bir adalet düzeninin kalbidir. Kâbe çevresindeki ilk düzenlemeler, bu düşünceyle yapılır. Alan genişletilir, müşriklerin kontrolünden çıkarılır, temizlenir, yeniden tanımlanır. Çevresi, ibadete uygun hale getirilirken, aynı zamanda simgesel bir söylem de inşa edilir: “Bu alan sadece Allah’a ait olacaktır.”

Hz. Ömer ve Hz. Osman döneminde yapılan ilk fiziksel düzenlemeler, tam anlamıyla bir mimari eylemden çok, bir anlam eylemidir. Alan etrafında revaklar inşa edilir, tavaf alanı genişletilir, yollar açılır. Amaç estetik değil; kolaylık, berraklık, yön duygusudur. Mimarî burada bir araçtır; hiçbir şeyin önüne geçmez. Hiçbir yapı, yönelimin kendisinin önüne geçemez. Kâbe’ye bakan göz değil; bakan niyet esastır. Bu, İslam mimarisinin ilk temel düsturudur2.

Zamanla yapı büyür, alan genişler, sütunlar çoğalır. Ama o ilk arı duyu, o yalın teslimiyet hiçbir zaman kaybolmaz. Kâbe’ye dokunan her taş, ona secde eden her alın, aslında yeniden onunla birlikte bir fıtrat inşasına katılır. Çünkü Kâbe, dışımızdaki bir yapıyı değil, içimizdeki yönü temsil eder. Ve çevresine yapılan her düzenleme, aynı zamanda bir iç mimari düzendir; ruhun mekânla imtihanıdır.

Modern dönemde Kâbe'nin etrafında yapılan düzenlemeler büyümüş, ihtişam artmış, dev yapılar çevreyi kuşatmıştır. Ama bu artış, her zaman bir derinlik üretmemiştir. Ne yazık ki, bazen gölgesi, kendisini örtecek kadar büyük yapılar inşa edilmiştir. Gökdelenler kutsalı çevrelemiş, oteller minarelerin önüne geçmiş, dev ekranlar secdeyi yutmaya çalışmıştır. Kâbe yerinde dursa da, bakışlar başka yerdedir artık. Oysa kutsalın mekânı, gösteriye değil; sessizliğe, duruluğa, yönelişe muhtaçtır.

Yine de Kâbe oradadır. Aynı yükseklikte, aynı taşlarla. O taşlar zamanın hafızasını tutar. Hacerü’l-Esved’in etrafındaki tavaf, aynı duanın tekrarıdır. Ve her ne kadar çevresi değişmiş olsa da, kalbi değişmemiştir. Çünkü Kâbe’nin varlığı, taşın değil, secdenin gücüyle korunur.

Belki de Kâbe ve çevresindeki ilk İslami düzenlemeler bize şunu söyler: Bir medeniyet, bir yapı inşa ettiğinde değil; onu neyle kuşattığında belirir. Mekânı sadece süslemek değil, niyetle kuşatmak gerekir. Çünkü yön, mimarinin değil, kalbin meselesidir. Ve kalp, o ilk çağrıya hâlâ kulak verir: "Yönünü yüzünü Allah’a çevir."

Alıntı

  1. Oleg Grabar, The Shape of the Holy: Early Islamic Jerusalem, Princeton University Press, 1996.
  2. Nasser Rabbat, The Form of the Mosque and the Meaning of Prayer, MIT Journal of Architecture, 2002.

 

Davut Ufuk Erdoğan
Davut Ufuk Erdoğan

Mimarlık / Tarih / Sanat Felsefesi / Kamu Yönetimi

Yorum Yaz