Serê çîyayê Sîpanê Xelâtê bi duman e û bi mij e
Kê ditîye neçîr neçîrvanê xwe di kuje[1]
Yürek sızısı denilen bir deyim var. Duydunuz mu? Veya hayır hayır hissettiniz mi? Alın elinizi koy yüreğinizin üzerine yanıyor mu avuçlarınız?
Ben bir coğrafya biliyorum eğer yüreğinizin üzerinde korlar tutuşmuşsa gidin ve korları bir nebze söze dökerek sızınızı hafifletin. Hangi coğrafya derseniz? Sesin izini sürün… Tarih o coğrafya da sözde ve seste kendine yer bulmuştur.
Gidin o coğrafyaya dertlerinizi haykırın! Ve dertleriniz tarihe sesle ve sözle not düşülsün. Karlı dağların ardından sırtında abası ile çıkagelsin tarih yazıcıları… Bir de heybeleri vardır söz dolu… Tarih dolu… Tarih taşımanın zorluğunu bile bile taşıdıkları heybeleri.
Aslında onlar sözün yasak olduğu yerde, sözün üstatlarıdır. Yasaklı gecelerde, yasaklı sözlerle, yasaklı tarihi yazarlar. Eğer yasaklı gecelere misafir olursanız, onların rehberliğinde geçmişinize uzun bir yolculuk yaparsınız. Şayet bu yolculuğa kalbiniz dayanırsa yasaklı gece sayınız artar. Bazen yapayalnız kalırsınız ve başınızı göğsüne yaslayabileceğiniz bir tek onları bulursunuz. Onların varlığı bile bazen sizi tatmin etmez. Kendinizi onların deryasında kaybedersiniz hatta öyle ki onlara bile sitem edersiniz.
Bunlar öyle kimseler ki bilmem inanır mısınız? Siz onlara sadece yarım sözle de olsa veya iki hece ile evet evet iki hece ile derdinizi söyleyin ve sadece dinleyin. Bakın dertleriniz nasıl bir destana dönüyor bakın iki heceniz nasıl günler dolusu süren bir sözlü tarihe dönüşerek meclislere taşınıyor.
İnceden bir ezgi var gecede. Ezginin sahibi tarih yazıcıları… Bu arada sizinle bir şey paylaşayım mı? Bu adamlar var ya genelde okuma yazma bilmeyen, sözlü kültürün özellikleri ve değerleriyle yetişmiş, yaşadığı toplumu, gelenekleri, koşullarını, çelişkilerini iyi bilen, güçlü bir belleğe sahip, sese ve söze biçim verebilirken onu estetize edebilir yetenekte… Hatta bazısı enstrüman eşliğinde sese ve söze biçim veriyorlar.
Hiçbiri zengin, varlıklı olamamış. Sıradan bir yaşamları var hepsinin. Onlar yoksulluğun derdi, tasası ve dermanıdırlar.
Onlar, bir tarafta yasaklı dilleri, yılların köreltmek için sürekli kum serptiği gözleri ve o kuma inat görmek için çabalayan bir halk. O halkın söz ustası, yılmaz kültür elçileridir. Mesela onlardan bir tanesi bu durumu şöyle aktarıyor;
“Dil anadır, kucağında çocuk
Ülke baba, içinde egemenlik
İnsan yetimdir ülkesiz…
Anamdır güzel dil
Kibar methiye hep güzel
Gam ve keder yaşadın sen hep”[2]
Bu dizelerden sonra bize söz düşmüyor. Bunlar için en net açıklama şu herhalde; sese nefes ve yaşam verenler. Bunlar sözlü edebiyatın mimarları, hem roman yazarı, hem söz ve beste ustası, hem de tarihin tanığı…
Kim bu bilge ozanlar?
Dert coğrafyasında onlara DENGBEJ deniyor. Onlar milletlerinin tarihi boyunca belleğinde yer edinmiş önemli olayları destansı KILAMlarla insanın ruhunu saran ve etkileyen bir tarzda dillendirirler.
Bu dillendirme öyle sıradan gelişen bir durum değildir. Onlardan bir KILAM isterseniz, size sözcükleri hemen sıralayamazlar, önce ezgiyi mırıldanırlar sonra sözleri düz olarak sıralarlar. Çünkü o KILAM uçar gider. Bu kovalamaca müziğin araya girmesiyle son bulur.
Aslında çok şey söylemek isterdim. Hepsinden tek tek bahsetmek belki… Ama çok zor. Sözün üstatlarını yazı ile anlatmak gerçekten zor, bir de sürüklenme korkusu var onlardan söz açıldı mı kapılıp gitme… Düştün mü dengbejlerin peşine, duramazsın, yer-yurt bilmez, öylece gezer durursun. Seni duygudan duyguya sürükler dururlar.
Oktay KAYMAK
[1] Süphan Dağı’nın başı dumanlıdır, sislidir
Kim görmüş ki av avcısını öldürecek.
[2] Feqiye Teyran