İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
PKK’nın Fesih Süreci Nasıl Okunmalı?
Terörle mücadele neden yapılır? Sadece ‘’mücadele’’ etmek için mi, yoksa terörü kökten bitirmek için mi? Bu sorunun cevabı, PKK’nın fesih kararını anlamlandırmak açısından kritik bir öneme sahip. Bugünlerde Türkiye çok kritik bir eşikten geçiyor. PKK 47 yıllık silahlı başkaldırısını sonlandırarak kendini feshetme kararı aldı. Bu gelişme sadece askeri değil, siyasi, sosyolojik ve stratejik yönleriyle çok katmanlı bir şekilde okunmalı. Çünkü mesele yalnızca bir örgütün sahneden çekilmesi değil; Türkiye Cumhuriyeti’nin, milletin kolektif hafızasında derin yaralar açan bir meselenin kapanışına tanıklık etmesidir. Bu yazıyı hem bir vatandaş hem de abisi yeni uzman çavuş olan birisi olarak kaleme alıyorum. Çünkü ben bu süreci sadece haritalar, sınırlar ve operasyonlarla değil; eve dönmeyen askerlerin acılı anneleri, yetim kalan çocuklar, dul kalan eşler ve hepimizin ruhunda yıllardır yankılanan acı anılar üzerinden okuyanlardanım. PKK'nın Türkiye'ye maliyeti sadece ekonomik değildir. Son 47 yılda doğrudan ya da dolaylı olarak 40 binden fazla insan hayatını kaybetti. Asker, polis, öğretmen, imam, mühendis, çocuk, yaşlı, kadın… Hedef gözetmeksizin uygulanan terör, toplumsal dokuyu zehirledi. Ekonomik olarak ise Türkiye'nin sadece güvenlik, operasyon, göç ve bölgesel kalkınma açılarından doğrudan harcadığı tutar 2 trilyon doları aşıyor. Bu, birkaç neslin eğitimine, refahına, bilimsel gelişimine harcanabilecek devasa bir kaynak demekti. Bu anlamda Terör sadece can almadı, geleceğimizi de rehin aldı.
Peki bugün PKK kendini neden feshediyor? Ya da başka bir ifadeyle nasıl bu noktaya gelindi?
Cevap, Türkiye’nin terörle mücadele paradigmasındaki dönüşümde gizli. Bu paradigma üç ana sahaya yayılmıştı: Türkiye içi, Irak’ın kuzeyi ve Suriye’nin kuzeyi. Özellikle 2016’dan sonra Türkiye terörle mücadelede pasif savunmadan aktif taarruza geçti. Savunma sanayisindeki yerlileşme (Özellikle iha/siha teknolojisindeki atılım), istihbaratın derinleştirilmesi, sınır ötesi operasyon kabiliyeti ve siyasi kararlılık, PKK’nın hareket alanını sadece daraltmadı; onu eylemsizliğe ve izole olmaya mahkûm etti. Türkiye, artık kendi sınırları içinde “terörle mücadele eden” bir ülke değil, terörün kaynağını kurutmayı hedefleyen bölgesel bir güvenlik aktörü haline geldi. Pençe Harekatları (2019-2024) bu bağlamda bir dönüm noktasıdır. Kuzey Irak’taki Hakurk’tan Metina’ya, Zap’tan Kandil’e kadar uzanan hatta yürütülen bu stratejik operasyonlar sadece taktik değil, aynı zamanda jeopolitik hamlelerdir. “Zap’ta kilit kapandı” ifadesi, sıradan bir askeri açıklamadan ibaret değildi. Bu, yıllardır PKK’nın eğitim, lojistik ve sevkiyat merkezi olarak kullandığı bir alanın artık işlevsiz hale geldiğini ifade ediyordu. Aynı zamanda sınırlarımızın ötesinde bir güvenlik kuşağı oluşturulduğunun ilanıdıydı.
Suriye cephesi de bu dönüşümün önemli bir ayağıdır. Türkiye 15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra sadece iç düşmanlarına değil, dışarıda da terörün tüm uzantılarına karşı kararlı bir duruş sergiledi. YPG/PYD’ye karşı yürütülen Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatları, sınırımızda bir terör koridoru kurulmasına izin vermemekle kalmadı; aynı zamanda Türkiye destekli aktörlerin bölgede güç kazanmasının da önünü açtı. Ve böylece Suriye’de 8 Aralık 2024’te Ahmet Şara liderliğinde kurulan yeni hükümet ile YPG’nin 10 Mart 2025’te silah bırakması arasında doğrudan bir bağ vardır. Bu da Türkiye’nin Suriye politikasında yalnızca güvenlik değil, diplomatik kazanımlar da elde ettiğini gösterir.
Bu noktada şunu açık yüreklilikle söylemek isterim: PKK’nın fesih kararı, bir "anlaşma" değil, bir "mecburiyetin" ürünüdür. Bu karar, örgütün siyasi ya da diplomatik bir kazanım elde ettiği için değil, hareket kabiliyeti kalmadığı, halk desteğini kaybettiği ve lider kadrosunun çözülmeye başladığı için alınmıştır.
Peki bu gelişme toplumda neden farklı tepkilere yol açıyor?
Bir yanda, “Bu bir zaferdir, kutlanmalıdır” diyenler var. Diğer yanda ise “Devlet örgütle mi anlaştı? Bu şehitlere ihanettir” diyenler... Ben şahsen bu sürece umutla bakmak istiyorum. Çünkü ben, bundan sonra evlerimize şehit cenazeleri gelmesin istiyorum. Ben, çocukların babasız, eşlerin kocasız kalmamasını istiyorum. Çatışmaların durması demek, Anadolu’nun dağlarında mayın patlaması değil, bahar çiçeklerinin açması demektir.
Ancak şunu da unutmamalıyız: Bu süreç siyasete kurban edilmemelidir. Terörle mücadele bir partinin ya da iktidarın değil, devletin ve milletin meselesidir. PKK’nın sahneden çekilmesi, Türkiye’nin 40 yıllık kanayan bir yarasını sarma fırsatıdır ve bu fırsatın el birliğiyle değerlendirilmesi gerekir. Başta siyasi partiler olmak üzere tüm toplum kesimleri, bu süreci sahiplenmeli ve desteklemelidir. Özellikle MHP lideri Devlet Bahçeli’nin bu konudaki net desteği, sürecin 2013’teki çözüm sürecinden ne denli farklı bir zeminde ilerlediğini de göstermektedir.
2013’te devletin karar alma mekanizmalarında FETÖ’nün gölgesi vardı. Siyasi irade bölünmüş, güvenlik bürokrasisi paralel yapılarla zayıflatılmıştı. Bugün ise devletin tüm kurumlarıyla yekvücut hareket ettiği, savunma sanayisinin dünyada söz sahibi olduğu ve kamuoyunun teröre karşı bilinçli bir tutum sergilediği bir dönemdeyiz. Bu farkın altını çizmek gerekir.
Elbette temkinli olmalıyız. Çünkü terör örgütleri yalnızca sahada değil, propaganda alanında da faaliyet gösterir, süreç manipüle edilmeye açıktır. Fesih kararının sahici olup olmadığını, örgütün gerçekten dağılmaya mı yoksa şekil değiştirerek varlığını sürdürmeye mi çalıştığını dikkatle takip etmeliyiz. Türk devleti bu konuda teyakkuzdadır ve olası her senaryoya karşı hazırlıklıdır. Devlet ricalinin açıklamaları da zaten bu yöndedir. Ancak her şeye rağmen bu gelişmeyi tarihi bir kazanım olarak değerlendirmek gerekir.
Uluslararası Örneklerle Karşılaştırma: IRA, ETA ve PKK
PKK’nın fesih kararı, tekil bir olay değil; dünya tarihinde benzer örgütlerin benzer sonlarla sahneden çekildiği örnekleri hatırlatıyor. Bu bağlamda İngiltere'de IRA (İrlanda Cumhuriyet Ordusu) ve İspanya'da ETA (Bask Yurdu ve Özgürlük) ile yaşanan süreçler, bize kıymetli bir karşılaştırma imkânı sunuyor. İngiltere’nin Kuzey İrlanda sorununda karşı karşıya kaldığı IRA (İrlanda Cumhuriyet Ordusu) örneği de tıpkı PKK gibi silahlı mücadeleye dayalı bir örgüttü. Ancak yıllar süren müzakereler, siyasi açılımlar ve uluslararası baskılar sonucunda 2005’te silahlı faaliyetlerine son verdiğini açıkladı. Bu süreçte elbette İngiltere de bazı adımlar attı; bazı mahkumlar salıverildi, yerel yönetim reformları yapıldı, kültürel haklar tanındı. Fakat en önemli nokta şuydu: Silahlar sustu, şiddet sona erdi.
Bir diğer örnek İspanya’daki ETA (Bask Bölgesi ve Özgürlük). ETA, ayrılıkçı bir yapı olarak onlarca yıl boyunca İspanya’ya terör estirdi. Fakat hem devletin sert ve istikrarlı güvenlik politikası hem de toplumun ETA’ya olan desteğinin azalması, örgütün giderek zayıflamasına neden oldu. Sonunda ETA 2011’de kalıcı ateşkes ilan etti, 2018’de ise tamamen dağıldığını duyurdu.
Bu örneklerde dikkat edilmesi gereken ortak bir nokta var: Devletler, terörle mücadeleyi sadece askeri yöntemlerle değil, toplumsal, siyasi ve uluslararası araçlarla da yürüttü. Örgütler ise zamanla meşruiyetlerini, lojistik kapasitelerini ve toplumsal zeminlerini yitirerek silah bırakmaya zorlandı.
Bugün PKK’nın geldiği nokta da benzer bir patikada ilerliyor. Yani bu bir lütuf değil, çaresizliktir. Ama aynı zamanda Türkiye için stratejik bir fırsattır.
“Pazarlık Yok” Deniyor, Ama Ne Kadar Gerçekçi?
Devlet yetkilileri, fesih kararının herhangi bir pazarlığa dayanmadığını açıklıyor. Bu açıklama, Türkiye Cumhuriyeti’nin kararlı, tavizsiz ve egemenlikçi duruşuna uygundur. Ancak siyaset her zaman çok katmanlıdır. Özellikle Ortadoğu gibi girift çıkar ilişkilerinin olduğu bir coğrafyada, "açık pazarlık" olmasa bile zımni beklentiler, karşılıklı sessizlikler ya da ilerleyen dönemlerde şekillenecek fiili durumlar yaşanabilir.
Bunun ilk sinyalleri de göz ardı edilemez. Örneğin, YPG’nin Suriye’de yeniden pozisyon almak istemesi, Türkiye’ye karşı yeni bir tavır geliştireceğini iddia etmesi ya da yerel siyasi yapılarla temas arayışında olması, örgütün tamamen "bitmediğini", sadece format değiştirmeye çalıştığını düşündürtebilir.
Ben bu noktada, devletin kararlılığından ödün vermeyeceğine inanmakla birlikte, özellikle siyasi alanda bazı çevrelerin "madem terör bitti, bu yapılarla ilgili siyasal alandaki kısıtlamalar da sona ermeli" gibi söylemler üretebileceğini öngörüyorum. Bu, özellikle Avrupa’nın bazı başkentlerinden de destek bulabilecek tehlikeli bir çerçevedir. Eğer dikkat edilmezse, terör silahını bırakır ama fikir, başka kılıklarda geri döner.
Bir diğer ihtiyatlı nokta, bölgesel pazarlıklarda Türkiye’ye yönelik bazı baskıların artması olabilir. Örneğin, “PKK feshedildi, o zaman siz de şu sınır ötesi operasyonları azaltın” ya da “YPG’nin siyasi varlığını tanıyın” gibi örtülü talepler gelirse, işte o zaman devletin dirayeti yeniden test edilir.
Ancak şunu tekrar vurgulamak gerekir: Türkiye geçmişten dersini almıştır. 2013-2015 çözüm süreci, devletin değil, örgütün istismar ettiği bir süreçti. Bugün ise devlet tüm kurumlarıyla, millet ise tüm ferasetiyle bu süreci sahiplenirse, eski hatalar tekrar edilmez.
Son olarak…
Türkiye bugün büyük bir tarihin eşiğinde. Bu süreci doğru yönetecek feraset, irade ve deneyime sahibiz. Bizim çocuklarımız artık çatışma bölgelerinde büyüsün istemiyoruz. Dağlar sessizliğe bürünsün, ovalar barışla dolsun istiyoruz. Hepimiz biliyoruz ki bu coğrafyada güçlü olmak, sadece silahla değil, akılla, stratejiyle ve millet olma şuuru ile mümkündür.
Ve biz, 86 milyon olarak bu barışın, bu istikrarın, bu kazanımın arkasında durmalıyız.
Çünkü bu sadece bir güvenlik başarısı değil, bir milletin hafifleyen yüküdür.
Ve tek bir şehit haberinin daha gelmemesi, en büyük zaferimiz olacaktır.
Enes Özdemir
25.05.2025 / 23:31Yorumun için teşekkür ederim abi. “zırvalık” demen elbette senin kanaatin ama bu sürece nasıl gelindiğini, hangi dengelerin oluştuğunu yazımda uzun uzun aktardım. Bu nedenle bu süreci “zırvalık” gibi bir kelimeyle kenara itmek hem emeğe hem de sürecin ardındaki stratejik birikime haksızlık olur. Zira buraya, ne romantik barış hayalleriyle ne de teslimiyetle gelinmedi. Askerî caydırıcılığın, istihbarat gücünün ve devletin sahadaki kararlı varlığının bir sonucudur bu süreç. Elbette nihai sonuç ne olur birlikte göreceğiz; ama ben de yazımda belirttiğim gibi kimsenin “bitti bu iş” dediği yok zaten. PKK'nın tanınırlığı konusu... Bu noktada örnekler çok açık yazida da var zaten: İngiltere, IRA ile; İspanya, ETA ile; doğrudan veya dolaylı şekilde masaya oturmuş ve bu yapıları silahsızlandırma yönünde adımlar atmıştır. Masaya oturmak bir örgütü meşrulaştırmak değildir; aksine, “meşrulaştırılmadan etkisizleştirme” çabasıdır. Hukukî kimlik tanımak başka, sahadaki realiteyi yönetmek bambaşka bir şeydir. PKK zaten sahada etkisini kaybetse de fiili olarak var; mesele onu demir yumrukla masaya oturtarak sahada bitirme iradesini gösterebilmek. Örgütün isim ve kimlik değiştirme kapasitesi ise yazımda özellikle vurguladığım risklerden biri. Evet, PKK bugün biter, yarın üç harfli başka bir yapılanmayla karşımıza çıkabilir.Ama burada asıl mesele şu: Bu risklere karşı nasıl bir refleks geliştirileceği. Yani mesele sadece riskin varlığı değil, ona ne cevap verileceğidir. Devlet ricali bu riski görmektedir bence yani inşallah oyle umut ediyorum:) Bir önceki barış sürecinin başarısız olduğuna da yazımda değindim aslında Ama bu sefer durum oldukça farklı. 2013-2015 arasındaki süreçte devlet adeta “dokunmayın” dedi teröristlere. Fiilen silah bırakan devlet gibiydi sanki.... Güvenlik güçleri eli kolu bağlı kaldı. Sonuç: hendekler, isyanlar, Sur olayları… ayrıca burada yazıda belirttiğim gibi içeri de sabotajcılarda vardı Ama bugün tablo farklı. Görüşmeler devam ederken bile askerî operasyonlar sürdü, kayyumlar atandı. Yani sopa gösterilerek fesih süreci geldi Bir de yazımda değinmediğim önemli bir gerçek var: Bu ülkede yaklaşık 10 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, doğrudan veya dolaylı olarak PKK’ya gönül vermiş durumda. Bu insanlar da bu toplumun içinde yaşıyor ve bu toplumu zehirlemeye devam ediyorlar. Onların da ikna edilmesi, bu çözüm sürecinin bir parçası olmak zorunda. Çünkü bu iş sadece silahla değil, zihinle de kazanılacak. 47 yılını çaldı bu ülkenin terör belası. 2 trilyon dolarlık ekonomik kayıp, 40 bini aşkın insanımızın hayatı... Elbette meseleye duygusal bakıyoruz, çünkü çok can yandı. Ama bu duygusallığın içinde realist olmak zorundayız. Realizm, acıyı yok saymak değil; o acının bir daha yaşanmaması için akılcı ve sağlam adımlar atabilmektir. Benim yazımda savunduğum da bu: Duyguyla değil akılla, tepkisel değil stratejik bir bakışla bu meselenin üzerine gitmek. Eleştirilerini değerli buluyorum abi ama sabır, analiz ve soğukkanlılıkla bu meseleyi çözebilmelidir artık Türkiye ve bu süreç de bu noktada önemli bir adımdır Bakacağız , göreceğiz... hayırlısı olur inşallah...
M. Fatih Özmen
25.05.2025 / 20:55Yazıdaki samimiyetin çok güzel ama ortada bir gerçek var ki süreç tam bir zırvalıktan ibaret. Fesih süreci, ne silahlı grupların silah bırakmasını sağlayacak, ne de dağa çıkmaların önüne geçecek. PKK ile aynı masaya oturmak onu tüzel kimlikte tanımaktır. 1- PKK için zafer niteliğinde bir şey bu tanınırlık. 2- Bugün PKK ismini feshedersin, yarın üç harfli başka bir sürü yapılanmaya gider. 3- Daha evvel Barış Süreci büyük bir zırvalıktan öteye geçemedi. Silah bırakan örgüt şehirlerde yapılanmaya gitti ve hükümet kurulmamasından oluşan zaafiyet durumundan faydalanarak bağımsızlık için ayaklandılar. Bknz: Sur Olayları Yazdıklarım hamasi değil, samimi görüşlerimdir Enes'cim..