7 GÜNLÜK MISIR SEYAHATİM: KAOSUN İÇİNDEKİ SAADET

GEZİ - ANI

Sokaklardan geçerken Mısır’ın turistik yüzünü değil, asıl insanlarının yaşadığı hayatları gördük; o an anladım ki bu yolculuk bir gezi değil, bir şahitlikti

24 Kasım – 25 Kasım

24 Kasım’ı 25 Kasım’a bağlayan gece İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan Mısır’ın Hurgada şehrine (Kızıldeniz’e kıyısı olan bir şehirdir.) yaklaşık 2,5 saatlik bir uçuşun ardından vardık. Saat gece 1 sularında Hurga’da havalimanına gelmiştik. Uçaktan inip ilk nefesi ciğerlerime çektiğim anda hafif bir yanma ve ardından dudaklarda kuruma hissetmeye başlamıştım. Mısır bizi havası ile hemen karşılamıştı.

Mısır’a giriş için ödenen 25 dolar (Yeşil pasaport sahipleri ödemiyor, bordo pasaport sahipleri ödüyor.) vergiyi ödeyip pasaport kontrolüne geçtik. Söylenenlerin aksine pasaport kontrolünden çok rahat bir geçiş sağlayıp dışarı çıktık. Gece vakti rüzgârlı bir hava vardı ama soğuk değildi. Hemen bir taksi bulma telaşesine tutulduk çünkü Hurga’da şehrinde durmayıp Kahire’ye geçecektik. Oradaki taksiciler ile pazarlık yapıp yaklaşık 10 km mesafe uzaklıktaki Go Bus istasyonuna gittik (Şehirler arası yolculuklarımızı hep bu firma ile yaptık zaten genel olarak bu firma kullanılıyor.) ve kişi başı 425 Mısır pounda biletleri aldık. Mısır poundu Türk lirasında daha değersiz (1 Mısır poundu 0.89 Türk lirasına eşit.) yani yaklaşık 380 TL’ye Hurgada’dan Kahire’ye otobüs bileti aldık (yaklaşık 6-7 saatlik bir mesafe).

Saat gece 03.30 da otobüse binip Kahire’ye yolculuğa başladık ve yedi saat sonra Kahire’ye varmıştık. Tahrir meydanı yakınındaki Go Bus durağından inip rezerve ettiğimiz otelimize doğru yürümeye başladık. Trafik öylesine hızlıydı ki karşıdan karşıya geçmeye bile zorlandık. Zaten ülkede neredeyse hiç trafik ışığı yok olanlar ise ya çalışmıyor ya da şoförler pek takmıyorlar. İnternet üzerinden rezerve ettiğimiz otel meğerse dolmuş ve otel sahibi bize haber vermemiş. Bizde bu haberi alarak otelden ayrıldık zaten açıkçası otelinde pek iç açıcı bir hali yoktu. Çıkıp yakındaki bir restaurantta yemek yiyip ne yapacağımıza karar verdik. Merkeze yakın gün içerisinde kiralayabileceğimiz bir otel olmadığı için Giza piramitleri yakınında bir otel bulduk (Kahire merkeze 20 km uzaklıkta) ve orayı 2 gece 3 gün olacak şekilde kiraladık. Toplamda 5 kişi için 53 dolar verdik.

Yemek yiyip Kahire merkezinde paraları bozdurduktan sonra Uber uygulamasından iki tane taksi çağırıp otelimize gittik (Genelde Uber kullanılmasını tavsiye ederim çünkü Uber sürücüleri daha anlayışlı ve arabaları temiz oluyor ayrıca pazarlık derdi ile uğraşmıyorsun zaten ucuz oluyorlar.) Otelimize yerleşip üstümüzü değiştirdikten sonra dışarı çıktık.

Turistik bir bölge olduğu için her yerde at ve develer vardı bundan sebep sokaklar temiz değildi (Genel olarak maalesef Mısır temiz değildi ve böyle bir Müslüman beldesinin temizlik anlayışının olmamasını beni çok üzmüştü.) Sokağa çıktığımız sırada oradaki at kiralayan adamlar hemen bizim etrafımızı sardılar ve bize tur kiralamaya çalıştılar (at ile yaklaşık 1,5 saat süren bir yolculuk) biz de Mustafa ile 300 pounda (gerçekten uygun bir fiyat) anlaşıp atlara binip turumuza başladık. Herhangi bir güvenlik önlemi veya daha öncesinde bir eğitim falan olmuyor tabi ki atın üstüne çıkıyorsun ve turun keyfini çıkartıyorsun. Mustafa arkamızda biz onun önünde çöle doğru seyahate başladık.

Çölde geldiğimiz noktada bize birçok fotoğraf çekti (Arka planda piramitler olacak şekilde.) ve orada aynı zamanda deve kiralayan bir adam da bizi devesine bindirip fotoğraflar çektirdi. Tabi ki aslında bu süreçlerin hepsi ayarlanmış oluyor ama eğer dikkatli olup pazarlık konusunda ısrarcı olursanız fazla para ödemeden halledebilirsiniz. Turumuzu bitirip en son geri döndüğümüzde toplamda bahşişler dahil (Bazen gerçekten vermek gerekiyor fakat verilmezse de herhangi bir sorun teşkil etmiyor.) cebimizden 500 Mısır poundu yaklaşık 446 TL gibi bir tutar çıkmıştı ki bu paraya Türkiye’de bu aktiviteyi yapmak imkânsız.

Otelimizde soluklandıktan sonra kendimizi Mısır sokaklarına attık. Akşam yemeği için bir lokantaya oturduk, yemeğimizi yedikten sonra Mısır’ın birçok yerinde satılan sıkma meyve sularından (Genelde muz ve mango karışımı olan suları sevdim.) alıp otelimize geri döndük. Otelimizin avantajı piramitleri görmesiydi ve akşam vaktini diğer günümüzü planlayarak orada oturarak geçirdik.

26 Kasım Çarşamba

Gece çok geç yatmamaya çalıştık. Sabah olduğu vakit 8’de otelin terasında piramit manzarası ile hafif esen ama üşütmeyen ilkbahar mevsimini hissettiren bir havayla beraber kahvaltımızı yapıp otelden ayrıldık. Otelimize 5 dakikalık yürüme mesafesinde olan Giza Piramitlerini görmeye gittik. Giriş için ödediğimiz ücret 350 pounddu (Öğrenciler için olan fiyat bu, normal kişiler için ücret 700 pound.) içeri girdiğimizde tekrardan bir at turu teklifi yaptı oradaki yerel kiralayıcılardan bir adam, normalde 1000 pound olan turu pazarlık ile 300 pounda düşürüp piramitlerin etrafında da bir at gezisi yapmış olduk. Piramitlerin etrafı genel kanının aksine çok pis değildi hatta ilk defa orda temizlik görevlileri gördük fakat onlar bile yeri gelince bahşiş falan istiyorlardı.

Piramit gezimizin ardından Kahire merkezde daha önceden planladığımız rotaya gitmeye başladık. İlk durağımız The Hunging Church idi (Geziye kilise ile başlamak çok hoş olmadı ama rotaya oradan başlayınca daha rahat bitirebilecektik.) normalde biz orada tek bir kilise olduğu zannediyorduk fakat orası Eski Kahire (Kıpti Kahire) bölgesi, birbirine yürüme mesafesinde olan çok sayıda tarihi ve dini yapıya ev sahipliği yapan bir yermiş. O bölgenin içine girince birden çok kiliseye girdik ve Hristiyan Araplar ile karşılaştık (tabi doğal olarak). Asıl girmek istediğimiz The Hunging Church kilisesine görmeden çıktık çünkü artık aynı şeyleri görmekten sıkılmıştık. Bu bölgenin hemen yakınında bulunan Amr bin Âs Camii’ne (Bölgedeki Kıpti kompleksinden kısa bir yürüme mesafesindedir. Mısır ve tüm Afrika kıtasında inşa edilen ilk cami olması nedeniyle devasa bir tarihi önemi vardır.) gittik. Amr bin Âs Camii’nde öğlen namazını kılıp, Mısır’da tak tak diye ifade ettikleri yerel insanların kullandığı küçük araçlar (Bunların ücreti taksilere göre daha ucuz oluyor ama Mısır’ın her yerinde yok.) ile İmam Şafi’nin türbesini ziyarete gittik. Türbenin bulunduğu semt metruk bırakılmış ve aracı süren şoförün demesine göre mafyaların olduğu bir mekanmış. Türbeyi ziyaret ettiğimiz sıra birçok Asya ülkesinden gelen Müslümanlar ile karşılaştık. Ziyaretin ardından yürüyerek İmam Suyuti türbesinin bulunduğu yere gittik ama burası tamamen terk edilmiş bir yer idi, orada tanıştığımız Salih Amca ile birer çay içip Tolunoğulları Camisine (Mısır'daki ilk Türk devleti olan Tolunoğulları'nın kurucusu Ahmed bin Tolun tarafından 879 yılında yaptırılmıştır. Kahire'de orijinal formunu korumayı başaran en eski cami olarak bilinir. Bir efsaneye göre, caminin inşa edildiği tepe (Yeşkur Tepesi), Nuh'un Gemisi'nin tufandan sonra karaya oturduğu yerdir.) yürüyerek gittik. O camiye ulaşmaya çalışırken geçtiğimiz sokaklar bizi çok etkiledi. Sokaklar çok kalabalık ve gürültülü idi tarif edilemeyecek bir havası vardı o sokakların ama o sokaklardan geçtiğimiz zaman Mısır’ın asıl insanlarının yaşadığı hayatlara şahit olma fırsatı elde etmiştik.

Camii ziyareti sonrasında taksi ile Kahire’nin en sıra dışı dini yapılarından biri olan St. Simon the Tanner Monastery (Aziz Simon Tabak Manastırı) veya halk arasındaki adıyla Mağara Kilisesi, Mokattam Tepelerinin kayalıklarına oyulmuş devasa bir inanç merkezine doğru yola çıktık. Taksi ile Manastıra ulaşmak için Kahire'nin en ilginç bölgelerinden biri olan Manshiyat Naser (Zabbaleen City) içerisinden geçtik. Burada yaşayanlar (Zabbaleen topluluğu), Kahire'nin çöplerini toplayıp geri dönüştüren bir toplulukmuş. Sokaklar çok pis kokuyordu ona rağmen manastırın olduğu bölge devasa bir mimariye sahip (Bu yapı, sadece Mısır’ın değil, Orta Doğu’nun en büyük kilisesidir. Yaklaşık 20.000 kişilik bir kapasiteye sahip olan bu dev amfi tiyatro tarzındaki ana kilise, tamamen doğal bir mağaranın içine, kayalar oyularak inşa edilmiştir.) çok temiz bir yerdi.

Manastır ziyareti sırasında bir cenazeye denk geldik. Hayatımızda daha önce şahit olmadığımız bir manzara idi. Tabut amfinin ortasına getirilmiş, kadınlar daha geride (Baştan aşağıya siyah giyinmişler, baş örtüsü kullanmıyorlardı.) erkekler tabutun yanında. Yaptıkları tören sonrasında bütün herkes tabuta dokunmak için koşuştu ve ağıt yakarak bağırmaya kimileri de ağlamaya başladı. Tabutu hızlı bir şekilde arkasından koşarak cenaze arabasına bindirmeye çalıştılar (Bu sırada çıkan hengamede birisi daha ölebilirdi.) ve arabanın arkasından koşup tabutu manastırın çıkışına kadar uğurladılar.

Bu ilginç ritüelin ardından manastırdan çıkmak için taksi çağırdık ama gelmedi bizde mecburen yürümeye başladık, o sokakların kasvetine, kokusuna ve kalabalığına tanık olmak çok farklı bir deneyimdi. Bu bölgeden çıkmak uzun süreceği için hemen oradaki tak taklardan bizi buradan çıkarmasını istedik.

Bölgeden çıktıktan sonra Han el-Halili (Şehrin 1000 yıllık tarihi yansıtan İstanbul’daki Kapalı Çarşıyı andıran bir yerdi.) görmeye ve alışveriş yapmaya gittik. Çarşı gerçekten görülmeye değer ve pazarlık yapmayı unutmamanız gerekir. Çarşının hemen yanı başında bulunan Hz. Hüseyin Camisine (Bu camiyi İslam dünyasında, özellikle de Mısır'da bu kadar önemli kılan inanış, Hz. Muhammed’in torunu Hz. Hüseyin’in mübarek başının burada gömülü olmasıdır. Kerbela şehadetinden sonra başının önce Şam’a, ardından Haçlı saldırılarından korunması için 1153 yılında Kahire’ye getirildiğine inanılır.) gidip orayı ziyaret etme fırsatı bulduk. Cami ziyareti sonrası saat geç olmuştu o sebepten otelimize geçip o günlük gezimizi sonlandırdık.

27 Kasım Perşembe

Güne yine otel’de kahvaltı yaparak başladık. Saat 09.30 gibi otelden eşyalarımızı alıp ayrılmıştık. Babü’l-Fütuh (Zafer Kapısı) ve Babü’n-Nasr (Yardım Kapısı) denilen bölgeyi daha öncesinden planladığımız için o bölgeye gitmek için yola koyulduk. Bu kapılar, 11. yüzyılda Ermeni Vezir Bedr el Cemali tarafından şehri korumak amacıyla inşa edilmiş, tam bir askeri mimari örneğidir. Gezimize Babü’l Fütuh’dan başlamıştık bu iki kapı arasında birbirini kale gibi çevreleyen büyükçe sütunlar vardı. Kapıdan içeri girdiğimiz vakit El Hakim Camisine (Bu camii, 10. yüzyılın sonlarında inşa edilmeye başlanmıştır. Ancak asıl bitişi, adını aldığı Fatımi halifesi El-Hâkim dönemine denk gelir.) uğradık. Ardından o bölgenin (Bu bölge, Kahire'nin 10. yüzyılda Fatımiler tarafından surlarla çevrilerek kurulan asıl "şehir merkezidir. Bu yüzden bu iki kapı, İslami Kahire'nin kuzeydeki ana giriş kapılarıdır.) içerisindeki tarihi mekanları ziyaret ederek gezimize devam ettik.

Bölgeden çıktığımız sıra kendimizi Han El Halil çarşısında bulduk (Meğerse bu iki yer birbirinin yanındaymış.) Daha önceki gün namaz kılma fırsatı bulamadığımız Hz. Hüseyin Camisi’nde öğlen namazını kılıp El Ezher Camisi’ni ziyaret ettik. Bu caminin hâlâ ilim merkezi olarak kullanılması beni mesrur etti. İçeri girdiğimiz sıra sohbet halkasını görmek ve ilim tahsil eden gençler ile karşılaşmak çok güzeldi. Camiden ayrılıp diğer bir durağımız olan Abidin Sarayı’na gitmek için yola koyulduk. Saray, Mısır’ın modernleşme yolundaki hükümdarı İsmail Paşa döneminde, 1863 yılında inşa edilmeye başlanmış ve 1874'te tamamlanmıştır. İsmail Paşa, Kahire'yi "Doğu'nun Paris’i" yapmayı hedefliyordu ve bu saray bu vizyonun bir parçasıydı. 1874'ten 1952 devrimine kadar, yani monarşinin yıkılışına kadar, Mısır’ın resmi hükümet merkezi ve kraliyet ikametgahı olarak kullanılmıştır. Sarayın içerisinde sergilenen beş farklı konseptteki müzeyi ziyaret edip oradan ayrıldık. Saraya giriş giriş içinse öğrenci olarak kişi başı 95 pound verdik.

Ardından yemek için Abidin Sarayı’na 10 dakikalık yürüme mesafesinde bulunan Kazaz adında bir yerde (Tahrir Meydanı’na yakın) yemek yemeye geldik. Daha öncesinde yorumlarda okuduğumuz kadarıyla porsiyonlarının büyük olduğu yazıyordu fakat biz garson ile konuşunca (Herhalde garson bizi anlamadı.) porsiyonların küçük olduğu ifade etti. Biz de buna istinaden kişi başı iki üç farklı çeşit yemek söyledik. Ben ise herkesten farklı olarak Mısır Hawawshisi (etli) ve tavuklu Shawarma söyledim. Bu iki yemek geldi fakat boyutları yorumlarda ifade edildiği gibiydi. Yemekleri israf etmemek için yedim fakat bir tanesi bile beni doyururdu aslında.

Yemek faslı bittikten sonra akşam vakti 19.30’da Luksor şehrine otobüsümüz olduğu için, son olarak Nil Nehri’nin etrafında gezmek maksadıyla nehrin kenarına geldik; fakat nehrin kenarında yürümenin paralı olduğunu öğrendiğimizde bu isteğimizden vazgeçtik. Paramız olmadığından değildi aslında, her yerde böyle para istenmesi canımızı sıktığı için o bölgeye girmedik. O bölgenin dışında kaldırımlarda otururken yediğim etli ve yağlı yemek bana dokundu ve benim midemi bozdu. Otobüse binene kadar beni çok zorladı fakat otobüse bindiğimiz sıra istifra ederek bu sıkıntıdan kurtulmuştum ( yediğiniz şeylere özellikle ağır şeyler yememeye dikkat ediniz) Luksora doğru yolculuğumuz devam ediyor.

28 Kasım Cuma

Sabah vakti Luksor Şehrine varmıştık. Saat 08.30’da kiraladığımız evin sahiplerinin sunmuş olduğu hizmet olan özel araç ile konaklayacağımız eve ulaşmıştık (Sun Wing Guest House). Normalde giriş saatimiz 11.00 olmasına rağmen ev sahibi bizi sabah o saatte kabul etti ve üstüne para bile almadı (Böyle bir olay ile karşılaşmak bizim için güzel oldu.)

Evin konumu merkeze biraz uzak olsa da caddeye yakın olduğu için yürüme mesafesinde rahatlıkla taksi kiralayabildik fakat oradaki Uberlerin çalışma mantığı çok saçmaydı (O şehirde Uber’in yasak olduğu söyleyenler oldu ama emin olamadık) normalde Uber’den 80 pounda çağırdığım taksi geldiği vakit bizden çok daha fazla paralar istedi ve bu olayı hep yaşadık biz de mecburen pazarlık yaparak teklif ettiği parayı düşürmeye çalışıp o şekilde yolumuza devam ettik.

O gün evden ayrılışımız 14.30 gibi oldu çünkü gecesinde yoldan geldiğimiz için o saate kadar ancak toparlanıp çıkabilmiştik. Luksor, sadece bir şehir değil, aynı zamanda eski Mısır’ın görkemli başkenti Thebes’tir ve haklı olarak “Dünyanın En Büyük Açık Hava Müzesi” olarak adlandırılır.

İlk gün Karnak Open Air Museum'a gittik. Gerçekten şehir bir açık hava müzesi gibiydi. Mısır’ın yaklaşık 2000 yıllık tarihini katman katman barındıran dev bir alandı. O bölgeyi gezdikten sonra ikindi namazını hemen çıkıştaki Ebubekir mescidinde kılıp, Nil Nehri boyunca yürüyerek akşam namazını Ebu Haccac Camii’ne (Luksor Tapınağı'nın kuzeydoğu köşesinde, tapınağın antik avlusunun üzerine inşa edilmiştir. Cami, 11. yüzyılda Kahire'deki Fatımi dönemi sırasında inşa edilmiştir. Ancak zamanla Luksor Tapınağı'nın çevresi, Nil'in taşmaları ve kum birikintileri nedeniyle yükseldi. Bu nedenle caminin zemin seviyesi, tapınağın antik zemin seviyesinden birkaç metre daha yukarıda kalmıştır.) denk getirdik.

Akşam namazını orada kılıp Nil Nehri boyunca yürürken karşılaştığımız yerel kayık kiralayan adamlardan birisi ile anlaştığımız için (Kişi başı 100 pounda Nil Nehri’nde bir saatlik bir gezi ve Banana Island’a uğrayıp geri dönme.) namaz sonrası adamla nehrin kenarında buluşup geziyi yapıp tekrardan geri aynı yere döndük.

Kiraladığımız eve geri dönmek için çağırdığımız Uber şoförü de bizden fazla para istediği için başka bir taksi ile anlaşıp evimize geri döndük. Geri dönüş sırasında taksi şoförünün teklifi üzerine (yarın -29 Kasım Cumartesi- için sabah ondan akşam dörde kadar taksi bizimle olacak ve gideceğimiz her yere onunla gidecektik.) kendisi ile bunu 1100 pounda anlaştık (bu olay bizim için çok iyi olmuştu çünkü gideceğimiz yerlerin mesafesi birbirine uzaktı ve bütün lokasyonlar için ayrı bir taksi telaşesine tutulacaktık.) ve evimize geri döndük.

29 Kasım Cumartesi

Sabah 09.00 da kalkıp kahvaltımızı yapıp eşyalarımızı hazırlayıp saat 10.00 da anlaştığımız gibi taksi ile planladığımız lokasyonlar için yola çıktık. Öncelikli durağımız olan Hatşetput Tapınağı’na ardından Krallar Vadisi ve Kraliçeler Vadisi’ne ortalama her biri için 300 pound ödeyip girdik fakat neredeyse hepsinde aynı şeyler vardı. Belki meraklısı için çok fazla şey ifade eder ama buralar bizi çok tatmin etmemişti.

Aynı zamanda buraları gezerken taksi şoförünün anlaşmalı olduğu yerlere de uğrayıp (bazı alışveriş dükkanları) gezimizi başladığımız noktada, Luksor Go Bus durağında bitirdik. Akşam 19.30 otobüsü ile Hurgada’ya gitmek için yola çıktık (400 pound) fakat yolda giderken otobüsümüz bozuldu. Çölün kenarında akşam vakti diğer otobüsün gelmesi için 2 saat bekledik. Diğer otobüsümüz geldi ve Hurgada’ya gece 01.30 gibi varmış olduk.

30 Kasım Pazar

Normalde bugün bir otel kiralama niyetimiz yoktu fakat gece vakti Hurgada’ya vardığımız için otel kiralamak durumunda kaldık. Go Bus durağına 10 dakika uzaklıktaki Canary Otel’e yerleştik ve 11’e kadar oradaydık. Daha önceski araştırmalarımız neticesinde Hurgada’da çölde safari çok yapılıyormuş. Bizim de onu yapma niyetimiz olduğu için son günümüzü bu şekilde değerlendirelim dedik.

Öğrendik ki oteller bu işi yapıyorlarmış ve biz de otelle bu mevzuyu konuştuk. Kişi başı 20 dolara (çölde ATV ve örümcek arabaları ile safari, bedevi köyüne 4x4 araba ile gidip orada deveye binip gün batımında çay içme ve son olarak akşam yemeği ile kapanış.) yaklaşık 6 saatlik bu geziyi halletmiştik. Normalde bizi otelimizden bu tur için alan araba, bizi tekrar otele bırakacaktı fakat bizim pazartesi sabah 4’te uçağımız olduğu için havalimanına yakın bir lokasyonda gece saatlerine kadar oturmak istedik. Zaten geri dönsek otelde bir şey yapamayacaktık. Havalimanının girişine yakın bir kafe’de (El Mawardy Cafe) gece 00.00’a kadar oturduk.

1 Aralık Pazartesi

Aslında bugün için ayrı bir bahis açmaya gerek yok fakat gene de tamamlamış olalım. Gece saat 01.00 gibi havalimanındaydık ve saat 04.15 uçağı İstanbul’a geri döndük…

Hamza AZAK

 

Hamza AZAK
Hamza AZAK

İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) bölümünde okuyorum. İlim ve Medeniyet Topluluğu başkanı ve İlim ve Medeniyet Derneği yönetim kurulu üyesiyim. Üniversite yıl ...

Yorumlar
Yorum Yaz