GEÇİCİ KORUMA ALTINDAKİ SURİYELİLER BAĞLAMINDA TÜRKİYE’NİN ÇOKKÜLTÜRLÜ GÖÇ POLİTİKASI | İlim ve Medeniyet

Turkey’s Multicultural Immigration Policy in the Context of Syrians Temporary Protected

Reyhan Bayraktepe

Öz: Türkiye’nin tarihsel olarak sahip olduğu çok kültürlü toplum yapısı 2011 yılından sonra kitlesel bir göçe maruz kalmasıyla kaotik bir hal almıştır. Geçici koruma statüsü verilen Suriyeliler için ilk aşamada sistemli göç politikası takip edemeyen Türkiye, Suriyelilerin kalış süresinin uzamasıyla birlikte hem geçici koruma altında bulunanların hem de Türk toplumunun uyumu açısından çokkültürlülük politikaları uygulamaya çalışmıştır. Sığınanların Türkiye’deki kalış süresinin öngörülememesi ve sayısının 3,6 milyona yaklaşması sağlıklı bir bütünleşmeyi sekteye uğratmaktadır. Türkiye’nin kaotik ortamı sona erdirecek istikrarlı toplumsal uyum politikaları uygulaması göç sürecinin yönetimi için gerekliliktir. Bu çalışmada Türkiye’nin göç politikası çokkültürlülük politikalarından hareketle incelenmeye çalışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Çokkültürlülük, Göç, Geçici Koruma.

Abstract: Turkey’s multicultural social structure that historically has become chaotic with exposure to mass migration after 2011. In the first stage, a systematic immigration policy that Turkey can not follow for temporary protection status was granted Syrians, with the prolongation of the stay period, has tried to implement multicultural policies in terms of the integration of both the Syrians under temporary protection and the Turkish society. Unpredictable duration of those who seek refugees in Turkey and the fact that the number of refugees is close to 3.6 million restrain healthy integration. Turkey’s stable social cohesion policies that will end the chaotic environment implementation is necessary for the management of migration processes. In this study, migration management of Turkey has been examined based on multicultural policies.

Key words: Multiculturalism, Migration, Temporary Protection.

Giriş

Küreselleşme kavramının toplumsal ve siyasal yaşamımızdaki etkisinin yadsınamaz duruma geldiği 20. yüzyılın post-modern devlet anlayışında, belli bir ulus devletin sınırlarında yaşayan bireylerin kültür, din ve etnik temelli kimliklerinin göz ardı edilmesi durumuna eleştirel tepkiler ortaya çıkmaya başlamıştı. Küreselleşmenin etkisinin ekonomik veya politik alandan ziyade kültürel alanda daha fazla hissedilmesi farklı bir yurttaşlık tanımı arayışına gidilmesinde etkili olmuştur. Farklılıkların görünürlülüğünün bu manada artmasıyla beraber çokkültürlülük gibi çoğulcu politikalar gündemde yer bulmaya başlamıştır. Bu bağlamda dünyanın farklı coğrafyalarını, kültürlerini ve değerlerini birbirine bağlayan küreselleşmenin, aslında toplumlar arasında iletişim ve etkileşimi sağladığı, benzerlikleri, farklılıkları, tikellikleri ve yerellikleri görünür hale getirmek suretiyle insanlar arasında kültürel bir zeminde ve bir ortak paylaşım alanı yarattığı düşünülür (Duman, 2009: 94). Amy Gutmann’ın da ifade ettiği gibi pek çok kişi “Kadın ya da erkek, Afrikalı-Amerikalı, Asyalı-Amerikalı ya da yerli-Amerikalı, Hristiyan, Yahudi ya da Müslüman, İngiliz, Fransız ya da Kanadalı olarak kimliklerimiz kamusal açıdan nasıl bir önem taşımalıdır?” (Gutmann, 2018: 26) sorusuna benzer muhtevada sorularla bireyin içinde bulunduğu toplumdaki yerini saptamaya, çoğunluğu oluşturan grubun azınlıkta bulunan gruplara karşı bakış açısını yorumlamaya çalışmıştır. Görünürlüğü artan kimliklerin ilgili bireyi ya da grubu içinde bulunduğu toplumsal veya siyasi alanda nasıl konumlandırması gerektiğinin çokkültürlülük kavramı açısından yorumlanmasıdır.

Çokkültürlülük

Çokkültürlülük tanım olarak, birden fazla kültürün aynı toplumda, tek bir siyasal birim içerisinde bir arada yaşaması durumudur. Kavramın temelinde, farklı kültürlerin karşılıklı saygı ve hoşgörü çerçevesinde bir arada bulunabilmesi yatar (Oruç, 2015). 1970li yıllarda konuşulmaya başlanan çokkültürlülük politikaları, ulus devletlerin bir toplum içinde bir tasvire dayanan, normal olarak tanımlanan bir yurttaş kimliği belirleyerek bu tasvire uymayan bireylerin o toplumdan dışlanmasını ya da kimlikleri üzerinden çeşitli baskılara maruz kalmalarını, kendi kimlikleri ile var olamamasını eleştiren bir kavramdır. Bu anlayışa göre farklı kültürlerin kamusal alanda bir arada yaşaması, sağlıklı bir toplumsal yapının anahtarıdır (Özel, 2011; 101). Ulus devletler daha iyi ve kolay bir yönetim için toplumdaki farklılıkları göz ardı ederek homojen bir toplum yapısının benimsenmesi gerektiğini vurgulamıştır. Kabul edilen tek kimlik, ilgili devlette egemen grubu oluşturan kültürel kimliktir. Bu sebeple din, dil, kültür ve bellek etrafında örülen toplumsal ağ ve bu örgünün düğüm noktası olan ulus

devlet, kendi içinde farklı diye tanımladığı unsurlara çoğu zaman problem gözüyle bakmıştır; böylece bu unsurların çözülmesi gereken sorunlar olduğu düşüncesi hâkim olmuştur (Oruç, 2015). Problem olarak görülen azınlık kültürünün mensupları genellikle zorlayıcı politikalar sonucu asimilasyon ile karşı karşıya kalmışlardır. Egemen çoğunluğun kimliğinden farklı bir kimliği taşımaya devam etmek isteyen kimseler ise toplumun huzuru için tehdit olarak kabul edilmiştir. Normal yurttaş tanımına uymayan kişiler devletin bütünlüğünü bozabilecekleri gerekçesiyle bazı tercihlerle karşı karşıya kalmışlardır. Will Kymlicka bu tercihleri dört başlık altında toplamıştır. İlki azınlık kültürüne mensup grubu kabul edecek dost bir devlet varsa kitlesel olarak göç edilmelidir. İkincisi çoğunluğun kültürüne entegre olmayı kabul etmelidirler. Üçüncüsü kendi toplumsal kültürlerini korumaları için gerekli olan kendi ekonomik, siyasi ve eğitsel kurumlarını kurmayı isteyebilirler. Son olarak kalıcı olarak marjinalleşmeyi kabul edip toplumun kıyısında tek başlarına bırakılmayı isteyebilirler (Kymlicka, 2016: 484).

Çokkültürlülük esas olarak bir toplum içindeki farklılıkları vurgulamaktadır. Farklılıkların ortaya çıkmasında dolasıyla çokkültürlü bir toplumun oluşmasında göç olgusu önemli bir parametre olarak kabul edilmektedir. Bu bağlamda II. Dünya Savaşı sonrası bir politik yönelim olarak ortaya çıkan çokkültürlülük, sanayileşme ilişkilerinin doğurduğu göç dalgaları sonucunda özellikle Batılı ülkelerde iyiden iyiye artan kültürel farklılıklara vurguyu güçlendirmiştir (Say, 2017: 30). Devleti oluşturan bireyler arasındaki çeşitlilik arttıkça bireyler bir ulusla bütünleşmenin sağlanması için gerekli olan ortak amaçlarını yitirmeye başlamaktadır. Çeşitliliğin artması egemen grubun kültüründe kaybolmak yerine farklılıklarının tanınması talepleri de aynı oranda artırmıştır. Zira tanınmama ya da yanlış tanınma zarar verici olabilir; insanı, sahte, çarpıtılmış ve indirgenmiş bir varoluş tarzına hapsederek baskıya dönüşebilir (Taylor, 2018: 46). Demokrasinin bir gerekliliği olarak her birey eşitliği hak etmektedir. Bu sebeple demokratik bir yapıya sahip olduğunu öne süren bir yapının, farklılıklara baskı uygulayarak bir kesimi toplumun herhangi başka bir kesimine benzetmeye çalışması öne sürdüğü durum ile bağdaşmamaktadır. Liberal devletin tarafsızlığı ilkesi toplum içindeki çeşitliliği de içine alacak şekilde genişletilmelidir. Liberal düşünürler için bireysel özerklik ve devletin tarafsızlığı iki önemli prensiptir (Özel, 2011: 103). Liberal demokrasilerin bireysel özerkliği zedelemeden gruplara farklılaştırılmış yurttaşlık hakları tanıması sağlıklı bir ulusal bütünleşme için önem teşkil etmektedir. Ayrıca liberal yaklaşımın tarafsızlığının gereği olarak devlet kültürler arasında hangisinin daha iyi olduğuna dair bir derecelendirmede bulunmamalı, hepsine eşit mesafede yaklaşmalıdır. Nitekim farklılıklar

arasında derecelendirmede bulunması veya baskı ile o farklılığa mensup kimselerin toplum içinde eritmeye çalışması ulusal bütünleşmeyi sağlamak yerine aksine ilgili kişileri egemen kültürden daha çok uzaklaştırmıştır. Uygulanan zorlayıcı politikalar toplumda şiddeti, ırkçılığı ve ayrılıkçılığı körüklemiştir. Toplumsal huzurun baskı politikaları ile sağlanamayacağının fark edilmesinden sonra bu politikalardan vazgeçilerek kültürlerin çeşitliliğini önemseyen ve çeşitliliği zenginlik olarak gören çoğulcu politikalar uygulanmaya başlanmıştır. Fakat son on yılda ciddi bir şekilde artan mülteci sayısı uygulanan çoğulcu politikaların kesintiye uğramasına neden olmuştur. Özelikle ekonomik sorunların yaşanmaya başladığı dönemlerde sorunların kaynağı olarak göçmenlerin ve mültecilerin görülmesi toplumun çokkültürlülük politikalarına mesafeli yaklaşmasına neden olmuştur. Bu bağlamda şiddet bu kez toplumun dezavantajlı bir grubundan değil aksine çoğunluğu oluşturan grup tarafından uygulanmaya başlamıştır. Gerek oy kaygısı gerek politikacıların şahsi olarak göçmen/mülteci karşıtı tutumları dolayısıyla çoğulcu politikalar yavaş yavaş rafa kalkmaya başlamıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra özellikle Batı Avrupa ülkelerinin iş gücüne duyduğu ihtiyaca binaen çağırılan göçmenlerin gelmesiyle uygulanmaya çalışılan çokkültürlülük politikaları işçi olarak gelen göçmenlerin mevcudiyetlerinin birkaç kuşağı bulması ve savaş, iç çatışma gibi şiddet temelli sebeplerden dolayı sığınma talebinde bulunan kişilerin sayısında yaşanan ciddi manadaki artış yerel halkın, farklılıklara hoşgörü ile yaklaştığı zamanlardan uzaklaşmasına sebep olmuştur. 20. yüzyılın başlarında dahi ırksal ayrımlara dayanan siyasal temsil hakları (Öztan, 2018: 165) takip eden yüzyılda da tekrar gündemde yer bulmaya başlamıştır.

Türkiye’nin Çokkültürlü Göç Politikası

Osmanlı Devleti’nin topraklarının bir kısmı üzerinde kurulmuş olan Türkiye’nin çok kültürlü bir yapıya sahip olması kaçınılmaz bir durum olarak kabul edilmektedir. Gerek devletin coğrafi konumu gerek miras kalan toplumsal grupların çeşitliliği bahsi geçen çok kültürlü yapının oluşmasında etkili olmuştur. Fakat her ne kadar kültürel manada çeşitliliğe sahip olsa da yeni bir devletin kurulma sancıları arasında çok kültürlü yapı bir tehdit olarak görülmüştür. Yeni ve ulus temelli bir devlet inşa edilirken toplumsal yapı da egemen bir kimlik üzerinden tanımlanmıştır. Kurucu elit tarafından yapılan kimlik tanımlamasına uyum sağlayamayan gruplar dışlanmaları sebebiyle toplumun kıyısında kendilerine yer bulabilmiştir. Uzun yıllar boyunca ötekileştirme kapsamında yaşanan kimlik sorunu nihayete erdirilmeye çalışılırken kitlesel göç temelli kimlik sorunu devletin ve Türk toplumun gündemini tekrar farklılıklara taşımıştır.

Türkiye, son 30 yıldır büyük miktarda kitlesel ve zorunlu göçe maruz kalmıştır. Bu göçlerden en önemlilerini; 1988 yılında Irak’tan, 1989-1995 yılları arasında Bulgaristan’dan, 1991 yılında I. Körfez Savaşı’ndan sonra Irak’tan, 1992-1995 yılları arasında Bosna’dan, 1998-1999 yılları arasında Kosova’dan aldığı göçler oluşturmaktadır. Son olarak da Suriye Arap Cumhuriyetinde meydana gelen olaylar sonucu ülkelerinden kitlesel ve zorunlu göçe maruz kalan Suriyeliler, 29 Nisan 2011 tarihinde 252 kişilik bir grupla toplu olarak Türkiye’ye giriş yapmaya başlamış (Bostan, 2018: 40) ve takip eden yıllarda bu sayı katlanarak artmıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan en büyük kitlesel göç hareketi olarak kabul edilen Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşlarının zorunlu göç durumundan en çok etkilenen devlet şüphesiz Türkiye oldu. Durumun büyüklüğünü anlamak açısından 1923 yıllı ile Suriyelilerin Türkiye sınırını ilk kez geçmeye başladığı 29 Nisan 2011 arasında aldığı göç sayısının toplamda 2 milyon olduğunu hatırlamak gerekmektedir (Erdoğan, 2017: 145). Suriye’de yaşanan insani krizin büyümesi üzerine ilk göç hareketlerinin gerçekleştirildiği 2011’den bu zamana kadar geçen sürede sınırı geçerek gelenlerin sayısı ise 3.571.030’u bulmuştur (Göç İdaresi Genel Müdürlüğü). Bu rakam Türkiye’nin ve dahi başka herhangi bir devletin bir anda üstesinden gelebileceği bir rakam değildir. Türkiye’nin de yaşanan insanlık krizinin bu kadar uzun süreceğini tahmin etmemesinden ve milyonları bulan göç hareketiyle daha önce karşılaşmamış olmasından dolayı yaşanan süreci sağlıklı bir şekilde yürütemediği genel olarak kabul edilmektedir. Nitekim ilk göçü takip eden iki sene boyunca sınırı geçen sığınmacıların kayıt altına alınmaması ve göç yönetimi için Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün ancak 2013 yılında kurulması bu iddiayı desteklemektedir. Suriye’deki iç savaş durumunun nihayete ermeyeceğinin görülmesi üzerine Suriyelilere yönelik farklı politikalar uygulanmaya başlanmıştır. Türkiye’nin Suriyelilere dair politikasının üç ayağı olageldi:

  • 1. Açık kapı politikası
  • 2. Geri göndermeme ilkesi
  • 3. Geçici koruma (Erdoğan, 2017: 144)

Geçici koruma, 2014 yılında yürürlüğe giren Geçici Koruma Yönetmeliği ile uygulanmaya başlamıştır. Bu ilke, ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen ve bireysel ya da kitlesel olarak Türkiye sınırlarına gelen ya da Türkiye sınırlarından geçen ve koruma başvuruları bireysel olarak değerlendirmeye alınmayan yabancılara uygulanmaktadır (Mülteci Hakları Merkezi, 2017: 2). Suriyeliler sınırı geçtikten sonra ilgili makamlara geçici

koruma talebinde bulunup kayıtlarını yaptırmazlarsa Türk makamlarının sağladığı çeşitli hak, hizmet ve teminatlardan yararlanamayacaklardır.

Geri göndermeme ilkesi ise ırkı, dini, uyruğu, ait olduğu sosyal grup ya da politik görüşü sebebiyle temel hak ve özgürlükleri tehlike altında olan kişinin geldiği ülkeye geri gönderilmemesi anlamına gelir (Güner’de alıntılandığı şekliyle, 2016). Kaynağı uluslararası insan hakları hukuku olan bu ilke, sığınma talebinden bulunan kişileri işkence, insanlık dışı muamele ve ölüm tehdidinden korumayı amaçlamaktadır. Türkiye 1951 Cenevre Sözleşmesi ile ilgili ilkeye taraf olmuştur. Geri göndermeme ilkesi yalnızca menşe ülkeyi değil, kişinin tehdit altında olabileceği üçüncü bir ülkeye de gönderilmesini yasaklamaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti iç savaşın başlamasının ardından Suriye vatandaşları ile tarihi, kültürel ve komşuluk bağları bulunduğu söylemi bağlamında açık kapı politikası izlemiştir. Açık kapı politikası geri dönmeye zorlamama, bireysel statü belirlemenin yapılmaması, kamplarda barınma ve temel hizmetlerin sunulması gibi ilkeleri içermektedir (Orhan, 2014: 11). Bu politikaya bağlı olarak Türkiye, Suriye sınırına yakın illerde bulunan Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’ne bağlı 7 adet geçici barınma merkezi kurmuştur ve bu merkezlerde şu an bulunan geçici koruma altındaki Suriyelilerin sayısı 62.420’dir (Göç İdaresi Genel Müdürlüğü). Barınma merkezlerinin şartları mümkün olabilecek en iyi seviyede olmasına rağmen barınma alanından giriş ve çıkışlarının izne tabi olması sebebiyle tutsaklık durumunu anımsatmaktadır. Sosyal hayata karışma, kamplarda yeterli yer olmaması, düzensiz veya kaçak göçmen olarak gelinmesi gibi çeşitli sebeplerden dolayı yaklaşık 3,5 milyon Suriyeli kampların dışında yaşamaktadır. Türk halkının toplumsal kabul açısından sorun olarak gördüğü kesimi de kamp dışında yaşayan Suriye vatandaşları oluşturmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ile geçici koruma kapsamı altındaki Suriyelilerin toplumsal bütünleşmelerinin sağlanması ve uyum içinde yaşamaları ancak çokkültürlü toplumsal yapının oluşturulması ile mümkündür. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, uyumun ne asimilasyon ne de entegrasyon olmadığını, göçmenle toplumun gönüllülük temelinde birbirlerini anlamalarıyla ortaya çıkan süreç veya harmonizasyon olduğunu, yabancıların kendi kültürel kimliklerinden vazgeçmek zorunda kalmadan ev sahibi topluma uyum sağlamalarını desteklemek olduğunu belirtmektedir (Göç Araştırmaları Dergisi, 2015: 25). Yukarıda bahsedilen çokkültürlülük kavramı da bu uyumu sağlamanın yollarını ortaya koymaya çalışmaktadır. Suriyelilerin kendi kültürlerini kaybetmeden ve egemen bir kültür altında ezilmeden mevcudiyetlerinin devamını sağlamayı amaçlamaktadır. Daha önce uyum konusu göçmenlerin baş etmesi gereken bir sorun olarak görülürken günümüzde uyum hem

ev sahibi toplumun hem de mültecilerin karşılıklı olarak katkı sunması gereken bir süreç olarak tanımlanmaktadır (Polis Akademisi Başkanlığı Raporu, 2018). Tek taraflı entegrasyon sağlama çabalarının yeterince sonuç vermediğinin anlaşılmasıyla beraber hedef konumdaki devletin de bütünleşme için çaba sarf etmesi gerektiği gündeme gelmiştir. Suriye iç savaşının akabinde meydana gelen kitlesel göçle birlikte, zorunlu bir göç hareketi olsa dahi, hedef ülke konumuna gelen Türkiye toplumsal uyumun sağlanması için eğitim, sağlık gibi alanlarda düzenlemeler yapmak durumunda kalmıştır. Çokkültürlülük politikasının uygulanmasını devlet bütünlüğü için tehdit olarak görenlerin dile getirdiği uyum politikalarının savaş sona erdikten sonra geri dönüşlerin sayısını azaltacağı yönündeki eleştiriler ise farazi tahminlerle uyum sürecini sekteye uğratmaktan başka bir amaca hizmet etmemektedir.

Türk yasalarına göre yabancılar için ilk ve ortaöğretim ücretsiz olarak verilmektedir. Ardından Yabancı Öğrenci Sınavı’nı başarıyla geçen öğrenciler yükseköğrenime devam etme hakkına sahip olabilmektedir. Eğitim hakkından yararlanabilmek için Türk makamlarında kaydın bulunması ve geçerli bir ikamet izin belgesine, geçici koruma kimlik belgesine ya da yabancı tanıtma kartına sahip olunması gerekmektedir (UNHCR, 2017: 15). Suriyeli göçmenlerin Türkiye’ye uyumunda, Türkçeyi öğrenmiş ve eğitim sistemine dâhil edilmiş olmaları pek çok sorunu ortadan kaldıracaktır (Bostan, 2015: 60). Uygulanacak çokkültürlü eğitim programı farklılıkları ve etnik kimlikleri bütünleşme kavramı içinde eriterek üst bir kimlik oluşturulmasını sağlamalıdır. Özellikle genç nüfusun fazla olduğu göz önünde bulundurulursa Suriyeliler arasında okullaşma oranının artması içinde bulundukları kültüre uyum sağlamayı kolaylaştıracaktır. Nitekim yaşanan savaş durumu sona erse bile Suriye’ye dönmeyecek olanların çoğunluğunu teşkil eden genç nüfusun, Türk dili, kültürü ile hızlı bir şekilde bütünleşmesi gerekmektedir. Okullaşmanın artmasıyla birlikle eğitim ve öğretimden yoksun olan çocukların dilencilik, hırsızlık gibi toplumsal huzuru bozan suçlarda kullanılmasının da önüne geçilecektir. Ayrıca çocukların kendi yaş gruplarıyla aynı ortamı paylaşması toplumsal yaşama karışmalarını kolaylaştıracaktır. Ancak uyum sürecinde eğitimciler, idareciler ve velilere büyük roller düşmektedir. Çocukların okullarda dışlanmaması için gerekli çalışmaların ve eğitimlerin verilmesi gerekmektedir (Biçen Gören, 2019; 12).

Eğitimden sonra çokkültürlü politikaları gerektiren uyum politikalarının uygulanmaya çalışıldığı diğer bir alan ise sağlık hizmetleridir. Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü Göç Sağlığı Hizmetleri Daire Başkanlığı tarafından, Suriyelilere birinci basamak sağlık hizmetlerini daha kaliteli ve etkin sunmak amacıyla, 2016 yılından bu yana Avrupa

Birliği hibe fonları ile Göçmen Sağlığı Merkezleri oluşturulmaya başlanmıştır. Türkiye’de kayıtlı tüm Suriyeli göçmenlere sağlık hizmetleri ve kullanılan ilaçlar Sağlık Bakanlığı iş birliği ile ücretsiz olarak karşılanmaktadır (Göç Araştırmaları Dergisi, 2018; 58). Sağlık hizmetinden de faydalanabilmek için geçici koruma belgesine sahip olmak gerekmektedir. Sağlık birimlerinde yaşanılan iletişim probleminin önüne geçmek için Sağlık Bakanlığı tarafından Uluslararası Hastalar İçin Tercümanlık Hattı kurulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına sağlanan 65 yaş üstündekilere veya 7 yaş altındakilere sağlanan öncelik geçici koruma kapsamındaki Suriye vatandaşlarına da sağlanmaktadır. Aynı şekilde randevusuz muayene olamama kuralı geçici koruma kapsamındaki Suriyeliler için de geçerlidir. Fakat yeterli bilgilendirmenin olmaması yüzünden “Suriyeliler randevusuz muayene oluyor, sıra beklemeden doktor ile görüşebiliyor.” şeklinde asılsız iddialar ileri sürülmektedir. Bu konuda başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere medya ve konu ile ilgilenen sivil toplum kuruluşları bilinçlendirme çalışması yapmalıdır.

Türkiye eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlandırma konusunda daha başarılıyken barınma ve gıda konusunda yardımları yetersiz kalmaktadır (Biçen Gören, 2018: 12). Kamplarda barınmak istemeyen veya yeterli yer bulamayan Suriyelilerin Türkiye’nin çeşitli şehirlerine dağılması ve ilk birkaç sene kayıtların düzenli olarak tutulamaması sebebiyle barınma hususu toplum arasındaki huzursuzluğu artırmıştır. Yaşamaya elverişli olmayan bodrum, kulübe gibi yerlerin Suriyelilere değerinden fazla fiyatlara kiraya verilmesi o muhitteki diğer evlerin kiralarının artmasına neden olmuştur. Yüksek kira fiyatlarının yükünü bir evde birkaç aile kalarak hafifletmeye çalışmaktadırlar fakat bu durum normalleşmeyi engellemektedir. Barınma konusunda “Suriyeliler geldi ev kiraları arttı.” şeklindeki söylemler toplumu uyum noktasından uzaklaştırmaktadır. Barınma konusunda yerel yönetimler muhitlerine göre kira fiyatlarında bir düzenlemede bulunup toplumun her iki kesiminin de mağduriyet yaşamaması için ardından kontrollerini yapmalıdır. Gıda hususunda bir tarafın sürekli yardımda bulunan diğer tarafın ise sürekli yardım alan konumdan çıkarılması gerekmektedir. Yardımda bulunmak karşı tarafa yönelik empati beslenmesine yardımcı olabilir fakat bunun yanında yardım yapılan tarafın kalıcı olmadığına dair bir algı oluşturabilir. Yardım alan tarafı ise sürekli tembelliğe sevk edeceği, topluma karışmasını engelleyeceği için sağlıklı bir bütünleşmeyi engelleyecektir. Çalışma şartlarının iyileştirilmesi, muhtaç durumda olanlara yardım konusunda yerel yönetimler ile iletişim halinde bulunarak gıda yardımı sağlanması toplumsal bütünleşmeye katkı sağlayacaktır.

Sonuç

Türkiye için hem tarihsel hem de mekânsal olarak çokkültürlü politikalar uygulanması gerekliliktir. Özellikle son yıllarda yaşanan zorunlu göçler bu iddiayı güçlendirmektedir. Suriye savaşının 9 yıldır nihayete ermemesi nedeniyle kitlesel bir şekilde sınırı geçerek gelen geçici koruma statüsü altında bulunan Suriye vatandaşlarının bir kısmının Türkiye’den ayrılmayacağı diğer kısmının ise uzun bir süre daha Türkiye’de kalmaya devam edeceği öngörülmektedir. Vatandaşlığa geçişlerin hali hazırda devam ettiği ve ileride artarak devam edeceği düşünüldüğünde toplumda huzursuzluk olmaması için gerek devletin gerek sivil toplum kuruluşlarının bilgilendirme çalışmalarında bulunması önem teşkil etmektedir. Bu sebeple Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları içinde bulunan grupların toplumdaki farklılıkları zenginlik olarak kabul ederek diğer bir kültüre mensup kişinin temel hak ve hürriyetlerine hoşgörüyle yaklaşılmasını öngören çokkültürlülük politikalarının uygulanması bir zorunluluk haline gelmiştir. Özellikle eğitim, sağlık ve toplumsal güvenliği sağlayacak yeni politikaların uygulanması gerekmektedir. Bu alanlarda ilk olarak Suriyelilere yönelik olumsuz algının düzeltilmesi toplumsal kabulü kolaylaştıracak bir etken olacaktır. Çok kültürlü bir toplumsal yapıya yabancı olmayan Türk toplumu sağlıklı bir bilgilendirmenin neticesinde Suriyelilere yönelik uyumlu ve bütüncül bir yaklaşımda bulunacaktır.

Reyhan BAYRAKTEPE

KAYNAKÇA

– Biçen Gören, K. Betül. “Çokkültürlülük Bağlamında Türkiye’nin Göç Politikası”, Güvenlik Çalışmaları Dergisi, 21/1 (Haziran 2019): 12.

– Bostan, Hakan. “Geçici Koruma Statüsündeki Suriyelilerin Uyum, Vatandaşlık ve İskân Sorunu”. Göç Araştırmaları Dergisi 4/2 (Temmuz – Aralık 2018): 40,59,60.

– Duman, M. Zeki (2009, Nisan), “Küreselleşme, Kimlik ve Çokkültürlülük”, Sosyal Bilimler Dergisi, 2/1, 94.

– Erdoğan, Murat. “Suriyeli Mülteciler ve Entegrasyon”. İnsan Hakları Perspektifinden Mültecilik. 145. İstanbul: Uluslararası Mülteci Hakları Derneği, 2017.

– Göç İdaresi Genel Müdürlüğü. “Türkiye ve Göç” Erişim: 24 Aralık 2019. https://www.goc.gov.tr/kurumlar/goc.gov.tr/files/goc_tasar%c4%b1m_icler.pdf

– Göç İdaresi Genel Müdürlüğü. “Geçici Koruma” Erişim: 26 Aralık 2019 https://www.goc.gov.tr/gecici-koruma5638

– Gutmann, Amy. “Giriş”. Çokkültürcülük. Haz. Amy Gutmann. 26. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2018.

– Kymlicka, Will. “Çağdaş Siyaset Felsefesine Giriş” İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2016.

– Mülteci Hakları Merkezi. “Suriye’de Gelen Sığınmacılar İçin Türkiye’de Geçici Koruma” Erişim: 25 Aralık 2019.

– Oruç, Dilara. “Çokkültürlülük ve Çokkültürcülük Nedir?” Erişim: 21 Aralık 2019 https://www.academia.edu/13003072/%C3%87okk%C3%BClt%C3%BCrl%C3%BCl%C3%BCk_ve_%C3%87okk%C3%BClt%C3%BCrc%C3%BCl%C3%BCk_Nedir

– Oytun, Orhan.“Suriye’ye Komşu Ülkelerde Suriyeli Mültecilerin Durumu: Bulgular, Sonuçlar Ve Öneriler”, ORSAM Rapor No: 189, 2014:11

– Özel, Cemal. “Çokkültürlülük”. İslam Araştırmaları Dergisi 26 (2011): 101-103.

– Özkerim Güner, Neslihan. “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Mültecilerin Haklarının Korunmasındaki Rolü”. Göç Araştırmaları Dergisi 2/2 (Temmuz – Aralık 2016): 217.

– Öztan, Ece. “Göçmenlerin Entegrasyonunda Değişen Modeller”. Der. Ihlamur-Öner, Şirin Öner. Küreselleşme Çağında Göç. İstanbul: İletişim Yayınları, 2018.

– Say, Ömer. “Çokkültürlülük Kavramı ve Anlamın Çokluğu”. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 7/1 (2017): 30.

– Taştan, Çoşkun – Erdem, İbrahim – Özkaya, Ömer. “Politika ve Uygulama Boyutlarıyla Göç ve Uyum”. Polis Akademisi Başkanlığı. Erişim: 25 Aralık 2019 https://www.pa.edu.tr/Upload/editor/files/Politika%20ve%20Uygulama%20Boyutlar%C4%B1yla%20G%C3%B6%C3%A7%20ve%20Uyum.pdf

– Taylor, Charles. “Tanınma Politikası”. Çokkültürcülük. Haz. Amy Gutmann. 46. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2018. https://www.mhd.org.tr/images/yayinlar/MHM-1.pdf

– UNHCR. “Türkiye’deki Suriyeli Mülteciler Sıkça Sorulan Sorular” Erişim: 26 Aralık 2019 https://data2.unhcr.org/en/documents/download/59167

Geribildirim

Mail adresiniz gizli kalacaktır.


Biz Kimiz?

Gayemiz, asırlardır mirasçısı olduğumuz medeniyetin gelişimine katkı sağlamak adına kurduğumuz ilim halkasındaki ilmî faaliyetleri geniş kitlelere ulaştırmaktır.

Cemiyetimizde, genç ve hareketli yazar kadromuz ile Siyaset, Hukuk, Ekonomi, Sosyoloji, Edebiyat ve Tarih gibi ilmî alanlarda gerek akademik gerekse de gündeme ilişkin yazılar kaleme alınmaktadır.


İletişim


Küçük Çamlıca Mahallesi, Filiz Sokak, No:3
Üsküdar/İstanbul