İlim ve Medeniyet

NESİL VE MEDENİYET AKTARIMINDA 3S FORMÜLÜ

“ben bir çocuğum

yaratılışın ilk hikayesi benimle başlar

hani adem’in hikayesi

balçığa verilen şekilden

ana rahmine tutunan damlanın hikayesi..

ben bir çocuğum

hücrelerden ete kemiğe bürünenim

aslında yaratanın en büyük mucizesiyim

 

Çocuk hayatımızda ne anlam ifade eder? Kimisi için evlat, kimisi için soy, kimisi için evin neşesi gibi birçok anlam yüklenir. Hatta toplumdaki çocuk algısının, insanın yaşlılığında ona bakacak bir varlığın garantisi gibi bir anlamı da vardır.

Terbiye edici Rabb’in yaratılış gayesi verdiği insan; zorlu hayat yolculuğuna nerede başladı ise o nokta çocuğun hikayesinin de başladığı noktadır. Medeniyetleri de kavramlarını da doğuran besleyen noktadır. Sahi nerede başlamıştı insanın hikayesi?

Balçık’tan/Su’dan/Toprak’tan/Alak’tan yaratılan insanın sürgün yeri dünya, sürüldüğü yer cennet… Dünya; bitmek bilmeyen arayışın, tutunma telaşının, mücadele mecburiyetinin sürgün hikayesinin yazıldığı ve devam ettiği yer.

Çoğalmanın ve var olmanın sürgünü tabiat-ı gözlemle beraber “varlığa anlam vermeye” evrildi. Çözüm bulmak, hayatın akışında ziyan olmamak, dengeyi aramak, düzeni kurmak veya düzene uyumlanmak gibi birçok deneyim zaman içerisinde medeniyetleri doğurdu. Bu doğuş aktarımla, silsile ile insanlık tarihini ördü meydana çıkardı. Bu silsile de işte çocuk bir sır kıymetinde şifre oldu.

Dünyaya geldiğinde içinde ne cevherler barındırdığını bilmediğimiz çocuk, geçireceği çocukluk dönemi ile geleceğin bir nevi yazılım merkezi olacaktır. Ve nihayetinde geldiğimiz son noktada kaybedilen şuur “Çocuk ve Medeniyet” şuurumuz oldu. Onu kaybettiğimizden beri zaman ve mekan üstü şahsiyetler yetiştirmekte git gide kısırlaşıyoruz, tükeniyoruz. Dirilmek için çocukluğun şifrelerini çözmemiz, Rabbimizin terbiye ediciliğin de şahsiyet yetiştirmenin kodlarını yeniden yazmamız gerekiyor.

Bu minvalde İbrahim Nesli hasret kaldığımız hazinemizdir ve nesil bilincinde silinmiş kodlarımızdır.

“Çocuk nedir?” sorusuna Kur’an Pedagojisi’nden bakacak olursak; Çocuk, neslin devamında ve medeniyet ruhunun aktarımında odak noktadır. İslam Medeniyeti ruhunun geleceğe aktarılmasında en büyük varis yine çocuktur. Bu kavramın yeşerdiği yer ise çocukluk, çocukluğun şekillendiği ilk yuva ise anne ve babadır. Çocuk eğitiminin iki vazgeçilmez kolu anne ve babanın en büyük mirası, sadaka-i cariye olacak çocuklar yetiştirilmesidir.

Peki zaman ve mekân üstü şahsiyetlerin yetiştirileceği İslam’ın ruh verdiği yuvalarda çocuklarımız, çocukluk çağında nelerle beslenmeli?

İnsan için besin sadece ağız yoluyla alınan gıdalar değildir. Mükemmel bir dengede işleyen Rabbani Sistem’de insan birçok kaynaktan beslenir. Tabii ki hayatını devam ettirebilmesi için gıdalar en temel besin kaynağıdır. Beraberinde duygusal ve duyusal besinlerde insanı en hızlı şekilde etkileyen, yönlendiren, şekil veren besinlerdir. Duygusal ve duyusal besinleri kaliteli ve aynı zaman dozunda alan çocuk “mutedil” bir mizaca sahip olarak büyür ve gelişiminde dengeyi bulur.

Dengede olmak ise bize dünyada erdemliliği kazandıran en değerli eylemdir. Zaten ilahi sistem dengeli bir sistem olduğundan dolayı otomatik olarak dengesi bozulanı ya sistemden çıkarır (ölüm gibi) ya da bir şekilde dengeye çeker (hastalık şifa arayışı gibi).

Dengeli bir ümmet olmakla şereflenen Müslümanların nesil şuuru da ancak erdemli ve sağlıklı nesiller yetiştirmekle geleceğe aktarılabilir. Peki bunun için en önemli kriterler nelerdir?

“Nesil ve Medeniyet Aktarımında 3S Formülü”nü açarak sorularımıza cevap bulmaya çalışalım. 3S formülü, kurulacak Müslüman yuvalarda maya olacakken, halihazırda kurulmuş yuvalarda da bir onarım veya yeni bir ruh olabilir.

Açacağımız 3S formülünde bahsedilen “Birinci S” Yüce Yaratıcının yaratılışa neden gösterdiği ve her şeyi onunla harmanladığı “Sevgi”dir. Öyle ki sevgi olduğu her yeri, saygı ve hürmet hizasına çeker, huzuru çağırır, El-Vedud isminin tecellisi ile rahmeti, bereketi filizlendirir. Eşler arası sevgi ve saygının hâkim olduğu bir iklimde yetişen çocuklar da kodlarına sirayet eden bu iklimi gelecek diğer nesillere taşıyacaklardır. Sevgi ve saygı ortamı ruhu öyle besler ki sağlıkta beraberinde korunacaktır veya dengeye oturacaktır. Bir yuva kurulurken veya yeniden onarılırken neslin mayalanması için ne güzel bir ayettir Furkan 74:

“Ve onlarki; “Ey Rabbimiz!” diyeni yaz ederler. “Bize göz nuru olacak eşler ve çocuklar bahşet. Bizi sana karşı sorumluluk bilinci taşıyanlar için örnek ve öncü yap.”

Nesil inşası için ne güzel dua ve isteyiştir, oturana, tembele, yatana, derdi olmayana değil Rabbine karşı sorumluluk taşıyana öncü olmak ve önderlik yapmak arzusu. Ne büyük nimettir! Cebindeki kredi kart sayısı, malı mülkü, arabası, süsü ziyneti olana değil göz nuru olacak olana meyletmek niyazı… Nur kandili gibidir. Aydınlanır ve aydınlatır. Göz pencere gibidir dışarıdan kâinata açılır, içeriden de insana ve yuvaya kapanır. Korur. Ki sevgi de bir koruma ve korunma kalkanı değil midir? Müslüman yuvada yetişecek olan nesiller göz nuru yani “Kainat ışığı”dırlar. Bu ruhu evinde yaşayan ve çocuklarına yaşatan anneler babalar ilk şahsiyet eğitiminin temelini de atmış olacaklar. Sadece kendini değil ümmetin evlatlarını da dert edinip nesil bilincinde yetiştirecek olanlar bu niyazın sahibi önder kullar olacaktır. Bu iyilik yarışında ne mükemmel bir şuurdur.

“İkinci S” ferahlığın ve huzurun anahtarı, şu zamanda ise insanlığın en çok hasret çektiği kavram “sukünet”tir. Huzur ve sukün bulmayan bir bedende akıl melekesi zorlanacaktır. Enerji dengesi bozulacaktır. Bedende enerji dengesi bozulduğunda ise hastalık başlar, hasta bir beden sağlıklı kararlar alamaz, verimlilik konusunda yenilir. Huzursuz beden ve ruh tevekkül yeteneğinde zayıflar. Bunu gençlerimize henüz evlenmeden anlatmak geleceğin anne ve babalarının şuurlu nesiller yetiştirmesinde temel olacaktır. Sukünetin hakim olduğu yuvalarda teslimiyet ve tevekkül, akıl ve iman birleşir. Çocuk böyle bir iklimde mutedil bir mizaçta büyüdüğünde, hayatı boyunca bu kaynaktan besleneceği için düşünce fikir dünyasını da ileri ki yaşlarına dengede yansıyacaktır. Bu yolda Rum Suresi 21. ayet ne güzel rehberliktir:

“Onun mucizevi ayetlerinden, işaretlerinden biri de sizi cezbeden, (kendisinde huzur ve sukün bulacağınız) kendi cinsinizden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve şefkat yerleştirmesidir. Bunda kuşkusuz düşünen insanlar için dersler vardır.”

Ayette geçen eş tanımı, gençlerimize aşılanan birçok planlı akımların zehirlerine karşılık bir panzehirdir. Evlenecek bir gencin ilk neye bakacağının tanımı ve bu bakışın ömrü boyunca hem kendisi için hemde çocuklarının yetişeği evdeki iklim için bir kriterdir. Ama nasıl bir kriter? Huzur ve sukün veren bir eşle yaşamanın mucizesi göznuru gönülaydınlığı sadaka-i cariye olacak nesillerdir. Çünkü sukünet ve huzur veren eş; cennet nimetlerinden bir nimet, Müslümanın kulluk yoluna destek, mücadelesine sığınak iken, aşırılığına aç nefsine bir dinginliktir, olgunluk vesilesidir. Sukünet ile büyüyen nesiller huzuru yeniden inşa edeceklerdir. Çünkü kalenin içinde huzur sağlam ise, tüm enerji iyilik için, kulluk için İslam ve ümmet için harcanacaktır. Ne çok ihtiyacımız var böyle evlere ve iklimlere…

“Üçüncü S”, mahremiyetin ve iffetin mühürlendiği “Sır”. Sırlar aleminden dünyaya sürgün olan insan en büyük sınavını iffet ve mahremiyet kavramlarından veriyor. Kadın ve erkeğin bir araya gelmesiyle kurulan evler bir nevi kadını erkeğe erkeği kadına nefisleri ve arzuları için örtü kılıyor. Elbise gibi koruyucu ve onu koruyor. Tabiatı gereği iffeti ile yaratılan insan için bu eğitim bebeklikte en önemli eğitim konusu oluyor aslında. Tüm kodlar çocuklukta yazıldığı için olsa “Mahremiyet ve İffet” gerek bebeğin alt değiştirmeden tuvalet eğitimine kadarki süreçte, oradan okul hayatından sosyal hayatına kadar sirayet eden bir korunmadır. Bunu koruyan da sırdır. Yani bu sır anne ve babanın arasında başlar. Birbirlerine davranışlarından nesle sirayet eder. Herşeyi ortaya dökülen ilişkiler yapaylıkla beraber kokuşmaya da mahkumdur. İnsanı hayvandan ayıran iffet ve mahremiyet duygusu en temel besinlerdendir çocuk için. Örnek verecek olursak; Bugün annesinin veya babasının ağzından, eşinin özel hallerini veya davranışlarını arkadaşlarıyla paylaştığını gören çocuk ileride kendisi bir başkasının mahremiyetine sırrına saygı duymayacaktır. Halbuki bir evlilikte nikah ilkin gönülleri sonra da yatak odasını mühürler. Eşleri eş yapan sırlarıdır. Evleri ev yapan şuurdur. Eşinin dedikodusunu rahatlıkla yapan evladının da ileride kendisinin dedikodusunu yapmasını, sırlarını ifşa etmesini yaşayacaktır. Evde olan çocuklara mutlaka sirayet eder çünkü. Şahsiyetli nesiller ancak şahsiyetli yuvalarda yetişir. İfşa etmek bu yüzden toplum içinde çok kafa yormamız gereken, hastalık haline gelmiş bir durumdur. İfşa edilen eşte muhabbet yuvada ise bereket kalmaz. Ne güzel ayettir Bakara 187. ayet:

“…onlar(kadınlar) sizin için elbise(örtü) gibidirler, sizde onlar için elbise gibisiniz.”

İşte burada geldik cenetten dünyaya gelen insanın en doğal duygusu olan iffetin ancak evlerde mahremiyetin sırları ile yaşanabileceği gerçeğine… Elbise gibi örten, giysi gibi koruyan, güzelleştiren eşler örneklikleriyle çocuklarını da iffet ve mahremiyet bilinciyle yetiştirmiş olacaklar.

İşte bu yuvalar tek tek Dar’ül İslam olacaklar ve erdemli ve sağlıklı nesillerin yetiştiği birer medrese olacaklar. Selam olsun onlara!

Nuran Şeker

Exit mobile version