MAKİNENİN GELİŞİMİ VE SANAYİLEŞME ÜZERİNE | İlim ve Medeniyet

Sizlerle sanayinin ve makinelerin tozlu dünyasına kısa bir yolculuk yapalım.

Dilerseniz öncelikle “makine” kelimesinin nereden türediğini açıklamakla başlayalım.

“Makine kelimesinin kökeni İtalyanca aynı anlama gelen macchina sözcüğünden alıntıdır. İtalyanca sözcük Latince aynı anlama gelen machina sözcüğünden evrilmiştir. Bu sözcük Eski Yunanca mēχanē μηχανή  “aygıt, mekanizma, özellikle makaralı kaldıraç” sözcüğünden alıntıdır. Yunanca sözcük Eski Yunanca mêχos μῆχος  “araç, aygıt” sözcüğünden türetilmiştir.”[1]

Tarihte en eski kaynaklarda “makine” sözcüğü aşağıdaki şekillerde yer almaktadır:

“-Makine [ Ebubekir Ratib Ef., Nemçe Sefaretnamesi (1792) : Ertesi gün bir akademyaya dahi götürüp makine elektrika dedikleri alet ile on beş mikdarı i’mal-i acibe (…) izhar eylediler ]
-Mekanik “[Fr mécanique] makinesel” [ Takvim-i Vekayi (gazete) (1840 yılından önce) ]
-Mekanizasyon “[Fr mécanisation] makineleşme” [ İsmail Husrev Tökin, İktisat Nasıl Okutulmalı (1931) ]”[2]

Görüldüğü gibi makine isminin ilk kullanılışı çok eskiye dayanmamaktadır. Nitekim bu kelimenin adının sıkça anılması “Sanayi Devrimi” ile birlikte olmuştur. Sanayi Devrimi’nin ise XVIII. ve XIX. yüzyıllarda zuhur ettiğini düşünürsek bu aletlerin günlük dilimize girişini incelemek için çok da eskiye gitmemiz gerekmediğini anlamış oluruz.  

Bu aletlere verilen isim çok eski olmasa da, şuan makine olarak adlandırdığımız araçların kullanımı insanlık tarihine bakıldığında bir o kadar da eskiye dayanmaktadır. İnsan türünün çok eski çağlardan beri yaşamlarını idame ettirebilmeleri için çeşitli ilkel yöntemlerle işlerini kolaylaştırdığını biliyoruz. Hatta bu ilkel yöntemler sayesinde ciddi zaman dilimleri içerisinde hayatta da kalabilmişlerdir. Bu hayat mücadelesinin temel faktörü insanlığın ilk zamanlarında beslenme olurken, yerleşik hayata geçen insan toplulukları 2. temel faktör olarak barınma alanında yoğunlaşmışlardır. Çağlar ilerledikçe ve bu insan toplulukları arasındaki etkileşim arttıkça “doğal seçilim” dediğimiz “Güçlü olan hayatta kalır.” ilkesi önceki dönemlere göre daha çok önem arz etmiştir. Yaratılış itibariyle fıtratta bulunan rekabet duygusu güçlenmiş, örgütler hâlinde yaşamını sürdüren bu insanların gün geçtikçe küreselleşmesi ve örgütlerini büyütmesi durumunda savunma ve taaruz yapabilmeleri için askeri alanda da üretime geçmeleri bir gereklilik haline gelmiştir.

Makineleşmenin her ne kadar Sanayi Devrimi’nden sonra gerçekleştiğini düşünsek de; önceden sınıflandıramadığımız için çağlar boyu kullandığımız aletleri yok saymak mantıklı olmayacaktır. Örnek olarak; eski zamanlarda kullanılan, kuyulardan su çekmeye yarayan çıkrık sisteminin, arabalara yük yüklerken kullandığımız eğik düzlemlerin bile bir basit makine olduğunu söyleyebiliriz. Makine denilince akılda elektriğin ve çok kompleks sistemlerin canlanması doğaldır fakat tamamı ile doğru değildir. Basit makineler dediğimiz; makara sistemleri, çıkrık sistemleri, kaldıraçlar, dişli ve kasnaklar, vida gibi birçok sistem aslında halen kullanmakta olduğumuz ve çok eski çağlardan beri insanlığın kullandığı ve hayatlarını kolaylaştırdığı sistemlerdir.

Daha kompleks makinelerin ise hayatımıza girişi gerçekten de Sanayi Devrimi ile gerçekleşmiştir. Galileo gibi modern fiziğin babası olan astronom ve fizikçi bir bilim adamını Roma engizisyonunda yargılayan bir Avrupa’dan, rönesans ve reform hareketleri sonucunda özgür düşüncenin ve bilimin ehemmiyetinin yükselişe geçtiği Avrupa’ya evrim epey güç olmuş olmakla birlikte, at gözlüklerinden kurtulup ekonominin ve üretimin öneminin idrak edildiği bir döneme girilmesiyle Avrupa’da bu devrimin temelleri atılmıştır. “1763 yılında James Waat tarafından bulunan Buharlı Makine, Sanayi Devriminin dönüm noktası haline gelmiş ve makineleşme hızla yayılmaya başlamıştır.”[3]

İlk sanayi devrimi dönemi “Endüstri 1.0” olarak adlandırdığımız ve buharla çalışan makinelerin gelişimini gözlemlediğimiz bir dönemdir. Su ve buhar gücü ile öncekine nazaran çok daha karmaşık sistemlerin kurulmasıyla ve atölye bağlamında üretim yerine fabrika bazlı seri üretimler yapılmasıyla makine kelimesi asıl anlamını kavramaya başlamıştır. Endüstri 2.0 ile çelik üretimi sonucu demiryollarındaki gelişmeler ve peşinden endüstri 3.0 ile analog sistemlerin yerini dijital sistemlerin alması dönemlerinin geride kalmasıyla nihayet akıllı üretim dönemi olan, yapay zeka, robotik, makine öğrenmesi, büyük veri, simülasyon, bulut, nesnelerin interneti gibi alanlara yoğunlaşan endüstri 4.0 dönemine varışımız gerçekleşmiştir.

Günümüzde varılan noktayı hulâsa edecek olursak; dünyada insan gücü ve mentalitesinin uygulamalarını makine ve robotlara öğreterek iş gücünü en aza indirmek, refah seviyesini arttırmak ve zamandan kazanç elde etmek için donanım, yazılım, matematik, üretim vb. birçok alanda inanılmaz bir hız kaydedilmesi sonucu yaşamın makineler eliyle kolaylaşması sağlanmaktadır. Sistemlerin otonomlaşması istihdam dengesinin bozulması açısından bazı kesimlerce birçok tartışmalara yol açsa da, bu durum büyük bir oranda kabul ve destek görmektedir.

Makine üretiminin ve ihracatının en revaçta olduğu ülkelerden ilki şüphesiz Almanya’dır. Türkiye’de sanayiyle ilgilenen kesimin büyük bir kısmının aklında bir soru var: “Alman endüstrisi neden bu kadar güçlü?” “Endüstriyel tarih açısından bakıldığında Almanya, Avrupa kıtasında sanayileşmeye geç başlayan bir ülke konumundadır.”[4] Buna rağmen şuan dünya piyasasında endüstri alanında en çok isminden söz ettiren isim de Almanya’dır. Bunun sebebini Almanların çok çalışması ve disiplinli olması gibi sığ sebeplerle açıklamak doğru olmayacaktır. Elbette ki disiplin ve çalışmak önemli faktörlerdir fakat bunlar asla Alman endüstrisinin gücünün sebebini açıklamamız için tek başına yeterli değildir. Japonlar gibi ilkel yöntemleri sürdürmekte ısrarcı, kaba tabirle ‘eski kafalı’ olmaktan ziyade Almanların her gün kendini geliştirmesi ve inovasyona açık olması büyük bir etkendir. Algoritmik düşünce yapılarının gelişmiş olması, mühendislik alanında devlet desteği ve bu alana büyük bir bütçe ayrılmasının, mühendislik ve makine alanlarına özel fonlamaların bulunmasının, stratejik planlamalar ve düzenlemeleri akılcı ve realiteye uygun şekilde yapmaları, adım adım ve düzenli ilerlemeleri, işlerinde en iyisini ortaya çıkarma güdüleri onları bu alanda lider kılıyor.[5]

Peki, Türkiye’de durum nedir diye soracak olursanız; son zamanlarda gerçekleşen “Milli Teknoloji Hamlesi” ile birlikte ‘millileşme ve yerlileşme’ vizyonuyla yapılan yenilikler mühendislik ve teknoloji alanlarında büyük önem arz ediyor. Sanayi ve Teknoloji Bakanı Sayın Mustafa Varank’ın yaptığı açıklamalardan anlaşıldığı üzere bu hamle ile birlikte teknolojiyi hayatımızın her kademesine entegre etmeye çalışacağız. Sıcak savaşların hâlâ bitmemesi ve Türkiye’nin şuan birçok kaos durumunun tam ortasında olmasından(Bahar Kalkanı Harekatı vb.) mütevelli, yazımın ilk başında da bahsettiğim gibi şuan için teknolojinin özellikle ‘askeri’ alanda kullanılmasından ve geliştirilmesinden yana olmak Türkiye adına çok doğru bir tercih olmuştur. Bunun sonucunda donanımı ve yazılımı tamamen Türk mühendislerinin eseri olan “İnsansız Hava Aracı(İHA)” ve “Silahlı İnsansız Hava Aracı(SİHA)” gibi bir çeşit makine türü olan savunma araçları üretilmiştir. Bununla birlikte gündemde olmayan fakat arka planda birçok görev üstlenen daha pek çok makine Türk mühendisler tarafından üretilmiştir ve kullanılmaktadır(Akıncı, TB2, CAS, BOZOK, ATAK T-129 vb.). Çok daha efektif makinelerin üretimi için hali hazırda çalışmalar son hızıyla devam etmektedir. Türkiye gelişmekte olan bir ülke olmasına karşın; bilim, sanayi, savunma ve teknoloji alanlarında gücünün üstünde bir performans sergileyerek dünya devleriyle ve gelişmiş ülkelerle yarışa girmiştir.

Makinelerin kuyudan su çekme merhalesinden İHA(İnsansız Hava Aracı) olma merhalesine kadarki sürecini ve sanayideki yerini bu yazımda aktarmaya çalıştım. Makinelerin değişerek ve evrilerek her türlü yenilikte ve kolaylıkta payı olacağını düşünmekteyim. İnsanlığın var oluşundan bu yana hem birey hem toplum minvalinde artarak baş gösteren rekabet ve hırs duygularının sonuçlarını tüm ülkeler bazında düşünmeliyiz. Bu yarışın içinde dünya piyasasında var olabilmek ve yer edinebilmek için endüstri 4.0 çağına ayak uydurmak mecburiyeti su götürmez bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Yoksa güçsüz olanlar elenir, güçlü olanlar hayatta kalır. Bu bağlamda makine kavramını geliştirip iyileştirecek olanlar sadece üniversitelerin makine mühendisliği bölümünden mezun olanlar değildir. Mühendislik sistemlerinin tamamı birbirine entegredir ve ancak bu sistemlerin koordineli ve iç içe planlanması sonucu büyük projeler gündeme gelmektedir. Bu alanda yoğunlaşmış, teknolojiye ve bilime ilgisi olan, başta kendi ülkesi için daha sonra tüm insanlık için yarar sağlamak isteyen her bir birey bu vâzifeyi üstlenmektedir.

[1][2]https://www.etimolojiturkce.com/kelime/makine

[3]  https://www.yenisafak.com/bilgi/devrimin-dorduncu-halkasi-sanayi-40-3246512/dunyada-40-sureci-581120

[4] http://www.subconturkey.com/2012/Ekimm/koseyazisi-Alman-Endustrisi-Neden-Guclu.html

[5] http://almanlaryapmis.com/almanya-sanayi-devrimi/

Bengisu Yüksel

Geribildirim

Mail adresiniz gizli kalacaktır.


Biz Kimiz?

Gayemiz, asırlardır mirasçısı olduğumuz medeniyetin gelişimine katkı sağlamak adına kurduğumuz ilim halkasındaki ilmî faaliyetleri geniş kitlelere ulaştırmaktır.

Cemiyetimizde, genç ve hareketli yazar kadromuz ile Siyaset, Hukuk, Ekonomi, Sosyoloji, Edebiyat ve Tarih gibi ilmî alanlarda gerek akademik gerekse de gündeme ilişkin yazılar kaleme alınmaktadır.


İletişim


Küçük Çamlıca Mahallesi, Filiz Sokak, No:3
Üsküdar/İstanbul