İlim ve Medeniyet

ARAF’TA BİRİNCİ GÜN

Witten 06 Ekim 2018

“Kalplerimiz..” diye başladı söze. Hâlbuki ne kalpten bahsetmek mümkün, ne de içinde bulunduğumuz ortamı anlamlandıracak o sihirli kelimeyi söyleyebilmek. Gene de kalplerimiz demeli.. Övgülü sözleri sona bıraktıysa da gizliden gizliye yaşamaktan zevk duyduğumuz hazzı inkâr edemem. Berger-Denkmal’den Ruhr’u seyretmek. Yeşil ile mavinin, tren ile suyun, toprak ile demirin o mayhoş edici uyumu nasıl karartabilir ki kalplerimizi? Bu akan bulut kümeleri, uzayıp giden tren rayları, sonu bilinmez bir nehir, yüksekçe bir tepe. Ama gene de kalplerimiz…

Her şeye ve her ortama, herkese..

Kilometrelerce uzaktayım kalbimden. Asırlarca uzaktayım kalbimden. Anlamca uzaktayım kalbimden. Hadi kavuşalım desem, araya giren yıllar ve yollar uzaklaştırmasa bizi, anlamını kaybetmiş olmanın varlığı bile tek başına benden uzak durman için yeterli bir sebep.

“Duman nasıl ateşi belli ederse bu unutuluş da istediğinin, başka yere yönelişinin göstergesi!” Ne kadar sarıldıysak, bağlandıysak mekân mefhumuna, o kadar uzaklaştık birbirimizden. Olsundu. Ne çıkarsa bahtımıza, biz dünden razılar, yani Allah’a hamd edenler, buna da bir kılıf bulurduk elbet. Uzaklık da güzeldir; geriyorsa gevşemiş ipleri, sarıyorsa dildeki gurbet yarasını, çözüyorsa çözülmesi gerekenleri, güzeldir elbet..

Ama kalp işte bu; sevilmeyecek olanı sever. Bir ömür acı çeker de dillendiremez acısını, dindiremez. Hatırlayabildiğim bir şiirin en vurucu mısraı şöyleydi: “kalplerimiz bölüştürülemez”

Kilise duvarında yazan söze kaç kişi dikkat kesilmiştir bilemem ama biz doğudan gelenler, yani mistikler, yani Müslümanlar anlarız, ruhundan kavrarız kelimeleri: “Beati mundo corde” ne mutlu yüreği saf olanlara, temiz kalanlara…

Devam etti genç, bir Alman edasıyla sahiplenmiş olduğu yurdu anlatmaya. Hâlbuki herkesin anlatabileceği şeylerdi bunlar.

-Bana anlatılmamış olanı anlat. Ya da anlatma, sadece susalım. Anlatır anlatması gereken anlatılası ne varsa anlayıncaya kadar.

Gencin yüzünü buruk bir hüzün kapladı.

-Konuşmak güzeldir, ama dost; konuşmasanız, sussanız, tek kelime etmeseniz bile saatlerce yan yana aynı havayı teneffüs ediyorsa gerçek dosttur. Herkes konuşur ama susanlar gerçek dostlardır. Çünkü dil susunca yüzler konuşmaya, eller ayaklar kelimelerin tercümanı olmaya başlar. Gönül dilde olmayan kelimelerle hitap eder.

Tren geçiyor..

Ne zaman eski bir tren görsem küçükken annemle yaptığımız tren yolculukları gelirdi aklıma. 3 lira 75 kuruş vererek Haydarpaşa’dan kalkan o trenin beni geçmişe götüren bir yanı vardı hep. Diliskelesi çok da uzak sayılmazdı ama o yolculuklar çocukluğumun en bereketli anılarını barındırıyordu içerisinde. Şimdi de şu tren alıp götürüyor beni çocukluğuma. Şu Ruhr, bana köyümdeki Perisuyu’nu hatırlatıyor. Şurada birbirlerine bakan ve hiç konuşmadan söyleşenler de öyle..

Birkaç adım atmalıyım. Birkaç tane daha..

Korkuluklarına yaslanıp Denkmal’in ince bir fısıltıyı gizleyen kilitlerine kulak kabartmalıyım. Bunca kilit var olmuşsa yeryüzünde, sevda denilen yürek kıpırtısı herkeste neşvü nema buluyorsa, aynı duyguysa eğer herkese hitap eden, hepimiz aynı şeye vurulmuş olmanın denklemsizliği içerisindeyiz. Aşk alınıp, aşk satılan gri bir korkuyu yaşıyoruz belki de hepimiz.

M. Fatih Özmen

Exit mobile version