İlim ve Medeniyet

ALİYA İZZETBEGOVİÇ PERSPEKTİFİNDE KÜRESEL BARIŞ VE ADALET

 

Öyle zulümlere maruz kalmışlardı ki dünya onlardan adeta bir intikam bekliyordu. Oysa onlar hoşgörüyü seçtiler. Zulme zulümle karşılık vermiş olsalardı, hem ruhları hem inançları zedelenecekti. İşte bu noktada küresel barış ve adaletten bahsedilecekse şu sözler dikkatle benimsenmelidir. Hiç kimse intikam peşinde koşmamalı, sadece adaleti aramalıdır. Çünkü intikam, sonu olmayan kötülüklerin de kapısını açar. Geçmişi unutmayın ama onunla da yaşamayın.”

Kahraman ecdadımız, dünyanın çeşitli yerlerinde asırlarca farklı dil, din, mezhep ve ırka mensup milyonlarca insanın kardeşçe ve huzur içerisinde bir arada yaşamasını sağladıysa bunu, hak ve adalet anlayışı üzerine yükselen İslam dini sayesinde yapmıştır.

Nitekim İslam’da adalet, hayatın her alanında ön plana çıkmaktadır. Gündelik yaşamdan insan ilişkilerine, tartıdan ücrete kadar hayatın her alanında rastlanan adalet unsuru, bir arada yaşayabilmesinin en önemli koşullarından biridir.

Bilinmesi gerekir ki adalet ve barış, birbirini tamamlayan kavramlardır. Biri diğeri olmadan eksik ve anlamsız kalır. Adaletin olmadığı yerde barış bir kavram olmaktan öteye geçemez. Aynı zamanda adalet, bir anlamda barışın manifestosu ve temelidir. Adalet ortadan kalktığında, dünya üzerinde hak, hukuk, denge ve barıştan bahsetmek imkansız hale gelir.

Adaletten bahsedebilmek için hukukun, kuvvet karşısında teslim olmaması gerektiğini bilmek gerekir. Nitekim küresel düzeyde barışın sağlanması ve adil bir düzenin işlemesi, adalet anlayışının toplumda yerleşmesiyle mümkün olabilir.

“Düşmanlarımıza gelince onlara adaletli davranmaktan başka borcumuz yok!” 

Küresel düzeyde barışın sağlanması için öncelikle adalet olgusunun toplumdaki varlığının sağlam kök salmış olması gerekir. Çünkü adalet duygusu, bir anlamda sorumluluğun bilincinde olmaktır. Ne koşullarda muamele görürsek görelim, nihayetinde selamet olduğunu bildiğimiz adaletten şaşmamak, fırsatlar değişse dahi adaletten ödün vermemek temel kaygımız olmalıdır. İşgal edilmiş topraklarda umut tünelleri üzerinden hayata tutunmaya çalışan bir milletin “Düşmanlarımıza gelince onlara adaletli davranmaktan başka borcumuz yok!”  demesi de barış tefekkürünün adalete olan teslimiyeti ve insanlığın barışa olan hasretinden kaynaklanmaktadır.

Adaletin, mülkün temeli olabilmesi için toplum tarafından dayatmalara maruz kalmaksızın bir üst değer olarak benimsenmiş olması gerekir!

Dolayısıyla küresel barış ve adalet temin edilecekse bu durum, devletler nezdinde değil, toplumlar nezdinde mümkün olabilir. Eğer devletler halkın korktuğu birer üst yapı olmak yerine halkın ilham aldığı birer yapıya dönüşürlerse, ortada ne medeniyetler çatışması kalır ne de ideolojik kutuplaşmalar. Nitekim küresel barışı tesis edecek olan ötekileştirmeler değil, gönül ittifaklarıdır. Gönül ittifakı da fertlere mahsus bir olgudur.

Adalet yerine güce saygı duyulan bir dünyada kuvvete dayalı zoraki barış yok olmaya mahkumdur. Dolayısıyla harcı, adalet olan bir barış sonsuza dek tomurcuk saçan bir çiçeğe benzer. Dönemsel olarak ortadan kalksa da saçtığı tohumlar en nihayetinde tekrar neşvünema bulacaktır. İşte bu durum da ancak toplum bilincinde adaletin hakkıyla benimsenmesi ve uygulanması ile mümkün olabilir.

Adaletin, toplumda yerleşik hale gelmesi için ise bunun, bir üst norm olarak topluma dayatılması yerine, bir üst değer olarak toplum tarafından benimsenmiş olması yerinde olacaktır. Çünkü insanoğlu doğasının gıdası hükmünde olan adalet eğer bir norm olarak dayatılırsa insanlar nezdinde tepki doğurabilir.  İnsan zihni, -doğru da olsa- dayatmalara doğal bir tepki verme eğilimi içerisindedir. Dolayısıyla insanlara doğrudan ‘barışı sağla’ demek yerine; barışın ön şartı olan adalet kavramının öğretilmesi, barışın bekası açısından önem arz etmektedir.

Adaleti benimseyen insan kalbi, ötekileştirmeleri bertaraf edecek şekilde eşitlikten bahsetme evresine girecektir. Böylelikle adalet hamuruyla yoğrulan insan, kendinden olanı sevip ötekine ise saygı göstermek zorunda hissedecektir. Sevgi ve dayanışmanın olduğu yerde ölümün değil, hayatın üstün olduğunun farkına varıldığında, insanın insana üstünlüğü ve üstün ırk gibi söylemler ortadan kalkarak yerini adaletin getirdiği doğal bir barış ortamına bırakacaktır.

Adaletsiz de olsa bu barışı reddetmeyeceğiz”

Barışın tesis edilmesi kadar korunması meselesi de büyük önem arz etmektedir. Tarihte birçok örneğine rastlanıldığı gibi, fetih kılıç zoruyla yapılsa da fethedilen yerde barışın sağlanması ve korunması adalet eliyle mümkün olur. Salt kuvvet, adaletsizliğe zemin hazırlayacağı gibi zamanla insanların barışa olan inancını da zedeleyecektir. Dolayısıyla hukukun üstünlüğüne bağlı tesis edilecek bir adalet, huzurun bekası için elzemdir. Nitekim menşeini adaletten almış bir hukuk, barış gibi inandıkları bir dava uğruna ölmeyi dahi göze alan insanların silahıdır.

En büyük hedefimiz barışın korunmasıdır.

Öyle zulümlere maruz kalmışlardı ki, dünya onlardan adeta bir intikam bekliyordu. Oysa onlar hoşgörüyü seçtiler. Zulme zulümle karşılık vermiş olsalardı, hem ruhları hem inançları zedelenecekti. İşte bu noktada küresel barış ve adaletten bahsedilecekse şu sözler dikkatle benimsenmelidir. Hiç kimse intikam peşinde koşmamalı, sadece adaleti aramalıdır. Çünkü intikam sonu olmayan kötülüklerin de kapısını açar. Geçmişi unutmayın ama onunla da yaşamayın.” Dengeler değiştiğinde eğer Bosna halkı intikam peşinde koşmuş olsaydı şüphesiz Bosna’nın, bugün sahip olduğu ‘zulme karşı adaletle mukavemet’ onuru zedelenmiş olacak ve izlediği adil ve barış yanlısı stratejiden dolayı her yere başım dik giderim diyen başkomutan Aliya, başını eğmek zorunda kalacaktı.

Bugün dünya genelinde barışın bekçiliğini üstlendiklerini belirten devletlerin, temelde gücü elinde bulunduran devletler olmalarına rağmen barışı sağlamakta aciz kaldıkları görülmektedir. Bu durum bize barışın salt kuvvetle sağlanamayacağını göstermektedir. Bu devletlerin, gücü, barışın sağlanması adına temel belirleyici etken olarak görmeleri başarısız olmalarına neden olmaktadır.

Unutulmamalıdır ki; adalet unsurundan yoksun bir barışın yapay olduğu ve uzun yaşayamayacağı tarihte defalarca tecrübe edilmiştir!

Aydın GÜVEN

Exit mobile version