İlim ve Medeniyet

MAHATMA GANDHİ’NİN SİYASET FELSEFESİNİ YENİDEN HATIRLAMAK

Gandhi ürperdi ve gözlerini açtı. Başında toplananları görünce, dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme belirdi. Ancak kendine özgü mucizelerden birini daha başarmıştı. Hindistan’ın tarihi kadar eski kan dereleri ve zıtlıklar, odasında bir araya gelen bu adamları birbirlerinden ayırıyordu. Sihlerin mavi sarıkları (hem de en militan tarikat olan Akaliler) ile, başları takkeli ve beyaz cüppeli Müslümanlar; Zerdüştlerin Londra’da biçilmiş giysileriyle karışıyordu; Kongre Partisi’nin taraftarlarının “dhoti”leriyle, “Bahangi Colony”nin “Dokunulmazlar”dan oluşan çöpçüleri yan yanaydılar. “Hindu Mahasabha” aşırılarının yöneticileri, hatta Hindu örgüt RSS’nin esrarlı temsilcisi bile Pakistan Yüksek Komiseri’yle dirsek dirseğe idi.

Gandhi işaretle Manu’yu yanına çağırdı. “Orucuma son vermeyi kabul ediyorum, Tanrı’nın dileği yerine gelsin.” dedi.

Hemen çılgın bir heyecan odayı sarıverdi. Çevresi sakinleşince Gandhi bütün ziyaretçilerini hep birlikte bir Budist “mantra”sı, sonra Gita’dan, Kur’an-ı Kerim’den ve İncil’den ayetler, Zoroastre’den dualar okumaya çağırdı…

Yetmiş yaşındaki Mohandas Gandhi, 121 saat 30 dakika sadece su ve karbonatla dayandıktan sonra ilk besinini (portakal suyu) kabul ediyordu.

D.Lapierre & L.Collins-Bu Gece Özgürlük, sf.473-75.

Oruç, çıkrık ve dua ile geçen bir hayatın sahibi, emperyalizmi kurşun sıkmadan dize getiren bir milletin babası, üstündeki sade beyaz kumaş kadar pak ve duru bir ahlak anlayışının mimarı… Mahatma Gandhi.

Yukarıda uzun bir alıntıyla başladığımız şiddet aleyhtarlığının en büyük temsilcisi, fedakarlığın ve adanmışlığın sembolü  “Yüce Ruh” Mahatma Gandhi’nin ölümünün üzerinden tam 73 yıl geçmiş. Bilindiği üzere Gandhi fikirlerini ve eylemlerini kaba güce başvurmadan ortaya koyarak dünyanın en büyük sivil itaatsizlik hareketine önderlik etmiş ve Hindistan’ın İngiliz sömürge yönetiminden kurtulmasını sağlamıştı. Gandhi’nin mücadelesi sadece İngilizlere karşı değildi; Hint Alt Kıtası’nda yüzyıllarca bir arada yaşayan ancak sömürge dönemi ile birlikte birbirlerine düşman haline dönüştürülen tüm toplulukları barış içinde kardeşlik bağıyla yeniden bir araya getirmenin uğraşı içerisindeydi. Ortaya koymuş olduğu yöntem ve esaslar, bugün tüm dünyada şiddete, çatışmaya ve savaşa hayır diyen milyonlarca insan için bir pusula niteliğindedir.

Toplumsal ve siyasal düzlemde yaşanan tıkanıklık ve bunalımlarda şiddetin ve çatışmanın yerine sevgi ve hoşgörüyü aşılayan Gandhici etik anlayışı herkes adına referans olmalıdır. Düşmancıl ihtilafların tuzağına düşen ve kendi kendini uçuruma sürükleyen insanların toplumsal ve siyasal davranış ve aktiviteleri uzlaşmadan uzak, ahlaki esaslardan beri ve sorumluluktan bigane şekillenmektedir. Özellikle adaletin ve sağduyunun sesine kulak kabartanların sayısının her geçen gün azaldığı günümüzde; insana, hayvana ve doğaya dair iyilik kırıntılarına muhtaç gezegenimiz kaos ve düzensizliğin pençesinde kıvranmaktadır. Nefret ve öfkenin adeta kurumsallaştığı ve hayatlarımızın vazgeçilmez aparatı haline geldiği bir çağda, Mahatma Gandhi’nin saf ahlaki değerler üzerine inşa ettiği siyasal düşüncesi daha fazla incelenmeye muhtaçtır.

Uzlaşma siyasetinin içi boşaltıldığından beri toplumsal aidiyetler daha sıkı, içe kapanık ve militan bir çerçevede kamusal alanda sergilenmektedir. En başarılı demokrasilerin bile içine düşmüş olduğu bu kırılgan yapı, toplumsal birlikteliği, kültürel ve etnik çeşitliliği dinamitleyerek şiddet ortamına zemin hazırlamaktadır. Gandhi’nin siyasal düşüncesinin omurgasını teşkil eden ahimsa (şiddetsizlik) ilkesi, ahlaki bir formülasyonla kuşatılmış sorumluluk ve empati bilincinin uzlaşı kültürüyle birleştirilmesini esas alır. Gandhizm olarak da adlandırabileceğimiz bu yol, realist dünyanın saldırgan ve şiddete meyyal doğasına karşı ateşli bir savunma mekanizmasıdır. Öyle ki kendisini adanmışlığın burcuna taşıyan Mahatma Gandhi, ahimsa uğruna ölmeyi, bu idealin gerçekleşmesi için gereken ahlaki bir direniş olarak nitelemiştir.

Hint Alt Kıtası’nı fiziki ve zihni açıdan sömüren İngiliz emperyalizmine dimdik bir direniş gösteren ve arkasından milyonları aynı yol üzere yürütmeyi başaran Gandhi, kaba güçten ilham alan kolonyalizmi “sonuna kadar şiddetsizlik” parolasıyla topraklarından sürmeyi bilmiştir. Ancak asıl sorunun çözülmesi, sömürgecinin sömürülenler üzerine serpiştirdiği nefret ve ayrımcılık tohumlarının yok edilmesi ile mümkün olabilirdi. Hindu, Müslüman, Sih, Hristiyan, Zerdüşt, Budist ve Caynistler kolonyalizmin sert yumruğu altında ötekileştirilmiş, birbirlerine düşman bellenmiş ve birer maduna dönüştürülmüştür. Bu nedenle Gandhi’nin en büyük sınavı, İngilizlere karşı birlikte özgürlük mücadelesi verdiği bu grupların ülkenin geleceği konusunda düştükleri ihtilaflar olmuştur. İngilizlere tek kurşun sıkmayan bu insanlar şimdi nasıl olur da birbirlerini boğazlıyordu?

Diyalog bağları kopan Hint toplumunu yeniden mayalama görevini üstlenen Gandhi, siyasal üstünlük ile dini ve kültürel kibri yenmek için mütevazılığı, empatiyi ve sevgiyi yeniden toplumun tüm katmanlarına yaymaya çabaladı. Tuttuğu açlık oruçlarıyla, kendi canını ortaya koyarak arabuluculuğu ile bitirdiği toplumsal çatışmalarda sevgi ve hoşgörünün dilini konuştu; Hindistan’ın tüm dinler, kültürler ve topluluklar ile çok sesli ama ahenkli büyük bir orkestra olması için mücadele etti. Böylesi bir insanın katledilişinin üzerinden geçen onca yıldan sonra geride bıraktığı fikirlere ve aktivizme daha fazla ihtiyaç var.

İnsanların birbirini şeytanlaştırdığı, iletişim kanallarının sistematik nefreti yaydığı, tüm dinlerin ve ahlaki kodların sevgiyi ve hoşgörüyü aşıladığının unutulduğu veya göz ardı edildiği kamusal alanda; Gandhi’nin çileli hayatı, şiddetten arındırılmış ideal devlet sistemi görüşü, toplumların ezilen madun sınıflarına eşit siyasi ve kültürel alan açılmasına dair verdiği mücadele ve birey emeğine verdiği değer daha fazla görünür kılınmalı ve tanıtılmalıdır. Mahatma Gandhi’nin “çivisi çıkmış realist dünya”nın damarlarına enjekte ettiği eylemsel şiddetsizliğe dayalı siyaset felsefesini hiçbir zaman unutturmamak gerekiyor. Ezcümle; barış, sükunet ve hoşgörü kolay bulunur değil ama veciz ifadedeki gibi bulanlar ancak arayanlardır.

“Çünkü her doğan için ölüm muhakkaktır

Ve ölen her şey için yeniden doğmak muhakkaktır

Kaçınılmaz olan şeyin karşısında acınmak niye?”

Mahatma Gandhi’nin yaşamının son gününde(30 Ocak 1948) şafak vakti duasında Bhagavad Gita’dan okumak için seçtiği bölüm…

             

Abdulkadir AKSÖZ

 

Exit mobile version