İlim ve Medeniyet

LOCKE’UN SİYASET DÜŞÜNCESİNDE MÜLKİYET VE DEVLET

John Locke-Two Treatises of Government

Locke’un siyaset düşüncesi nedir? Locke’un siyaset düşüncesi ile neler değişti? Locke’a göre akıl-devlet ilişkisi nedir? Günümüze değin değişen devlet-sivil toplum ilişkisi?

17. yüzyılın ünlü düşünürlerinden biri olarak kabul edilen John Locke, 1632 ve 1704 yılları arasında İngiltere’de yaşamıştır. Locke, insanın deneyimlerle gerçekliğe ulaşabileceği yönündeki fikirleriyle tanınmaktadır. Liberalizm düşüncesinin kurucularından biri olarak kabul edilmektedir. Locke’un düşüncesine göre insan, mülk edinebilen, mülkü korumaya yönelik kanun çıkarabilen varlıktır.

Siyasi otoritenin başında olmak, yasa koyucu olmak, tüm toplum bireyleri üzerinde bağlayıcı etkiye sahip olmak, diğer insan ilişkilerinden farklıdır. Bahsedilen tahakküm durumu, baba-aile, efendi- hizmetli ilişkisine göre farklılık arz etmektedir. Efendi-köle ilişkisini istisna olarak kabul etmemiz mümkündür. Çünkü bu ilişki, sivil toplum anlayışından uzaklaşmaktadır ve savaş/müdafaa durumu sonucu kurulan üstünlük olarak kabul edilmektedir.

Locke’un dindar bir Hıristiyan düşünür olduğunu, onun teorilerini dayandırdığı kutsal metinlere yaptığı atıflardan anlayabiliriz. Ancak, düşünürün Hıristiyanlığın yaygın kabullerinden biri olan “aslî günah” fikrinin karşısında “tabula rasa” düşüncesini geliştirmesi, kendi düşüncesinde bir dualiteye sebep olmuştur.

Doğa durumunun Locke’ta nasıl ele alındığına değinmek gerekirse, Locke, insanların özgür bir yaşam hali içinde olduklarını ancak bunun başıboşluk durumu olmadığının altını çizmektedir. Yetkin özgürlük durumunun bireyler arasında eşitlik sağladığını ifade eden Locke, bunun temeline bir potansiyel olarak aklı yerleştirmiştir. Tanrı’nın insanlara bahşettiği akletme kabiliyetinin, doğada hiçbir şeyin/düzenin olmadığı durumda bile doğa yasasının gerçekleştirilebileceği fikri Locke tarafından savunulmaktadır.

Doğa durumunda kişi, kendi davasının yargıcıdır. Uyuşmazlık durumlarında zuhur eden orantısızlık durumu, devlet ihtiyacını doğurmaktadır. Devletin ortaya çıkmasıyla beraber toplum yasalarının hüküm sürdüğü kabul edilmektedir. Toplum yasaları, insanlara doğa yasaları tarafından verilmiş hürriyetleri kısıtlar. Bu kanunlar, toplumun refahını, güvenliğini, bireysel hürriyetleri garanti altına almaya yöneliktir.

Monarşi, eşitlik durumunu bozup, devletin ortaya çıkmasını gerektiren ilk duruma dönmeye neden olacaktır. Bu yönetim biçiminde, yöneticinin keyfi uygulamalarının söz konusu olabileceği gibi, yasama ve yürütme güçlerinin üzerinde bir konuma sahip olabilmek ile güçler ayrılığının sağlanamaması durumu ortaya çıkacaktır. Bireylerin, hukuki çözümsüzlüklerini nihayete erdirmek üzere başvuracakları merciinin bağımsız iradeye sahip olmaması durumu birey ile devlet arasında ve toplumda çözülmeye neden olacaktır.

Devlet, mülkiyet alanının korunmasını ve bu alanın dışına müdahil olmaması gereken organizasyon olarak tanımlanmaktadır. Temel amacı,  insanların özgür eşitler olarak muhafaza edilmesini sağlamaktır.

Mülkiyet oluşumundaki belirleyici faktör emektir. Mülkiyetin plansız olarak değil, ihtiyaçlar doğrultusunda mülk dağılımının sağlanması hedeflenmektedir. Locke’un siyaset düşüncesinin temelinde devletin varlığı, düzenin tesisi bireylerin mülklerinin korunmasına yönelik geliştirilen mekanizma ile ilişkilendirilmiştir.

Locke’un devlet anlayışında sivil toplum, devlet ile özdeştir. Modern zamanda sivil toplum, güçlü devlet mekanizması karşısında dengeleyici unsurdur. Günümüzdeki sivil toplum örgütleri, sendikalar, dernekler vb. gücü elinde bulunduran devlete karşı, onunla muhatap olan kitlelerin ve bireylerin haklarını koruma görevine sahiptir. Locke, zihninde, organizasyonların faaliyetlerinin, görüşlerinin devletin kanun ve uygulamaları ile özdeş olacağını, bağdaşacağını savunmuştur.

Furkan EMİROĞLU

Exit mobile version