İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Bir cami düşünün ki, ne sessiz bir vadiye kurulmuş ne de ilimle bezenmiş bir merkeze. Raqqa Camii, fıkıh ve felsefenin değil, kılıçların ve kalelerin arasına kurulmuş bir yapıdır. Ve bu yönüyle onun taşları sadece dua taşımaz, aynı zamanda nöbet tutar. O cami, inşa edildiği coğrafyanın şiddetle dolu nabzında bir dinginlik alanı, askerin ortasında bir rahmet gölgesi, kılıcın yanında bir vicdan kıblesi olmaya çalışır. Çünkü İslam, en çok da kılıcın gölgesinde şefkatle inşa edebildiğinde kudretini gösterir.
Rakka, Abbasi döneminde sadece bir garnizon değil, bir geçici başkenttir. Harun Reşid’in gözde şehirlerinden biri olarak kurulan bu yerleşim, fetihlerin ve seferlerin eşiğinde, hilafetin nefes almak için çekildiği bir soluklanma noktasıdır. Ve işte burada, dev surların, askerî kışlaların, emir saraylarının ortasında yükselen Rakka Camii, o sertliğin içine serpiştirilmiş bir secde suskunluğudur. Yapı, ilk haliyle yaklaşık 100×80 metrelik sade bir plan üzerine oturtulmuştur. Ne ihtişamlı süslemeleri vardır ne de yüzyıllarca konuşulacak bir mimari anekdotu. Ama Rakka Camii, çevresini dengeleme iradesiyle anlam kazanır1.
Caminin inşa tarzı, mimari bir meydan okuma değil, yerle uzlaşmadır. Kullanılan tuğlalar bölgedeki yapı geleneğini yansıtır. Duvarlar kalındır; çünkü dışarısı güvensizdir. Minare, gözlem kulelerine benzer; çünkü içeride ibadet edilirken dışarıda savaş konuşulur. Caminin iç planı, sadelikten ibarettir. Ne saray görkemine göz kırpar ne de medreseyi andırır. Çünkü Rakka Camii bir şey göstermez; sadece olmayı sürdürür. Orada kalmak, ibadet etmek kadar bir duruş göstergesidir.
Bu caminin kıymeti, onun sadece bir ibadet mekânı olmasında değil, aynı zamanda askerî bir kentin ortasında nefes alma noktası olmasındadır. Bir kentin kimliği sadece surlarında ya da pazarlarında değil; merkezine ne koyduğunda gizlidir. Ve Rakka’nın merkezine cami konmuştur. Bu yerleşim, yalnızca savunma ya da fetih için değil; secdede eşitlenen bir toplum için planlanmıştır. Cami bu yüzden sadece inşa edilmez, aynı zamanda yerleştirilir: tam kalbe, tam merkeze.
Ama Rakka Camii’nin öyküsü sadece mimari bir arayış değil, aynı zamanda bir geçiciliğin tanıklığıdır. Abbasi sarayı buradan çekildiğinde, askerler dağıldığında, ticaret yolları değiştiğinde kent yavaş yavaş sönmeye başlar. Cami ise kalır. Çünkü o taşlar, geçip giden iktidarlara değil, devam eden bir yönelişe tanıklık eder. Bugün o yapıdan geriye sadece kalıntılar kalmış olabilir. Ama bu kalıntı, neyi kaybettiğimizi değil; neyle başlamış olduğumuzu hatırlatır.
Rakka Camii bize şunu fısıldar: “İktidarların ömrü sınırlıdır, ama secde hep kalır.” Bu cami, saltanatla gölgelenmiş bir dindarlığın değil; dindarlıkla yumuşatılmış bir saltanatın izini taşır. Yapının mihrap duvarı hâlâ ayaktadır ve hâlâ yönü göstermektedir. Bu yön sadece Kâbe’ye değil, aynı zamanda insana doğrudur. Çünkü insanı en çok unutan şey, iktidardır. Ve cami, bu unutkanlık karşısında, her namazla hatırlatır: Yön Allah’adır, ve her güç sonunda secdeye varacaktır.
Bugün Rakka, yıkımın, savaşın, göçün adıyla anılıyor. Ama o cami, hâlâ ayakta. Taşları dökülmüş, kubbeleri çökmüş olsa da, yönelme duygusu yerindedir. Çünkü cami, sadece mimari değil; niyetin mekânıdır. O niyet bir kez doğru atıldıysa, taşlar dökülse de yön bozulmaz.
Ve belki de bu yüzden, Rakka Camii yalnızca bir yapının değil, bir inancın en zor şartlarda bile mekân üretme gücünün sembolüdür. Kılıçlar çekildiğinde bile, eller göğe açılabilir. Gökyüzü açıksa, cami her yerdedir.
Alıntı
Davut Ufuk Erdoğan
Yorum Yaz