İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Tarihte bazı yapılar, bir halkın değil, bir geçişin izini taşır. Ne tamamen ait oldukları geçmişe dönerler, ne de bütünüyle geldikleri yeni çağın parçası olurlar. Arada kalırlar, ama bu “arada kalmak”, bir eksiklik değil, bir üretim alanıdır. Neyriz Camii, tam da bu alanda yükselir. Sâsânî taşlarının suskunluğunu, İslâmî kelimenin iç sesiyle birleştiren bu yapı, bir dinin yayılışından çok, bir medeniyetin geçiş hâlini taşır.
İran’ın Neyriz şehri, zengin bir Zerdüştî geçmişin üzerinde yükselmiştir. Sâsânî mimarisi burada yalnızca bir estetik değil, bir dünyaya bakış biçimi sunmuştur. Anıtsallık, simetri, içe dönük avlular, ateşin kutsal mekâna hapsedilişi… Bu gelenek, İslam geldikten sonra silinmedi. Aksine, onunla konuşmaya başladı. Neyriz Camii, işte bu diyaloğun mimari örneğidir: bir cami gibi davranır ama altında bir tapınağın ağırlığını taşır. Ve bu ağırlık, onu bastırmaz; derinleştirir1.
İlk bakışta alışıldık cami planlarından ayrılır. Avlusu vardır, evet. Bir eyvanı da. Ama eyvan, caminin merkezindedir. Cami değilmiş gibi durur; ya da başka bir şeyden çevrilmiş gibidir. Zaten öyledir: Yapının altında, Sâsânî dönemine ait bir ateş tapınağının izleri sürülür. Bu dönüşüm, sadece taşları değil, mekânın anlamını da dönüştürmüştür. Önceden tanrısal ateşin saklandığı yer, şimdi her gün secdeyle serinletilen bir avluya dönüşmüştür. O kutsallık artık içe değil, göğe ve birlikteliğe dönüktür.
Neyriz Camii’nin en dikkat çeken yönü, uyum arayışıdır. Bu camide ne önceki dönem bütünüyle reddedilir ne de yeni dönem tümüyle dayatılır. Aradaki mesafe mimariyle korunur; bazen bir sütun mesafesidir, bazen bir kubbe yüksekliği. Cami, bu mesafeyi bir çatışma değil, bir uzlaşma biçimi olarak okur. Bu, İslam’ın yeni coğrafyalara giderken taşıdığı nadir erdemlerden biridir: Taşı sadece yerinden etmek değil, yerini anlamlandırmak.
Tuğla kullanımı, Sâsânî tekniklerinden gelir. Yazıtlar ise Selçuklu döneminden. Süslü değil ama işlevsel mihrabı, yüksek ve içe doğru çekilen eyvanıyla birleşince, yapı içinde hem tarihsel hem duygusal bir derinlik doğar. Neyriz Camii, bir coğrafyanın yüzlerce yıllık inançla, korkuyla, umutla yoğrulmuş taş belleğini yeni bir kıbleyle yeniden yönlendirir. Bu yönelme, yalnızca Kâbe’ye değil, aynı zamanda birlikte yaşamanın, hatırlayarak değişmenin yönüdür.
Bu cami, bir inşa değil, bir dönüştürmedir. Ve mimari, dönüştürmeyi en zarif biçimde yaptığı zaman anlam kazanır. Neyriz Camii, İslam’ın başka bir uygarlıkla temas ettiğinde yalnızca fethetmediğini, aynı zamanda dinlediğini, öğrendiğini ve eklemlediğini gösterir. Burada her şey yerli yerindedir ama hiçbir şey yerli değildir. Her şey yeni gibi görünür ama her şey eskidir. Çünkü bu cami, “yeni bir hayatın eski bir bedenle kurulması”dır. Bu beden taş olabilir ama o hayat niyettir.
Bugün bu yapıya bakıldığında, ilk hissedilen şey şaşkınlık değil; saygıdır. Çünkü bu cami bir zafer anıtı değil; bir ortak hafıza yapısıdır. O kadar sade, o kadar sessiz, o kadar olduğu gibi... Taşlar bağırmaz; sadece durur. Ve durdukları yerde, her döneme bir iz, her bakana bir soru bırakır: “Uyum mümkün müydü?” Neyriz Camii bu sorunun cevabıdır: Sessizlikle, dönüşümle, birlikte hatırlayarak: Evet.
Alıntı
Davut Ufuk Erdoğan
Yorum Yaz