İlim ve Medeniyet

POLİGLOT EMİN İLE YABANCI DİL ÜZERİNE SÖYLEŞİ

Ozan: Kendinden Bahsedebilir misin?

Emin: Öncelikle Allah’a hamd ve şükür ediyoruz.  Peygamberimiz’e de (sav) salat ve selam ediyoruz, ailesine ve ashabına da.

İsmim Âmin Bin Salim. Türkiye’ye geldiğimde Âmin isminin çok fazla kullanılmadığını fark ettim. Dua ile birlikte bağdaşlaştırılıyor. Türkiye’nin kendine özgü bir kültürü bu. Bu konuda bir şikâyetimiz yok. Muhammed, Mehmet Meselesindeki gibi. Kendimi Emin olarak tanıtıyorum ve herkes de Emin olarak tanıyor.

Allah’tan ismim gibi emin olabilmeyi niyaz ederim. İsmimizin hakkını vermemiz lazım ve Müslümanca yaşamak lazım. Madagaskar’dan geliyorum. Başkent’te oturuyoruz ama başkentli değiliz. Biz asıl Antemoro kabilesinden geliyoruz. Bu da Madagaskar’ın Güney Doğusu’nda bir bölgede bulunuyor. Biz Manakara diyoruz ona. Oranın havası güzel ve iklimi tropikal. Çok güzel meyvelerimiz var. Bizim insanlar en son gördüğüm haliyle hala ilkel bir yaşam sürdürüyor. Dışarıdan gelenler var ama bunlar yerel halkı çok etkileyemedi. Köyler dağınık bir şekilde yayılıyor. Köyler bu şekilde ve yollar arabalara uygun bir şekilde değil. Asfalt yol yok buralarda. Bazı köylere at ile bile zor girebilirsin. Yollar çok gelişmedi. Birçok yere sadece yürüyerek gidiyorsun. Bizim orada buna rağmen terlik kültürü çok yok. Dışarıdan getiriyoruz ama oradaki insanlar alışık değil. Halkın neredeyse yüzde 99’u yalın ayak geziyor bizim köyde. Evlerde topraktan değil. Madagaskar’a has bir bitki var. Bu bitkinin adı Ravinala. Bitkinin Türkçe ismi yok. Bu sadece Madagaskar’da var. Başka bir yerde yok. Belki Madagaskar’ın yakınındaki adalarda vardır. Ama bildiğim kadarıyla bu sadece Madagaskar’a has. Biraz hindistan cevizi ağacına benziyor ama farklı bir ağaç. Meyve vermiyor. Yaprakları oluyor ve o yaprağından da evler yapılıyor genellikle. Şimdiye kadar da hala o yapraklardan ev yapılıyor. Yazın sıcak oluyor ve yağmur yağıyor. Çok soğuk olmadığı müddetçe de bu bitki evi sıcak tutuyor. Yaprakları da suya karşı dirençli ve ıslanmıyor. Bizim orada hayat öyle. Çok fazla teknolojik gelişme yok. Dil ve Edebiyat hiç yok. Gündelik yaşıyorlar, sadece günlük ihtiyaçlarını gidererek yaşıyorlar. Halkın nerdeyse tamamı tarımla ilgilenir ve hayvancılık yapar. O şekilde fakat beni şaşırtan şey paraya çok bağlı olmaları. Henüz kendileri teknolojik anlamda gelişmemişler ama ne hikmetse takas kültürü yok bizde. Ben ona şaşırdım. Baktığım kadarıyla takas kültürü yayılmış olsa orada birçok ihtiyaç giderilmiş olur. Ben de bir tavuk var sen de ne bileyim yarım çuval pirinç var. Sen tavuğu al ben de pirinci alayım şeklinde bir takas işlemi olsa bence işler daha hızlı ilerleyebilir. Genellikle malzeme ve malın olsa bile yerel halka yeterince onu karşılayacak meblağ yok. 50 ya da 100 çuvallık bir pirinç yetiştirdiğinizi varsayalım, hemen satamıyorsunuz. Bunu alabilecek kapasitede insan pek yok. Bunu ancak dışarıdakiler alabilir. Ama anlamadığım kadarıyla ihracat işi de pek olmuyor.

Görsel 1: Ravinala bitkisiyle yapılmış bir ev

Ozan: Yol olmayınca ihracat olamaz Akhi

Emin: İşte bırak yurt dışına çıkarmayı, başka bir şehre bile taşımak çok zor oluyor. Bu da epey etkiliyor bölgenin ekonomisini.

Ozan: Ne kadar nüfus var?

Emin: Tam anlamıyla bizim orada sayım yapılmadı. Metruk bir yer. Devlet çok fazla gitmiyor oraya uzak olduğu için. 20 bin 30 bin civarında bir nüfus olduğunu tahmin ediyorum.

Ozan: Madagaskar’ın toplam nüfusu ne kadar?

Emin: Ülkenin nüfusu şuan 27 milyon. Okullarımız da yeterince iyi değil. Ciddi bir takip yok. Normalde eğitim çok ucuz hatta ödemiyoruz. Öğrenciler Hocaya odun toplayarak veriyorlar ve o şekilde devam ediyorlar eğitime. Hocalar çok yeterli değil. Aynı zamanda hedef yok eğitim anlamında. O yüzden çok çalışmak lazım orada. Ne hikmetse orada da iş yapmak zor. Doğru düzgün iş yapmıyorlar. Ama bu alana girmeye çalıştığında hedef oluyorsun. İş yapanı da engelliyorlar. Kendileri belli bir ticaret yolu açmışlar. Sen de yapacağın işlerle bunlara kesat vurabilirsin diye düşünüyorlar. Genellikle böyle bir şey var. Buralarda bir şey yapmak çok zor. Tedbir almak lazım. Bizim orada devlet yok. Devletin ne yapması gerektiğini anladım. Devlet hedef koymalı. Bunu yapabilmek için de iç meselelerini halledebilmeli. İnsanları birleştirebilmesi için bu gerekli. Biz de rüşvet had safhada. Devlet yok gibi hissediyorsun. Onun izi kalmıyor, yok gibi hissediyorsun. Mesela birileri suç işliyor kimse müdahil olmuyor. Devlete söyleşende gözünü kulağını tıkıyor herkes. Rüşvet alanlar fiyatı kendileri belirliyor. Yapması gereken bir iş, maaş almalarına rağmen rüşvet alıyorlar. İş zorlaştıkça rüşvet miktarı da artıyor.

Ozan: Kaç dil biliyorsun Akhi?

Emin: O zaman Japonca eklememiştim. Farsçayı sayacak olursak 8 dil biliyorum. Farsçaya çok odaklanamadım ve Farsça gündelik hayatımı çok etkilemiyor. Çokta dil ile ilgilenmediğim için üzerine fazla ekleyemedim. Çalıştığım yerde Farsça Tercümanlar var. İran’dan gelen birkaç kişi var. Sohbet ettiklerinde az çok anlıyorum.

Ozan: iyi MaşaAllah.

Emin: Bildiğim kelimeler ve fiiller geçtiğinde ne dediklerini anlıyorum. Basit konuşmaları anlıyorum. Farsça zor bir dil değil. Öğrendiğim diller arasında en kolayı Farsça olabilir.

Ozan: Japoncadan da mı kolay?

Emin: Japoncadan kolay Farsça, çünkü grameri en basit olan şey Farsça.

Ozan: Birisi bana geçen Farsçanın da gramerini ayrıntılı öğrenmek ve derinlemesine dile dalmak çok zor demişti. Bu konuda ne düşünürsün?

Emin: Yok. Belki belagatinden bahsetmek istiyorlar. Belagati ayrı. Belki Akademik seviyeye yükseltmek için yapılan bir çaba olabilir. Teknik olarak grameri en basit olan o. En zor şey sadece bu semai dediğimiz kulaktan duyarak dediğimiz. Goften’den Gû. Orada belli kurallar var.

Ozan: Geniş zamanları diyorsun sen. Suhten’den sûz olması gibi.

Emin: Çoğu mesela sistemli değil.

Ozan: Bence hareke sisteminin olmaması en zor kısım. Her kelimeye tek tek bakman gerekiyor ve hareke kullanılmıyor genelde.

Emin: İkisi. Harekesizlik zaten beni durdurdu. O yüzden gelişemedim ve okuyamıyorum.

Ozan: Sözlük yardımıyla okuyabilirsin ama sen uğraşmak istemiyorsun büyük ihtimalle o kadar.

Emin: Üniversiteden sonra pek bakamadım ama gramer açısından baktığımda en kolay dil o.

Ozan: Ben çalıştım, çalıştım sonra geriye dönüp baktım gramere, dedim aslında çok basitmiş. Bu kadar basit olabileceğini tahmin etmiyordum diye düşünmüştüm. Hocamız zamana yayarak bir yılda anlatmıştı bize.

Emin: Yeterince malzemesi olan birisi bir ayda grameri çok iyi öğrenir. Bir ay bile fazla. Sabahtan akşama kadar okuyorsan bir ay bile fazla. O yaptığımız ilk gelişmede Japonca bildiğimi söylemedim. Şuan 8 dil bildiğimi söyleyebilirim. 5 dilde rahatlıkla konuşabiliyorum. Madagaskarca, Fransızca, İngilizce, Arapça ve Türkçe. Bunları rahatlıkla konuşuyorum. En zayıf olduğum dil Farsça. Almanca ve Japonca arasında büyük bir fark yok. Okumada Almancam daha iyi. Çünkü grameri bitirdim. Japoncada Kanji’yi öğrenemediğim için. Japonca’da üç tane yazı var. Hiragana, Katakana ve Kanji. Ben Hiragana’ya çalıştım çünkü daha kolay. Katakana çok fazla kullanılmıyor o yüzden çok fazla okumadım. Kanji’ye geçemediğim için de okuma kısmı orada da takıldım.

Ozan: Ama Konuşma iyidir Japoncada değil mi?

Emin: Basit konuşmaları yapabiliyorum. Daha çok anlıyorum. Ama yine de geliştirmek lazım. Yazı kısmı ya da günlük sürekli konuşursam. Yazı olmadan da öğrenebilirim.

Ozan: Japonca ve Çince gibi dillerde karakterler olduğu için okuma bence daha zor öğrenilebilen bir şey.

Emin: Evet.

Ozan: Ben bu dilleri öğrenmek istersem konuşma üzerinden öğrenmek isterim ileride nasip olursa inşaAllah. Okuma çok sonra gelir benim için bu diller için.

Emin: Söylemek istediğim şeyde bu. İlk görüşmemde söylediğim şey sokak dili öğrenmek çok tercih edilen bir yaklaşım değil. Fakat bazı dillerde eğer mesela yazısı çok zorsa, o dile de ulaşman gerekiyorsa bu kuraldan taviz vermemiz gerekiyor. Şimdi konuştuğum Japonca Sokak dili değil ama sokak yöntemiyle öğrendim. Gramerini de dinleye dinleye oturdu. Grameri öğrendim ama sokak tarzıyla öğrendim. O yüzden çok tavsiye edilmese bile bazen tek yöntem olabilir. Ama daha iyisini de yapmaya çalışmalıyız. Dilin çok önemli özellikleri de kaybolmamalı ve tahribata uğramamalı. Mesela Arapçanın lehçeleşmesi çok vahim bir durum. Çok baltaladı ve neredeyse dilden bir şey kalmadı.

Ozan: Bazı sektörlerde lehçe bilmeni istiyorlar. Saha çalışmaları gibi yerlerde ammice istiyorlar. Mecbur seni öğrenmek zorunda bırakıyor.

Emin: Bu durum dili bozuyor. Gramer bakımından Arapçadan daha zor bir dil yok ama bu lehçeleşmesiyle o özelliklerin çoğu gidiyor.

Ozan: Bu durum kolaylık sağlıyor ve insanlar da bunu tercih edebiliyorlar.

Emin: Her kolaylık iyi olmayabilir. Dilin literatürü tamamen yozlaşıyor ve bir müddet sonra kayboluyor. Birçok ammice konuşan şuan Fasih bilmiyor. Bilenlerin sayısı da az. Eğer Kur’an-ı Kerim olmasa ve Hadisler olmasa Arapça kaybolup giderdi. Kur’an-ı Kerim olmasa şuan Ammice diye bir kitap yazılırdı. Her ülke kendi ammicesini yazarlardı.

Ozan: Yaptılar bunu Akhi. Yabancı poliglotları takip ediyorum. Arapça öğreniyor ve Mısır’a gidiyor mesela ve Mısır lehçesi öğreniyor. Bunun dersini veriyorlar ve üzerine kitaplar yazıyorlar.

Emin: Yani mecburen. Fusha öğreniyor faydasını göremiyorum diyor. Bir tek haber izleyebiliyorsun onunla. Birçok film izlemek istesen bile yine lehçe konuşuyorlar. Arada baya bir fark var. O yüzden sokak diline çok iyi gözle bakmıyorum zorunlu olmadıkça.

Ozan: Sistem zorluyor, duruma göre öğrenmek gerekiyor. Halkla iletişim halinde olacaksan mecbur öğrenmek zorundasın. Fasihi herkes anlamaz.

Ozan: Dil öğreniminde kullandığın yöntemler nelerdir?

Emin: Bir dile başlamak herkes için farklıdır. Şimdi bir görüşme yapıyoruz. Kendimi tanıtmış oluyorum ama bunu başkasının faydası için ortaya koyuyorum. Sadece kendi bulduğum yöntem yetmeyebilir. Bulunduğum şartlar başkası için uygun olmayabilir. Kursa gidenler bizim bu konuşmamızın dışında kalıyor. Kursların kendi yöntemleri var. Kursa giderse orada yine de öğrenebilir. Kursa gidenler de istifade edebilir. Bazı tavsiyeler kendi kursunda gördüğü eksiklikleri doldurabilir, tamamlayabilir.

Yaklaşımım daha çok öncelikle kişinin sokak dili mi değil mi öğrenecek olduğu onu hedeflemeli. Birisi belli bir durumdan dolayı bir ülkeye gider. Normalde o dili öğrenmeye hedefi olmayabilir ama orada kalması gerektiği için zamanla öğrenir. Bu kişinin seçeneği olmaz. Kursa gitmiyorsa illa sokak diliyle öğrenmelidir. Ama kişinin seçeneği varsa ona göre hareket etmelidir. Birisi benden Fransızca öğrenmek istemişti. Ben ona dedim ki sokak yöntemi çok uygun değil. Benden öğrenmek istiyordu ben de ona “Hoca olan benim, Hoca olan ben olduğum için benim belli bir yöntemim var. O yönteme göre seni eğitmek isterim dedim.” O da karşı çıktı çok zahmetli olur dedi. Ben de zaten senin durumunu bildiğim için çok zorlaştırmayacağım dedim. Ama maalesef iyi bir sonuca varmadı bizim konuşma. Onun dışında kişinin seçeneği varsa, kendin için en uygun yöntemi belirlemeli. Eğer kişi sokak dili öğrenmeyecekse öncelikle mantıklı olan şey kişinin en uygun yöntemi belirlemesi lazım. Mesela yaşadığı bölgede öğrenmek istediği dil mevcut mu diye araştırması lazım. Mevcutsa malzeme bakımından ne kadar yaygın onu da belirlemesi lazım. Türkiye’de Rusça kolay öğrenilen bir dil. Ruslar çok var burada. Rusça ile ilgili materyaller çok var. Bunları belirledikten sonra kişi ondan sonra devam eder. Hemen işe koyulur. Öncelikle alfabeyi çözmesi gerekir çünkü alfabe öğrenmemizin sebebi öncelikle izleme yeteneğimizi ortaya koymak. Dil öğreniminde çünkü okuma, dinleme, izleme ve konuşma var. Bunların tamamına vakıf olabilmek için de izlemenin önemli olduğunu düşünüyorum. Dinleme ortada olur ve konuşma en son. Çünkü kişi hem görüyorsa hem de dinleyebiliyorsa anlama yeteneği daha çok gelişir. Okuyarak daha çok materyale erişebilir. Dinleyebileceğin çok fazla materyal olmayabilir. Kişi eğer okuyabiliyorsa çok daha hızlı gelişir. Mesela Almancada o yüzden okumam daha hızlı ama gündelik hayatımı çok etkilemediği için fazla dinleyemedim. Eğer Almancayı Japoncayı dinleyebildiğim kadar dinleyebilseydim Japoncayı bitirmiş olurdum. Ama Almancada dinlememi gerektirecek çok bir şey yok. Haber desem aynı haberi İngilizceden dinleyebiliyorum ve daha fazla anlıyorum. İngilizce daha pratik ve onu tercih ediyorum. Bu yüzden Almanca Japoncaya göre daha eksik kaldı. Japonca ise neredeyse her gün videolar izliyorum altyazılı. O yüzden Japoncada dinleme daha çok gelişti. Almancada kendimi zorluyorum ara sıra haberler açıyorum. Başta daha zordu ve şimdi daha iyi anlayabiliyorum.

Ozan: Bir dilde haber okuyabilmek dili bildiğini gösterir diyorlar buna katılıyor musun?

Emin: Evet. Çünkü o dilin en zor kısmı ve profesyonel kısmı. Bir de zaten haberi anlayabiliyorsan sokak dilini de anlayabilirsin eğer arada çok fark yoksa. Okuma başta çok önemli çünkü dinlemeyi kolaylaştırır. Malzemeye ulaşma olanağını da geliştirir. Çok materyal yok dinlesen de genelde anlayamıyorsun. O yüzden okuma başta çok iyi gelebilir. Dinlemeyi peyderpey yükseltiyorsun. Alfabeyi öğrendikten sonra unutmuyorsun eğer okuma yapıyorsan. Artık senin için normal geliyor o dilin harfini okumak. Okuyabiliyorsan o merhaleyi atlamış oluyorsun. Geride dinleme kalıyor. Hem dinliyorsun hem okuyorsun. Bu kısmı öncelikle ortadan kaldırmak gerekiyor. Okuma kısmı bitirildikten sonra dilin asıl kısmı dinlemede kalıyor.

Ozan: Dinleme daha zor değil mi okumadan?

Emin: dinleme daha zor çünkü bebeklerde olan yetenek artık bizde yok. Bebekteki yetenek çok daha fazla Bazı filozoflar diyor ki bebekler boş bir levha gibidir diyor. Ama bu doğru değil. Görmediğin yazılımlar var o levhanın içinde. Boş gibi görünüyor ama içinde bir sürü yazılım var. Tıpkı yeni alınan bir bilgisayar gibi. Gb’sine baksan sıfırdır ama o yazılımı çalıştıran bir sürü şey var. Bebekler de öyle. Kopya olmadan yapıyorlar. Yapıştırdığın kelimeyi belli bir şekilde bağlıyor ve kullanıyor. Bizde öyle değil şuan sana 10 tane Madagaskarca kelime söylesem eğer unutmasan bile onları nasıl kullanacağını bilemezsin. Artık o yetenek bizde olmadığı için böyle. Bizde kalan yetenek ise kıyas. Önceden öğrendiğin dil “ne” diyorsan İngilizce de “what” öğrenmen gerekir. Bu yöntem çok etkili bir yöntem. Dili öğrenmenin en kolay yolu bildiğin dillerdeki değişmeyen bazı unsurları öğrenmektir. Bunlar sorulardır ve zaman. O dilde ilk önce soruları öğreneceksin. Eğer okumuyorsan bile soruları bileceksin. Ne, nasıl, niçin, ne zaman, nerede. Bu sorular her dilde var. Öncelikle bunları öğrendikten sonra az çok gündelik hayatta anlarsın sana soru mu soruyor sana bir şey mi söylüyor. Soru soruyorsa hangi soruyu soruyor. Çünkü hayat böyle. Bir şey yapılıyorsa ne diyorsun? Bir şey yapılacaksa ne zaman diyorsun. Bir şey yaptığını gösteriyorsa niçin öğrenmeye çalışıyorsun. Birisi bana başka bir ülkeye gittim dedi, dil öğreniyorum ama zorlanıyorum dedi. Öncelikle değişmeyen şeyleri öğren dedim sorular. O dildeki soruların karşılığını öğren. Sorulardan sonra bu sorulara cevap verme tarzını öğren dedim.

Sonra cümle yapısı eğer fazla gramere girmek istemiyorsa bunları göz önüne alması lazım. Bu dinleme yolunu kolaylaştırır. Dağınık bir şekilde dinlemiş olmuyor. Tertipli dinlediğinde bilgileri daha rahat oturtur kafasında. Bu eğer bir kısaltma yolu varsa bu kısaltma yolu. Dillerde mantıklı olarak değişmeyen şeyler var. Bazı gramer unsurları da o dile aittir. Onları sonradan öğrenebilirsin. Temel öğrenmen gereken şeyler var. Bunu anlayan birisi ile öğrenirsen çok daha rahat öğrenirsin. Bu yöntem tembel yöntemi olabilir. Bizim amacımız bu en kolay nasıl öğrenilebilir bir dil onu bulmaya çalışıyoruz. Çalışkan birisinin işini bunlar daha da hızlandırır. Çalışmak istemeyen kişiler bu yöntemleri kullanarak öğreniyor. Almanca ve Japonca için herhangi bir kursa gitmedim. Bu yöntemlerle yavaş yavaş ilerliyorum.

Ozan: Almanca hakkında neler söyleyebilirsin?

Emin: Almancanın zorluğu ile ilgili çok söylenti var. Zorluk açısından Almanca Fransızca kadar zor değil. Grameri Fransızcaya göre bir tık üstte ama Almanca İngilizce gibi. Şunu kastediyorum İngilizce cümleler belli bir kalıpta ve o kalıplar değişmiyor. Belli bir şey söylemenin çok fazla seçeneği yok. Belki kelimeler değişir I love you yerine I like you diyebilirsin ama Like I you diyemezsin. Bu sabit İngilizcede. O yüzden birçok ifadede aynı sistemi takip ediyor. O yüzden sen grameri öğrendikten sonra ve gramer bilgin çoğaldıktan sonra belli bir şeyi söyleme tarzın da aynı kalıyor. Şunu söyleyebileceğini tahmin ediyorsun Fransızca da belli bir şey söylemenin birçok yolu var. O yüzden Fransızcada bir Fransız’ın konuştuğunu izlersen genelde çok takılır. Bu aslında artistlik için yapılmıyor. Bunun sebebi aynı şeyi söylemenin kafasında birçok seçeneği olduğu için bir şey söylüyorsun aslında bunu da şöyle söyleyebilirim diyorsun ve arada kalıyorsun. Seçenek ne kadar çoksa seçim yapması o kadar da zor oluyor. Almancada öğrenmen gereken gramer kuralı daha fazladır Almancaya göre desen, ben bunun doğru olduğunu söylerim. Ama gramer bittikten sonra dili kullanmaya geçeceksin kullanırken konuşma tarzı çok daha zor. Kıyasladığım kadarıyla deyim dediğim şey en çok Fransızcada var.

Ozan: Telaffuzu da daha zor değil mi?

Emin: Evet, Almancaya göre daha zor ama Fransızcanın deyimi dil içerisine artık yerleşti. Deyimi söylediğimiz şeyin edebiyat kısmını öne çıkarmak için kullanırız. Deyim kelimelerin yerine geçmiş Fransızcada. Mesela inanamıyorum dediğimde bunun tercümesine bakarsan ve B1 seviyesinde isen farklı söylersin. Fransız artık onu kullanmıyor. Fransız inanmak fiilini bile kullanmıyor. Türkçede birisi bunu kullansa biz şaşırırız. Gerçekten dili bilen kullanır deriz. Bu artık Fransızca için normal oldu ve çok yaygınlaştı. Dilin yüzde 30 40’ında var yani. Almanca baştan zor gelebilir ama Almanca aslında çok zor bir dil değil. Çünkü gramer yapısı İngilizce gibi kurallıdır. Kural olmayan şeyler daha azdır Almancada. Kuralları öğrendikten sonra Almanca konuşman daha kolay olur.

Ayrıca Almanca öğrenenler için Almanca gramerini anlatan videolar daha basittir. O yüzden mesela ben Hocanın dediğini anlıyorum diyorsun. Hoca Almanca konuşuyor ve anlıyorsun. Haber açıyorum veya film açıyorum anlayamıyorum diyorsun mesela. Onu da çok görebilir birisi rahatlıkla. Dil öğretirken daha az kelime kullanıyor Hoca. Genellikle aynı kelimeleri kullanır. Çünkü açıklıyor sadece. O yüzden alışıyorsun bir müddet sonra ve kolay. Asıl haber izlediğinde ve film izlediğinde bu sefer takılıyorsun. Çünkü burada daha fazla kelime haznesi kullanıyor. O yüzden dikkat edilmesi gerekir.

İngilizce bilen birisi Almancayı kolay anlar. İngilizce birisine diyecek olursam belli bir tarifi olmaz. Diğer diller gibidir. Mesela senin için Madagaskarca nasılsa Almanca da o şekilde. Ama belki sağdan soldan duymuş olabilirsiniz. Almancılar var. Türkiye Almanya ilişkisi hiç yok değil. O yüzden benzerlik açısından çok yakın olmayabilir. Türkçe ile de aynı dil ailesinden gelmiyorlar. O yüzden zor veya kolay olabilir. Zorluk açısından Arapça ve Fransızca gibi değil.

Ozan: Almancayı nasıl öğrendin/öğreniyorsun?

Emin:Almanca önce harflerle başladım. Sonra ufak çocuk kitaplarıyla sonra gramer, sonra artık dinleme aşamasındayım şuan. Grameri az çok temel olan şeyleri okudum.

Ozan: Almanca grameri nasıl öğreniyorsun?

Emin: Almanca grameri zor değil. Bunları anlatan çok video var. Birisi Akkusativ, Dativ, Genitiv, nominativ dediğimiz şeyleri anladıktan sonra gerisi kolay. Almanca en zor olan kısımları bunlar.

Ozan: Bunu açıklayabilir misin Türk okurlara?

Emin: Bunların Türkçesi seni, sana, benim, senin. En zoru bu bence Almancada.

Ozan: Die, das felan da zor diyorlar.

Emin: Niye zor bu acqusative, dative şeyine bağlı ve ikisi beraber gidiyor. Bunlar ayrı gitmiyor. Kullandığın kelimeler eril, dişil veya nötüre göre değişiyor. Hem eril, dişil ve nötr halini bilmen gerekiyor. O bundan sonrada acqusative mi değil mi fiillere göre değişiyor. Kişi bunu atlayabilirse gramerin yüzde ellisini öğrenmiş oluyor.

Ozan: Almanca öğrenirken kullandığın kaynaklardan bahsedebilir misin?

Emin: Almanca için son zamanlarda kullandığım Easy German kanalı var. Bu en önemli kanallardan birisi, bir milyona yakın takipçisi var. Onun dışında bir sürü kanal var. Çok fazla materyal var. Tavsiye edebileceğim çok iyi bir kanal var. Linkster Academy. Yavaş konuşuyor Hoca. Kişinin motivasyonunu yükseltecek şekilde dersini anlatıyor. Anya diye bir bayan var ama ben tarzını pek sevmiyorum. Benim istediğim kendimi daha çok dilin içine atmak. Bunlar hep Almanca konuşuyor İngilizce konuşmuyorlar. Hem gramer öğreniyorsun hem de dinleme yeteneğini geliştiriyorsun.

Ozan: Bu da bir taşla iki kuş demek?

Emin: Doğru. Gramerin o dilde öğrenilmesi daha uygun olur.

Ozan: Almanya tecrüben hakkında bahsetmek ister misin?

Emin: Onun için başka bir röportaj yapalım. Şunu söyleyebilirim. Almanya’da İngilizce yeterli. Eğer kursa gitmiyorsan İngilizce ile yetiniyorsun. Orada kursa gidemedim geç geldim. İngilizce ile yaşadım. Hatta orada bir sürü İngilizce ile yaşayan var. Öğrenmiyor ama yaşayabiliyor. Bir markete gitsen bile oradakiler İngilizce biliyorlar.

Ozan: Müslümanların dil öğrenmesi konusunda ne düşünüyorsun?

Emin: Baktığım kadarıyla eğer gerekliyse öğrenilmesi gerekiyor. İslamiyet’te İsrafa kaçmamak tavsiye ediliyor. Öğreniliyorsa kullanılması gerekiyor. Kur’an-ı Kerim’de de geçiyor tanışmamız için ayrı yarattığından bahsediyor. Kur’an’a bakarsak tavsiye ediliyor.

Ozan: tanımanın en etkili yollarından birisi belki de en etkili yolu bence.

Emin: En etkili yolu o ülkenin dilini öğrenmek. Kur’an-ı Kerim’in bahsettiği insanların hepsi Arapça konuşmuyordu.

Ozan: Hepsinin farklı bir dili vardı değil mi?

Emin: Evet

Ozan: Aramice, Arapça

Emin: Hz. Âdem’in dili Arapça mı idi? Onun dilini bilemiyoruz. Orada konuşulan dil insanların ana dili oluyor. Kur’an-ı Kerim’e bakarsak İslamiyet insanların dil öğrenmesini ister. Çok kültürden bahsediyor hepsi Arapça çatısı altında koymuş. Dil birleştirici, dili bilmen gerekiyor. Kehf suresinde Zulkarneyn hikâyesi var ve dil bilmeyen bir kavimle karşılaşıyor. Komşularınla konuşabilmen lazım. Onu tanıyabilmen lazım. Tabi bunu herkes yapmak zorunda değil. Belli bir grubun bunu sağlam bir şekilde yapması gerekiyor. Ülke komşular hangisi ise dillerini öğrenmek gerekir. İslamiyet onlara nasıl ulaşabilir bu yönde çalışmalar yapılması gerekiyor.

Ozan: Bildiğin dilleri zinde tutmak için ne yapıyorsun?

Emin: dinliyorum ve kendi kendime konuşuyorum.

Ozan: Sesli mi konuşuyorsun?

Emin: sesli

Ozan: Poliglot olmak isteyenlere tavsiyelerin nelerdir?

Emin: hedef olması lazım. Hedef yoksa dili sevmesi gerekiyor. Herkesin motivasyonunu sürekli yukarda tutması zordur. En kolayını o dili sevenler yapar. Sevdiğin dili öğrenirsen kolay öğrenirsen. Zorunlu olarak öğrenmen gerekiyorsa öğrenmen zor olur. Türkiye’de bulunuyorum Doğu’da konuşulan Kurmanci var. Onu öğrenmiyorum çünkü İngilizce anlaşabilirim. Ama eşim bu dili bilseydi ben de onunla anlaşabilmek için öğrenirdim. Ticaretin varsa oradan gelen birisiyle belki öğrenilebilir. Belli sebeplere bağlayarak motivasyon sağlamak kolay olabilir.

Ozan: Allah razı olsun, çok teşekkür ediyorum Akhi.

Emin: Amin ecmain.

Değerlendirme: Değerli arkadaşım Emin ile güzel bir sohbet gerçekleştirdik. Yaptığı işin hakkını veren bu arkadaşımın konuşmasının sizlere fayda sağlamasını dilerim. Emin’i daha çok görmek isterim sitemizde. Geleceğin önemli isimlerinden birisi olacak nasip olursa. Güzel bir sohbet oldu. Emin ile ilk röportajımızı 2018 Mart ayında yapmıştık. O yazı bence ilgi gören yazılardan birisi oldu. Madagaskarca hakkında bilgiler de içeriyordu. Gençlerin bu coğrafyalara da ilgi duymasını ben çok istiyorum. Manevi mirasımız bence Doğu’da. Bizler de Doğu Medeniyetinin birer üyeleriyiz. Doğu’ya Afrika’ya, her yere gitmek ve ilgilenmek durumundayız. Çok çalışmak gerekiyor. Karamsarlığa düşmemeliyiz. Dillerle aramızda bağlantı kurup o şekilde öğrenmeliyiz. Müslüman ülkelerin dilinin sevilmesi konusunda ben bir beis görmüyorum ama diğer ülkelerin dillerini öğrenirken çok dikkatli olmakta yarar var. Kültür dediğimiz şey ve dil öğrenmek iki ucu da keskin bir kılıç gibi. Çok dikkatli davranmak gerekiyor. Gençlerimize başarılar dilerim. Umarım hepimize ve sizlere güzel ve faydalı işler yapmak nasip olur.


Ozan Dur

Exit mobile version