İlim ve Medeniyet

ÖLÜM MÜ?

“ölüm mü- yok canım, çok sesli bir evrende çok erken daha
üstelik bilmiyoruz da, doğrusu bilmiyoruz, ölüm mü, bunu
hiç bilmiyoruz.”

Edip CANSEVER

Kalktı. Her zamanki gibi bir kalkıştı bu. Doğruldu. 6.45. Neden bu kadar gecikmişti ki? Saat 6.10’a kuruluydu oysa. Sebebini çok fazla sorgulayamadı. Yapması gereken elinde sandviç, sadece 6.30’lular bilir, otobüse doğru koşmaktı. Alelacele kıldığı sabah namazının ardından, “İnşallah Allah kabul eder.” Dercesine içini çekti. Garip bir tebessümle yollara düşmek için hazırlandı.

“Hadi acele et! Acele…” sözleri dış demir kapının kapanma sesiyle kesildi. Sabah ezanının sesi her yerden yükseliyordu. Güne böyle başlamak onun için dünyanın en güzel hissiydi. Daha açılmamış gözlere inatla kulaklarının pasını silin ses ve “Namaz uykudan hayırlıdır.” Sözünde kendi ayırdığı büyük pay eşsizdi.

İtiş kakışın ardından zorda olsa otobüse binde. 18K hareket etmeye başladı. İnsanların bakışları bir anda ona yöneldi. Üstünü başını kontrol etti. Bir şeyi yoktu. Aceleyle kravatını ters takmamıştı. Geçenlerde başını gelmişti ve herkesle beraber gülmüştü. Öyle bir şey olsa yine gülerlerdi. Acaba insanların derdi neydi? Tabi ya bugün günlerden Pazartesi idi. “Bütün otobüs tersten kalkmış olmalı” diye geçirdi içinden. Kendisi bu durumu çok iyi biliyordu. Ama o, nedense kimseye böyle garip garip bakmadı. O da yıllarca 6.10 uyanış 8.30 iş başı yapanlardandı. Çok fazla aldırış etmedi bu duruma. Güldü, fakat bütün ömrünü kusarcasına güldü. Gençliğini, gelecek hayallerini ve…

Otobüsün ortalarına doğru ilerlediğinde genç bir bayan naif bir sesle:

+Buyrun! Gelin oturun lütfen, dedi.

-Görüyor musun? İnsanlık ölmemiş be! Ölmek… dedi, duraksadı.

Cam kenarına oturduğunda karşısındaki bir adamın sesiyle duraksaması sarsıldı ve kendine geldi:

+O hocam, yine erkencisiniz, dedi. Adam orta yaşlarda kendi halinde bir işçi idi. Büyük olasılıkla 3-4 çocuğu o günkü alın terinden kendilerine düşecek olan payı bekliyordu. Hoca yorgun bir sesle yanıtladı:

-Öyle ya! Erkenciyiz valla! diye gülerek yanıt verdi.

Otobüs ilerliyor, fakat bakışlar ilerlemiyordu. Kimileri ara sıra kulaklığı çıkarıyor, kimileri okuduğu kitaptan gözlerini kaldırarak ona doğru bakıyordu.

-Aman! Şu birkaç aydır insanlar hep böyleler bir türlü değişmiyorlar, dedi.

Değişmek. Yani olması gerektikleri gibi mi görünüyorlardı yoksa olunmalarını istedikleri gibi mi? Bir insan neden değişir ki? Olanı kaybederse değişebilir, olmayana ulaşmak isterse de değişebilir. Otobüste saatler çok yavaş ilerliyordu. Yani yavaş yavaş ölüyordu. Ölmek… Soluna baktı. Hatırlandın dimi burayı? Titreyen bir sese en güzel yanıt burada verildi çünkü. Otobüs tam da buradan geçerken tanışmışlardı. Saat 7.00.

+Bu dükkanlar çok güzel, beraber alışveriş yapmıştık. En sevdiğin elbiseyi burada almıştık, dedi.

Durdu. Son saniyelere… son sani…

-Hocam! Su ister misin? diye bir soru yöneldi karşısındaki adamdan. Tepki vermek istese de veremedi. Biraz kendini toplardı. Soluna tekrar baktı ve ekledi:

+Su ister misin? İstesene şu suyu, içmen lazım ama benim değil senin senin…

Kapılar açıldı. Bir adam dışarıya doğru geldi:

-Hasta yakını siz misiniz? dedi.

+Yok, ama hocamız olur kendisi, durumu nasıl?

-Maalesef kurtaramadık. Başınız Sağolsun, dedi.

Ölüm saati 7.09. Sessizlik. Gözlerini yere indirdi. Titremeye başladı. Omzuna dokunan elle irkildi. Kanlı gözleriyle dokunan ele odaklandı. O el:

+Hocam! İneceğiniz durağa geldik, Hocam… Hoca…

Exit mobile version