İlim ve Medeniyet

KAZAN KALDIRMADAN DARBELERE: TÜRKİYE’DE ORDU VE POLİTİKA

    Geçmişten bu yana ordu-millet mefhumu çerçevesinde kendi özkimliğini ortaya koyan ve dünyada da bu imajla tanınan bir ülkede yaşıyoruz. Bu az çok herkesin gururunu okşayan bir durum. Savaşçı bir kimliksel karta sahip olan ve bunu devam ettirebilen ülke sayısı da oldukça az. Türklerin ordu, asker ve savaş kavramlarına olan yakınlığı ve kabiliyeti ortadadır. Bu bağlamda siyasal kompozisyonun Türkiye’deki ordu ve politika ilişkisini tarihsel bir formla okumaya çalışalım.

     Türkiye’deki ordu-politika ilişkisi kendine has bir nitelik taşır. Ordu-millet üzerinden yapılan tanımlama, siyaset mekanizmasının şekillenmesi ve dizayn edilmesi noktasında askeriyeyi ön plana çıkarmıştır. Ordunun siyasete angaje edilmesi Türk devlet geleneğinin içerisinde göze çarpar nitelikte görünür ve etkin olmuştur. Vatanı savunma görevini üstlenen silahlı kuvvetler, siyasetin ana damarlarından biri olarak varlığını hissettirmiştir. Osmanlı Devleti’nde ordunun devlet için ne kadar hayati bir rolü olduğu hatırlandığında devlet geleneğimizdeki çarpıcı hadiselerin yaşanmasında etkili olan nedenlerin membaına ulaşılır. Bu minvalde darbe ve darbe kültürünün Türk siyasal hayatının bir parçası haline gelmesi de aslında tarihi genetik kodlarımızda saklıdır.

   Osmanlı’da askerlik müessesinin devlet yönetimine doğrudan müdahalesi Yeniçeri Ocağı’yla temel bir sorun haline gelmiş, bu teşkilatın kazan kaldırma olarak nitelediği isyanlar ile devlet yönetimi zafiyete uğratılmıştır. Devletin merkezinde bulunan en profesyonel ordu teşkilatının politik ilişkilere doğru kayışı uzun yıllar boyunca sürecek bir tümörün neşvünema bulmasına neden olmuştur.  Yeniçerilerin politik bir kimliğe bürünmesi devletin siyasi manevra kabiliyetini zayıflatmış ve askerin isteklerinin yerine getirilmesi zaruri hale gelmiştir. Padişahın otoritesini daraltan Yeniçeri zihniyeti, devlet idaresinde söz sabihi olmaya başlayan bir sınıfın oluşmasına zemin hazırlamıştır. Siyaseti etkileme yeteneklerini istemedikleri vezirlerin görevden alınmasına, padişah değişikliğine hatta padişahı boğdurarak öldürebilecek derecede gösteren Yeniçeriler, Osmanlı Devleti’nin bir numaralı sorunu haline gelmiştir. Siyasi tarihimizde ‘kazan kaldırma’ olarak isimlendirilen bu tarz hareketlilikler, devletin gücünün günden güne erimesinde katalizör işlevi görmüştür. Ancak belirtilmelidir ki Yeniçeri ve benzeri askeri başkaldırmalarda Osmanlı Devleti’nin yönetim erkini doğrudan ele geçirme gibi bir amaç söz konusu olmamıştır. Genel manada Osmanlı’daki askeri başkaldırmaların, devletin politik yapısı içerisinde kendine alan açma ile kendi çıkar ve geleceğini garanti altına alma üzerinden şekillendiği söylenebilir. Yıkılış sürecinde askerin devlet idaresindeki gücü ve etkisi geçmişe göre daha fazla artmış, devletin ana aksı haline gelmiştir. Devleti devam ettirme ve yıkılma kaygısı Osmanlı’da askerin politize olmasının önünü sonuna kadar açmıştır. Dolayısıyla ordu, Osmanlı yönetim anlayışının merkezine oturmuştur.

    Osmanlı sonrası Milli Mücadele yıllarına bakacak olursak askeri hiyerarşinin içerisinden gelen komutanların idaresinde yeni bir devletin ortaya çıkarıldığını görürüz. Cumhuriyet sonrası devlet yönetiminin askeri bürokrasi ağırlıklı isimlerden oluştuğu da bilinmektedir. Bu durum devletin kurucu unsuru olarak ordunun baskın hale gelmesini sağlamış ve politik alanında gücünü ve işlevselliğini pekiştirmiştir. Türkiye’de cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren devlet yönetiminin temsili asker-politikacı arasındaki karşılıklı mücadele çerçevesinde şekillendiği ortadadır. Kazan kaldırmadan darbelere giden süreç, ordunun devleti temsil düzeyinin siyaset mekanizmalarının çok üstünde tutulmasıyla ve uzun süre denetim dışı bir organ olarak kabul edilmesiyle oluşmuştur. Ordu ile devletin ali menfaatlerinin birleştirilmesi, ordu-millet mefhumu ve güçlü ordu bağıntısı politika alanında ordunun söz söyleme arzusunu ve düzen verme arayışını canlı tutmuştur.

   Ordunun devlet içerisinde politik alan itibariyle kendisine biçtiği misyon kurtarıcılık, rejim savunuculuğu ve güçlendiricilik şeklinde ifade edilebilir. Darbe kültürünün oluşmasında kurumsallaşamamış ve yerleşik bir demokratik düzen oturtamamış toplumsal düzlem içerisinde kendisini ana taşıyıcı unsur olarak gören ordunun etkisi oldukça fazladır. Yapılan darbeler, demokratik düzenin yeniden tesisi ve laik sosyal hukuk devletinin devamı  adına meclis ve milletin iradesine ket vurulması suretiyle egemenliği ele geçirme şeklinde zuhur etmiştir. Toplumu düzenlemeyi ve siyaseti belirlemeyi görev addeden bir ordunun varlığı, politik alanın minimize olmasına yol açmıştır. Darbelerle ileri demokrasi sınıfına girileceği fikriyatı ütopik bir şizofreniden öteye geçememiştir.

   Topluma dışarıdan bakan ve politik alanı tepeden değiştirme hakkını adeta ilahi kaynaklı bir görev olarak addeden ordunun darbe zihniyetini anlamak çok da zor olmamalı. Burada dikkat çekilmesi gereken husus ordu-millet bütünlüğüne haiz bir ülkede silahlı kuvvetlerin politika alanına müdahalesinin zaruriyetini doğuran nedenlerdir. Türkiye’nin tüm dünyaca övüldüğü, en güçlü yanı olarak lanse edildiği askeri unsurlarının ülkenin önünü aralıklarla yaptığı darbelerle tıkaması, gelişimini yavaşlatması, toplumsal dinamiğini kırması nasıl açıklanmalıdır? Mantıksal açıdan eylem ve zihniyetin politik alana darbeler ile sıçraması kabul edilebilir değildir. Ancak insanoğlu sorgulamadan edemiyor. Yüzyıllar boyunca devlet geleneğinin içerisinde önemli bir yer edinen ve milleti ile her zaman bütünlük içerisinde hareket eden bir ordunun, darbeler yoluyla devlet yapısını ve toplumsal gelişimi zedeleyici ve istikrarsızlığa itici bir unsur haline getirilmiş olması kahredicidir.

    Türk milletini içeriden kendi ordusu ile yıpratma, geriletme ve çöküşe götürme çabası bu güne değin başarılı olmuştu. 15 Temmuz, artık ordu içine yuvalanan darbe kültürünün temizlenmesi ve politik alana müdahalenin sona erdirilmesi adına bir milat niteliğindedir. Son olarak ordu-siyaset ilişkisinin bundan sonra atılacak olan adımlar ile millet iradesinin dışında hiçbir gücün politik alana müdahale edemeyeceği şekilde düzenlemesi gerektiği belirtilmelidir.

Abdulkadir AKSÖZ

Exit mobile version