İlim ve Medeniyet

FİLİSTİNLİLERİN BÜYÜK OĞLU: MAHMUD DERVİŞ

Toplumsal öngörü sağlamada, gelecek tahayyülü oluşturmakta şairler her zaman kâhinlik görevini üstlenmiştir. Yani toplumun varlığı ve yokluğu onların varlık ve yokluk ikileminin bir yansıması olmuştur. Ben bu yazımızda size bu yansımanın bence en önemli temsilcilerinden birisi olan Mahmud Derviş’ten bahsetmeye çalışacağım.

Büyük şairi anlatmaya başlamadan önce birkaç konuda özür ve teşekkür beyan etmem gerekiyor; Öncelikle Arapça bilmediğim bazı şiirleri İngilizce çevirilerinden Türkçeye çevirmek zorunda kaldım yanlış olabilecek çeviriler konusunda özür beyan etmek isterim. Teşekkür kısmında ise; yaptığım çevirileri kontrol ederek bazı hatalarımı düzelten ve yine bazı şiirlerin Arapça orijinalinden çevrilmesinde ise yoğun emek sarf eden Filistinli öğrencim Yahia Zeyad Mohammad ABUZNAİD’e ve yayınladığı bazı çevirilerinden yararlandığım Arapça Öğretmeni Eyüp Akşit’e en kalbi şükranlarımı sunarım.

Arap Edebiyatının öncü şairi 1941 yılında Filistin Akka sahiline yakın Celile bölgesinde Berve köyünde dünyaya geldi. Modern Arap Edebiyatının rol modellerinden birisi olan Derviş, köyünün adı değişmeden 6 yıl önce toprağın kokusunu solumaya başlamıştı. Her Filistinli gibi sevdiği badem çiçeği ve Zaater (Akdeniz kekiği) ile ilk orada tanışmıştı. Berve köyü Filistin’in diğer 500’e yakın köyü gibi 1947-1948 yılları arasında toprağı da adı da İsrail Savunma ordusu tarafından işgal edildiğinde Derviş 1.5 milyon Filistinli gibi şiirine en önemli damgayı basan Sürgün hayatı ile tanışmak zorunda kaldı. Güney Lübnan’a mülteci olarak yerleşen şair 2 yıl sonrasında Lübnan’dan kaçak olarak döndü. Köyünün yok edildiğini gören Derviş, ailesi ile beraber Filistin’in kuzeyindeki bir başka köye yerleşmek zorunda bırakıldı. “Ülkeye kaçak yollarla girmesi” sebep gösterilerek kendisine ikamet verilmeyince Derviş Ailesi sürgünün adını değiştirmişti “ Kendi Toprağında Sürgün” ya da yeni inşa edilen ülkeye göre “Kaybolan, beliren yabancılar” sınıflandırması…

Derviş Fransız yapımı bir belgeselde bu durumu şöyle açıklıyordu;

“-ikinci bir kez mülteci olarak yaşadık. Bu kez kendi toprağımızda, bu kez kitlesel bir deneyimdi bu, ben de hayatım boyunca bu yarayı unutmayacağım…”

Azerbaycan Milli Şairi Bahtiyar Vahabzade’ye  şiir yazmaya nasıl başladığına dair bir soru gelince, şöyle yanıtlamıştı; “Bir insanın şiir yazmasını istiyorsanız onun en sevdiği şeyi elinden alın. BENİM VATANIMI ALDILAR…”

İşte Mahmud Derviş’in şiir ile olan serencamını Vahabzade’nin bir benzeri olarak yorumlarsak yanlış yapmış olmayız. Çünkü; işgal üzerinden 2 yıl geçememişti ki yabancılar Derviş’e hayat veren toprakların yerlisi ve sahibi oldular. Derviş bu sıralar 8 yaşını yeni doldurmuştu, bu kimlik travması onun şiir ile ilk tanışması olmuştur. Yukarıda da belirttiğimiz gibi şairlerin varoluşları toplumun varoluş mücadelesinin bir tezahürüdür ilkesi gereğince söz konusu travmayı yalnız şair yaşamamıştır; Şairin varoluş kaygısı kadar doğduğu topraklarda mücadeleye dâhil olmuştur. Dolayısıyla Derviş’in şiiri Filistinlilerin kaybolan kimliğinin bir temsili misyonunu üstlenerek aynı zamanda Filistinlilerin var olan kimliği ve kimlik bilincinin vazgeçilmeyecek bir unsuru olarak kendine yer bulmuştur.

Filistinlilerin Entelektüel anlamadaki kimlik savunucularından –Onların diliyle Filstinlilerin yılmaz avukatı-  Edward Said bu durumu şöyle özetliyordu;

“Erken bir dönemde Filistinlilerin varlığına işaret etti Derviş.”

Bir işe başlamadan önce yapılacak ilk şey nedir sorusuna; Kıymetli Hocam Mehmet Lütfi Arslan’dan kaynakla –ADINI KOYUN– derim. Mahmud Derviş de aynen böyle yaptı ve adını koyarak işe başladı… Buyrun şairin kendinden muradını hep beraber okuyalım: 

Bu Yolu Katedeceğim

Katedeceğim sonuna dek bu yolu, bu uzun ve uzun ve uzun
Sonuna dek kalbimin, katedeceğim bu uzun yolu
Toz ve kendimde ölenden başka hiçbir şey kalmadı kaybedilecek
Kaybolana işaret eder sırası ağaçların
Geçeceğim sırasını ağaçların…
Şairine ihtiyaç duyar mı bir yara
Kayaboluşun imgesinde bir nar çizmek için.
Atın üstünde inşa edeceğim, sizlere simge için otuz pencere
Bir göçten çıkarsanız, yeni bir göçe girmek için;
Bu uzun yolu katedeceğiz.
Daralsa da yeryüzü, daralmasa da…
Yayın sonuna dek gerilsin adımlarımız ok gibi
Burada mıydık bir an önce?
Ve yakında erişecek miyiz son oka?
Savurdu bizi rüzgâr, savurdu
Ne denir o halde?
Denir ki
Bu uzun yolu katedeceğim
Sonuna kadar,
Sonuna kadar…
Ve güllerden çokça atacağım denize
Kavuşmadan önce,
Celile’de bir çiçeğe…

Dediği gibi yaptı ve aşk ile yola koyuldu Derviş. Daha 12 yaşındayken yeni gelen toprak sahipleri hakkında bir şiir yazdığı için tehdit edildi. Bu süreçte ailesiyle beraber tekrar Hayfa’ya yerleşen şair burada lise eğitimini tamamladı.

Devam eden yıllar içerisinde kendisine şiir yazdığı dilin inceliklerini öğreten, ileride şiirlerinde net şekilde etkilerini göreceğimiz Muallaqat şairleri, –özellikle Imru al-Qays – El-Mutenebbi, Ebu Firas el-Hamedani, Ali Mahmud Taha ve İbrahim Naci gibi birçok şairi tanıtan dedesi ölene dek yeni gelenlerin harekâtlarını ve köyün adı gibi değişen birçok simasını takip ederek ömrünü geçirdi. Dedesi öldükten sonra Derviş adımlarını somutlaştırdı ve yeni gelen işgalciler ile kimlik mücadelesine başladı. El-İttihad gazetesinde yazmaya başlayarak bu yeni mücadelesinin adını da ‘İki Hafıza Arasındaki Mücadele’ koydu.

Derviş şiirini daha derine kavuşturmak adına semavi dinlerin kitapları başta olmak üzere ilk çağ klasiklerini ve daha birçok kaynak metni okudu. Arapça yazan Nizar Kabbani, Bedr Şakir Sayyab, Muhammed el-Magut, Abdulvahab el-Beyati,Tevfik Zeyyad, Semih el-Kasım ve Salim Cubran gibi diğer şairleri derinlemesine tahlil etti. Öte yandan şairimiz beslendiği kaynakları Arapça ile sınırlı tutmayarak Yehuda Amihay, Lorca, Neruda, Mayakovski, Yasenin, Aragon, Nazım Hikmet,- “Hayat ve şiir ustam” diye tanımlıyordu Kamel’in İnişi şiirinde “Bırakınız gireyim yasaklanmış cennete ve Nazım Hikmet gibi bağırayım: Ah! Memleketim” –  Eugenio Montale, Rene Char, Haim Gouri, Saint-John Perse, Walt Whitman, Yeats, Ezra Pound gibi birçok şairinde birikimlerinden faydalandı. Burada bir parantez açarak onun şiirinde önemli bir yer tutan işgalci halkın şairlerinin konumuna değinmekte fayda var;

Derviş’in şiiri halksız bir toprak, topraksız bir halk içindir cümlesinin merkezinde dönen Siyonist zihniyetin temsilcisi olan İsrailli şairlerin şiirlerinin yapı sökümü gibidir. Özellikle ilgi gösterdiği İsrailli meşhur şair Yehuda Amihay hakkında şöyle düşünüyordu; “Şiirini benim şiirime karşı ortaya koydu, çünkü ikimiz de aynı mekân hakkında yazıyoruz. Sahneyi ve tarihi kendi çıkarı için kullanmaya çalışıyor ve bunları yeniden olmuş kimliğim üzerinde kurmaya çalışıyor. O nedenle yarışıyoruz. Kimdir bu toprağın diline sahip olan? Kimdir onu daha çok seven? Kimdir onu daha iyi şiire dönüştüren?”

Kudüs’te

Kudüs’te
Eski surların içi anlamında
Bir çağdan bir çağa yürüyorum
Beni düzeltecek bir hatıra olmaksızın.
Peygamberler orada paylaşırlar kutsal olanın tarihini
Çıkarlar göğe
Daha az hüzünlü, daha az bunalımlı dönerler.
Barış ve sevgi
Kutsaldır çünkü,
O şehre gelen
Bir yokuş aşağıya iniyordum fısıldayarak:
Tarihçiler nasıl da ayrışır
Taştaki ışık üzerine.
Kısık ışıklı bir taştan mı doğar savaşlar?
Uykumda yürüyorum,
İnceliyorum rüyamı
Hiç kimse yok ki arkamda,
Önümde de kimse yok.
Bütün bu ışık benim
Yürümüyorum
Hafifliyorum
Uçuyorum
Ve başkası oluyorum yükselişte…
Çimen gibi bitkiler büyür
Eşia’nın peygambersel ağzından.
Güvenli olmazsınız,
İnanmazsanız eğer.
Yürüyorum,
Bir başkasıyım sanki
Ve yaram
İncil’de beyaz bir gül gibi…
Ellerim
Haçtaki yeryüzünü taşıyıp yükselen
İki güvercin gibi.
Yürümüyorum
Uçuyorum
Ve başkası oluyorum yükselişte…
Yersiz yurtsuz
Kimim ki ben?
Miraç’ın yüceliğinde ‘ben’ yok ki benlikte
Düşünüyorum ki:
Bir tek Muhammed (s.a.v.) Hazretleri
Arapça konuşabilenleriydi
Sonra ne,
Sonra ne?
Bağırdı birden
Asker bir kadın
Yine mi sen?
Yine mi sen?
Öldürmemiş miydim seni?
Yanıtladım ki:
Öldürdün beni,
Yalnız unuttum
Senin gibi ölmeyi!

1961 yılında üyeleri komünist Yahudilerden ve kendi toprağı üzerinde kalabilen Filistinlilerden oluşan İsrail Komünist Partisine katıldı ve partinin Rakah adlı gazetesinin editörü olarak çalıştı. Bunu yaparak Derviş’i “Kaybolan, beliren yabancılar” sınıfında gören işgalcileri daha yakından tanıdı; Şair, işgalcinin yeni kurulmaya çalışılan kimliğini ve o kimliğin zaaflarını şiire dökerek insani bir dille işgalciyi bir kimlik krizine sokmaya çalıştı.

“- Hayatımın ilk aşkı Yahudi bir kızlaydı ve beni ilk hapse attıran yargıç Yahudi bir kadındı…” diyen Derviş, işgalcinin yeni kurulmaya çalışılan kimliğini ve o kimliğin zaaflarını şiire döktü. İnsani bir dille onu bir kimlik krizine sokmaya çalıştı.

Bir Katile;

İnceleseydin kurbanın yüzünü
Ve düşünseydin,
Gaz odasındaki anneni hatırlardın o zaman
Ve tabancanın bilgeliğinden özgürleşebilirdin
Fikrini değiştirebilirdin
Böyle değil, hayır
Geri alınamaz kimlik böylece.

Bir Başka Katile;

Otuz gün bıraksaydın cenini,
Bütün olasılıklar değişecekti.
Bir ihtimal işgal biter
Ve unuturdu belki emzirilen
Kuşatmanın günlerini
Böylece sağlıklı bir çocuk olarak büyür
Ve genç olup
Kızlarından bir tanesiyle aynı fakültede
Eski Asya tarihini okurdu belki.
Belki de düşerler ikisi
Aşkın tuzağına,
Bir kız doğururlar belki
Yahudi olurdu, annesine aidiyetinden.
O halde ne yaptın?
Kızın şu andan itibaren dul kaldı,
Torununsa babasız.
Ne yaptın
Sürülmüş ailene?
Nasıl düşürebildin üç güvercini
Tek bir kurşunla?

Derviş’in hızlı yükselen ve “Direniş Şiiri”nin ilgi odağı olan ünü hep tartışma ve yorum konusu oldu; Derviş’e bu ünü kazandıran şey, politik kimliği miydi yoksa Arapçanın sınırlarını zorlayıp, onu yeni bir evrene doğru taşıması mıydı? Tarihi, mitolojiyi ve felsefeyi esneterek şiirine dökmesi miydi yoksa yapılamayan kolay diye nitelendirilen, anlaşılır hitabıyla mülteci kampında yaşayan çocukların ve nenelerin ruhuna süzülmesi miydi? Dönemin hep uçlarda kalan politik konjonktürü müydü yoksa onuncu yüzyılda yaşayan Arapçanın en önemli şairi al-Muttanabi’den sonra ki uzun bekleyiş miydi? Eskimesine rağmen şık duran elbisesinin altında gölgemsi yürüyüşü müydü yoksa kalın gözlüğüne rağmen parlayan göz müydü? Şiirini söylerken teatral el hareketleri mi, kelimeleri mekâna çağırırken vurgusu ve ses tonu mu? Utangaç bir âşık oluşu mu, tedirgin bir direnişçi oluşu muydu?

Yalnız, kesin olan ilk ününün direniş şairi adıyla birlikte oluşudur. Özellikle 22 yaşındayken toplumsal bir başkaldırışa dönüşen ‘Kimlik Kartı’ adlı şiiriyle ismi yayılmaya başlamıştı. Kimlik kartı İsrail askerlerine hitaben yazılmıştı ve kontrol noktalarında türkü haline geldiğinde, Derviş İsrail hükümeti tarafından zindana atılmıştı. Yalnız Kimlik Kartı yayılmaya devam etmişti. Hep bir ağızdan devrimin nidaları yükseliyordu: “SECCİL ENE ARABİ”

Kimlik Kartı

Kaydet!
Arap’ım
Kartımın numarası
Elli bin
Sekiz çocuğum var
Dokuzuncusu da yolda, yaz sonunda burada!
Kızıyor musun?

Kaydet!
Arap’ım,
Taş ocağında çalışıyorum, emekçi yoldaşlarımla
Sekiz çocuğum var.
Giysilerini, defterlerini taştan çıkarıyorum, ekmeklerini!
Sadaka bekleyecek değilim kapında
Konağının önünde küçülecek değilim
Kızıyor musun?
Kaydet!
Arap’ım
Adım var, yalnız yoktur lakabım
Bu diyarda, öfke kazanında yaşayan
En sabırlı insanım
Uzanmıştır köklerim
Zamanın doğuşundan daha eskiye
Yılların bilinmesinden daha eskiye
Karasaban süren bir ailedendir babam
Soylu efendilerden değil!
Ve dedem bir çiftçiydi, ne nesebi belliydi ne şeceresi
Kendiliğin yüceliğini öğretirdi bana
Kitap okumadan önce!
Arap’ım!
Kaydet!
Arap’ım!
Saçlar: Kömür karası
Gözler: Kahverengi
Başımda kefiyemin üstünde bir ıkal;
Ayırıcı niteliklerim.
Ayalarım sert mi sert kaya gibi
Tırmalar ona değeni
Adresim: Unutulmuş bir köydenim, silahsız
Sokakları adsız
Taş ocağındadır, tarladadır tüm erkekleri
Kızıyor musun?
Kaydet!
Arap’ım!
Sen yağmaladın bağlarını atalarımın
Çocuklarımla sürdüğüm toprağı sen yağmaladın.
Bana ve torunlarıma hiçbir şey bırakmadın
Şu kayalıklardan başka!
Ve diyorlar ki hükümetiniz
Bunları da alacakmış, öyle mi?!
Öyleyse!
Kaydet birinci sayfanın en başına!
Nefret etmem insanlardan
Hiç kimseye saldırmam
Ama aç kalınca
Yerim etini toprağımı gasp edenin, yerim!
Kolla kendini, kork benim açlığımdan!
Kork benim öfkemden!
Arap’ım ben!

İsrail Hükümeti tarafından üniversitede okuması yasaklanan Derviş, Moskova’da siyasal iktisat okumak için Filistin ile vedalaştı. Hayfa’da yaşarken İsrail Komünist Partisi’ndeki etkinliklerde yer alması; sosyalist düşünceye olan yakınlığı; başka bir ülkeye gidebilmenin olanaksızlığı gibi gerçekler, bu seçimi yapmasında etkili oldu. Üniversite kampüsünde küçük bir odada kalan şair, ilk zamanlar Moskova’nın “yoksulların cenneti” olduğu iddiasında bulunduysa da, bu büyük ölçüde bir yanılsamaydı. Moskova’ya karşı olan “İdeal kent” savını da orada yitirip “-Genç bir komünist olarak, Moskova bir tapınak gibi görünüyordu. Yalnız, ben cennetin orada olmadığını anladım.” diyerek  Moskova’yı bir yıl sonrasında terk edip Kahire’de Ahram gazetesine katıldı ve Hayfa’ya geri dönmemeye karar verdi.  Kahire’ye döndüğünde Badem Çiçeğinden 26 bahar uzak kalacağını bilmiyordu, kendi hayatını hak ettiren topraklardan uzun yıllar sürüleceğini öngörememişti. Burada Uhibbuki ev la uhibbuki (Seni seviyorum yahut sevmiyorum) isimli kitabını yayınladı… Buyurun onun 26 yıllık hasretine kulak verelim;

Bu Dünyada Hayatta Kalmayı Hak Eden Şeyler Var

Bu dünyada hayatta kalmayı hak eden şeyler var:
Nisanın tereddütü
Seher vakti ekmeğin kokusu
Bir kadının erkekler hakkındaki görüşleri
Aşil’in yazıları
Aşkın başlangıcı
Bir taşın üstündeki çim
Bir ney ipliğinde duran anneler
Savaşçıların anılarından korkması
Bu dünyada hayatta kalmayı hak eden şeyler var:
Eylül sonu
Bütün kayısılarıyla kırkını bırakan kadın
Hapishanede bir güneş saati
Birçok varlığa öykünen bulutu
Bir halkın ölülerine yasemin götürenleri alkışlamaları
Zorbaların şarkılardan korkması
Bu dünyada hayatta kalmayı hak eden şeyler var:
Bu dünyada dünyanın hanımefendisi, başlangıçların annesi, sonların annesi var
Eskiden Filistin’di adı, şimdi Filistin’dir adı
Hanımefendim: Hak ediyorum, çünkü sen hanımefendimsin.
Hayatta kalmayı hak ediyorum!

26 yıllık hasret şairin 1973 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü’ne katılmasıyla mühürlenmiş oldu. Siyonist ülke dönmesini yasakladı. 1973-1982 yılına kadar Beyrut’ta kaldığı süreçte Filistin Olayları editörlüğünü yönetmesi ve Arap dünyasının önemli kültürel olaylarını ele alan AlKarmel Dergisini çıkarmasının yanı sıra Filistin Destanın en önemli anlarına tanıklık etti. Büyük bir “özlem” beslediği, hatta “hastası” olduğu, Beyrut Kasidesi’nde “Mermerden nergis taştan kelebek… İlk kadının tasviri… Feyruz’un sesi… Yıkıntıların geometrisi… Denizin ve ölülerin mantosu… Yıldızlara ve çadırlara çatı…” olarak  tasvir ettiği şehri “Beyrut bizim çadırımız Beyrut bizim yıldızımız” diyerek haykırıyordu.  Beyrut’ta, Faiz Ahmed Faiz, İbrahim Marzuk, Ahmad Az-Zattar, Ghasson Kanafani, Ikbal Ahmed ve Edward Said gibi diğer entelektüellerle temas kurdu.

Yüce Gölgeye Methiye

Kardeşin yok ki kardeşim…
Yok ki arkadaşların, sarayların.
Susuz, göksüz, kansız ve ilaçsızsın…
Yok ki arkan senin ne de önün
Kuşat kuşatmanı…
Çaresi yok…
Maskeden düştü maske
Maske düştü… ve senden başka yok ki hiç kimse,
Unutkanlığa ve düşmanlara açık olan bu ufukta
O halde kur, her mevziden bir ülke!
Hayır…
Maskeden düştü maske
Maske düştü…
Araplar Roma’ya boyun eğdiler
Araplar ruhlarını sattılar
Araplar… yittiler
Maske düştü.
Tanrı vaftiz etti senin adına doğuşun kutlamalarını
Ve çekildi sonsuza dek…
Kendin ol… Ol ki olsun
Hayır… senden başka hiç kimse
Ey beni bu saatlerde hiçlikten yaratan
Yücel
Belki de tapınacağım bir tanrı vardır
Belki de
Adları öğrettin bana…
Olmasaydı bu hayat evleri
Dönüşmezdi Beyrut
Çocuksuz bir anneye.

Şair kimliğinin yanı sıra Filistin Kurtuluş Örgütünün Beyrut’taki araştırma merkezini yöneten Derviş, politikanın içinde yer alarak 1974’te FKÖ lideri Yaser Arafat’ın Birleşmiş Milletlerde yaptığı ünlü “-Bugün bir zeytin dalını ve özgürlük savaşçısının silahını taşıyarak geldim. Zeytin dalının elimden düşmesine izin vermeyin.” satırlarını kaleme aldıktan kısa bir süre sonra Beyrut’tan ayrılacaktı.

Beyrut’tan ayrılmasında ise birçok etken vardı; Ama özellikle başkentin batısındaki Sabra ve Şatilla kamplarının 1982 yılının Eylül ayında Ariel Şaron komutasındaki İsrail ordusu gözetimindeki Lübnanlı aşırı sağcı Hristiyan Falanjist milisler tarafından basılarak aralarında çok sayıda kadın ve çocuğun olduğu üç binden fazla Filistinliyi katledilmesi onu derinden sarsmıştı. Artık onun için ne kalmanın koşulları vardı, ne de bir gemiye sıkıştırılıp kovulmaya gönlü razıydı. Fakat Sabra ve Şatila kıyımları artık orada sonun geldiğini gösteriyordu. Beyrut’tan Şam’a geçti.

Uyuduğunda Sabra

Faşistin hançeri uyanır
Sabra çağırır, kimi çağırır?
“benim mi tamamı bu gecenin?
Tuzdur gece”
Memelerini keser faşist
İner gece
Hançerin etrafında dans eder
Yalar onu
Ve ağaçların zaferine
Bir uzun hava söyler
Sakince ve sekince
Kemiğin üzerindeki eti yok eder
Parçacıkları serer masanın üzerine
Dansına devam edip güler
Eğimli gözlere
Ve delirir mutluluktan
Toplayacağı bir vücut değil artık
İhtiyacı ya da güdüsü doğrultusunda
Etinden bir yüzük çalar
Ve geri döner Sabra’nın kanından aynasına
Ve deniz olur
Kara olur bulut olur
Kan olur
Gece olur ölüm olur
Cumartesi olur
Ve Sabra olur
Sabra iki sokağın kesişi
Bir beden üzerine
Ruhun bir taşa inişidir Sabra
Sabra… hiç kimse
Sabra çağımızın kimliğidir
Sonsuza dek.

1987’de Birinci intifadanın ilk günlerinde işgalcinin şiddetine karşı yazdığı “Geçici Sözlerin Arasından Geçip Gidenler” adlı şiirin sözleriyle yeniden gündeme gelmişti. İsrail’in eski başkanı İzak Şamir İsrail parlamentosuna şiiri eliyle tutarak şöyle bağırıyordu;

  • Çok kızgın ve acıt bir şiir, hala işgali bitirmemiz gerekiyor diye düşünüyorum

Geçici Sözlerin Arasından Geçip Gidenler

Ey geçip gidenler
Geçici sözlerin arasında
Adlarınızı alıp
Defolun
Saatlerinizi zamanımızdan çekip
Defolun
Ve istediğiniz kadar fotoğraf çalın
Hiçbir zaman
Anlayamayacağınızı
Anlamak için
Gök çatısını nasıl kurduğunu
Toprağımızdan bir taşın.
Ey geçici sözlerin arasında geçip gidenler
Kılıç sizden
Ve bizden kanımız
Ateş sizden ve demir
Ve bizden etimiz
Bir başka tank sizden…
Taşsa bizden
Sizden biber gazı
Ve bizden yağmur
Üstünüz gibi üstünüz
Gök ve hava
Payınızı alın kanımızdan
Defolun
Ve danslı akşam partisine gidin
Defolun
Mecburuz çünkü
Korumalıyız çünkü güllerin şehitlerin
Yaşamalıyız çünkü… istediğimiz gibi
Ey geçici sözlerin arasında geçip gidenler
Bir çukurda saklayın emellerinizi
Defolun
Ve zaman akrebini geri döndürün
Kutsal boğanın düsturuna
Ya da geri döndürün, silah müziğinin zamanına
Çünkü sizi mutlu etmeyecek bir şeyler var burada
Defolun
Bize ait içinizde olmayan:
Bir halk ve bir vatan,
Kanayan bir vatan anılara yarar
Ya da unutkanlığa
Ey geçici sözlerin arasında geçip gidenler
Defolma zamanı geldi
İstediğiniz yerde kalabilirsiniz…
Yalnız aramızda kalmayın
Gitme zamanı geldi
İstediğiniz yerde ölebilirsiniz
Yalnız aramızda ölmeyin
Çünkü topraklarımızda yapacaklarımız var
Ve geçmişimiz var burada
Ve ilk hayatımızın sesi
Ve şimdimiz
Ve gelecek
Burada dünyamız var, ve ahiretimiz
Çıkın o nedenle toprağımızdan
Karamızdan, denizimizden, buğdayımızdan,
Tuzumuzdan, yaramızdan… her şeyden çıkın
Hatıraların sözcüklerinden
Ey geçici sözlerin arasında geçip gidenler.

Şam serüveni çok kısa süren Derviş;  1988 yılında FKÖ’nün sürüldüğü Tunus’ta Filistin Bağımsızlık Deklarasyonu’nu kaleme aldı. Tunus’a varışında dramatik, hazin bir görüntüyle karşı karşıya kaldı. Kendisinin duygularıyla Tüm Filistin başkaldırısı, devrimi, başta Başkanı Arafat olmak üzere, deniz kenarında bir otele sıkıştırılmıştı. Herkesin gözünde, yüzünde büyük bir acı, kuşku ve belirsizlik varken dudaklar suskunluğa gömülmüştü. Yüksek Gölge’ye Övgü ve Denizin Övgülerinin Kuşatması şiirlerinizi Tunus’ta kaleme aldı.

Teşekkürler Tunus şiirinde bu durumu şöyle açıklıyordu;

“…Tunus’ta kalışım iki safın arasındaydı:
Buradaki ne evim ev gibi
ne de sürgünüm sürgün gibi”

Sonraki yıllarda FKÖ’den ayrılan Derviş FKÖ’nün içinde hiçbir partinin üyesi olmayarak eleştirel politik bakışını ve bu bakışın bağımsızlığını korudu. Derviş Oslo Barış Antlaşmasını protesto etmek için 1993 yılında FKÖ’den  “– Filistinliler sabah uyandıklarında kendilerini geçmişsiz buldular.” diyerek istifa etti. Önceleri Filistin’den Moskova’ya oradan Kahire’ye, Kahire’den Tunus’a taşınan Derviş, Paris’te, Amman’da, Ramallah’ta, Kıbrıs’ta  ve dünyanın pek çok şehrinde sürgün hayatına ve Filistinlilerin temsiliyetine  ve şiir yazmaya devam etti.

Bir Çok Söz Söylerim

Birçok söz söylerim
Ağaçlar ve kadınla arasındaki ince çizgi üzerine
Cazibesi üzerine, toprağın
Pasaportta damgası olmayan bir ülke üzerine
Ve sorarım:
Aziz bayanlar ve baylarım
İddia ettiğiniz gibi mi?
Bütün insanlığın mı, insanlığın yeryüzü?
O halde,
Nerede küçük evim,
Ve ben neredeyim?
Üç dakika daha alkış tutar konferans salonu
Özgürlüğün ve itirafın bir üç dakikası
Kabul etti çünkü konferans
Bütün tavuklar ve atlar gibi,
Taştan bir umuda,
Geri dönme hakkımızı.
Tek tek tokalaşırım onlarla
Ve onlara başımı eğerim
Ve yolculuğuma devam ederim, bir başka ülkeye.
Ve birçok söz söylemek için
Serap ve yağmurun arasındaki, fark üzerine
Ve sorarım:
Aziz bayanlar ve baylarım
İddia ettiğiniz gibi mi?
Bütün insanlığın mı, insanlığın yeryüzü?

“- Sürgün coğrafi bir kavram olmaktan öte bir şeydir. Kendi anavatanınızda da sürgün olabilirsiniz. Kendi evinizde ve hatta kendi odanızda bile.” diyen Derviş ikinci intifadanın başlamasını beklerken savaşına mola vermiş bir direnişçi gibi şiirleriyle bu sürgünün koridorlarını tek tek keşfedip Filistin’in sokaklarına dökülen kapıyı arıyordu. Mekânın hafızasına ilişkin arkeolojik bir araştırmayla bireysel ve kolektif bir biyografiye dönüştürüyordu şiirini. Bu yöneliş Derviş’in şiirinin daha öznel bir alana kaydığını da işaret ediyordu. Derviş 1998 yılında bir kalp ameliyatı geçirmiş ve kalbi iki kez durmuştu. Ölümle gerçekleşen bu karşılaşma ölümün anlatımı ve öznellik dönemini zirveye taşıdı.

Kafede Gazetenle Sen

Özür dile
Seni bir gün öldürmek isteyenden
Bir nedenle değil
Sadece mürekkebiyle ilk şiirini yazdığın yıldıza
Çarptığında ölmediğin için
Bir kafede
Oturuyorsun gazetenle sen
Unutulmuş köşede
Rahatsız etmez hiç kimse
Sakin mizacını.
Düşünmez de hiç kimse
Seni öldürmeyi
Ne kadar da unutulmuş
Ve özgürsün,
Hayalinde.

İkinci intifada sırasında sürgününün coğrafyasını Ramallah’a taşıyan Derviş, Paris’ten sonra, ciddi sağlık sorunlarınıza rağmen, bu karara vardı. Gerçek ülkesinin her yanı kuşatılmış, duvarlanmış küçücük bir parçasına, çok ağır yaşam koşullarına, sürekli istila tehdidi ve İsrail’in haksız uygulamalarına maruz kalışa dönüş anlamına gelen bu gelişmenin sebebini halkının yanında olmak ve onlarla beraber kendi kaderini paylaşmak yani bir nevi kendi geçmişinde göç ederek ilk dönemiyle bir buluşmak olarak açıklayabiliriz.

Muhammed

Muhammed:
Babasının yuvasına yerleşir
Korkan bir kuş gibi
Göğün cehennemliğinden.
“Koru beni baba
Yukarıya uçmaktan
Rüzgârdan küçüktür çünkü kanatlarım
Ve siyahtır ışık.”
Muhammed:
Eve dönmek ister
Yeni bir bisiklet ya da gömlek olmaksızın.
Okulun sırasına gitmek ister
Gramer defterine…
“Evimize götür beni baba
Ödevimi yapıp
Hayatımı tamamlayayım yavaş yavaş
Ağacın altında sahilde
Yok ki ondan uzak
Yok ki ondan uzak.”
Muhammed:
Bir ordunun karşısında durur
Elinde parçalanmış gezegenleri
Ya da taş olmaksızın.
Duvara bakamadı o an
“Özgürlüğüm ölmeyecek” yazmak için.
Savunacağı bir özgürlüğü yok artık
Yok artık, Pablo Picasso’nun güvercinine bir ufuk
Muhammed:
Fakir bir melek gibi
Soğukkanlı avcısının yanında.
Ekran,
Bir saat boyunca takip eder
Gölgesiyle bir olan çocuğu…
Konuyu bir daha düşünebilirdi avcısı
Diyebilirdi de
“Bırakacağım onu, Filistin’ini hatasızca inceleyene kadar
Ve isyan ettiğinde, yarın, öldüreceğim.”
Muhammed:
Arta kalan bir kan
Peygamberlerin ihtiyacından,
O halde yüksel
Bitişin sonuna dek (Sidretül münteha kadar)
Ey Muhammed.

Her şiir, şiir kavramını dönüştürmeye çabaladığı gibi, şiiri de değiştirmeye gayret eder. Derviş’in son dönem çalışmaları dünyevi ya da metafizik olup olmamalarından bağımsız, çok konu çeşitliğine sahiptir. Onun için şiir her zaman çoğuldur: Annedir, düştür, dildir, desendir, “uçurumun anlamı”dır. “yankının yankıya söylediğidir”, “yokluğun çocuğudur”, görünmeyeni gösterendir… Derviş aşama aşama kendini ve şiirini geliştirmeye çalışan bir şair oldu; İlk dönem çalışmalarının sabit ve değişmez Ben’i zamanın ve mekânın her yanına dağılan tüm Öteki’lere açık bir Kendi’liğe dönüşmüştü onda. Derviş ve onun şiiri çok boyutlu ve ufuk ötesiydi. Ancak bu çalışmaların ve kimliğinin merkezinde, çağımızın aşkı, sürgünü, adaletsizliği ve acıları için bir metafor olarak daima Filistin duruyordu.

AHMADU ZAATAR

Karşıtını bulurdu Ahmad her şeyde
Yirmi yıldır soruyordu.
Yirmi yıldır göçüyordu.
Yirmi yıldır,
Annesi onu bir muz tabağında doğurup çekiliyordu.
Kimlik istediğinden
Volkan doğar içinde
“Göç etti bulutlar…
Ve beni sürdü
Hırkasını attı dağlar…
Ve beni sakladı
Ben Arap Ahmad’ım” dedi.
“Ben kurşunum…portakalım…anılarım…
Kendimi kendimin yanında bulunca
Deniz manzarasından ve çiyden uzaklaştım.
Çadır: Kekik tepesidir
Ve ben görüntümü alan bir vatanım
Ve ben vatanıma sürekli olan gidişim
Kendimi kendimle dolmuş buldum.
Elleriyle ve kollarıyla buluşmak için gitti Ahmad
Yıldız olan adımdı
Ve körfezden okyanusa
Okyanustan körfeze
Hazırlıyorlardı mızrakları
Ahmad, Hayfa’yı görüp zıplamak için dağlara çıkarken
Ahmad’dır şimdi esir olan
Sokaklarını terk etti şehir ve ona geldi
Onu öldürmek için
Ve körfezden okyanusa, okyanustan körfeze
Hazırlıyorlardı cenazeyi ve giyotin oylanmasını
“Ben Arap Ahmad’ım… gelsin kuşatma
Surlardır vücudum…
Gelsin kuşatma
Ben sizi kuşatıyorum.
Göğsüm insanların kapısıyken kuşatıyorum ben sizi
Öyleyse gelsin kuşatma”

“Yeterince dünlerim oldu; bir yarın’a dır ihtiyacım”  diyordu bir şiirinde. Ağustos 2008’de geçireceği ameliyatın başarılı olmayacağı olasılığını tahmin ederek Derviş onu sevenlere ve ana vatanına “-ELVEDA” demek istiyordu. 1971’den o yana göremediği Celile’ye doğru yürüdü ve Hayfa’ya son gülünü bir şiir toplantısıyla dikti. Filistin’i Filistin ile sınırlandırmamak, fakat onun estetik meşruiyetini daha büyük bir insani alanda kurmayı miras bıraktı kaderdaşlarına. Ağustos’ta yokluğun varlığına taşınan Derviş, İsrail’in Berve’de gömülme talebini reddetmesiyle sürgünde defnedildi. Filistin “BÜYÜK OĞLUNU” uğurluyordu… Ramallah’taki mezar taşı ise kendi vatanında sürgünün özeti oldu.

Ve kalan konuşmayı unuttum…
Lakin…
Bir başka şairin görevidir o;
Takip etmek bu senaryoyu
Sonuna dek!

Mahmud Derviş’i minnet ve rahmetle anarken; bu son şiiri ise, halimin bir tercümanı olarak sabredip yazıyı okuyan herkese ithaf etmek isterim, zira bu şiirinde halim Derviş’ten farklı değil…

TAVLA OYUNCUSU

Ben kimim ki size bunları söylüyorum
Ben ne suların parlatıp da çehreye dönüştürdüğü bir taşım
Ne de rüzgârın delip de Ney’e dönüştürdüğü bir kamışım.
Ben bir tavla oyuncusuyum,
Bazen kazanır, bazen kaybederim.
Ben de sizden gibiyim ya da sizden daha az…
Olduğum şeyde benim hiçbir rolüm yoktur.
Eğer bu tarla harap olmasaydı,
Belki ben bir zeytin tanesi,
Ya da bir coğrafya öğretmeni,
Veya karıncalar krallığı konusunda bir uzman
Ya da yankı için bir bostan bekçisi olurdum.
Ben kimim ki size bunları söylüyorum
Hak kazandım biraz daha uyanık kalmaya
Değil
Mehtaplı bir gecemde mutlu olmaya
Bilakis tanıklık etmek için katliama.
Kurtuldum, tesadüfen
Zira daha küçüktüm bir askeri hedeften,
Ve tel örgüsü çiçekler arasında dolaşan bir arıdan daha büyükçe…
Çok korktum kardeşlerim ve babam için
Ve korktum kırılgan bir zaman için,
Korku benimle yürüdü; ben korkuyla yürüdüm ayağım çıplak
Yarından beklediğim küçük hatıralarımı unutarak
Ki yarın için vakit yok,
Yarın için vakit yok!

-Yürüyorum / hızlanıyorum / koşuyorum /çıkıyorum / iniyorum / haykırıyorum /bağırıyorum  / çağırıyorum / feryat ediyorum / hızlanıyorum /yavaşlıyorum / batıyorum / aşık oluyorum / kuruyorum / yürüyorum / uçuyorum / görüyorum / görmüyorum / tökezliyorum / sarı oluyorum / yeşil oluyorum / mavi oluyorum / yarılıyorum /hıçkırarak ağlıyorum / susuyorum / yoruluyorum / acıkıyorum / düşüyorum / kalkıyorum / koşuyorum / unutuyorum / görüyorum / görmüyorum / hatırlıyorum / işitiyorum / nazar ediyorum / sayıklıyorum / halüsinasyon görüyorum / fısıldıyorum / haykırıyorum / yapamıyorum / inliyorum / çıldırıyorum / yoldan çıkıyorum /azalıyorum / çoğalıyorum / düşüyorum /yükseliyorum / alçalıyorum / kanıyorum / ve bayılıyorum…

Oktay KAYMAK

Exit mobile version