İlim ve Medeniyet

CEMAL ABDUL NASIR İKTİDARI VE PANARABİZM POLİTİKASI

  GİRİŞ

Tunus’ta üniversite mezunu işsiz bir gencin kendini yakmasıyla başlayıp ateşi tüm Arap ülkelerine yayılan halk ayaklanmalarının ikinci durağı dünyanın en eski ulus devletlerinden ve en büyük uygarlıklarından biri olan Mısır oldu. 25 Ocak’ta birkaç gösteriyle başlayan protestolar,başta Kahire’deki Tahrir Meydanı olmak üzere Mısır’ın birçok kentinde caddeleri ve meydanları dolduran Mısır halkının “irhal, irhal” sloganlarıyla Hüsnü Mübarek’i görevi bırakmaya mecbur bıraktı. Tunus Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali’nin ülkeyi kaçarcasına terk etmesinin ardından sıra Mısır’ın “Firavun” lakaplı cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’e gelmişti. Mısır’da Mübarek devrinin bitişi ve bundan sonraki süreçte İhvan’ın başa geçmesi Ortadoğu barışı için çok şey ifade etmekteydi. Ancak General Sisi tarafından yapılan askeri darbe Mısır’ı daha da çıkmaza soktu. Bu durumu daha iyi analiz edebilmek için Mısır Halk Devrimi öncesi yine askeri darbe yaparak başa gelen Cemal Abdul Nasır darbesini incelemek yararlı olacaktır.

1. Kısaca Cemal Abdul Nasır

Arap dünyasında 1952 ve 1967 yılları Cemal Abdul Nasır’ın liderliğinde geçen yıllardır. Genel olarak siyasi terminolojiye “Nasırcılık-Nasırcılar” terimlerinin yerleştiği dönemlerdir. Cemal Abdul Nasır 1928 yılında köylü sınıfına mensup olan babasının İskenderiye’de posta memuru olarak çalışmak için göç ettikten sonra ilk oğlu olarak burada doğmuştur. 8 yaşında annesini kaybetmesi ve babasının naklinden sonra Nasır eğitim hayatına İskenderiye ve Kahire’de ki akrabalarının yanında devam etmiştir. Bu aslında onun hayatının dönüm noktalarından olmuştur çünkü 1930’lu yıllar da Mısır’ın kargaşa ortamına, olayların merkezi olan İskenderiye ve Kahire’de şahitlik etme şansı yakalamıştır.1936 yılında liseden mezun olan Nasır hukuk fakültesine yerleşmiş ancak buradan ayrılarak Mısır Askeri Akademisi’ne yerleşmiştir. 1938 yılında subay olarak atanmıştır. Kısaca Nasır’dan bahsettikten sonra 1952 darbesi öncesi siyasi ortamından bahsetmek istiyorum.

  2. 1945-1952 Dönemi; Darbe Öncesi Siyasi Kargaşa Ortamı

Mısır’ın siyasi egemenliği İngiltere ile imzalanan 1936 Anlaşması ile sınırlandırılmıştı. Çeşitli kısıtlamalarla hükümetin koşulsuz bağımsızlığı önlenmişti. Bunun yanında takvimler 1948 yılını gösterdiğinde Kral Faruk yönetiminde ki Mısır Devleti İsrail ile girdiği savaştan ağır bir yeniği alarak ayrılmıştı. Yönetici kesimin zengin seçkinlerden oluşuyordu ve zenginlerle fakirler arasında giderek derinleşen uçurumlar vardı. Mısır halkı kararlı bir liderin yoksunluğunu yaşıyordu. Son olarak Hür subaylar darbesine geçmeden önce iki ayrı dipnottan bahsetmek istiyorum. İlk olarak bütün bunlar yaşanırken Müslüman Kardeşler ne durumdaydı? Müslüman Kardeşler gücünün doruğuna ulaşmışlardır. Yaklaşık 500 bin üyesi ile milli bağımsızlık, sosyal reform paketleriyle beraber İslami değerleri korumak adına Mısırlıları örgüte çekiyordu. Başbakan Mahmud Fehmi El Nukrasi örgütün faaliyetlerini kısmak isteyince öldürüldü. Bir yıl sonra 1949 yılında Mısır hükümetinin misillemesi gecikmedi Müslüman Kardeşlerin kurucu lideri Hasan El Benna da öldürüldü. İkinci dipnota gelecek olursak; başbakanın ölümünden sonra başbakanlığa Nahhas Paşa getirildi. Çiçeği burnunda başbakan İngiltere ile imzalanmış olan 1936 Anlaşmasını tanımadığını duyurunca Mısır’da bazı yerel gerilla örgütleri ve İngiliz askerleri arasında çatışmalar yaşanmaya başlandı. Bu çatışmaların birinde İngiliz tankları İsmailiye’de polis kışlasına saldırdı ve 50 polis öldü onlarcası da yaralandı. Siyasi terminolojiye “Kara Cumartesi” geçen bu olay suyu taşıran son damla oldu ve Mısır’da geniş çaplı katılımların olduğu ayaklanma başladı. İngiliz malları, barlar, sinemalar, gece kulüpleri be butikler ateşe verildi. Asayişin çökmesiyle iktidarın sonu geldi ve tarihler 23 Temmuz 1952 tarihini gösterdiğinde bir grup genç subay hükümete el koyduğunu duyurdu.

  3. Hür Subaylar ve 1952 Darbesi

Albay Cemal Abdul Nasır liderliğinde bir grup ast rütbeli subay bir araya gelerek kendilerine “Hür Subaylar” adını verdiler. Bunların yönetim işleri yine başkanlığı Nasır tarafından yapılan 9 kişilik bir icra komitesinden oluşuyordu. Hür Subaylar grubunun üyeleri küçük toprak sahibi köylülerin, alt seviye bürokratların veya alt kademe tüccarların çocuklarıydı. Kendi rütbeleri de küçük olunca bu subaylar halk içinde tanınmıyordu.

Subaylar haklı bir hamle yaparak halkın desteğini almak için saygın bir subay olan General Muhammed Necip’i başlarına geçmesi için ikna ettiler. Bundan sonra ki hamleleri daha önce hazırladıkları plan üzerine altı maddelik planlarını açıklamak ve bunun üzerine hareket etmek yönünde oldu. Bu plan şu altı maddeden oluşuyordu;

  1. İngiliz sömürgeciliğine sor verilmesi.
  2. İngilizlerin Mısırlı işbirlikçilerinin bulundukları makamlardan alınması.
  3. Feodalizmin kaldırılması.
  4. Devletin yabancı sermayenin kontrolünden kurtarılması.
  5. Güçlü bir milli ordu kurulması.
  6. Sağlıklı bir demokratik hayatın tesis edilmesi.

Subaylar iktidara gelince amaçlarını gerçekleştirebilmek adına Nasır liderliğinde bir icra kurulu kurdular. İsmini de “Devrim Komuta Konseyi” (DKK) olarak belirlediler. İşleyiş yöntemi olarak DKK’nın bir planı yoktu, gelişen duruma göre pozisyon alıyordu. DKK işleyişini kolaylaştırmak adına rakiplerini bertaraf etme yoluna gitti. İlk rakibi olan Kral Faruk sürgüne gönderildi. İkinci ve en büyük rakibi dönemin popüler siyasal örgütü Müslüman Kardeşlerdi. Darbe öncesi Hür Subaylar ne kadar İhvana sempati beslediyseler de bu böyle devam etmedi. Müslüman kardeşlerin 6 lideri idam edildi ve 1000’e yakın üyesi hapse atıldı. Bu hamleden sonra örgüt yeraltına çekilmek zorunda kaldı. İlerleyen zamanlarda Necip ile Nasır arasında iktidar mücadelesi ortaya çıktı. DKK’nın ilk planlarına göre Necip göstermelik cumhurbaşkanı olacaktı, ancak o birçok konuda kendi başına karar vererek popüler bir devlet adamı oldu. Böylece liderlik çatışması başladı, Nasır yoğun çaba göstererek 1954 Kasım ayında mücadelenin kahramanı olarak boy gösterdi. Necip, Müslüman Kardeşleri desteklemekle suçlanarak ömür boyu ev hapsine mahkûm edildi.

DKK belirlediği hedefleri gerçekleştirme yolunda önemli adımlar attı. Tarımsal reform yasası, sivil unvanların kaldırılması yasası ve yeni bir anayasa bunun birkaç örneğidir. 1956 Haziran ayında bu yeni plebisite anayasa onaylanmış kadınların da ilk defa oy kullandığı bir seçim yapılmıştır. Seçim sonucunda Nasır oyların %98,9’nu alarak büyük bir zafer kazandı ve yeni cumhurbaşkanı oldu. Bu noktadan sonra artık Nasır’ın hâkimiyeti başlamış oldu. Artık Nasır Mısır’a tam olarak siyasi bağımsızlığını kazandırmak adına dış politika hamleleri yapmaya başlayacaktır.

  4. Süveyş Krizi ve Dış Politika Zaferleri    

Nasır, liderliğinin ileri yıllarında önemli siyasal başarılara imza attı. Takvimler 1954 yılını gösterdiğinde Nasır siyasi zaferlerine yeni bir zafer eklemiş ve İngiltere ile Mısır arasında imzalanan antlaşma gereği İngiltere’nin 20 ay içinde Süveyş’ten askerini çekmesini sağlamıştır. Nasır’ın bu sabırlı diplomasisi büyük yankı uyandırdı ancak üzerinden aylar geçmeden Süveyş’te savaş patlak verdi? Şimdi gelin isterseniz olayın arka planını da göz önünde bulundurarak bir kısa analiz yapalım.           

ABD Sovyet yayılmacılığına engel olabilmek için Türkiye ve İran ile bir ittifak girişimi başlatmıştı. Bu ittifaka katılan ülkelere askeri ve ekonomik yardımlar yapılıyordu. Tam da bu noktada yayılımın Arap coğrafyasına sıçrayışını önlemek için bir nevi domino etkisinin önüne geçmek adına İngiltere önderliğinde (!) Merkezi Antlaşma Teşkilatı (CENTO) veya tarihimize geçen adıyla Bağdat Paktı’nın kurulmasını sağladı. Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve İngiltere bu paktın üyeleriydi. Nasır bu paktın batının Arapları dizginlemek için kurduğunu düşündü ve batının amacının tekrar Arap coğrafyasını boyunduruk altına almak istediğini öne sürerek Suriye ve Ürdün’ün de üyeliğini engelledi.

İlerleyen zamanlarda Nasır ülkesinin refah düzeyini artırmak adına yapacağı yatırımlar için batıdan destek istedi. Ancak daha önce Bağdat Paktı konusunda ki tavrı onu bu destekten mahrum bıraktı. Ancak Nasır bu yatırımların gerekliliğinin farkında olduğu için Çekoslovakya ile Mısır Pamuğu karşılığında silah antlaşması yaptı. Bu her ne kadar Çek- Mısır Anlaşması olarak görünse de asıl itibariyle bir Mısır- Sovyet anlaşmasıydı. Yani ABD’nin yıllardır sağlamaya çalıştığı Sovyet yayılmacılığını engelleme politikası baltalanmıştı. Nasır’ın bu tavrı onu Arap dünyasında bir kez daha ABD ve İngiltere’ye boyun eğmediği için ön plana çıkarmıştı. Bu hamle ile beraber Nasır’ın daha önce Assuan Barajı’nı yaptırmak üzere Dünya Bankası’ndan aldığı 1 milyar dolarlık yardım ABD’nin kredi teklifini geri çekmesi ile ödenmedi. Bu hamle Nasır’ın çözüm üretmesi için yeni hamleler yapmaya itti. Nasır’ın kurmayları ile beraber verdiği karar neticesinde ihtiyacı olan 1 milyar doları kazanabilmek için Süveyş Kanalı’nı millileştirdiğini duyurdu. Araplar içinde büyük sempati uyandıran bu adımdan sonrasına gelecek olursak; bu kararla beraber İngiltere, Fransa ve İsrail askeri harekât başlatmak için ortak gizli anlaşmalar imzaladılar.

Anlaşma gereği İsrail Sina’ya saldırdı. İngiliz Hava Kuvvetleri Kahire’ye, Fransızlar Port Sait’e indiler. Birleşmiş Milletlerin ateşkes kararı ile ilerleme durduruldu. Saldırılar hem ABD hem SSCB tarafından kınandı. Büyük bir yenilgi aldığı halde bu Nasır adına siyasal bir zafer oldu. Çünkü artık bir Mısır devlet liderinden öte iki kadim imparatorluğu dize getiren, Süveyş’in sahibi bir Pan-Arap kahramanı vardı…

  5. Cemal Abdülnasır Dönemi Panarabizm Politikası

Hür Subaylar Darbesi ile iktidarı eline alan Cemal Abdülnasır, öncelikle ülkesi üzerindeki İngiliz kolonyalizmin izlerini silmeye çalışmıştır. Dış politika yapımını emperyalist ve sömürgeci devletlerin Mısır üzerinde şekillendirdikleri siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel politikalarına cevap verecek şekilde sistematik, kapsayıcı ve bütüncül bir perspektifle ele almıştır. Modern Mısır’ı, Panarabizm politikasını sahaya sürerek İslam Dünyası’nda ve Ortadoğu’da oyun kurucu, başat güç ve birinci aktör olarak yeniden dizayn etmiştir. Panarabizm politikasının dönemin şartları göz önünde bulundurulduğunda dış politikayı şekillendirecek, yön ve yöntem belirleyecek bir kapasitesinin ve halklar nezdinde bir karşılığının olduğunu söyleyebilmek mümkündür.

1. Dünya Savaşı esnasında Osmanlı himayesi altında yaşayan Arapların birleşik bir Arap devleti kurulması maksadıyla İngilizlerle işbirliği yapması ve sonrasında verilen vaatlerin yerine getirilmemesi sonucu yaşanan Batı karşıtlığı ve öfke Arap milliyetçiliğinin tetikleyici bir unsurunu oluşturmuştur. Böylesi bir tabloda birleşik bir Arap devleti hedefi parçalanmış, birbirleriyle iç içe geçmiş, mezhepsel ve yer yer etniksel olarak bölünmüş, hiçbir makul yahut esaslı bir düzenlemeye tabi tutulmadan birden fazla Arap Devleti’nin suni sınırları çizilmiştir. Kolonyalist Batılı devletlerin bağımsızlıklarını dahi vermediği Arap devletleri, mandater yönetimler haline getirilmiştir. Batılı devletlerin bölgedeki varlığını kalıcı hale getirecek düzenlemelerin yapıldığı Ortadoğu Arap coğrafyasının Filistin bölgesine 1948 yılında kurdurulan Yahudi İsrail Devleti, Araplar arasında Batı’ya duyulan öfke ve kini zirve noktasına ulaştırmış, İsrail ile yapılan savaşın büyük bir hezimetle sonuçlanması milliyetçilik ateşini körüklemiştir. Tüm bu etkenlerin ortaya çıkardığı doğal ideolojik sonuç milliyetçilik akımının devletler arasındaki ilişkilerde esas rol oynamaya başlamasıdır.

Mısır’da iktidara gelen Cemal Abdülnasır, yaşadığı dönemin konjonktürel durumunu ve ülkelerin bu konjonktüre göre aldıkları tutum ve davranışları iyi analiz ederek Arap milliyetçiliğini esas alan bir dış politika vizyonu belirlemiştir. Panarabizm ideali ile ülkesi ve bölge halkları içerisinde geçmişten beri duyulan Batı karşıtı yaklaşımları ve İsrail’in kurulmasıyla artan kin ve nefreti kendisinin karizmatik liderliği etrafında birleştirerek öncü bir pozisyon yakalamıştır. Arap Birliği’nin kurulmasına olan inancını sıkça dile getirmesi ve Batılı siyasi ve ekonomik sisteme entegre olmak yerine nispeten kendi kararlarını alabileceği bağımsız hareket edebilme kabiliyetini sürdürebileceği stratejilere yönelmiştir. Bağlantısızlar Hareketi’nin kurucuları arasında yer alarak NATO ve Varşova Paktı ülkeleri arasına üçüncü bir blok olarak girmeye çalışması bu duruma verilebilecek örneklerden bir tanesidir.

Cemal Abdülnasır ülkesinin tarihten gelen farklı rolünün, geçmişinin diğer Arap devletlerinden daha köklü olması ve baskın kültürel yapısı ile doğru ilişkilendirerek Arap dünyasının doğal(tabii) liderliğinin var olduğunu iddia etmiştir. Mısır’ın öncü rol üstlenmesi, kendisi gibi Arap olan devletleri bu politikanın genel Arap çıkarlarına hizmet etmediğini, bilhassa Mısır egemenliği ve yayılmacılığını sağlayan ideolojik ve psikolojik bir baskı aracı olduğu izlenimini uyandırmıştır. Arap devletleri arasında uygulanmaya çalışılan politikaya karşı kuşkulu yaklaşımlar sergilenmiştir. Ancak Cemal Abdülnasır’ın Mısır dış politikasında Batılı devletlere karşı kazandığı diplomatik ve siyasi hamleler bu algıyı değiştirmiştir. Cemal Abdülnasır’ın 1956 Süveyş Krizi’nde İngiltere ve Fransa’ya karşı kazandığı diplomatik zafer, Asuan Barajı’nın tüm maddi yetersizliklere rağmen tamamlandırılması ve Filistin Sorunu’nu kuvvetli bir şekilde savunması, karizmatik liderliğiyle birleştirildiğinde Arap dünyasındaki popülaritesini arttırmış ve kitleleri etkilemiştir. Soğuk Savaş yıllarında uluslararası kamuoyunu doğru analiz eden Mısır, bölgesel bir güç ve sorunların çözümünde ana aktör pozisyonuna yerleşmiştir. Cemal Abdülnasır ülkesi dışındaki halkları da etkileyen bir güce kavuşmuş ve radyo gibi kitle iletişim araçlarıyla sesini daha fazla duyurmuştur. Mısır ve Cumhurbaşkanı Cemal Abdülnasır Arap dünyasının lideri haline gelmiştir.

Cemal Abdülnasır’ın yükselen gücü diğer Arap devletlerini oldukça rahatsız etmiştir. Panarabizm politikasının bölgede Mısır çıkarlarına göre uygulandığı kanaati güçlendirilmeye çalışılmıştır. Nitekim 1967 yılında İsrail ile yapılan Altı Gün Savaşı’nda blok halinde kaybeden Arap devletleri olmuş ve Abdülnasır’ın Panarabizm politikası çökmüştür. Savaş esnasında Arap birliklerinin birbirine güven duymaması ve koordineli hareket edilmemesi İsrail karşısında büyük toprak kayıplarına varan bir yenilgiyi ortaya çıkarmıştır. Bu savaş sonrası Arap dünyasında farklı akımların, farklı görüş ve beklentilerin ortaya çıktığı söylenebilir. Büyük umutlar beslenen, Arap birliği ideali, Panarabizm politikası çok açık bir şekilde ortadan kalkmıştır.

   6. Cemal Abdülnasır Dönemi Birleşik Arap Cumhuriyeti Hamlesi

Birleşik Arap Cumhuriyeti(BAC), Mısır ve Suriye devletlerinin konfederasyonuyla oluşmuş uluslararası arenada yeni bir siyasi yapıdır. Cemal Abdülnasır dönemi Mısır dış politikasının en önemli adımlarından biri olan bu birliktelik, Panarabizm politikasının da en somut neticelerinden biri olmuştur. Suriye ve Mısır’ın dönemin şartları göz önünde bulundurulduğunda her iki ülke hükümetlerinin ortak noktalarda buluştuğunu ve halkların böylesi bir birlikteliğe sıcak baktıkları görülmektedir.

Suriye’de kurulan Baas Partisi’nin ve onunla aynı dönemde güçlenen Komünist Parti’nin panarabist ve sosyalist bir ideolojiye hâkim olmaları, Abdülnasır’ın Mısır’ı ile birleşmede ana faktörlerden bir tanesini oluşturmuştur. Dönemin Soğuk Savaş yılları olduğu hatırlandığında sosyalist bloğu temsil eden Sovyetler Birliği, Mısır ile Suriye arasındaki konfederasyonu desteklemiş, ABD ise diğer Arap devletlerini arkasına alarak bu birliğin genişlemesine karşı çıkmıştır. Milliyetçilik akımının doruk noktasına ulaştığı bir dönemde Abdülnasır’ın önderliğinde Mısır ile Suriye arasındaki birleşme 1958 yılında gerçekleştirildi. BAC, antiemperyal politikaları gündemde tutarak oluşturulan konfederasyonun ileride büyük bir Arap Birliği’nin sağlanmasına dönük adımlar atılmıştır. Ancak bu hamleler Ürdün, Suudi Arabistan ve Irak monarşilerinin gelecekleri konusunda endişeye sevk etmiş ve bu birleşmenin karşısında yer almışlardır.

Abdülnasır birleşme için yapılan halk oylamasının %98’e varan oranla kabul edilmesinin ardından BAC Cumhurbaşkanlığı’na seçilmiştir. Halkın desteğini arkasına aldığına inanan ve bu birleşmenin kilit rolünün kendisinde olduğunu savunan Cemal Abdülnasır, Suriye’deki tüm partileri kapattırmış ve yönetimde tek söz sahibi kendisi olmuştur. Suriyeli siyasilerin ikinci plana itilmesi ve arka planda kalınması Abdülnasır’a karşı Suriye’de bir cephenin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Mısırlı yetkililerce yönetilmeye başlayan Suriye’de halkın artan tepkisi Hafız Esad’ın bir darbeyle iktidarı ele geçirmesine sebep olmuştur. Oluşan yeni durumda Suriye yönetimi 1961 yılında BAC çatısı altından çekildiğini ilan etmiştir. Mısır ise BAC adını 1971 yılına kadar kullanmayı sürdürmüştür.

Cemal Abdülnasır’ın başından beri hedeflediği dış politika enstrümanlarından biri olan Arap Birliği ideali ve Panarabizm ideolojisi, Birleşik Arap Cumhuriyeti ile meyvesini vermiş olsa da sağlam temellere oturtulamayan birliktelik kalıcı yönde olamamıştır. Dönemin uluslararası durumu analiz edilerek yapılan ancak planlanmamış, aniden kararlaştırılan, fikri altyapısı sağlamlaştırılmayan, çıkar esaslı bir birliktelik kurulmuştur. Cemal Abdülnasır’ın fikri ideolojisi Nasırizm adı altında Mısır ve diğer Arap coğrafyalarını etkilemiştir. BAC denemsinin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından Arap devletleri arasında siyasi-askeri bir entegrasyonun kalıcı ve yararlı olmayacağı gözler önüne serilmiştir.

   SONUÇ

Cemal Abdülnasır, kişilik olarak karizmatik liderliğiyle 20.yüzyılın Arap dünyasına etki etmiş, uluslararası konjonktürü doğru analiz ederek ülkesine hareket alanı açmış, Soğuk Savaş’ın dayattığı bloklaşma ve kamplaşma ortamını lehine çevirmeyi kısmen de olsa başarmış ve bugünkü Mısır’ın Arap dünyasının en önemli kilit ülkelerinden biri olmasının siyasi manada önünü açmış bir isimdir. Ancak idealize ettiği Panarabizm ve BAC gibi yapı oluşumlarda istediği ve beklediği sonuçları elde edememiştir. Arap devletleri arasındaki derin bölünmüşlük ile bölgenin karışık ve iç içe geçmiş olan toplumsal yapısı Cemal Abdülnasır’ın hedeflerine tam manasıyla ulaşmasının önüne geçmiştir. Tüm bunlara rağmen Cemal Abdülnasır’ın hayalini kurduğu ve sonraları Nasırizm adı altında ideoloji haline dönüşen fikirleri Mısır siyasi geleneğini ve devlet mekanizmasını etkilemeyi başarmıştır. Bu bağlamda son olarak, Cemal Abdülnasır dönemi uygulamaya konulan politikaların Mısır’ın Ortadoğu-Arap coğrafyasının omurga hüviyetini tescillemesinde bir eşik noktası olduğunu belirtebilmek mümkündür.

Oktay KAYMAK
Abdulkadir AKSÖZ

 

İLGİLİ YAZILAR:

 

Exit mobile version