BÜYÜK GÜÇLERİN AFRİKA POLİTİKALARI | İlim ve Medeniyet

  ‘‘Afrika’da Afrikalı yabancı olmamalıdır. Afrika’da herkes Afrikalıdır. Yıkılacak ve ezilecek düşman duvarı Afrikalı değildir, emperyalizmin ortaya çıkardığı Afrika’yı ufak devletlere bölme anlayışı ve yapma-suni sınırlardır.’’                                

– Kwame Nkrumah

  GİRİŞ

Yeryüzünün en eski kıta topraklarından biri olan Afrika, farklı renkten insanları, kültürleri, yaşam biçimleri ve doğal zenginlikleri ile geçmişten günümüze değin ilgi odağı olmuştur. Hala keşfedilmemiş birçok yerli kabile hayatının bulunduğu, çeşitli dil, din ve etnisitelerin yer aldığı Afrika bugün dünya siyasetindeki etkisini her geçen yıl arttırmaktadır. Tarihte uzun dönemler boyunca belli noktaları keşfedilmiş olan ve sadece Kuzey Afrika ve çevresi ile sınırlı olan Afrika siyasi ve stratejik güç mücadelesi, Coğrafi Keşifler sonrası tüm kıtaya yayılan sömürgecilik faaliyetleriyle artış göstermiştir. Emperyalist Avrupalı devletlerin harita üzerinde bölüştükleri Afrika toprakları baştan sona sömürgeleştirilerek yağmalanmıştır. Bu yağmalama sadece doğal kaynaklara yönelik olmamış aynı zamanda Afrikalı yerli halk köleleştirilip Avrupa ve Amerika’ya götürülerek sömürge imparatorluklarının en ağır işlerini yapmaya mecbur bırakılmışlardır. İnsani değerler bakımından hiçbir şekilde önem verilmeyen Afrika toplumları, beyaz insanlar olarak niteledikleri Avrupalıların ırkçı ve saldırgan tutumlarına maruz kalmışlardır.

Makale çerçevesinde Afrika’daki toplumların II. Dünya Savaşı sonrası sömürgelikten kurtulup bağımsızlıklarını kazanmalarının ardından büyük devletlerin kıta üzerindeki politikaları irdelenmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda Amerika Birleşik Devletleri, Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu ve Türkiye’nin Afrika Kıtası üzerindeki aktif politikalarından, kıtaya bakış açılarından, kıta üzerindeki siyasi, ekonomik, askeri hedeflerinden ve birbirleri arasındaki güç mücadelesinden bahsedilecektir.

  

  1. ABD’nin Afrika Politikası

Amerika Birleşik Devletleri’nin Afrika politikaları veya ilk ilişkileri Liberya ile başlamaktadır. ABD’de köleliğin kaldırılması sonrası Amerikalı özgür bırakılmış zenciler tarafından 1847’de kurulan Liberya, Afrika’nın en eski bağımsız devletlerinden biri olmuştur. ABD, Liberya’nın anayasal haklarını ve bağımsızlığını koruma görevini üstlenmiştir. II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Afrika ile olan ilişkileri sınırlı bir düzeyde seyir eden ABD’nin bu politikası, Sovyetlerin karşı bir güç olarak dünya siyasetinde yer almasıyla kökünden değişmiştir. II. Dünya Savaşı sonrası, iki kutuplu bir sistemin etkisi altına giren dünya siyaseti Afrika Kıtası’ndaki sömürgeleştirilen toplumların emperyalist güçlerden bağımsızlıklarını birer birer kazandıkları bir dönem olmuştur. Soğuk Savaş rekabeti zengin doğal kaynaklarla sarılı Afrika üzerinde yoğunlaşmaya başlamıştır. ABD, Sovyetlerin Afrika üzerinde bir model olmasını ve komünizmin domino etkisiyle tüm kıtayı kuşatmasını engellemek istemiştir. Bu çerçevede Afrika ülkelerinin mevcut yönetimleri üzerinden bir güç mücadelesi ortaya çıkmıştır. Amerika kıta genelinde Sovyet tehdidini bertaraf edebilmek adına ırkçı ve kendi çizgisine yakın gördüğü diktatör ve baskıcı rejimleri desteklemiştir. Soğuk Savaş döneminde çoğu Afrika ülkesinde yaşanan darbe, iç savaş ve ülkeler arasındaki çatışmalarda Sovyet-Amerikan rekabeti ve kıta üzerinde hegemonya kurma mücadelesi etkili olmuştur.

ABD ile Sovyetler arasında yoğunlaşan Afrika güç mücadelesinin siyasi ideolojiler üzerindeki boyutunun yanı sıra ekonomik temelleri de önemli bir noktadadır. ABD ile Sovyetler’in Afrika üzerindeki güç mücadelesinin yoğunlaştığı ülkeler zengin ham madde kaynaklarına haiz, devasa işlenmemiş rezervlere sahip ekonomik bir hazine olarak görülmekteydi. Soğuk Savaş döneminde kıta üzerinde yaşanan darbe ve iç savaşlarının arka planında iktisadi çıkarların ana faktörlerden biri olduğu belirtilmelidir. Örneğin Kongo Krizi’nde ABD, Sovyetler’e yakınlaşan Lumumba hükümetine karşı Belçikalıları destekleyip darbenin yapılmasında ve Lumumba’nın devrilmesinde aktif rol oynamıştır. ABD, Afrika’da bağımsızlığını yeni kazanan devletlerde ortaya çıkan sol ideolojiye sahip rejimlere karşı son derece ciddi yaptırımlar uygulamıştır. Sovyet karşıtlığı yapan ırkçı Afrikalı liderleri ise sonuna kadar desteklemiştir.

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte ABD’nin Afrika’ya olan ilgisi neredeyse durma noktasına gelmiştir. Soğuk Savaş’ın bitmesiyle tek egemen süper güç olan ABD, Sovyetler’in dağılmasından sonra, uzun yıllar ekonomik ve siyasi açıdan destekleyip meşruiyetlerine zemin hazırladığı ırkçı, diktatörleri adeta yüz üstü bırakmıştır. Gözden düşen diktatörlerin çoğu ya karşıt bir darbe ile ya da halk isyanına dayanan iç savaş faktörleriyle devrilmiştir.

Soğuk Savaş sonrası ABD’nin stratejik açıdan geri plana ittiği Afrika 1990’lı yılların başında yaşadığı bir dizi katliam, iç savaş ve bunalımlarla dünya gündemine oturmuştur. Kıtada artan soykırım tehditleri ve insanlık suçları ABD’yi müdahaleye zorlamıştır. Ancak kıta ile olan stratejik derinliğini kaybetmiş olan ABD’nin bu müdahaleleri kıtaya huzur ve güveni geri getirmemiştir. ABD’nin prestijine büyük zarar veren müdahaleler sonrası oluşan boşluğu Çin doldurmaya başlamıştır.

Çin ile siyasi, iktisadi ve birçok alanda rekabete giren ABD, Afrika’da rakibinin epey bir gerisinde kalmıştır. Çin’in tarihinde emperyalist bir geçmişin olmaması ve Afrika devletleriyle olan kazan-kazan’a dayalı politikaları kıta genelinde karşılık bulmuştur. ABD, Çin’in Afrika’da artan hegemonyasına ve stratejik doğal kaynaklar üzerinde arttırdığı hâkimiyetini ortadan kaldırma adına yeniden kıtaya verdiği önemi ve önceliği arttırmıştır. Ayrıca ABD’nin ulusal güvenliğinin bir numaralı teminatı olarak görülen petrol rezervlerinin akıbeti ve denetimi noktasında yeniden stratejik planlamalara gidilmiştir.

12 Eylül saldırıları sonrası uluslararası terörizme savaş açtığını tüm dünyaya deklare eden Amerikan yönetimi, Afrika’daki terör faaliyetlerini ve çatışmalarını da kapsayan geniş bir perspektiften harekete geçmiştir. Başkan Bush döneminde Afrika’daki Amerikan askeri varlığı artmış ve ABD’nin altıncı ana komutanlığı olan AFRICOM ‘‘Afrika Komutanlığı’’ kurulmuştur. AFRICOM’un program ve aktivitelerine bakıldığında ortak konvansiyonel güçlere kapasite sağlama, ortak güvenlik güçlerinin kapasite artırımını destekleme, güçlü stratejik ilişkileri teşvik etme, savunma alanında reform faaliyetleri yürütme, bölgesel işbirliğini ve birlikte işlerliği güçlendirme, uluslararası ve radikal tehditlerle mücadele, çatışma bölgelerinde istikrara katkı yapma, istikrara yol açan durumları belirleme gibi görev ve sorumluluklar yüklenmiştir.[1] Ayrıca AFRICOM’un kıtada etkinliği ve gücü son derece artan Çin nüfuzuna karşılık verme ve rekabet gücünü arttırma gibi bir misyonu üstlendiği de belirtilmelidir. AFRICOM çok çeşitli açılardan ABD’nin Afrika üzerindeki politikalarının ana merkezini oluşturmaktadır. Bu bağlamda bünyesinde Dışişleri Bakanlığı, Amerikan Uluslararası Kalkınma Ajansı(USAID) ve diğer bazı kurum ve kuruluşların temsilciliklerini barındırmaktadır.[2]

Obama’nın Amerika’da başkan seçilmesi, Afrika’da bir umut kaynağı olarak görülmüştür. Aile köklerinin Afrika’ya dayandığı bir siyahî başkanın kıta için barış ve istikrar sağlayacağına yönelik bir algı oluşmuştur. Obama yönetimi de ortaya çıkan pozitif ilgiyi stratejiye dönüştürme çabasına girişmiştir. Ancak gün geçtikçe Obama yönetimi bu pozitiviteyi kaybetmiş ve AFRICOM’un Afrikalılara danışılmadan kurulması tepkilere neden olmuştur. ABD’nin kıtaya olan yardım politikaları her ne kadar değerli olsa da Soğuk Savaş’tanbu yana ABD’nin Afrika politikalarındaki çıkarcı yaklaşımı Afrika ülkelerini tedirgin etmektedir.[3]

 

  1. Çin’in Afrika Politikası

  Dünya süper gücü olma yolunda hızla ilerleyen ve sürekli büyüyen devasa bir ekonomiye sahip olan Çin’in dış politikası kaydedilen değişimin sürdürülmesine ve büyüme noktasında istikrarın sağlanmasına odaklanmıştır. Afrika ile giderek artan ve gelişen siyasi ve ekonomik ilişkiler Çin’in dünya gücü olma hedefine ulaşabilmesi adına kritiktir. Çin’in Afrika politikaları üzerindeki en büyük rakibi ise kuşkusuz ABD’dir. Kıtayı gelişimi adına hayati derecede önemseyen Çin yönetimi, ekonomisi için gerekli olan ham madde ve enerji kaynaklarına buradan temin etmeyi planlamaktadır. Ancak ABD, Çin’in Afrika doğal kaynakları üzerindeki hegemonyasına ciddi bir biçimde karşı koymaya çalışmaktadır. Bu noktada Çin’in ABD’ye göre en önemli avantajı, tarihinde sömürgeci bir geçmişin bulunmaması ve Afrikalıların Çinlilere önyargı ile yaklaşmamasıdır.

Soğuk Savaş döneminde komünist cephenin iki önemli gücü Sovyetler ve Çin arasında oluşan rekabette Bağlantısızlar Hareketi ile Afrika ülkeleriyle ilişkilerini daha sıkı kuran Çin’in avantaj sağlayarak Sovyet modelini bir bakıma saf dışı bırakacak altyapıyı hazırlamıştır. Soğuk Savaş sonrası dünyanın Amerika’nın lider olduğu tek kutuplu bir sisteme evrilmesiyle Çin dış politikasında da değişiklikler yaşanmıştır. Uluslararası sistemde ‘‘aktörler arasında denge’’ diplomasisini önemseyen Çin’de ABD’nin hegemonik rakipsizliği rahatsızlık uyandırmıştır.[4] Çin, küresel bir güç olmanın temel koşulunun tüm dünya ile entegre olmaktan geçtiğine inanmış ve ulusal güvenliğinin ve ekonomik çıkarlarının Afrika ile geliştirilecek olan stratejik ilişkilere bağlı olduğunu anlamıştır.

2000’li yılların Çin-Afrika ilişkilerinin altın dönemini oluşturduğu söylenebilir. 2000 yılının Kasım ayında Çin ve Afrikalı bakanlar arasında kalıcı ve sistematik bir stratejik ortaklığın nişanesi olan Çin-Afrika İşbirliği Forumu (Forum on China-Africa Co-operation – FOCAC) kurulmuştur. Kurulduğu günden bu yana Afrika ile Çin arasındaki diyaloga ve stratejik ortaklıkların oluşmasına başlıca katkı sağlayan bir kuruluş olmuştur. Kısacası, Çin açılma ve reform süreci ile dikkat çekici bir ekonomik büyüme sağlamakla kalmamış, dış politikasında “karşı durma”dan, “işbirliği”ne,“izolasyon”dan “uluslararası ortamla bütünleşme” çizgisine kaymıştır.[5]

Çin’in yıllık %9-10 üzerinde seyreden büyüme hızının ortaya çıkardığı başlıca problem olan enerji kaynaklarına sahip olmaktır. Gelişen ve büyüyen ekonominin artan enerji ihtiyacını karşılama noktasında Afrika’da pek çok Çinli şirketler, devlet desteği ile üretim yapmaktadır. Çin’i diğer rakiplerinden ayırt edici önemli unsuru ise ‘‘kazan-kazan’’a dayalı ortaklık ilişkisi yatmaktadır. Afrika ülkelerinden doğal kaynak ve enerji ithal eden Çin, bunlara karşılık siyasi, ekonomik, kültürel danışmanlık hizmetleri, teknoloji transferi, enerji kaynaklarının geliştirilmesi, altyapı yatırımları gibi pek çok alanda kıta üzerinde projeler yürütmektedir. Çinli şirketlere devredilen çoğu işletme ile Afrika’nın dört bir yanına demiryolu ve karayolu ağları kurulmaktadır. Böylece hem küresel güç olma yolunda hızla ilerleyen Çin fayda sağlamakta hem de gelişmekte olan Afrika ülkeleri refah seviyelerini yükseltme noktasında fayda sağlamaktadır.

2000-2007 yılları arasında Çin’in dış ticaret hacmi %7,6 büyürken Afrika’yla olan ticaret hacmi %31.9 büyümüştür.[6] Çin’in 7 yıllık bir zaman dilimi içerisinde bu kadar yüksek oranlarla büyümeyi sağlamasında Afrika ülkeleri ile ekonomik içerikli 300’den fazla anlaşmanın uygulamaya konulmasının etkisi büyüktür. Çin kurduğu ilişkiler çerçevesinde uygun ve vadeli krediler vermesinin yanında Afrika’da 34 ülkeyle yatırımların korunması, 14 ülkeyle de çifte vergilendirmenin kaldırılmasına yönelik anlaşmalar yapmıştır.[7] Çin’in bu denli büyük çaplı ekonomik başarısı dünya kamuoyunun ve uluslararası örgütlerin dikkatini çekmiştir. IMF’nin rakamlarına göre 2007 yılına kadar Çin’in Afrika’da 49 ülkeye sağladığı doğrudan dış yatırım toplam 7 milyar 290 milyon dolara ulaşmıştır.[8] Çin’in Afrika’yla olan ticaret hacmi ise 2010 yılında rekor kırarak 114 milyar dolara ulaşmıştır.[9]

Sonuç itibariyle bakıldığında Çin’in Afrika üzerinde kilit rol oynayan baş aktör olduğu belirtilebilir. ABD’nin Afrika’da Çin’in etki alanını daraltmaya yönelik askeri merkezli çalışmalarına Çin ekonomi merkezli politikalarla karşılık vermektedir. Çin-Afrika ilişkilerinin zirve noktasına ulaştığı son dönemlerde Çin’in kıta üzerindeki söz konusu olan siyasi ve ekonomik gücünü sağlamlaştırdığı gözlemlenmektedir. Devasa nüfusu ve rekabet imkanı sağlayan olanaklarıyla Çin’in Afrika üzerindeki avantajları oldukça fazladır. Afrikalı ülkelere demokrasi havariliği yapmaması ve çoğu yardımı hibe yoluyla karşılıksız olarak gerçekleştirmesi ile sunduğu hizmetler Çin’i uzun bir süre Afrika’nın başat gücü olarak koruyacak etmenler olarak sıralanabilir. Son olarak küresel bir süper güç olma yolunda ilerleyen Çin’in ihtiyacı olan kaynaklara erişme noktasında Afrika ülkelerinden daha çok bu ilişkilerin sürdürülmesine mecbur olduğu söylenebilir.

 

  1. Rusya’nın Afrika Politikası

  Rusya’nın Afrika ile olan ilişkileri selefi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dönemine dayanmaktadır. Sovyetlerin II. Dünya Savaşı sonrası birer birer bağımsızlıklarını kazanan Afrika ülkelerine olan ilgisi artmıştır. Yeni kurulan devletlerin çoğu emperyalizm ve sömürge karşıtı bir politika takip etmeyi uygun görmüş ve Batı ile olan ilişkilerini sınırlı tutabilecek güçte olmak adına Bağlantısızlar Hareketi’ni oluşturmuşlardır. Bu noktada Soğuk Savaş’ın iki kutuplu sistemini topraklarında fazlasıyla hisseden Afrika ülkeleri Amerika veya Sovyet tarafından birine geçmeye zorlanmışlardır. Kendi modelinin ihracı hususunda hareket eden Sovyetler, ABD ile rekabetin içerisine girmiştir. Zengin ham madde ve doğal enerji kaynaklarına ev sahipliği yapan Afrika, iki süper gücün çatışma alanına dönüşmüştür.

Afrika ülkeleri ile askeri, tekniki, ekonomik alanlarda işbirliği ve uzman yardımı yapan Sovyetler yıkıldığında kıta ile olan ticaret hacmi yaklaşık olarak 1,3 milyar dolar seviyesindeydi. 1990’ların başında Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Rusya’nın merkezi kumanda ekonomisinden piyasa kapitalizmine geçiş süreci, ülkede büyük sıkıntıları beraberinde getirmiştir.[10] Bu dönemle birlikte Rusya’nın Afrika ile olan ilişkileri sekteye uğramış ve durma noktasına gelmiştir. Sovyetlerden boşalan Afrika bölgelerine ABD ve Çin nüfuzu entegre olmuştur.

Rusya’nın siyasi ve ekonomik açmazları düştüğü süreç içerisinde Afrika ile olan stratejik ilişkilerin sürdürülememesi ülkeyi zarara sokmuştur. Batı ile olan ilişkilerinde muhatabının samimiyetinden hep kuşku duyan Rus yönetimi özellikle 2000’li yılların başında bir toparlanma dönemine girmiştir. Batı ile olan münasebetlerde olası ayrılıklarda uluslar arası sistem içerisinden dışlanmamak adına çok farklı kıta topraklarında müttefik ve dost ülkeler arayışına gidilmiştir. Bu durumun oluşmasında Rus ekonomisinin artan petrol ve doğalgaz fiyatları ile yeniden canlanmasının ve siyasi istikrarın geçmiş dönemlere nazaran sağlanmış olmasının katkısı oldukça büyüktür.

Sovyetler Birliği döneminde ilişkilerde ideolojik yakınlıklar ön plandayken, yeni dönemde pragmatizm ve ekonomik çıkarlar daha belirleyici oldu.[11]  Son yıllarda Rusya’nın Afrika ile olan ticaret hacmi 4 milyon dolara ulaşmıştır.

Genel olarak Rusya’nın Afrika politikası değerlendirildiğinde Sovyet dönemine nazaran daha geride olduğu belirtilebilir. Sovyetler Birliği döneminde aktif güç mücadelesinin yürütüldüğü Afrika’da, şimdi daha çok yumuşak güç unsurları devreye sokularak etkin olunmaya çalışılmaktadır. Ancak Rus ekonomisinin sağlam temellere dayalı olmaması ve uluslararası piyasalara olan bağımlılığı, belli ürünlerde yoğunlaşan ihracatı ile Afrika’da Çin ile ABD’ye rakip olabilecek, rekabet edebilecek bir seviyede bulunmamaktadır. Rusya’nın Afrika politikası üzerindeki temel çıkarları yalnızlaşmaya karşı destek bulabilme ve coğrafya olarak uzak olmasına rağmen kıta ile ekonomik ilişkileri merkezde tutabilme üzerine şekillendirilmektedir. Son olarak Rusya’nın Afrika üzerinde ABD ve Çin’in oluşturmuş olduğu nüfuzu kırabilecek seviyeye ulaşamadığını söyleyebilmek mümkündür.

 

  1. Türkiye’nin Afrika Politikası

Türkiye Afrika ilişkilerinin tarihi serüvenine bakıldığında çok eskilere dayanmayan yeni yeni hareket ve ivme kazanan bir yapıda tezahür ettiği söylenebilir. Türkiye Cumhuriyeti bağımsızlığını kazanmasının hemen ardından ‘‘Yurtta sulh, cihanda sulh.’’ ilkesine dayalı bir dış politika perspektifi geliştirmiştir. Yeni kurulan devletin dış politikasında Batı(lılaşma) ekseni ağır basmış ve cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren hızlı bir değişim ve dönüşüm sürecine girilmiştir. Bu değişim ve dönüşüm sürecinde Türk dış politikasının öncelikli hedefleri arasına Afrika girememiştir. Özellikle II. Dünya Savaşı ve sonrasında iki kutuplu dünya sistemine geçişte Sovyetlerin Türkiye’yi ciddi bir biçimde toprak ve nüfuz talepleri dış politika eksenini belirlemiştir. Türk dış politika yapıcıları Sovyet tehdidine karşılık ABD ve Avrupalı müttefiklere daha fazla yakınlaşmıştır. Jeopolitik konumu itibariyle bloklar arasında bir tercih yapmak zorunda kalan Türkiye, NATO’ya üye olmuş ve safını belirlemiştir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Afrika’da ilk temsilcilik 1926’da kıtanın tek bağımsız ülkesi olan Etiyopya’nın Addis Ababa kentinde açılmıştır. Daha sonra bağımsızlıklarını kazanan Afrika ülkelerinin bağımsızlıkları tanınmış ve memnuniyetler ifade edilmiştir. Ancak Türkiye’nin NATO üyeliği sonrası ABD’nin yakın müttefiki haline dönüşmesiyle Afrika ülkelerinin Bağlantısızlar Hareketi’ne karşı olumlu bir tepki verilmemiştir. Türkiye iki kutuplu sistemin şartları içerisinde NATO gibi güvenlik örgütlerine üyeliğin doğru olacağını deklare ederek Afrika ülkeleriyle tamamen zıt bir görüşle hareket etmiştir. Bu farklılık sonucu Türkiye-Afrika ilişkileri bozulmuştur.

1956 Süveyş Krizi’nde yaşanan Mısır’ın Süveyş Kanalı’nı millileştirme hamlesine Türkiye karşı bir tepki vermiştir. Mısır Devlet Başkanı Nasır, Türkiye’yi, Mısır’ın ulusal çıkarlarını göz ardı eden bir tutum sergileyerek Süveyş Kanalı’nın uluslararası denetim altında tutulması taraftar olması ve Kanal’ın statüsü konusunda Batılı ülkelerle birlikte hareket etmesi nedeniyle ‘Batı emperyalizminin polisi’ olmakla suçladı.[12] Türkiye Mısır ile yaşadığı problemin bir benzerini Cezayir ve Tunus’un bağımsızlık mücadelesi sırasında gösterdiği tavır ile de yaşamak zorunda kalmıştır. Türkiye bu meseleleri Fransa ile sömürgeleri arasındaki bir iç sorun olarak nitelendirmiştir.

“Türkiye, Afrika’da dekolonizasyon süreci sonrasında dış politikasını değiştirme teşebbüsü olarak 1970 yılında bir açılım planı tasarlamış olmasına rağmen, Afrika ile kalıcı olarak siyasi, ekonomik ve ticari ilişkilerini geliştirme fırsatını kaçırmıştı. Söz konusu plan, Türkiye’yi Batılı müttefikleriyle ilişkilerinde zor durumda bırakan Kıbrıs meselesi yüzünden ertelendi.”[13] Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında yalnızlığa itilen Türkiye’nin Afrika politikaları üzerinde ciddi eksiklikleri vardı. Afrika ile daha güçlü ilişkiler kurma konusundaki eylem eksikliğindeki asıl sebep, Türkiye’nin Afrika’da ne yapacağı konusundaki ilgi, bilgi ve strateji eksikliğinden kaynaklanmaktaydı.[14]

Dış politika önceliğini Batı olarak belirleyen Türkiye ilişkilerinde önemli kırılmalar yaşamıştır. Jonhson Mektubu, Kıbrıs müdahalesi gibi gelişmeler ABD’ye Türk dış politikasının gözden geçirilmesine sebebiyet vermiştir. “Avrupa Birliği (AB), 1997 yılındaki Lüksemburg Zirvesi’nde Türkiye’ye diğer aday ülkelerden beklenmeyen birtakım ek koşullar dayatınca, 1964’te Amerika’ya duyulan güven sarsılmasının bir benzeri Avrupa’ya karşı yaşandı. O döneme kadar dış politikadaki önceliğini Batı dünyasına veren Türkiye, bu gelişme üzerine diğer dünya ülkeleri ile olan ilişkilerine daha çok yoğunluk vermeye başladı.”[15]

1998 yılında dönemin dışişleri bakanı olan İsmail Cem’in Afrika açılımı politikasıyla yeni bir döneme girilmiştir. 2000’li yıllarda yaşanacak olan yüksek düzeyli Türkiye-Afrika ilişkilerinin temelini oluşturan eylem planı ile Türkiye, Afrika genelinde çok sayıda diplomatik temsilcilikler açarak harekete geçmiştir.

‘‘Oluşturulan Afrika’ya Açılım Eylem Planı ile:

– Afrika ülkeleri ile Türkiye arasında yüksek düzeyli ziyaretlerin gerçekleştirilmesi,

– Çeşitli uluslararası örgütler içinde kıta devletleri ile temasların artırılması,

– İnsani yardımların yapılması,

– Afrika’daki diplomatik temsilciliklerin sayısının artırılması,

– BM’nin kıtaya yaptığı ekonomik ve teknik yardım programlarına katkı sağlanması,

– Ekonomik, teknik-bilimsel ve ticari işbirliği anlaşmalarının imzalanması,

– Teknik düzeyde bakanların ve uzmanların Türkiye’ye davet edilmesi, – Afrika Kalkınma Bankası’na bağışçı ülke olarak üye olunması,

– Afrika İthalat-İhracat Bankası’na üye olunması’’[16] kararlaştırılmıştır.

2002 yılında Türkiye’deki hükümet değişikliği sonrası ekonomide ihracata dayalı büyüme sisteminin benimsenmesiyle Afrika’ya olan ilgi de doğru orantılı olarak artış göstermiştir. AK Parti hükümeti Türkiye’nin bölgesindeki ülkelerle yakın ekonomik işbirliği ve ortaklığına yönelik girişimci tutumuyla Afrika üzerinde de etkinlik sağlanmaya çalışılmıştır. Afrika’ya Açılım Eylem Planı kapsamında, Dış Ticaret Müsteşarlığı’nca 2003 yılı başında ‘‘Afrika Ülkeleriyle Ekonomik İlişkilerin Geliştirilmesi Stratejisi’’ hazırlandı ve 2005 yılı Türkiye hükümeti tarafından ‘Afrika Yılı’ ilan edildi.[17]

Türkiye hükümetinin başında bulunan isimler bizzat Afrika’ya ziyaretler düzenleyerek Türkiye’nin yeni Afrika vizyonunu ve tarihsel geçmişe dayalı yakın bağların bulunduğunu anlattılar. Türkiye yaptığı çalışmalarla ve sivil toplum kuruluşları ile iş adamlarının Afrika’ya çıkarma yapmalarıyla ilişkilerdeki canlanma artış göstermiştir. Türkiye’nin ekonomik ve diplomatik girişimleri 2008 yılında Afrika Birliği’nin Addis Ababa’daki olağan toplantısında stratejik ortaklıkla taçlandırılmıştır. Aynı yılın ekim ayında Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyeliğini kazanmasında Afrika ülkelerinin desteği etkili olmuştur.

Afrika ülkeleriyle ilişkilerin içinde bulunduğu aşamanın değerlendirilmesi ve ilişkileri daha da geliştirecek ilave yöntemlerin belirlenmesi amacıyla 18-21 Ağustos 2008’de İstanbul’da düzenlenen I. Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi, Afrika açılımında önemli bir yere sahiptir.[18] Zirve’de kabul edilen belgelerde, hükümetler arası işbirliği, ticaret ve yatırım, tarım, kırsal kalkınma, su kaynaklarının yönetimi, küçük ve orta ölçekli işletmeler, sağlık, barış ve güvenlik, altyapı, enerji ve ulaşım, kültür, turizm ve eğitim, iletişim, medya, bilgi ve iletişim teknolojisi ile çevre konularında işbirliğinin yapılması öngörülmekte idi.[19]

2005 Afrika açılımı 1998’de başlatılan “Afrika’ya Açılım Eylem Planı”nın devamı olsa da, ticaret hacmindeki büyüme ve yeni büyükelçiliklerin açılması ve siyasi ilişkilerin geliştirilmesi açısından daha önceki dönemlerle kıyaslanmayacak ölçüde gelişme kaydetmiştir.[20] Ekonomik verileri bakıldığında 2003-2011 yılları arasında Afrika ile olan ihracat 8 kat, ithalat ise 5 kat artış göstermiştir.

Bakanlar Kurulu’nca, Sahra-Altı ülkelerle ilişkilerin güçlendirilmesi doğrultusunda, bu ülkelerde 15 yeni büyükelçilik ve bir başkonsolosluk açılmasına ilişkin kararlar, 13 Ekim 2008 ve 11 Temmuz 2009 tarihlerinde alındı.[21]

Bu kapsamda, Darüsselam (Tanzanya) Büyükelçiliği 18 Mayıs 2009, Abidjan(Fildişi Sahili) Büyükelçiliği 15 Kasım 2009, Yaounde (Kamerun) Büyükelçiliği 15 Ocak 2010, Akra (Gana) ve Bamako (Mali) Büyükelçilikleri 1 Şubat 2010, Kampala (Uganda) Büyükelçiliği 28 Şubat 2010, Luanda (Angola) Büyükelçiliği 2 Nisan 2010, Antanavarino (Madagaskar) Büyükelçiliği 21 Nisan 2010, Lusaka (Zambiya) Büyükelçiliği 15 Şubat 2011, Maputo (Mozambik) Büyükelçiliği 15 Mart 2011, Nuakşot (Moritanya) 15 Nisan 2011 ve Harare (Zimbabve) Büyükelçiliği 30 Nisan 2011, Mogadişu (Somali), Banjul (Gambiya), Juba (Güney Sudan) 2011, Niamey (Nijer), Windhoek (Namibiya), Uagadugu (Burkina Faso), Libreville (Gabon) Büyükelçilikleri 2012’de açıldı. Böylece Afrika’daki Türkiye büyükelçiliği sayısı 31 oldu.[22]

Türkiye’nin gerek ekonomik, gerekse diplomatik ilişkilerinin Afrika’da kazandığı yoğunluk ülkenin küresel düzlemdeki gücü ve konumu bakımından son derece kritiktir. Türk Hava Yolları’nın Avrupalı hava şirketlerinin sefer düzenlemediği çoğu şehre günde ikişer sefer düzenlemektedir. Türkiye ile Afrika arasında oluşturulan köprülerin insani boyutunun ön planda tutulmasıysa Türkiye’nin Afrika’daki diğer politika üreten büyük güçlerden farkını oluşturan bir yapıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin Afrika’da oluşturduğu güçlü sinerji dış politikada alternatif oluşturması bakımından da kilit bir durumdadır. Türkiye’nin uluslararası alanda politikalarının kabul görmesi ve desteklenmesi hususlarında Afrikalı müttefiklerinin katkısı gerekecektir. Bu duruma en güzel örnek ise yukarıda bahsedilen BM Geçici Güvenlik Konseyi adaylığında Afrikalı devletlerin blok halinde Türkiye’yi desteklemeleridir.

Türkiye TİKA’nın faaliyetleri ile Afrika’da yumuşak güç unsurlarını sahaya yansıtarak barış, güvenlik, istikrar ve rehafın sağlanmasına doğrudan katkı sağlamaya çalışmaktadır.  ‘‘Bunun en önemli örnekleri 21 Mart 2010 tarihinde Darfur’un Yeniden İnşası ve Kalkınması için Uluslararası Donörler Konferansı ile Birleşmiş Milletlerin 21-23 Mayıs 2010 tarihinde düzenlediği Somali Konferansı’dır. İslam Konferansı Teşkilatı tarafından Kahire’de düzenlenen Darfur’un Yeniden İnşası ve Kalkınması için Uluslararası Donörler Konferansı’nda Mısır ile birlikte eşbaşkanlık üstlenilmiş ve Darfur’a 2010-2015 yılları için 65-70 milyon dolar civarında ağırlıklı olarak sağlık, tarım ve eğitim alanlarını kapsayan bir yardımda bulunulacağı açıklanmıştır. İkinci olarak Türkiye, Birleşmiş Milletler’in 21-23 Mayıs 2010 tarihinde düzenlediği Somali Konferansı’na ev sahipliği yapmıştır.’’[23]

Türkiye Afrika’daki önemli çatışma alanlarını oluşturan iki ülke olan Sudan ve Somali’de aktif rol oynayarak uluslararası arenada yardımcı olmaya çalışmaktadır. İki ülkenin geleceği için çok ciddi yardımlarda bulunan Türkiye, Afrika politikasının insani boyutunun örneklerini bu ülkelerde gerektiği gibi vermiş, çok sayıda hastane, okul, ibadethane vb. yapılar inşa etmiştir.

Türkiye, Afrika açılımı ile tarihi, dini ve kültürel bağları olan kıta ile yaklaşık doksan yıl sonra tekrar güçlü bağlar kurma yönünde büyük başarı sağlamıştır. Türkiye’nin, 1998 yılında Afrika’ya Açılım Planı’nın kabul edilmesinden bu yana siyasi, ekonomik, kültürel ve insani boyutlu politikası ile Afrika’da uzun vadeli varlığının altyapısını oluşturduğu söylenebilir.[24]

Bölgesinde hâkim güç olma hedefleri bulunan Türkiye’nin Afrika politikaları henüz çok yeni olmakla birlikte kısa sürede kat ettiği mesafeler göz önünde bulundurulduğunda ilişkilerin devam ettirilmesi üzerinde hassas durulması gerektiği söylenebilir.

Son olarak Afrika gibi dünyanın en önemli doğal kaynak rezervlerine ve gelişmekte olan ülkelere sahip olan bir kıtada Türkiye’nin ekonomik, diplomatik ve yumuşak güç unsurlarıyla harmanladığı insani dış politikasının önümüzdeki yıllarda ülkenin uzun vadeli siyasi ve iktisadi hedeflerine ulaşmasında etkin bir rol üstleneceği belirtilebilir.

 

  KAYNAKÇA

  AFACAN İsa, Türk Dış Politikası ve Afrika, ORSAM, Ortadoğu Analiz, Ekim 2012, Cilt:4, Sayı:46

   Afrika Ülkeleri İle İlişkiler, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, http://www.mfa.gov.tr/turkiyeafrika-iliskileri.tr.mfa.

ALBAYRAKOĞLU, Esra P., ”Amerika’nın AFRICOM Açılımı”, Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, Aralık 2009, http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option= com_content&view=article&id=538:amerikann-afrcom-aclm&catid=77:ortadogu-analizler&Itemid=150.

ALPAY Yalın, Çin Afrika’da Ne Yapıyor, TASAM, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Sayı:14, Yıl:2009

  ARI Emine, Mali ve Tuareg İsyanları, BİLGESAM, 23 Kasım 2012, http://www.bilgesam.org/incele/56/-mali-ve-tuareg-isyanlari/#.VOYfxOasVOI

ARSLAN İbrahim-KARAGÜL Songül, Türkiye’nin Afrika Açılım Politikası: Tarihsel Arka Plan, Stratejik Ortaklık ve Geleceği, USAK, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt: 9, Sayı: 35, ss.21-55, 2013

BECHTOLD Peter, Darfur, The ICC and American Politics, Middle East Policy, Volume XVI, Number 2, Summer 2009

BOZTAŞ Asena, Türkiye’nin Afrika ile İlişkilerinde Proaktif Politikalarının Teorik Analizi: Konstrüktivist Teori, Eleştirel Teori ve Uluslararası Toplum Teorisi, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 31, Aralık 2011

CİHAN Uğur, Çin-Afrika İlişkilerinin Tarihi Seyri, Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Analizler Merkezi, 18.10.2009, http://www.turksam.org/tr/a1830

ELBİSTAN Yavuz, Arap Baharı’nın Mısır’daki Etkisi, Global Journalism, http://www.academia.edu/7288726/ARAP_BAHARI_NIN_MISIR_DAK%C4%B0_ETK%C4%B0S%C4%B0

ERMAĞAN İsmail-FİDAN Giray, Çin’in Afrika Politikası, Dünya Siyasetinde Afrika, sf:55, Nobel Yayınları

Libya Tr, ”Çin ile Afrika Arasındaki Ticaret 2010’da Rekor Kırdı”, 28.12.2010, http://turkish.cri.cn/781/2010/12/28/1s130384

ÖZKAN Mehmet, Türkiye’nin Afrika’da Artan Rolü: Pratik Çabalar ve Söylem Arayışları, Ortadoğu Analiz, Cilt: 4, Sayı: 46, Ekim 2012, http://www.orsam.org.tr/ tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/20121111_mehmetozkan.pdf

ÖZTÜRK Onur, Rusya Raporu/Rusya-Afrika İlişkileri, Stratejik Düşünce Enstitüsü, Mayıs 2010

SARI Buğra, Amerikan Ulusal Çıkarları ve Afrika, Ankara Üniversitesi Afrika Çalışmaları Dergisi, Cilt :1  Sayı:2

STRAUS Scott, Darfur and the Genocide Debate, Foreign Affairs, Volume 84, Issue 1, January/February 2005

ŞAHİN Özgecan, Türkiye’nin Afrika Açılımı, BİLGESAM, 19 Temmuz 2010, http://www.bilgesam.org/incele/43/-turkiye%E2%80%99nin-afrika-acilimi/#.VPBcDHysVOI

TANDOĞAN Muhammed, Tuareglerin Stratejik Konumları, ORDAF, 5 Temmuz 2014, http://www.ordaf.org/tuareglerin-stratejik-konumlari

TEPECİKLİOĞLU Elem Eyrice, Afrika Kıtasının Dünya Politikasında Artan Önemi ve Türkiye Afrika İlişkileri, Ankara Üniversitesi Afrika Çalışmaları Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 2, Bahar 2012

TUYGAN Ali, Diplomatik Yorum, Dış Politika Üzerine Düşünceler, 6 Aralik 2013, http://diplomatikyorum.com/2013/12/06/arap-bahari-libya/

Türkiye-Afrika Ortaklığı İçin İşbirliği Çerçevesi, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, http://africa.mfa.gov.tr/framework-of-cooperation-for-africa-turkey-partnership.tr.mfa

TÜYSÜZOĞLU Göktürk, Orta Afrika Cumhuriyeti’nde İç Savaş Sona Mı Eriyor?, Uluslararası Politika Akademisi, 12 Ocak 2014, http://politikaakademisi.org/orta-afrika-cumhuriyetinde-ic-savas-sona-mi-eriyor

William E. WARD, ”2010 Posture Statement United StatesAfricaCommand, PartnershipPeaceStability”, U.S. AfricaCommand, 2010, s.12.

 

[1]William E. WARD, ”2010 Posture Statement United StatesAfricaCommand, PartnershipPeaceStability”, U.S. AfricaCommand, 2010, s.12.

[2]ALBAYRAKOĞLU, Esra P., ”Amerika’nın AFRICOM Açılımı”, Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, Aralık 2009, http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option= com_content&view=article&id=538:amerikann-afrcom-aclm&catid=77:ortadogu-analizler&Itemid=150.

[3] SARI Buğra, Amerikan Ulusal Çıkarları ve Afrika, Ankara Üniversitesi Afrika Çalışmaları Dergisi, Cilt :1  Sayı:2

[4] ERMAĞAN İsmail-FİDAN Giray, Çin’in Afrika Politikası, Dünya Siyasetinde Afrika, sf:55, Nobel Yayınları

[5] ALPAY Yalın, Çin Afrika’da Ne Yapıyor, TASAM, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Sayı:14, Yıl:2009

[6] CİHAN Uğur, Çin-Afrika İlişkilerinin Tarihi Seyri, Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Analizler Merkezi, 18.10.2009, http://www.turksam.org/tr/a1830

[7] ALPAY Yalın, Çin Afrika’da Ne Yapıyor, TASAM, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Sayı:14, Yıl:2009

[8] CİHAN Uğur, a.g.e

[9] Libya Tr, ”Çin ile Afrika Arasındaki Ticaret 2010’da Rekor Kırdı”, 28.12.2010, http://turkish.cri.cn/781/2010/12/28/1s130384

[10] ÖZTÜRK Onur, Rusya Raporu/Rusya-Afrika İlişkileri, Stratejik Düşünce Enstitüsü, Mayıs 2010

[11] A.g.e

[12] TEPECİKLİOĞLU Elem Eyrice, Afrika Kıtasının Dünya Politikasında Artan Önemi ve Türkiye Afrika İlişkileri, Ankara Üniversitesi Afrika Çalışmaları Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 2, Bahar 2012

[13] ÖZKAN Mehmet, Türkiye’nin Afrika’da Artan Rolü: Pratik Çabalar ve Söylem Arayışları, Ortadoğu Analiz, Cilt: 4, Sayı: 46, Ekim 2012, http://www.orsam.org.tr/ tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/20121111_mehmetozkan.pdf

[14] A.g.e

[15] BOZTAŞ Asena, Türkiye’nin Afrika ile İlişkilerinde Proaktif Politikalarının Teorik Analizi: Konstrüktivist Teori, Eleştirel Teori ve Uluslararası Toplum Teorisi, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 31, Aralık 2011

[16] ARSLAN İbrahim-KARAGÜL Songül, Türkiye’nin Afrika Açılım Politikası: Tarihsel Arka Plan, Stratejik Ortaklık ve Geleceği, USAK, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt: 9, Sayı: 35, ss.21-55, 2013

[17] “Afrika Ülkeleri İle İlişkiler”, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, http://www.mfa.gov.tr/turkiyeafrika-iliskileri.tr.mfa.

[18] ARSLAN İbrahim-KARAGÜL Songül, Türkiye’nin Afrika Açılım Politikası: Tarihsel Arka Plan, Stratejik Ortaklık ve Geleceği, USAK, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt: 9, Sayı: 35, ss.21-55, 2013

[19] Türkiye-Afrika Ortaklığı İçin İşbirliği Çerçevesi, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, http://africa.mfa.gov.tr/framework-of-cooperation-for-africa-_-turkey-partnership.tr.mfa.

[20] AFACAN İsa, Türk Dış Politikası ve Afrika, ORSAM, Ortadoğu Analiz, Ekim 2012, Cilt:4, Sayı:46

[21] ARSLAN İbrahim-KARAGÜL Songül, Türkiye’nin Afrika Açılım Politikası: Tarihsel Arka Plan, Stratejik Ortaklık ve Geleceği, USAK, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt: 9, Sayı: 35, ss.21-55, 2013

[22] A.g.e

[23] ŞAHİN Özgecan, Türkiye’nin Afrika Açılımı, BİLGESAM, 19 Temmuz 2010, http://www.bilgesam.org/incele/43/-turkiye%E2%80%99nin-afrika-acilimi/#.VPBcDHysVOI

[24] ARSLAN İbrahim-KARAGÜL Songül, Türkiye’nin Afrika Açılım Politikası: Tarihsel Arka Plan, Stratejik Ortaklık ve Geleceği, USAK, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt: 9, Sayı: 35, ss.21-55, 2013

 

Avatar photo

Abdulkadir AKSÖZ

Political Science Indian Subcontinent Studies [email protected]


Geribildirim

Mail adresiniz gizli kalacaktır.


Biz Kimiz?

Gayemiz, asırlardır mirasçısı olduğumuz medeniyetin gelişimine katkı sağlamak adına kurduğumuz ilim halkasındaki ilmî faaliyetleri geniş kitlelere ulaştırmaktır.

Cemiyetimizde, genç ve hareketli yazar kadromuz ile Siyaset, Hukuk, Ekonomi, Sosyoloji, Edebiyat ve Tarih gibi ilmî alanlarda gerek akademik gerekse de gündeme ilişkin yazılar kaleme alınmaktadır.


İletişim


Küçük Çamlıca Mahallesi, Filiz Sokak, No:3
Üsküdar/İstanbul